Ana SayfaKürsüYeni Bir Siyasal Dönemin Eşiğinde: Derkenar

Yeni Bir Siyasal Dönemin Eşiğinde: Derkenar

Kısa bir süre önce İsmail Güney Yılmaz’ın “Yeni Bir Siyasal Dönemin Eşiğinde miyiz?” başlığını taşıyan makalesi Teori ve Politika’nın internet üzerindeki sayfalarında yayımlandı. Yurdun ve yurdun solunun ahvali hakkında bir dizi doğru belirleme ve çerçevelendirmeyi haiz metne birkaç derkenar düşmek, yazının yapmış olduğu işin üstüne tabir caiz ise bir “vişne” kondurmak belki faydalı olabilir. Bu, praksisin kendine içkin dengesinin teori lehine -verili konjonktürün bir zorlaması ile- bozulduğu bugünlerimizde beyhude bir çaba olabilir, akıbetini her şeyde olduğu gibi zaman belirleyecek.

Yolculukların temel parçacığı “bilinmezliktir”, yolcuların tüylerini diken diken eden kesif bir bilinmezlik. Bu “itki” yolculuğun ilk adımını attırır, her yolculuk ve başlangıç -en azından hikayelerimizde- bilinmeze yöneliktir. Ya menzile ya da sona dair bir bilinmezlik. Conrad’ın “Karanlığın Yüreği”nde, kahramanlarımız bir gemi ile kolonyal Kongo’nun kılcal damarlara benzeyen nehirlerinde ilerlerken hissettikleri bilinmez duygusunun ağırlığı altında delirmekteydi. Yalnızca geleceğe yönelik değil, ama geçmişe karşı da bir bilinmezlik-unutmuşluk hali. Karanlığın Yüreği, her ne kadar kolonyalizmi bir tema olarak ele alsa da karakterlerin halet-i ruhiyesine şekil veren temel kavram hafızadır. Her şeyin ötesinde hafızasız bir mekânda yolculuk yapmaktadırlar. Nehirlerin, “cangılın” akademik anlamda bir “tarihi” yoktur. Bu her ne kadar insan-merkezci bir yorum olmuş olsa da bu tarihsiz alanda yolculuk eden karakterler kendi geçmişleriyle de “ayrıksılaşırlar” hikâye boyunca. Kopuştan öte bir jesttir bu. Kahramanlarımız artık geçmişleri ile apayrılaşmıştır. Önlerinde “karanlığın yüreği” gibi uzanan Kongo, arkalarında ise bir hiçlik vardır.

Bütün bunlarla neyi anlatma amacı güdüyorum? İsmail Güney Yılmaz’ın belirlemelerinin arasında düşmanın niteliğinden ziyade, bizlerin; yani en geniş anlamda anti-emperyalist, anti-faşist, demokrat vb. kesimlerin ve güçlerin niteliği hakkında belirlemesi tartışmaya değer. Düşmanın mahareti ve manevra alanı ile alakalı yapılacak tartışma ve belirlemeler de elbette mühim, ancak Mao’nun Japonya’ya karşı verilen anti-emperyalist savaş sırasında cephedeki komutanlara ilettiği bir emri hatırlamak faydalı olacaktır. Cepheye bir adım geriden bakmalıyız. Bir çeşit anlık ve kartografik retrospektif ile. İçinde bulunduğumuz moment ve “ahvalin” niteliklerinin yekûnunu kavrayabilmek için, Mao’nun emrini uyarladığımızda, kendi niteliğimiz hakkında da tartışmamız gerekmekte.

“Türkiye tarihinin bu durağında devrimci kültür, mücadele ve perspektif açısından kuşaklar arası aktarımın ciddi bir kesintiye uğradığı aşikâr.”

İ. G. Yılmaz bu saptamasıyla, Türkiye solunda herkesin varlığından haberdar olduğu boşluğu tarif ediyor. Devrimci kültür; yani Türkiye’de devrimcilerin siyasal gelenek fark etmeksizin en geniş spektrumda her bir ferdinin paylaştığı jest, yaşayış ve ortak duygulanım kaybı. Bu kayıp, kültürü taşıyan öznelerle sonraki kuşaklar arasındaki ayrıksılaşmada yitiriliyor yahut erozyona uğruyor. Bu noktada gerçekliğin kendisinin ifade bulduğu kavramın İbn-i Haldun’un “asabiyye” olarak formüle ettiği olduğunu düşünebiliriz. Türkiye’de devrimciler olarak bilinen insanlar topluluğu, birbirlerine kan bağıyla değil, ancak (genel pejoratif kullanımının aksine) ideoloji bağı ile bağlı bir “asabe”sidir. Bu fertleri birbirine bağlayan şey görülen ortak gündüz düşüdür.

Bu ortak gündüz düşünü görmeye başlayan yeni halka ile eski iç halkanın kesişmesindeki bağıntı sorunları, kuşkusuz bugün -açıkça- kaybetmiş olduğumuz ideolojik ve kültürel hegemonyanın sebeplerinden biri. Tek sebep değil; zira dünyanın Türkiye’sinde gerçekleşmiş hiçbir şey dünyanın kendisinden bağıntısız değildir. Solun gündüz düşü ne kadar “evrensel” bir anlatı ise, onun sorunları da o kadar evrenseldir. Bu bir yakın tarih yazısı değil, ancak bahsettiğimiz kuşaklar arası etkileşim kaybının hem küreselde 91’de SSCB’nin Sokratesvari intiharı hem de -esasında çok önceden başlamış olan- üç boyutlu ideolojik kuşatma ile bağlantılı olduğu aşikâr. Bu sürece ülkemizde yaşanmış olan hapishaneler katliamı ile düşman gücün bir devrimci kuşağı topyekûn ortadan -fiziki olarak- kaldırma girişimini de eklemeliyiz. 19 Aralık hapishaneler katliamı birçok başka veçhesiyle birlikte, bu yönüyle de bir “hafıza kırım” operasyonuydu. Devrimci birikim ve tecrübenin taşıyıcı kolonu olacak kadrolar, düşman güç tarafından imha edilmek istenmişti.

İ. G. Yılmaz’ın yazısında “z kuşağı” olarak anılan -takvimsel bir hesapla benim de parçası olduğum- kuşağın mevcut ideo-duygusal durumuna da değiniliyor. Bugün ülkenin tarihselliğinden, en çok tarihselliğinden tamamen kopmuş; karşılaştığı onur kırıcı hadiselerin, yüzleştiği sefaletin politik ve tarihsel sebeplerinden tamamen bihaber bir yığın olduğu çok açık.

“İleri gidelim ve söyleyelim, bugün neredeyse tamamen yitirilmiş, babasından, dedesinden dahi daha geri bir gençlik var hatta. Kenan Paşa ve Özal’ın yukarılarda bir yerlerde ipek mendilleriyle mutluluk gözyaşlarını silip bizleri izlediklerinden eminim…”

24 Ocak kararları hakkında hiçbir fikri olmayan bir yığına Kenan Paşa’yı ya da Özal’ı anlatmak ıslaklık hissinin nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çabalamaya benzeyecektir kuşkusuz. Bu yığının düşman gücün şu an dümeninde bulunan devlet kliğinin en büyük başarısı olduğu muhakkak. Bir kuşağın oldukça ezici bir kısmını şimdilik mankurtlaştırmayı başarmış gözüküyorlar. Felaketten söz ediyoruz ancak felaket tellalı değiliz. Bu “malum” yığından bahsederken bu yığının ideolojik olarak donanımlı, gözü kara militanlar olduğunu zannetmemek gerekiyor. Hatta yaşamlarının herhangi bir alanında militan bir karakter koymaktan çok uzak kişilik tipleri ile karşı karşıyayız. Yani evet, İGY’nin açmaya çalıştığı gibi bu yeni sağ, babalarının-dedelerinin sağına pek benzemiyor. Nihilist, sosyal-darvinist, empati duygusundan yoksun ve entelektüel bir doktrine dayanmayan anlık hezeyanlar ve nevroz nöbetleriyle açığa çıkan “politik” tepkilerden ibaret bir “sağ”.

Güçsüzlüklerini, kendi yaşamlarında kendilerinden başka herkes ve her şeyin nihai karar alıcı olmasından doğan iğdiş edilmişlik hissini kendilerinden daha zayıf olarak gördükleri kişi ve gruplara yansıtıp anlık ferahlamalar peşinde salınmaktalar. Hem “devlet babaya” itaat hem de ona isyanı aynı siyasal tercih ve politik tavır alışlarda pratiğe dökmeye gayret eden, kendi çelişkisini bağrında taşıyan bir varoluş hali bu yığınınki.

İdeolojik doktrinizasyonlarını kendi kuşaklarından internet ünlüsü figürler aracılığıyla alımlayan bu yığın, yukarıda açmaya gayret ettiğim niteliği itibariyle de statik değil. Tabir caiz ise rüzgâr nereden eserse o yöne doğru yelkenleri şişirecekler. İdeolojik ve kültürel hegemonya sorununun çözümü, bu “yığının” kısa vadede hiç değilse tarafsızlaşması sonucunu oldukça hızlı çözümleyecektir.

Düşünce düzeyinde hegemonya sorununun çözümü, kaybetmekte olduğumuz meşruiyet ve kendine güven krizleri ile de bağdaşık. Burada birbirinden ayrı olmayan, iç içe geçmiş halkalar görünümündeki krizlerden bahsediyoruz. Bugün karşımızda doğması muhtemel yeni bir faşist hareketin doğal tabanı haline gelmiş genç yığınlar varsa; bu sonuçta halk yığınlarındaki meşruiyet krizimizin, kendimize olan güvenimizin bizi esasında hiç ilgilendirmemesi gereken düzenin siyasal momentleri ile sarsılmış olmasının ve de hafıza ve gelenek aktarımın sekteye uğramasının da sebeplerinden biri olduğu ideolojik düzeydeki çarpışma alanında kan kaybımızın etkisi büyük.

Benjamin bir yerde; hafızanın geçmişi inceleme aracı değil, onun tiyatrosu olduğunu vurguluyordu. Geçmişimizi yeniden, kendi yazacağımız bir biçimde sahnelememiz mücadelenin gelecek kuşaklarını kazanmak için elzem. Bugün İbn-i Halduncu anlamda “asabiyet” kaybı yaşayan Türkiye devrimci hareketi için kaybedilmiş hafızanın bulunması arkeolojik, ancak mutlaka yapılması gereken bir iş olarak önümüzde duruyor. Kolektif bilincimizde kaybettiğimiz her mevziyi geri kazanmalı ve tekrar aynı gündüz düşünü görmeye başlamalıyız. Neyi kaybettiğimizi hatırlamak zorundayız.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar