Ana SayfaKürsüDavid Harvey’in Oportünist Tahrifatları

David Harvey’in Oportünist Tahrifatları

-I-

Anti-Kapitalist Günlükler adlı kitabının birinci bölümünün sonlarında David Harvey, burjuvazinin takdirini alacak şekilde birçok safsata yığını öne sürmektedir. Harvey, bugünkü kapitalizmdeki çelişkilerden bahsederken, şöyle bir çelişkinin var olduğunu öne sürüyor: “İflas edemeyecek kadar büyük, hayatta kalamayacak kadar korkunç.” Harvey, bu çelişkili durumu şöyle açıklıyor:

“Altta yatan bu çelişki dikkate alınmadan ne toplumsal eşitsizlik ne de çevresel tahribat sorunu ele alınabilir. Sosyalist ve anti-kapitalist bir program, dünya nüfusuna hizmet eden ve iflas edemeyecek kadar büyük ve temel görünen bir şeyi korumak ile bu şeyin bütün gezegende halihazırda devam eden sayısız küçük savaşı ve iç mücadeleyi muhtemelen küresel bir yangına dönüştürecek jeopolitik çatışmaların fitilini ateşlemeksizin hayatta kalamayacak kadar korkunç bir hale gelmekte olduğu gerçeğiyle yüzleşmek arasındaki bıçak sırtı bir yolu müzakere etmek zorunda kalacak.” (David Harvey, Anti-Kapitalist Günlükler, Çev. Utku Özmakas, Sel Yay, İstanbul 2022, s. 33-34)

”İflas edemeyecek kadar büyük, hayatta kalamayacak kadar korkunç” diye özetliyor Harvey kapitalizmin şu anki durumunu. Harvey’e göre, kapitalizmin yarattığı sorunların şiddeti, tüm dünya için çok yıkıcı ve sancılıdır, ancak kapitalizmi yıkmaya çalışmak da insan soyunu tehlikeye atma riskini taşımaktadır. Harvey’in bu argümanı ne kadar da tanıdık geliyor değil mi? Burjuvazinin ve onun ideologlarının kapitalizme karşı emekçi sınıfın ayaklanmasını önlemek için emekçileri açlığa ve yoksulluğa alıştırmaya çalışırken kullandığı argümanlar bunlar. “Bizlerden vazgeçerseniz, durumunuz daha beter olur” deyip durmuyor mu burjuvazi ve onun ideologları? Harvey, işçi sınıfının ideoloğu olayım derken burjuvazinin ideoloğu olmuş anlaşılan…

Harvey’in argümanları üzerinden devam edelim. Marx’ın dönemindeki kapitalizmin dünya üzerindeki egemenliği ile bugünkü kapitalizmin dünya üzerindeki egemenliği arasındaki farktan yola çıkarak “sermaye dolaşımının engellenmesi”nin −yani kapitalizmin bir devrimle yıkılıp yerine sosyalizmin kurulmasının− açlık tehlikesine neden olacağını iddia ediyor. Harvey’in görüşleri şöyle:

“Marx’ın döneminde kapitalizm aniden çöküverseydi, dünyada çoğu insan yine de beslenip üreyebilirdi. Yaşayıp üremek için ihtiyaç duydukları şeyleri temin ederek başkalarına muhtaç kalmadan kendi kendilerine geçinip giderlerdi. İnsanlar küresel ekonomide ve piyasalarda ne olup bittiğine bakmaksızın sofralarına yemek koyabilirlerdi. Şu an dünyanın pek çok yerinde insanlar bunu yapamıyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da insanların büyük bir kısmı, Japonya ve artık Çin, Hindistan, Endonezya ve Latin Amerika’da gün geçtikçe daha çok insan, gıdanın sermaye dolaşımı yoluyla dağıtımına daha fazla bel bağlıyor. … Bugün dünya nüfusunun büyük bir kısmı, gıdasını temin ve tedarik etmek, gündelik yaşamı sürdürmek için gerekli yakıta ve enerjiye erişmek, temel üretim gereksinimlerinin eşgüdümünü sağlayan girift yapıları ve iletişim araçlarını muhafaza etmek için sermaye dolaşımına bel bağlamış durumdadır.’‘ (A.g.e., s.34)

Ve öcü hikayesine başlıyor Harvey:

“Sermaye dolaşımının sürekliliğinde yaşanacak büyük çaplı ve uzun soluklu bir başarısızlığın ekonomik sonuçları, toplumsal etkileri ve maliyeti, dünya nüfusunun önemli bir kısmı için feci ve muhtemelen ölümcül olacaktır. Kuşkusuz And Dağları’ndaki yerli ve köylü nüfus hayatta kalabilir ama sermaye akışı uzun süreliğine sekteye uğrarsa, bu durumda belki dünya nüfusunun üçte ikisi birkaç hafta içinde açlık tehdidi altına girecektir, gaz ve elektrikten mahrum kalacak, hareket edemez hale gelecek ve yaşamak için gerekli koşulları bilfiil yeniden üretme becerilerini neredeyse tamamen kaybedeceklerdir. … Devrimcilerin bir zamanlar düşlediği −kapitalizmin geceden sabaha yanıp kül olduğu ve küllerinin üstüne anında yeni bir şeyin inşa edildiği− türden fantaziler, böyle devrimci bir yıkımın yaşanabileceği bir dönemde olduğumuzu varsaysak bile, bugün imkânsızdır. Meta dolaşımının, dolayısıyla parasal sermaye dolaşımının bazı formlarının daha uzunca bir süre hareket halinde tutulması gerekiyor yoksa çoğumuz ölürüz…” (A.g.e., s. 34-35)

Bu cümleler kelimenin tam anlamıyla iğrenç bir safsata yığını. Bunu iğrençleştiren asıl şey, bunu söyleyen kişinin kendisinin bir “sosyalist” olduğunu söylemesi… İğrençlik bunlarla sınırlı kalmıyor. Harvey, oportünist görüşlerine Marx’ı da alet ediyor. Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i adlı yapıtındaki o meşhur ”insanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar” sözünü kendi oportünist görüşlerini görünmez kılmak için kullanıyor:

“Kendi tarihimizi yazmayı arzuluyor olabiliriz ama −Marx’ın söylediği gibi− bunu asla kendi seçtiğimiz koşullar altında yapamayız.” (A.g.e., s. 35)

Harvey, kendi safsatalarına Marx’ı alet etmeye doyamıyor. Marx’ın Paris Komünü deneyimi üzerine yazdığı Fransa’da İç Savaş adlı yapıtından bir alıntı yapıyor. Bu alıntıda Marx, işçi sınıfının yeni bir toplum için koşulları ve insanları dönüştürecek bir dizi tarihsel süreçten geçmesi gerektiğinden bahsediyor. Harvey ise, Marx’ın görüşünü çarpıtarak kitabının bu bölümünü şu sözlerle bitiriyor:

“Yani görevimiz, çok daha sosyalist bir alternatife barışçıl bir geçiş yolu bulabilmek için, yaşadığımız toplumda saklı duran şeyi tespit etmektir. Devrim uzun bir süreçtir, bir olay değil.” (A.g.e., s. 35)

Anlaşılan o ki, Harvey kendi oportünist görüşlerini gizlemek için bir önceki yüzyılın kurnaz oportünisti Kautsky’den birkaç taktik öğrenmiş ancak oportünistliğini gizlemek için onun kadar başarılı olamamış… Şimdi eleştirilerimize geçelim.

Yukarıda kendisinden yaptığımız ikinci alıntıda Harvey, Marx’ın döneminde kapitalizmin çöküşünün bir açlık sorunu yaratmayacağından bahsediyordu. Oysaki onun gibi geçmişteki oportünistler de, Ekim Devrimi’nden önce, kapitalizmin tüm dünyada egemen olmamasından ve üretici güçlerin yetkin olmamasından kaynaklı olarak kapitalizmin bir devrimle yıkılmasının sonucunun açlık olacağını öne sürüyorlardı. Şimdi günümüzün oportünizminin temsilcilerinden Harvey, kapitalizminin tüm dünyada egemen olduğu ve üretici güçlerin oldukça yetkin olduğu bu zamanda, kapitalizmin yıkılışının açlıkla sonuçlanacağını iddia ediyor. Prokrustes’in yatağı hikâyesini ne kadar çok çağrıştırıyor değil mi? Yunan mitolojisinde Prokrustes adlı sadist bir canavar, kendisine konuk olan yolcuların boylarını yatağına uydurmak için eğer boy uzunsa kol ve bacakları keser, kısaysa zorla çekip uzatarak işkence edermiş. Görüyoruz ki, oportünizm de kapitalizmin zora dayalı bir devrimle yıkılması meselesini Prokrustes’in yatağına yatırmış…

Devam edelim. Öncelikle Harvey, kapitalizmin devrimci yolla yıkılması ve sosyalizmin inşa sürecini yanlış anlıyor. Kapitalizmin yıkılmasıyla bir anda sermaye dolaşımının yok olacağını öne sürüyor. Oysaki sermayenin dolaşımı, sosyalizme geçiş evresinde varlık sürdürebilir. Sermaye dolaşımı bugün Küba gibi sosyalizmin inşasındaki ülkelerde belirli koşullar nedeniyle varlığını sürdürmektedir. Dünyanın ilk sosyalist devleti olan SSCB’de de geçiş döneminde varlığını belirli koşullar nedeniyle sürdürmüştü.

Örneğin, 1921 yılında sosyalist devlet, 1918’deki emperyalist askeri müdahaleden ve iç savaştan sonra Lenin tarafından hazırlanan NEP’i (Yeni Ekonomik Politika) uygulayarak ekonomide sermaye dolaşımına olanak sağlayan kontrollü bir devlet kapitalizmi yaratmıştı. Bu politika, sosyalizme geçiş için sermaye dolaşımını kullanan bir ekonomi politikasıydı ve ekonominin yeniden inşası için bir gereklilikti. Savaşlar, iç savaşlar ve emperyalist askeri müdahaleler nedeniyle kentlerde açlık vardı ve sanayileşmek için hammadde ihtiyacı gerekliydi. Kent nüfusuna besin maddesi ve sanayiye hammadde temin edebilmek için tarımsal üretimin artması bir zorunluluktu. Bu nedenle köylülüğün üretimdeki rolü çok önemliydi. NEP, köylülerin serbest ticaretine olanak sağlıyordu. NEP dönemi, sermaye dolaşımının ve kapitalist sektörün, var olduğu ve sosyalizme geçişte bir gereklilik olduğu bir dönemdi. Elbette sermeye dolaşımı varlığını sosyalist devletin sınırlamasıyla sürdürmüştü. Belli bir süre sonra ekonominin toparlanmasıyla beraber kapitalist sektörlerle sermaye dolaşımı iyice daraltıldı ve sosyalist sektör, ekonomide genişletilmeye başlandı. Kısacası, sermaye dolaşımını sosyalizmin inşasındaki ülkenin koşulları belirlemektedir. Buna karşılık, Harvey’in yukarıda aktardığımız argümanları tamamıyla çürüktür.

-II-

Harvey’in argümanlarının bir safsatadan ibaret olduğunu kısa ve öz olarak açıkladığımızı düşünüyoruz. Şimdi gelelim Harvey ve onun gibi oportünistlerin asıl niyetine. Harvey’in burada karşı olduğu şey, çok açık bir şekilde, iktidarın proletarya tarafından zora dayalı bir devrim yoluyla ele geçirilmesidir. Harvey’e göre, kapitalizmden sosyalizme devrimci yoldan geçişin olanağı artık günümüzde mümkün değilse, sosyalizme, iktidara barışçıl yolla varılarak geçilmelidir. Harvey’den anladığımız kadarıyla, iktidara barışçıl yolla varmak, parlamento yoluyla gelmek demektir. Barışçıl ya da parlamenter yolu her koşul altında savunulur hale getirmek oportünizmin alfabesinden başka bir şey değildir.

Kapitalizmden sosyalizme barışçıl geçiş, özel koşullara bağlı bir yoldur. Bir ülkede eğer, kapitalizmden sosyalizme barışçıl geçiş olanağı fiilen ortaya çıkmışsa, o ülkedeki proletaryanın öncü partisi elbette bunu gerçekleştirmeye çalışmalı ama bir yandan da, burjuvazinin saldırısına karşı uyanık olmalıdır. Yani kısacası, proletaryanın partisi, barışçıl geçiş olanağına her şart altında fazla bağlanmamalı, özel koşullar buna uygunsa bunu hayata geçirmeli, ama her an burjuvazi tarafından saldırıya uğrayacağı konusunda da dikkatli ve hazırlıklı olmalıdır.

Peki barışçıl geçiş ne zaman mümkün olabilir? Eğer bir ülkede askeri ve bürokratik devlet aygıtı gelişkin değil de cılız ise mümkün olabilir. Mesela 1917 Şubat Devrimi’nden sonra Rusya’da böyle bir durum yaşanıyordu. Bürokratik aygıt zayıflamıştı ve krizle boğuşuyordu. Böylelikle o dönem sosyalizme barışçıl geçiş olanağı vardı. Ancak burjuvazi nihayetinde silaha sarıldı ve 1917 Ekim Devrimi barışçıl bir şekilde değil, zora dayalı bir şekilde gerçekleştirildi. Bu bağlamda, anlattıklarımızdan şu sonuca varabiliriz: Sosyalizme barışçıl geçiş, salt parlamento yoluyla geçiş demek değildir. Burada önemli olan devlet aygıtının durumudur. Eğer devlet aygıtı askeri ve bürokratik açıdan yetkin ise, proletaryanın öncü partisi parlamentoda çoğunluğu kazansa dahi iktidar güvencede değildir çünkü devlet aygıtı, yasaları ve anayasayı askıya alarak proletaryaya ve onun öncü partisine saldırı başlatabilir.

Oportünizm, kapitalizmden sosyalizme geçiş için zora dayalı bir devrimin gerekliliğini inkâr eder ve toplumsal ilerlemenin sadece evrimsel biçimlerini kabul eder. Oportünizm için kapitalizmden sosyalizme barışçıl geçiş, her şart altında tek yoldur. Yukarıda Harvey’in bahsettiği ”süreç”, evrimsel biçimli bir süreçtir. Yani burjuva sınıfla uzlaşmaya dayanan bir süreçtir. Dolayısıyla Harvey’in savunduğu, gerçekte sınıf işbirlikçiliğidir.

Harvey, burjuvaziden kapitalizm çerçevesinde reformlar talep etmektedir. Günümüzdeki sosyal-reformistlerin temel şiarı olan ”kamuculuğu” David Harvey de savunmaktadır. Britanya’daki sosyal-reformist İşçi Partisi hakkında olumlu şeyler söylemektedir:

“Britanya’da İşçi Partisi’nin (karar vermesi gereken konularda güçlü bir demokratik kararlılık gösteriyor görünen az sayıdaki geleneksel partiden biridir) kamusal yaşamdaki birçok alanın piyasanın elinden alınıp kamusal alan içine tekrar dahil edilmesi önerisinden cesaret alıyorum…” (A.g.e., s. 82)

Harvey, 1960’larda sosyalist bloğun varlığı ve Avrupa’da işçi sınıfının mücadelesinin yaratmış olduğu basınç nedeniyle emperyalist burjuvazinin Avrupa işçi sınıfına verdiği ödünleri örnek göstererek bu politikaları olumluyor; ve dahası, bunları sosyalizmle bağdaştırıyor; ve en kötüsü, emperyalist Britanya’ya ”sosyalist” sıfatını ekliyor:

“Gençliğimde sosyalist Britanya’da evsizler vardı ama sayıları çok azdı. Ne var ki, bugün Londra’da ya da benzeri büyük kentlerde yaşıyorsanız, sokaktaki evsizlerin sayısının her geçen gün arttığını fark edebilirsiniz…” (A.g.e., s. 81)

Oysaki ”Kapitalizmin Altın Çağı” olarak adlandırılan o dönem ile bugün arasında bir kopuş değil, süreklilik vardır. O dönemdeki ödünler, az önce bahsettiğimiz gibi sosyalist bloğun ve sınıf mücadelesinin gelişkinliğinin baskısı nedeniyle Avrupa’nın emperyalist burjuvazisi tarafından Avrupa işçi sınıfına verilmiştir ve emperyalist burjuvazi, güç topladığı an bu ödünleri teker teker geri almıştır.

Kapitalizm çerçevesinde reformlar, burjuvaziye ve onun sömürü düzenine hayat verir, proletaryaya değil. Emekçi sınıf, reformları sınıf savaşımında burjuvaziye karşı belki kullanabilir ama şu da bir gerçektir ki, reformlar asla uzun ömürlü değildir. Burjuvazinin proletaryaya karşı kullandığı bu ”reform” silahı hakkında Lenin şunları söylüyordu:

”Reformculuk, bireysel düzeltmelere karşın, sermayenin egemenliği sürdükçe ücretli köleler olarak kalacak olan işçilere karşı bir burjuva aldatmacasıdır.

“Liberal burjuvazi bir eliyle reform verir, öteki eliyle geri alır, reformları sıfıra indirger ve işçileri köleleştirmek için, ayrı gruplara bölmek ve ücretli köleliği sürdürmek için kullanır. Bu nedenledir ki, reformculuk, çok özden olduğu zaman bile, uygulamada, burjuvazinin işçileri yoldan çıkarmak ve zayıflatmak için kullandığı bir silaha dönüşür…

“…Kapitalizmin varlığını sürdürdüğü yerde reformların ömürlü ya da geniş kapsamlı olamayacağını anlayan işçiler, daha iyi koşullar için savaşırlar ve reformları, ücretli köleliğe karşı savaşı koyulaştırmak için kullanırlar. Reformcular işçileri bölmeye ve aldatmaya ufak tefek ödünlerle onları sınıf savaşımından saptırmaya çalışırlar. Ama işçiler, reformculuğun yanlışlığını gördükleri için, onu, kendi sınıf savaşımlarını geliştirmek ve genişletmekte kullanırlar.

“İşçiler ne kadar zayıf olursa, onlar üzerindeki reformcu etki o kadar güçlü, burjuvaziye bağımlılıkları o kadar büyük ve burjuvazinin çeşitli kaçamaklarla reformları ortadan kaldırması o kadar kolay olur. İşçi sınıfı hareketi ne kadar bağımsız olursa, amaçları o kadar derin ve geniş, reformculuğun sınırlılığından o kadar özgür ve işçilerin koşullardaki düzelmeyi koruması ve onlardan yararlanması o kadar kolay olur.” (V. İ. Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, s. 275-276)

Devrimci süreç ise başkadır. Devrimin tek bir olay olmadığı doğrudur. Mesela Ekim Devrimi sadece tek bir olay olarak görülemez. Ekim Devrimi, bir sürecin sonucudur. Bu süreç zarfında Rusya proletaryası, David Harvey ve onun gibi oportünistlerin korktuğu yollarla, yani burjuvaziden reformlar ya da iyileştirmeler talep etmeksizin ona karşı uzlaşmaz bir mücadeleye girişmiş ve böylece Ekim Devrimi olmuştur. Devrim süreci, reformlarla değil, proletaryanın açık sınıf savaşımıyla ilerler.

Buraya kadar David Harvey’in Anti-Kapitalist Günlükler adlı kitabındaki devrim üzerine oportünist tahrifatlarını ve bu tahrifatlarına dayanak oluşturmaya çalıştığı argümanları tartıştık. David Harvey’in kitabında eleştirilecek başka argümanlar da var ancak yazımızı burada bitiriyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar