Ana SayfaKürsüFilistin Dersleri: HAMAS - Fatah Çatışması mı, Siyonist-Emperyalist Terör mü?

Filistin Dersleri: HAMAS – Fatah Çatışması mı, Siyonist-Emperyalist Terör mü?

14 Ekim 2019’da yitirdiğimiz Garbis Altınoğlu, ölümüyle unutulmaya terk edilmemesi gereken yazılar kaleme aldı. Altınoğlu’nun yazılarının bizce küçük bir yön dışında temel özelliği, artık dağılmaya yüz tutan Marksist-Leninist doğrultuyu yansıtmasıydı. Bu nitelik, bizi ona karşı yükümlü kılmaya yeter. Bu bağlamda, Garbis Altınoğlu’nun konjonktüre uygun düştüğünü değerlendirdiğimiz yazılarına yer veriyoruz. (Altınoğlu yazılarının editörlüğünü Nazım Taban yürütmektedir.)

TvP

 

 

5-7 Temmuz 2007

 

“Zamanla unutulmaya yüz tutan bazı gerçekleri

net ve cesur bir biçimde kamuoyuna açıklamak,

İsrail liderlerinin görevidir.

Bu gerçeklerin başında, Araplar kovulmaksızın ve

topraklarına elkonmaksızın Siyonizmin, kolonizasyonun

ve Yahudi Devletinin olamayacağı gelir.”

Ariel Şaron, Agence France Presse, 15 Kasım 1998

Giriş

10 Haziran’da Gazze Şeridi’nde Fatah ile HAMAS arasındaki çatışmaların yeniden yoğunlaşması ve HAMAS’a bağlı İzzettin El-Kassam Tugaylarının kendisinden çok daha güçlü Fatah kuvvetlerini birkaç gün içinde yenerek İşgal Altındaki Toprakların bu küçük bölümü üzerinde egemenliğini kurması, Filistin halkının tarihinde önemli bir dönemeç noktası olmaya adaydır. Ancak bu önemli gelişme devrimci basınımızda fazla bir yer bulmadı. Kuşkusuz bunun bir dizi nedeni var. Bunlar arasında; Türkiye devrimci hareketinin Kemalist-lâisist önyargılarından hâlâ tam olarak kurtulamamış olmasını, öteden beri fazlasıyla içedönük bir nitelik taşımasını, devrimci kuşaklar arası kopukluğu/ tarihsel bellek zayıflığını ve özellikle 2000 yılında başlayan Ölüm Orucu direnişinden bu yana derinleşen can çekişme ve kendi kendini tasfiye sürecini sayabiliriz. Bu nedenler arasında sonuncusunun belirleyici bir nitelik taşıdığını söylemek bir abartma olmayacaktır.

Hâlbuki, Siyonist işgale karşı Ocak 1965’te başlayan Filistin silâhlı direnişi, ‒elverişli uluslararası ortamın da yardımıyla‒ Türkiye’de büyük yankı bulmuş, birçok genci devrimci harekete yakınlaştırmış ve Türkiye devrimci hareketinin oluşumuna küçümsenmeyecek bir itilim sağlamıştı. 1960’lı yılların sonunda oluşan üç ana devrimci harekete ‒THKO, TKP (M-L) ve THKP-C‒ bağlı birçok kadro Filistin kamplarında askerî ve siyasal eğitim görmüş, 1960’larda ve 1970’lerde Filistin halkıyla omuz omuza Siyonist saldırgana karşı çarpışmış, hatta bunlardan bir bölümü de şehit düşmüştü. Eylül 1982’de İsrail’in buyruğuyla hareket eden Lübnanlı Falanjistlerin Sabra ve Şatila mülteci kamplarında binlerce Filistinliyi katletmesine verilen devrimci tepkinin de gösterdiği gibi bu duyarlılık 1980’li yıllarda da sürdü. Peki ya şimdi? 1948’de İsrail’in kuruluşundan bu yana, yani neredeyse 60 yıldır Siyonist teröre karşı savaşımını az-çok kesintisiz bir biçimde sürdüren ve tüm Ortadoğu halkları üzerinde devrimcileştirici bir etki yapan Filistin direnişine duyulan ilgi artık dergi ve gazete sayfalarını aşamıyor. Hatta buralarda da fazla bir yer bulamıyor. Çok elverişsiz koşullar altında Siyonist işgale karşı direnişini sürdüren Filistin halkının yazgısının Türkiye ve Ortadoğu işçi sınıfı ve halklarının yazgısıyla iç içe olduğu âdeta unutulmuş, bu halkın davasına sahip çıkma yükümlülüğü, neredeyse çeşitli renklerden İslâmî akımların tekeline bırakılmıştır. Oysa, başka bir yerde söylemiş olduğum gibi,

“Konuya bir parça aşina olan ve Ortadoğu ve dünyadaki gelişmeleri ana hatlarıyla izleyen herkes, Filistin’de en azından 1920’lerden bu yana süregelen savaşımın sadece bu ‘küçük’, ama kahraman halkı ilgilendirmekle sınırlı olmadığını bilir. Sömürgeci Siyonist projenin ürünü olan ‘Filistin sorunu’, başta Britanya ve ABD gelmek üzere bölgeye egemen olma, onun enerji kaynaklarını denetim altına alma ve Arap ve İslâm dünyasındaki anti-emperyalist ve demokratik uyanışı boğma çizgisini izlemiş olan ‘büyük’ devletlerin stratejik hedeflerine kopmaz bağlarla bağlı olagelmiştir. Sorunun bu en kabataslak konuşu bile, Filistin halkının direnişinin salt küçük bir ulusun İsrail’in işgaline karşı verdiği olağan bir ulusal kurtuluş savaşı olmakla kalmadığını, onun çok ötesinde bir anlam taşıdığını, hâlihazırdaki Siyonist işgale karşı çıkmakla sınırlı içeriğinden bağımsız olarak Filistin direnişinin Arap halklarının ve hatta dünya işçi sınıfı ve halklarının her türden baskı ve sömürüye karşı savaşımlarında çok önemli bir yer tuttuğunu göstermeye yetecektir.”[1]

Öte yandan ‒ABD ve Britanya’nın stratejik desteğine sahip olan‒ Siyonist işgalcilerin neredeyse 60 yıldır, burjuvazinin ve emperyalizmin repertuarında bulunan metotların hemen hemen tümünü yoksul Filistin halkını ezmek, demoralize etmek, teslim almak ve yok etmek için kullandığı düşünüldüğünde, İşgal Altındaki Toprakların gerek proletarya ve devrim ve gerekse emperyalizm ve karşı-devrim güçleri bakımından bir dizi değerli dersin öğrenileceği bir dersane, bir laboratuar niteliği taşıdığını söyleyebiliriz.

 

Son Gelişmeler

Filistin’deki gelişmeleri izleyenler, Başkan Mahmut Abbas’ın güvenlik danışmanı, İsrail ajanı Mahmut Dahlan’ın komutasındaki Önleyici Güvenlik Kuvveti’nin, ABD ve İsrail’in yönlendirmesiyle aylardır HAMAS yöneticilerine, üyelerine ve yandaşlarına karşı bir dizi terörist eylem gerçekleştirdiğini anımsayacaklardır. Nitekim, Filistinli insan hakları gruplarına göre, Ocak 2006 – Mayıs 2007 döneminde Fatah ile HAMAS arasında meydana gelen çatışmalarda 600 dolayında Filistinli yaşamını yitirecekti. HAMAS bu saldırılar karşısında esas olarak savunma konumunda kalmış, soruna müdahale etmesi için birçok kez işbirlikçi Başkan Abbas’a başvurmuş, ancak Başbakan İsmail Heniye’ye karşı suikast düzenleyecek kadar ileri giden Fatah işbirlikçilerinin İsrail’den almış oldukları ağır silâhları da kullanarak bir darbeye girişeceklerini haber alınca karşı saldırıya geçmek zorunda kalmıştı. Başbakan Heniye’nin kıdemli siyasal danışmanı Ahmet Yusuf 20 Haziran’da Filistin Maan Haber Ajansına verdiği demeçte şöyle diyordu:

“HAMAS’ın eylemleri Gazze’de Filistin kontralarının son dönemde giriştikleri korkunç şiddet olaylarını önlemek içindi… Başkan Mahmut Abbas’a bağlı paramiliter grupların HAMAS yetkililerini ve yandaşlarını öldürmeleri, başbakana suikast girişimleri, adam kaçırma ve bombalama eylemleri sona ermeliydi…

“Seçimin sonuçlarını etkisiz kılmak için işgalcilerle işbirliği yapanlar başarılı olamayacaklar. Abbas’ın ‘olağanüstü hâl’i ve onun elindeki ABD ve İsrail silâhları Gazze’ye egemen olamayacak ve Batı Yakası’ndaki siyasal özgürlük özlemini söndüremeyecek.”

İliğine değin çürümüş ve yozlaşmış olan Abbas-Dahlan kliği ve ona bağlı “güvenlik” kuvvetleri, birkaç gün süren çatışmalarda yenilgiye uğradılar ve sınırı geçerek alelacele Siyonist efendilerine sığındılar. Çatışmalar sırasında Filistin dışında olan Dahlan birkaç gün sonra Mahmut Abbas’ın yanında TV kameralarının karşısına çıkacaktı. Filistin halkı ve HAMAS, İslâmî Cihat gibi örgütler, Siyonist işgalciye karşı güçleri ölçüsünde direnirken onları engellemeye çalışan, hizmetinde olduğu İsrail ordusuna tek bir kurşun sıkmayan ve kendisi Filistin halkını soyan ve ezen bu 35,000 kişilik asalak ve gerici kuvvetin[2] Gazze’deki bölümü, kendisinden çok daha zayıf donanımlı İzzettin El-Kassam Tugayları karşısında çok kısa bir süre içinde yenilgiye uğradı. Bu gelişme, başta ABD ve İsrail gelmek üzere pek çok gözlemciyi şaşırttı. (Geçerken, Önleyici Güvenlik Kuvveti’nin bu ani çöküşünde Fatah saflarında yer alan çok sayıda asker ve sivil Filistinlinin de Dahlan’ın komutasındaki bu ölüm mangalarına mesafeli durmasının da rolünün olduğunu belirtmeliyim.) İzzettin El-Kassam Tugayları Fatah’ın Gazze’deki karargâhını ele geçirince, ABD yapımı 7,400 M-16 tüfeği, düzinelerce ağır makinalı tüfek ve roketatar, 7 zırhlı cip, 800,000 dolayında mermi ve 18 zırhlı personel taşıyıcıdan oluşan dev bir cephanelik bulacaklardı.[3] Dahası Aaron Klein’e göre onlar, bu karargâhta çok daha değerli bir belge yığınıyla karşılaşacaklardı. Bu CIA belgelerinin; Fatah ile Amerikan ve İsrail istihbarat servisleri arasındaki işbirliğini, HAMAS hücrelerinin ve komitelerinin nasıl izleneceğini ve püskürtüleceğini, Fatah’ın HAMAS’a ve diğer bazı örgütlere mensup yönetici ve militanların nasıl öldürülebileceğini anlattığı ve Amerikalıların Gazze’deki “güvenlik” sorununa ilişkin incelemelerini içerdiği söyleniyor.

HAMAS, Fatah kuvvetlerinin yenilgiye uğratılmasının hemen ardından yaptığı açıklamada Fatah’la ve onun tabanıyla savaş içinde olmadığını, iktidarı ele geçirmeyi ve Mahmut Abbas’ı devirmeyi plânlamadığını, Abbas’ın devlet başkanı konumunu tanımaya devam ettiğini bildirdi. Gerçekten de çatışmaların sona ermesinin ardından İzzettin El-Kassam Tugayları savaşçıları, çok sayıda HAMAS üyesini öldürmekle ve onların evlerini yakmakla ünlenmiş Semih Madun adlı bir Fatah elemanını kurşuna dizme dışında ciddi bir misillemede bulunmadılar. Başbakan Heniye, 14 Haziran’da Elcezire TV kanalında canlı olarak yayınlanan konuşmasında, daha önce kurulmuş olan “ulusal birlik” hükümetinin Filistinlilerin yüzde 96’sının iradesini yansıttığını ve sürdürülmesi gerektiğini belirtti; HAMAS’ın demokrasiye ve varolan sisteme bağlı olduğunu ve halkın yaşam biçimini değiştirmeye girişmeyeceklerini söyledi. (Bu, tekelci burjuva medyanın, HAMAS’ın El-Kaide türü bir örgüt olduğu ve Filistin’de bir “şeriat devleti” kuracağı yolundaki ‒Türkiye devrimci hareketi içindeki bazı grup ve kişilerin de onadığı ve inandığı‒ demagojik propagandasına verilmiş bir yanıttı.) Heniye, çatışmalarda ele geçirilen Fatah savaşçılarının bağışlanacağının altını çizdikten sonra, ‒Muhammet Dahlan’ı ve Abbas’ın diğer danışmanlarını kastederek‒ HAMAS’ın bir bütün olarak Fatah’la değil, onun içinde yer alan ve Siyonist düşmanla aktif işbirliği içinde olan öğelerle savaştığını söyledi. O bunlara ek olarak HAMAS’ın giriştiği son operasyonu, suçlarını saydığı Fatah içindeki işbirlikçi güçlerin tırmandırdığı saldırılara ve darbe girişimlerine karşı son çare olarak başvurulan bir savunma eylemi olarak niteledi ve Gazze Şeridi ile Batı Şeria’nın “Filistin ulusunun bölünmez parçaları” olduğunu vurguladı.

HAMAS’ın Gazze Şeridi’ne egemen olmasının ardından İsrail sınırdaki tüm kontrol noktalarını kapatırken Fatah da Batı Şeria’da parlamento binasına, HAMAS yönetici ve yandaşlarına ve HAMAS’a bağlı kuruluşlara yönelik bir dizi saldırı gerçekleştirdi. HAMAS liderlerinin uzlaşma çağrısını reddeden Mahmut Abbas ise, böyle bir yetkisi olmadığı hâlde “ulusal birlik” hükümetini feshetti ve olağanüstü hâl ilân etti. (Gazze’nin artık Fatah’ın denetiminden çıkmış olduğu ve Batı Yakası’nın da İsrail işgali altında olduğu dikkate alındığında bu adımın pratikte herhangi bir anlam taşımadığı anlaşılır.) O, Filistin Anayasasına aykırı olarak, başına “ulusal birlik” hükümetinde maliye bakanlığı yapan Dünya Bankası eski uzmanı Selâm Feyad’ı atadığı, seçilmemiş bakanlardan oluşan, kendisine bağlı ve Filistin Yasama Konseyinin (yani Filistin parlamentosunun) onayından geçmeyen bir hükümet oluşturdu ve Batı Şeria’yı kararnamelerle yönetmeye koyuldu. Abbas 15 Haziran’da, Gazze Şeridi’ndeki savaşı, “yasadışı öğelerin silâhlı isyanı” biçiminde değerlendirecek ve bu tarihten bir hafta sonra da HAMAS’ın kendisini öldürmeyi plânladığı yalanının arkasına sığınmaya çalışacaktı. 24 Haziran’da ise Abbas kliğinin önemli isimlerinden Fatah istihbarat şefi Tevfik El-Tiravi yaptığı bir basın toplantısında, HAMAS’ın Gazze Şeridi’ndeki savaşı kazanmasını, İran’ın İzzettin El-Kassam Tugayı üyelerinin bir kısmını eğitmesine ve silâhlandırmasına bağlayacaktı. Batı Şeria’daki konumunun hiç de sağlam olmadığını bilen Abbas 26 Haziran’da Telaviv’deki efendilerine başvurarak İsrail’in, Ürdün’de konuşlanmış ve Ürdün askerî istihbaratı tarafından Filistin halkı ve direnişine karşı savaşmak üzere eğitilmiş olan Bedir Tugayı’nın kendi “egemenliği” altındaki topraklara geçişine izin vermesini istedi.

ABD ile İsrail, zor durumdaki uşaklarının yardımına koşmakta gecikmediler. Mahmut Abbas’ın olağanüstü hâl ilân etmesinin ve “ulusal birlik” hükümetini feshetmesinin hemen ardından Kudüs’teki ABD Başkonsolosu Jacob Walles ABD’nin, Abbas’ın oluşturduğu kukla hükümete yardım etmek için doğrudan yardım yasağını kaldıracağını açıkladı. Arkasından Ehud Olmert, Feyad hükümetinin İsrail’le yapılacak “barış görüşmelerinde” uygun bir partner olacağını açıkladı. Bunu 18 Haziran’da ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “Filistin hükümetine tam destek vere”ceklerini belirten açıklaması izledi. ABD Başkanı G. W. Bush ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert ise 19 Haziran’da yaptıkları görüşmede HAMAS’a ve Filistin halkına kinlerini bir kez daha kustular ve Abbas kliğini ve kukla Selâm Feyad hükümetini destekleyeceklerinin altını çizdiler. Bu görüşmede Abbas hükümetine malî yardım yapma, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlileri ise “açlıkla terbiye etme” konusunda yeni kararlar alındı. Siyonistlerin, işte bu koşullarda yurtdışındaki Filistinlilerin yakınlarına para göndermelerini bile engellemeyi öngören ‒ama onların bu halkın kararlılığını hâlâ anlamadıklarını ele veren‒ bu iğrenç ve alçakça ama aynı zamanda zavallı kararları, Filistin halkını HAMAS’a karşı ayaklanmaya ya da tavır almaya zorlamayı amaçlıyor. 2 Temmuz’da ise İsrail, yaklaşık bir yıl önce mafya usulü yöntemlerle kaçırdığı ve yasadışı bir biçimde aylardır rehin tuttuğu çok sayıda HAMAS yanlısı Filistinli bakan, milletvekili ve belediye başkanını serbest bırakmak için onlardan görevlerinden çekilmelerini isteyebildi; ama onlardan da hakettiği yanıtı aldı.

 

Krizin Arkaplânı

HAMAS’ın Ocak 2006 seçimlerini tartışmasız bir biçimde kazanmasının ardından İsrail, ABD, bir dizi Batı Avrupa ve Arap devleti, HAMAS Siyonist rejimi tanıyana, Fatah’ın İsrail’le yaptığı teslimiyetçi anlaşmaları kabul edene ve İsrail’e karşı “şiddet uygulamaktan” vazgeçmeyi ilân edene dek Filistin’e yaptırım uygulayacaklarını ve tüm dış yardımları durduracaklarını açıklamışlardı.[4] Zaten İsrail, Ocak 2006 seçimlerinden hemen sonra, öteden beri sürdüregeldiği bombardıman ve cinayetlerinin yanı sıra, İşgal Altındaki Topraklarda yaşayan Filistin halkına karşı bir yiyecek ve ilâç ambargosu başlatmış, Filistinlilere ait ve ayda yaklaşık olarak 55 milyon dolar tutarındaki vergi gelirine el koymaya başlamıştı bile. Uluslararası bankalar ise ABD tehditleri nedeniyle Mart 2006’dan itibaren Arap devletlerinin sözümona Filistin halkına yardım için topladıkları fonları Filistin’e aktarmayı reddedeceklerdi. Buna 23 Mayıs 2006’da ABD Temsilciler Meclisinin 361’e karşı 37 oyla Filistin halkına ek yaptırımlar uygulanması yolunda bir karar almış olduğu gerçeğini ekleyebiliriz.

Anımsanacağı üzere Halk Direniş Komiteleri ve İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın 25 Haziran’da yaptıkları gözüpek eylemde iki İsrail askerini öldürmeleri ve Gilad Şalit adlı İsrailli onbaşıyı kaçırmaları, Siyonistlerin Filistin’e karşı “Yaz Yağmurları Operasyonu”nu başlatmasına vesile olmuştu. Bu eylemden önce Gazze’yi haftalarca top ve tank ateşiyle döven ve bu arada çok sayıda sivili katleden Siyonistler 29 Haziran’da Filistin hükümetinin 8 bakanını ve aralarında milletvekillerinin de bulunduğu 56 diğer HAMAS yetkilisini kaçıracak, Gazze’deki üç ana köprüyü havaya uçuracak, bölgedeki tek elektrik santralini füzelerle vurarak tahrip edecek ve böylelikle Gazze halkını susuz ve elektriksiz bırakacak, Gazze’ye karşı giriştikleri bombardımanda ilk 15 gün içinde birçoğu çocuk 80 dolayında Filistinliyi öldürecek ve yüzlercesini yaralayacak ve yüzlerce konutu oturulamaz hâle getirecek, Han Yunus’un doğusundaki tarımsal alanları buldozerlerle yok edecek, Gazze’nin giriş ve çıkışlarını tutarak Filistin halkının gereksinim duyduğu yiyecek maddesi ve tıbbî malzeme akışını engelleyecekti vb. Haziran 2006-Haziran 2007 döneminde ise İsrail ordusu çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 600’dan fazla Filistinliyi öldürecekti. Aynı dönemde ölen İsrailli sayısı ise sadece 6’ydı. Siyonist ölüm mangaları güpegündüz Filistinli çocukları, kadınları, gazetecileri, insan hakları savunucularını, sağlık personelini, siyasetçileri ABD ve Batı Avrupa emperyalistleri tarafından sağlanan en modern silâhlarla öldürürken, İsrail genelkurmayı ve hükümetinin açıklamalarını yineleyen tekelci medya bütün bu cinayet ve katliamları “teröre karşı savaşım”, “İsrail’e karşı eylem hazırlığı içindeki Filistinli militanların öldürülmesi” olarak nitelemek suretiyle alkışladı ve alkışlıyor. Aynı emperyalist yöneticiler ve tekelci medya, kendilerinin de ortak oldukları bu savaş suçlarının üzerini örtmek için “demokrasi ve uygarlık” nutukları çekmeyi ve “İslâmî terör” ve “fundamentalizm” tehlikesi üzerine yaygara koparmayı da ihmal etmiyorlar.

2006 yılı boyunca düşmanları Filistin halkını terör, açlık ve yoksullukla teslim alma metodunu daha acımasız bir biçimde yaşama geçirmekle yetinmediler. Seçimde yenilgiye uğrayan Fatah, değişik güvenlik kuvvetlerinin denetimini HAMAS önderliğindeki yeni hükümete teslim etmeyi reddetti. Dolayısıyla, seçimlerden önce varolan bir çeşit ikili iktidar durumu seçimlerden sonra da devam etti. Meşru Filistin hükümetini devirmek amacıyla ABD, daha Ocak 2006’dan başlayarak Fatah’a bağlı güvenlik birimlerini eğitmeye ve silâhlandırmaya girişti. Örneğin, 15 Haziran 2006’da İsrail basını, hükümetin izniyle İsrail ordusunun gözetimi altında Fatah’a Ürdün üzerinden hafif silâh ve mühimmat yardımı gönderildiğini yazmıştı. Buna göre İsrail, Ürdün ve Mısır arasında yapılan görüşmelerden sonra ABD’nin sağladığı 3,000 M-16 tüfeği ile bunlara ait 1 milyon adet mermi Batı Şeria’daki Ramallah kentine götürülerek Abbas kliğine teslim edilmişti. Fatah’ı ve özellikle onun içindeki en gerici kanadın temsilcisi ve Abbas’ın danışmanı ve İsrail’in gözdesi Muhammet Dahlan’ın yönetimindeki ölüm mangalarını ‒Önleyici Güvenlik Kuvveti‒ silâhlandırma çabaları artarak sürecek, karargâhını İsrail’de kurmuş olan Amerikalı “güvenlik” uzmanı, Korgeneral Keith Dayton bu Filistin kontralarının eğitimi ve silâhlandırılmasında son derece önemli bir rol oynayacaktı.

ABD yetkilileri Filistin hükümetine karşı bir darbenin gerçekleştirilmesinden ve bir Filistin iç savaşının kışkırtılmasından yana olduklarını gizleme gereği bile duymadılar. ABD ve İsrail, onyıllardır iktidarı tekelinde bulunduran ve gelinen noktada Washington ve Telaviv’deki efendilerinin ve Filistin işbirlikçi burjuvazisinin çıkarlarını savunan Fatah yönetici kliğinin bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu biliyorlardı. Daha Yaser Arafat döneminde büyük ölçüde yozlaşmış ve en azından 13 Eylül 1993’de imzalanan Oslo Anlaşması’ndan bu yana İsrail’in polisi rolünü oynamaya gönüllü olduğunu göstermiş olan Fatah yönetimi, Filistin halkının düşmanlarının yanında saf tuttuğunu bu dönemde bir kez daha kanıtladı. Fatah, ABD-AB-İsrail ortak plânı uyarınca açlığa mahkûm edilen Filistin halkının meşru Filistin hükümetine karşı tutum alması için kasıtlı olarak bir kaos ve istikrarsızlık ortamı yarattı. Fatah’ın; adam kaçırma, bombalama, suikast eylemlerini yaygınlaştırması, uluslararası ambargo nedeniyle elinde hiçbir malî kaynak kalmamış olan hükümetin aylardır aylıkları ödeyemediği gerekçesiyle kendi nüfuzu altındaki kamu emekçilerini (öğretmenler, sağlık görevlileri, diğer kamu emekçileri vb.) gerici grevler ve kitle gösterileri yapmaya sevketmesi[5] ve aralarında Başbakan İsmail Heniye’nin de bulunduğu HAMAS yöneticilerine karşı silâhlı saldırılar düzenlemesi vb. hep bu ABD-AB-İsrail ortak plânının parçalarıydı.

Aslında HAMAS Ocak 2006 seçimlerinden sonra Fatah’a birkaç kez “ulusal birlik” hükümeti kurma çağrısı yapmıştı. Ancak bu öneriler Fatah tarafından ya açıkça reddedildi, ya da Filistin kamuoyunun baskısı nedeniyle biçimsel bir tarzda kabul edildikten sonra pratikte sabote edildi. Örneğin Eylül 2006’da böyle bir “ulusal birlik” hükümeti kurulmuş, ancak Fatah’ın terör eylemlerini sürdürmesi ve hükümetin çalışmasını sabote etmesi nedeniyle dağılmak zorunda kalmıştı. Kuşkusuz bunun esas sorumluları; amaçları HAMAS’ı çökertmek, Filistin halkının direniş iradesini kırmak ve onu teslim almak olan ABD ve İsrail ve onların buyrukları doğrultusunda hareket eden Uluslararası Dörtlü (ABD, AB, BM ve Rusya) idi. Tıpkı geçen yılki Lübnan savaşında olduğu gibi kurbanı değil saldırganı ödüllendirmeyi seçen bu emperyalist haydutlar HAMAS’a ve Filistin halkına; İsrail’i tanıma, silâhlı direnişi reddetme ve İşgal Altındaki Topraklar’ın statüsünü kabul etme, yani Siyonist düşmanın önünde diz çökme seçeneğini dayatıyorlar. HAMAS’ın siyasal liderlerinden Halit Meşal Kasım 2006’da Alman gazetesi Junge Welt ‘e verdiği demeçte yıllardır sürdürülen bu dayatmalara şöyle yanıt verecekti:

“Artık Batı dünyasının, İsrail işgalinin HAMAS tarafından asla tanınmayacağını anladığını sanıyorum. Ülkemi işgal eden birini nasıl tanıyabilirim? HAMAS’tan İsrail’i tanımasını istemek mantıkla bağdaşmaz. Kurban olan benim. Özgür olmayan benim. Diyasporada, ülkesinden uzakta yaşayan insan benim. İsrail, BM’in bir oldubittisiyle dayatılmış bir ulus türüdür. Bizim bir ulusumuz yok. Filistin halkının yarısından çoğu diyasporada yaşıyor; bunların çoğu sığınmacı kamplarında yaşıyor ve evlerine geri dönemiyor. Onların, İsrail yüzünden evlerine dönemediği koşullarda biz İsrail’i tanımalı mıyız? Suçlu olan kim; İsrail mi yoksa biz mi?”

Tam da burada İsrail’in ve onun emperyalist destekçilerinin Filistin halkına ve direnişine herhangi bir dayatmada bulunma hakkına sahip olmadıklarının altını çizmek gerekir. Filistin topraklarını 1948’den bu yana işgal altında tutan, 1967 Haziranındaki Altı Gün Savaşıyla işgal ettiği toprakları daha da genişleten, uluslararası burjuva hukukunun da meşru görmediği yüzlerce yerleşim birimi kurmak ve Lahey’deki Uluslararası Adalet Mahkemesinin 9 Temmuz 2004 tarihli kararıyla yasadışı ilân ettiği 670 kilometre uzunluğundaki “Apartheid” duvarını inşa etmek suretiyle daha fazla toprak gasbeden, bütün bu vahşet, hırsızlık ve terör eylemleri sırasında binlerce Filistinliyi öldüren, onbinlercesini yaralayan ve yüzbinlercesini yurdundan kovan Siyonist haydutların Filistin halkına ve direnişine şu ya da bu konuda bir dayatmada bulunmaya ya da ona herhangi bir önkoşul önermeye hakları yoktur ve olamaz. Daha da önemlisi İsrail’in, siyasal çizgisi ne olursa olsun hiçbir Filistin yönetimini, hiçbir Filistin devlet örgütlenmesini kabul etmemeyi öngören stratejik yaklaşımının berrak bir biçimde kavranmasıdır. 1993’te Oslo Anlaşması’nın imzalanmasından sonra ‒bazı istisnalar bir yana‒ İsrail’in istekleri doğrultusunda hareket etmesi, Yaser Arafat’ın hedef alınmasını ve sonunda Siyonistler tarafından –büyük olasılıkla zehirlenerek‒ öldürülmesini engellemedi. Bugün de Filistin halkının bu azılı düşmanları Mahmut Abbas’la işbirliği yapıyorlarsa, bu adı geçen kişiliksiz uşağı özel olarak HAMAS’a, genel olarak Filistin halkına ve direnişine karşı bir süre kullanabilecekleri bir âlet olarak gördükleri içindir. “Kullanım süresi” dolduğunda, o da kirli bir paçavra gibi bir yana atılacaktır.

Yukarda, Filistinli insan hakları gruplarına göre, Ocak 2006 – Mayıs 2007 döneminde Fatah ile HAMAS arasında meydana gelen çatışmalarda 600 dolayında Filistinlinin yaşamını yitirdiğini belirtmiştim. Bu arada yapılan çeşitli ateşkesler sürekli olarak çiğnendi. Fatah gerilimi tırmandırmaya çalışırken meşru bir hükümet kurmuş olan HAMAS tam tersi bir rota izledi ve gerilimi azaltmaya çalıştı. Ancak, ne varılan ateşkesler yürüdü, ne de birkaç kez üzerinde anlaşmaya varılan “ulusal birlik” hükümetleri. Bu ateşkes ihlâllerinin ve Filistin’de siyasal istikrarın sistemli olarak bozulmasının esas sorumlusunun ABD ve İsrail ve onların buyrukları doğrultusunda hareket eden Fatah olduğu tartışma götürmez. Bunun en son örneği, Şubat 2007’de Suudi Arabistan’ın Mekke kentinde yapılan ateşkesten sonra 17 Mart 2007’de bir kez daha kurulan “ulusal birlik” hükümetinin çalışmasının engellenmesiydi. Fatah liderleri Mekke Anlaşmasının, milis örgütlerinin tarafsız bir içişleri bakanının denetimi altına bırakılmasını öngören kilit önemdeki hükmüne uymadılar. İçişleri Bakanı Hani Havasme’nin bu durumu protesto ederek görevinden ayrılmasının ardından iki taraf arasında Mart ve Nisan aylarında görece düşük tempoda süren çatışmalar Mayıs ayına girildiğinde daha da yoğunlaştı. Ve böylece Gazze Şeridi’nin HAMAS’ın denetimine girmesiyle sonuçlanan dönemece gelindi.

ABD’nin İsrail hesabına perde arkasından yürüttüğü diplomasiyle, Fatah’ın “ulusal birlik” hükümetine katılmasını ve silâhlı birimlerin ortak denetimini kabul etmesini önlemeye çalıştığını BM Ortadoğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Alvaro de Soto da doğruladı. De Soto Mayıs 2007’de görevinden ayrılırken hazırladığı raporda aynen şöyle diyordu:

“ABD herkesin gözü önünde Fatah ile HAMAS arasında bir çatışma yaratmaya çalıştı; öyle ki Mekke’den ‒Fatah ile HAMAS’ın Şubat’ta Kral Abdullah’ın gözetimi altında bir ulusal birlik hükümeti kurmak için anlaştığı toplantıdan‒ bir hafta önce yapılan temsilciler toplantısında ABD temsilcisi, Gazze’de sivillerin düzenli bir biçimde yaşamını yitirdiği iç savaş benzeri duruma göndermede bulunarak iki kez ‘ben bu şiddetten hoşnutluk duyuyorum’, çünkü bu ‘başka Filistinlilerin HAMAS’a direndiği anlamına geliyor’ dedi.” Bütün bunlar sadece, demokratik bir seçimde ABD ve İsrail işbirlikçisi olmayan bir partiye oy vermeye ve onyıllardır iktidarı elinde tutan Fatah yönetici kliğine tavır almaya cüret eden Filistin halkını cezalandırmak için yapılmıyordu; amaç aynı zamanda Filistin halkının kendi yazgısını belirleme ve Siyonist teröre karşı koyma kararlılığını kırmaktı.

 

Sonuç

Birçok gözlemci, zaten jeografik olarak birbirinden kopuk olan Batı Şeria ile Gazze Şeridi’nin şu anda iki ayrı hükümet tarafından yönetilir hâle gelmesinin Filistin davasını zora sokacağını ve Filistin halkını, diğer şeylerin yanı sıra açlıkla da tehdit eden Siyonist saldırganların işini kolaylaştırdığını düşünmekte. Burada, Dünya Bankası’nın Batı Yakası ve Gazze’den Sorumlu Direktörü Nigel Roberts’ın daha Mart 2003’de söylediği şu sözleri anımsayabiliriz:

“Şimdi Filistin işgücünün yarısından fazlası işsiz ve nüfusun üçte ikisi yoksul. Refah ve Han Yunus gibi kentlerde her 5 kişiden 4’ü işsiz; her ücretli emekçi 18’e kadar varan insana bakıyor ve ağır beslenme yetersizliği verileri ortaya çıkmış bulunuyor.” Durumun Mart 2003’ü izleyen aylar ve yıllarda daha da kötüleştiği bellidir. 1948’den bu yana Filistin halkının ulusal kurtuluş savaşımının hiçbir zaman görece rahat koşullarda yürütülmediğini unutmaksızın, hâlihazırdaki daha da zor durumun ilk bakışta İsrail’e belli bir avantaj sağladığı belki kabul edilebilir. Ancak, Fatah’ın konumunun Batı Şeria’da da hiç de öyle sağlam olmadığı, sürecin orada da Abbas ve kafadarlarının izolasyonu sürecini hızlandıracağı rahatlıkla söylenebilir. Demek oluyor ki, aslında bu son gelişmeler, ABD-İsrail blokunun Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri ve halklarına karşı giriştikleri saldırılara anladıkları dilden yanıt aldıklarını, sistemli bir biçimde kullandıkları “böl ve egemen ol!” taktiğinin, kazandığı bazı sınırlı başarılara rağmen esasta iflâs ettiğini gösteriyor. Bunu sadece Filistin’de değil, bazı farklarla Afganistan’da, Lübnan’da, Irak’ta, Somali’de de gördük ve görmeye devam edeceğiz. Devrimci önderliklerden yoksun olmalarına rağmen bu ülkelerin işçi sınıfı ve halkları, emperyalist işgali ve Karzai’ler, Maliki’ler, Abbas’lar, Sinyora’lar tarafından yönetilmeyi istemiyor. Burada, emperyalist ülkelerin işçi sınıflarına önemli bir görev düştüğünün altı çizilmeli. Özellikle, İsrail, ABD, Britanya gibi ülkelerin işçi sınıflarının, tekelci ve gerici burjuvazinin kendileri adına işledikleri bu devsel boyuttaki suçlara ortak olmamaları, emperyalist-Siyonist teröre hedef olan halkların yanında yer almaları; direnişin ön hattında bulunan halkların çekmekte olduğu acıları ve ödediği bedelleri büyük ölçüde azaltacak, işçi sınıfının ve ezilen halkların enternasyonal dayanışması ve birliğine büyük bir itilim sağlayacak ve kapitalist-emperyalist sistemin yıkılması sürecini hızlandıracaktır.

Şunu da eklemem gerek: İsrail devleti adı verilen Siyonist terör örgütünün Gazze Şeridi’nde uğradığı yenilginin intikamını almak ve artık büyük ölçüde kendi denetiminden çıkmış olan bu küçük Filistin parçasını daha büyük ölçüde kana boyamak için harekete geçeceği tahmin ediliyordu. Nitekim bunun ilk işaretleri verildi bile. İsrail ordusunun 27 Haziran’da Gazze’ye yaptığı saldırıda 10 Filistinli ölecek ve 8’i ağır olmak üzere 50’si de yaralanacaktı. Zaten Haaretz de 17 Haziran tarihli sayısında, yeni “Savunma” Bakanı Ehud Barak’a göndermede bulunarak İsrail’in HAMAS’ı ezmek amacıyla Gazze’ye karşı bir askerî operasyon başlatacağını haber vermemiş miydi? (“Barak planning military operation in Gaza within weeks”/ “Barak Birkaç Hafta İçinde Gazze’ye Bir Askerî Operasyon Yapmayı Plânlıyor”) Önümüzdeki günlerde Gazze Şeridi’nde oturan yoksul Filistin halkı, daha kapsamlı saldırıların hedefi olacak. Bu saldırılara; yani Siyonist burjuvazinin ABD ve Batı Avrupa emperyalistlerinin desteğiyle Filistin halkına karşı uygulamakta olduğu ekonomik teröre, 1.5 milyon insanın Gazze konsantrasyon kampında izole edilmesine ve günlük yaşamlarının cehenneme çevrilmesine karşı protesto eylemleri düzenlemek ve bir biçimde sesini yükseltmek, her enternasyonalist, devrimci ve demokrat insanın ve kurumun en öndegelen görevlerinden biri olarak kalmaktadır. Dahası, İsrail devlet teröristlerinin onyıllardır bu çilekeş ve direnç dolu halkı,

a) meyve ve sebze bahçelerini tahrip etmek,

b) yerleşim yerlerini ve onların altyapılarını kullanılmaz hâle getirmek,

c) eğitim ve kültür kurumlarını felcetmek,

d) kendi ülkeleri, hatta kentleri ve kasabaları içinde özgürce yolculuk yapma hakkını gasbetmek,

e) günlerce ve haftalarca süren keyfî sokağa çıkma cezaları koymak,

f) sağlık gereksinimlerini karşılamalarını engellemek,

g) taciz ateşi açarak yaralamak, hatta öldürmek,

h) konut ve dükkânlarını içlerindeki eşyayla birlikte yıkmak,

ı) fuhuş, uyuşturucu kullanımı, serserilik ve suçluluğu yaygınlaştırmak,

i) ellerinde kalan sınırlı miktardaki toprağı yüzlerce yerleşim birimi ve sayısız kontrol noktalarıyla doldurmak suretiyle yurduna bağlılığını ve devrimci iradesini kırmak suretiyle hedef aldığı bu halkın yanında olmak, kendisine insanım diyen herkesin, ama herkesin görevidir.

Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için sınıf bilinçli proletaryanın ve onun temsilcilerinin, demokratik bir programı olmayan HAMAS gibi Filistin orta ve küçük burjuvazisinin çıkar ve özlemlerini temsil eden bir örgüt konusunda herhangi bir yanılsama içinde olamayacaklarını, bu tür örgütlerin pekâlâ emperyalist ve Siyonist burjuvaziyle uzlaşmalarının ve Filistin halkının bağımsızlık özlemlerine sırt çevirmelerinin olanaklı olduğunu belirtmek isterim. HAMAS’ın ve ona bağlı İzzettin El-Kassam Tugayları’nın gerek Siyonist düşmana ve gerekse Fatah’a karşı savaşımları sırasında hatalı ve meşruiyeti tartışmalı eylemler yapmak suretiyle Filistin davasına darbe vurabileceğini ve yer yer vurduğunu da. Bu çerçevede Filistin halkının büyük, hatta ezici çoğunluğunun kurtuluşunun sahici bir Komünist Partisinin önderliğinde gerçekleştirilebilecek köklü bir demokratik devrimi ve onu kesintisiz bir biçimde izleyecek bir sosyalist devrimi gerektirdiğini saptamasının altını da bir kez daha çizmek gerek. Ama bunun böyle olması, devrimci ya da demokrat örgüt ve bireylerin, onyıllardır dünya halklarının baş düşmanlarına karşı savaşan, bedel ödeyen ve pratiksel duruşlarıyla onların plânlarını bozan ve bugün de bunu yapmaya devam eden HAMAS gibi siyasal parti ve hareketlerin bu düşmanlara karşı zaferini dileme yükümlülüğüyle asla çelişmez; DHKP-C’nin ve ona yakın yayım organlarının yaptığı gibi, şu ya da bu ideolojik/ siyasal gerekçeyle böylesi siyasal parti ve hareketleri işbirlikçi güçlerle aynı kefeye koyma tutumu, objektif olarak ABD’nin, İsrail’in ve bağlaşıklarının utangaç destekçileri konumuna düşmek anlamına gelir. Başka bir yerde söylemiş olduğum gibi,

“Marksist-Leninistler ve proletaryanın sınıf bilinçli öncüleri materyalisttirler; dolayısıyla onlar ideolojik plânda idealizmin bütün türlerine ve bu arada dine kesenkes karşı olmakla kalmayıp, sömürücü sınıfların ve onların devletlerinin dinsel ve diğer idealist saçmalıkları işçileri ve diğer sömürülen emekçileri uyuşturmak, onların devrimci ve anti-kapitalist sınıf savaşımlarını frenlemek ve bastırmak için kullandıklarını bilirler… Öte yandan Marksist-Leninistler ‒tarihsel deneyimin de pek çok kez doğrulamış olduğu gibi‒ emperyalizme, faşizme, militarizme ve kapitalizme karşı gerçek ve tutarlı savaşımın ancak sosyalizmin bayrağı altında ve işçi sınıfının önderliğinde verilebileceğinin, en radikal ve devrimci küçük-burjuva hareketlerin bile meta üretiminin ve kapitalizmin çerçevesini aşamayacaklarının bilincindedirler. Hiçbir zaman demokratik bir programa sahip olamamış ve olamayacak olan ve geleceğin toplumunu yüzlerce yıl öncesinin dinsel kurallarına dayanarak inşa etmeyi öneren İslâmî direniş hareketlerinin program ve siyasal çizgilerinin ise küçük-burjuva demokrasisininkinin bile gerisinde olduğu açıktır.

“Ne var ki bu, proletaryanın sınıf bilinçli öncüsünün, dinsel renge bürünmüş/ dinsel bir biçim almış siyasal akımların belirli tarihsel koşullar altında, ezilen halkların emperyalizme ve uşaklarına karşı savaşımında objektif olarak kısmî bir ilerici rol oynayabileceği gerçeğini reddettikleri anlamına gelmez. Latin Amerika’da 1960’lardan bu yana, ABD destekli gerici-faşist diktatörlüklere karşı ‘kurtuluş teolojisi’ öğretisi temelinde karşı duran ilerici din adamlarının, 1960’larda Vietnam’da ABD emperyalistlerine ve işbirlikçilerine karşı direnen Budist rahiplerin, 1978-2000 yılları arasında Lübnan’da İsrail’e karşı başarılı bir gerilla savaşı yürütmüş olan Hizbullah’ın ya da bugün Irak’ta, Filistin’de ve Afganistan’da ABD ve ortaklarına karşı siyasal İslâm bayrağı altında direnen örgütlerin geçici, sınırlı ve koşullu bir nitelik taşıyan ilerici rolü reddedilebilir mi? Elbette hayır. Tersini ileri sürmek, bu görüşlerin sahiplerini ister istemez dünya işçi sınıfı ve halklarının baş düşmanı ve sözde demokrat ve lâik, ama aslında genelde siyasal gericiliğin ve özelde en gerici dinsel akımların ve El Kaide türü provokatif grupların destekçisi olan emperyalizmle ve hatta İslâm düşmanlığını yaygınlaştırmaya çalışan neo-faşist ve ırkçı akımlarla buluşturur.”[6]

Kaynak: Garbis Altınoğlu, Seçme Yazılar: Ortadoğu, Belge Yayınları, İstanbul 2011.

[1] Garbis Altınoğlu, “Önsöz”, Filistin-İsrail Dosyası, İstanbul 2005, Pozitif Yayınları, s. 7.

[2] Esas işlevleri Siyonist işgalciyi ve onunla yazgı birliği yapmış olan Filistin işbirlikçi burjuvazisini Filistin halkı ve direnişinden korumak olan ve Fatah’a bağlı bulunan “güvenlik” birimleri şu kuvvetlerden oluşmaktadır: Başkanlık Kuvvet Birimi, Başkanlık Güvenliği, “Soyluluk Güvenliği”, Başkanlık İstihbarat Kuvveti, Askerî İstihbarat, Askerî Polis Birliği, Kuvvet 17 Birliği, Deniz Kuvvetleri, Özel Kuvvet, Ulusal Güvenlik Kuvveti, Alternatif Güvenlik Sistemi, Olağanüstü Durum Kuvveti, Askerî Vergi Birliği, Toplumsal Kargaşa Kuvveti, İvedi Tepki Kuvveti, Sınır Polisi, Kamu Güvenliği Kuvveti, Filistin-İsrail Koordinasyon Birimi.

[3] Ha’aretz’in 7 Haziran tarihli sayısında yayımlanan bir haberde, “Gazze Şeridi’ndeki üst düzey Fatah yetkililerinin İsrail’den, içlerinde Mısır’ın da bulunduğu Arap ülkelerinden gönderilen çok miktarda silâh ve mühimmatı almalarına izin verilmesini istedikleri” yazılmıştı. Habere göre Fatah İsrail’den, hepsi de HAMAS’a karşı kullanılmak üzere “zırhlı arabalar, yüzlerce zırh delici RPG roketleri, binlerce el bombası ve küçük silâhlar için milyonlarca mermi” istemişti.

[4] Bu dayatmaların kendisi sahte ve ikiyüzlü bir nitelik taşıyor. Çünkü, Siyonistlerin demagojik savlarının tersine ‒en azından gelinen noktada‒ HAMAS, iki devletli bir çözümü kabul etmekte ve İsrail’in yok edilmesini savunmamaktadır. The Washington Post muhabiri Lally Weymout’un 26 Şubat 2006’da kendisiyle yaptığı röportajda, HAMAS’ın hangi anlaşmalara uyacağı yolundaki soruyu Başbakan Heniye, “1967 sınırları içinde ve başkenti Kudüs olacak olan bir Filistin Devletinin kurulmasını güvence altına alan anlaşmalar” biçiminde yanıtladı. Heniye Weymouth’un “İsrail’i tanıyacak mısınız?” biçimindeki sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Eğer İsrail Filistin halkının devletini kurmasını ve tüm haklarını kabul ederse onu tanımaya hazırız.”

[5] Amaç ve metotları bakımından İşgal Altındaki Topraklar’da Eylül 2006’dan itibaren başlatılan ve daha çok Batı Şeria’da yoğunlaşan bu grev ve protesto eylemlerini, Türkiye’de askerî kliğin manipüle ettiği kuruluşların 14 Nisan 2007’de başlattığı miting dizisine benzetmek çok da yanlış olmayacaktır.

[6] “Karikatür Eylemleri Üzerine Bir Değerlendirme”, 26-27 Şubat 2006.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar