Ana SayfaKürsüÇin ve Marksizm Sempozyumunun ardından

Çin ve Marksizm Sempozyumunun ardından

Teori ve Politika geçen hafta sonu İstanbul’da iki gün süren ve uluslararası katılımcıların da konuşmacı olarak yer aldığı ‘Çin ve Marksizm Sempozyumu’nu başarıyla tamamladı. Toplantının basında ve sosyal medyada oldukça ilgi gördüğünü gözledik. Bu toplantı söyleyecek sözü olan her gruptan Türkiyeli Marksiste uluslararası bir platform sunmuştur.

Öncelikle hakkını teslim etmek gerek, bu buluşma Teori ve Politika’nın kol gücünün çok ötesinde düşünsel gücünün ve vizyonunun bir sonucudur. Kimi katılımcı çevreler ‘Çin ve Marksizm’ başlığının güncel olmadığını ifade etti. Asılında bu eleştiri toplantı sırasında izleyicilerden birinin sorduğu soru ile yanıtlanmıştır: “Peki Sovyetler Birliğinin yıkılışını nasıl açıklarsınız?”

İster sosyalist kabul edin ister etmeyin Sovyet deneyimi ve 20. yüzyılın “Reel Sosyalizm”lerine ilişkin soru ve sorunlar güncelliğini hâlâ korurken, Çin’in Marksizm ve sosyalizm ısrarının güncelliğini tartışılabilir bulmamak en iyi tabirle dar kafalılıktır. 20. yüzyıl sosyalizmlerinin pratik sorunlarının benzerlerinin ÇKP’li katılımcılarca da ifade edilmiş olması oldukça dikkat çekiciydi. Rüşvetle mücadelenin ÇKP’nin önüne koyduğu en önemli hedeflerden biri olması ve bunun ÇKP’nin genel sekreteri Şi Cinping ağzından bizzat dile getirilmiş olması, biz Türkiyeli Marksistler için nasıl da sarsıcı ve şaşırtıcıdır.

Üretici güçlerin geliştirilmesi ve bunun serbest piyasa ekonomisi içinde parti denetimi altında yapılmaya çalışılması bizim Marksist edinimimizin dışındadır. Ancak bu durum uygulayıcıların gönüllü bir tercihi midir yoksa bir zorunluluk mu? Bu soruyu da sormadan edemiyoruz. Mesela NEP dönemine yapılan atıflar sadece birer göz boyamadan mı ibarettir?

Aslında tüm bu ve benzeri soruların cevabı, devrim için mücadele eden devrimcilerle, devrimin üzerinden yıllar geçmiş, devlet kurmuş, onu öyle ya da böyle ayakta tutmaya çalışan ‘Devletlû Sosyalistler’in ihtiyaçlarının farklılığında yatıyor. Bir devletin ideolojisinin yarattığı insan tipi ile, bulunduğu ülkedeki devleti yıkmak için mücadele eden devrimcinin içinde olduğu ideolojik havzanın yarattığı insan tipi aynı olamıyor ve bu iki insan neredeyse doğal olarak bambaşka tarzda düşünüyor. Onlar ayrı dünyaların insanlarıdır. Ancak ne olursa olsun, ne kadar zor olursa olsun, devrim yapmış, iktidarını kurmuş muzaffer bir parti kendi kadrolarının zihninde devrimi sürekli kılmanın yollarını bulmalı ve ayrı dünyalar birleşmese bile bu dünyalar arasında bağlantı hatları oluşmalıdır.

Toplantıya Çin’den yolladığı video üzerinden katılan kadın akademisyenin sunumu, Türkiye’deki herhangi bir bakanlık yetkilisinin bir çalıştay sunumundan farklı değildi. Çin’de yoksullukla yapılan mücadele, açılan sağlık birimi sayısı ya da yeni işletme sayısını dinlemek şüphesiz ki bürokratik bir boğuntu yaratmıştır. Dünyanın sayılı ekonomileri arasında sayılan Çin Halk Cumhuriyeti bugün yoksullukla mücadele etmeyi ve gelir dağılımında adaletin sağlanmasını bir görev olarak önüne koymuş bulunuyor.

Şüphesiz, sosyalist bir devlette bu tür sorunların olması çoğumuzca kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Ancak gerçek budur. Bunları göz önüne alarak düşündüğümüzde ÇKP ve Çin devlet yetkililerinin tüm bu olan biteni Marksizm-Leninizm-Maoizmin ideolojik çizgisine oturtma çabasının anlamı nerede aranmalıdır? Kaldı ki devlet aygıtını elinde bulunduran güçlerin sosyalizm konusunda yalancı bir zorlamaya ve dayatmaya pratik olarak da ihtiyaçları olmadığı ortadadır. ÇKP önderliğinin Gorbaçov liderliğindeki SBKP politikalarına yönelmesinin önünde de hiçbir engel yoktur. Ancak buna rağmen Şi Cinping ısrarla sosyalizm vurgusunu neden öne çıkarmaktadır?

Tüm bunlar bir tarafa, Sempozyuma katılan Çinli akademisyenlerin Marksizmle olan ilişkilenmeleri göz önüne alındığında Türkiyeli devrimcilere kıyasla önemli ölçüde geriden geldiklerini en azından bu toplantı nezdinde söylemek mümkündür. Bunun, resmi ideolojiye ödüllendirilen bağlılık ile, Marksizmin büyük bedeller pahasına gönüllü ideolojik edinimi arasındaki farktan kaynaklandığını söylemek hadsizlik olmayacaktır. Kaldı ki uzun süredir Çin’de yaşayan ve bu ülkede akademik çalışmalarını yürüten Kamuran Kızlak’la Çinli meslektaşları arasında da gözle görülür bir ideolojik-politik gelişkinlik farkı olduğunu belirtmek gerekir.

Diğer katılımcılar için de benzer değerlendirmeler yapılabilir. Toplantıya İngiltere’den katılan Morning Star gazetesi editörü Ben Chacko’nun sunumu iyi bir gazete haberleri derlemesinin ötesine geçemedi. Tarihçi Vijay Prashad ise daha gelişkin bir bakış açısına sahipken, Hindistan kökenli bu Marksistin konuşmasının satır aralarında, “edinilmiş” Batılı üstencilik görülebiliyordu. Bunlara karşılık, Mehmet Yılmazer ve Sungur Savran’ın konuşmalarındaki olgunluk düzeyi yılların deneyim ve birikimini yansıtıyordu.

Şüphesiz toplantının en dikkat çekici konuklarından biri FHKC temsilcisi Maher El-Taher’di. Taher konuşmasında Gazze’de yaşanan savaşın Hamas’la İsrail arasında olmadığını, İsrail’le Filistin halkı arasında olduğunu belirtti ve FHKC’nin bu savaşta aktif olarak yer aldığını vurguladı. Öte yandan FHKC temsilcisinin geçmiş sosyalizm deneyimleri ve reel sosyalizme ilişkin önermeleri bu meselelerin parti içinde ciddiyetle ele alındığının göstergesiydi. Özellikle Çin’in Filistin sorunu konusundaki politikalarını değerlendirirken oldukça özenli bir dil kullanması dikkatlerden kaçmadı. Filistinli konuşmacı, enternasyonalist dayanışma içinde olunmasını ve Filistin mücadelesine daha fazla destek verilmesini istedi.

Benzer biçimde uluslararası dayanışma ve enternasyonalizm vurgusu ve bu konuda ÇKP’den beklentiler ülkemizden katılımcılar tarafından da dile getirildi. HEDEP adına konuşan Barış Azad Çin Halk Cumhuriyeti’nin ulusal kurtuluş savaşlarına daha açık destek vermesi ve enternasyonalist dayanışmayı güçlendirmesi gerektiğine vurgu yaptı. Salondaki izleyicilerin enternasyonalist dayanışmaya ilişkin sorularına Çinli katılımcıların verdiği cevaplar Çin’in Sovyet modeli bir enternasyonalist dayanışma ilişkisi içinde olmayacağını ortaya koydu.

Bu arada, Çinli konuşmacıların sık sık yaptığı dünya barışı ve silahsızlanma vurgusu SBKP’nin 20. Kongre sonrası politikalarını akla getirdi. Tabii bu durumu revizyonizmin ispatı olarak değerlendirmek en kolayı olsa gerek. Nasıl Filistinli, Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin enternasyonalist dayanışma ve ulusal kurtuluş savaşlarına destek istekleri öznel durumlarının bir sonucuysa, dün SBKP’nin bugün ise ÇKP’nin barış ve silahsızlanma politikaları da bu partilerin kendi öznel ihtiyaçlarının bir sonucudur. ‘Başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerle savaştan kaçınmak ve sınırlı olan kaynakları halkın ihtiyaçlarına kullanmak’ dünün Sovyet ve bugünün Çin politikasıdır demek yanlış olmaz.

Ancak belirtmemiz gerekir ki bu somut politik durumu görüyor olmamız bu politik tutumu olumladığımız anlamına gelmez. Bu politik bir durum tespitidir. Marksistlerin devrimci dayanışma ve enternasyonalizmi ideolojik bir ilke olarak algılaması gereği yanında, dayanışma ve enternasyonalizm büyük zorluklar içinde mücadele eden devrimciler için pratik bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaca uygun araçların her dönem için yaratılması beklentisi yüksek bir meşruiyet taşımaktadır. Öte yandan tartışmalardan çıkardığımız bir başka sonuç, ÇKP’nin Sovyet deneyimini özenli bir biçimde izlediği ve SBKP’nin uyguladığı politikadan dikkatle sakındığıdır.

Sempozyumun akademik kimliğe sahip Türkiyeli konuşmacıları da salondaki izleyiciler tarafından dikkatle izlendi. Genel olarak devrimci geleneklerin akademik kimliklere mesafeli yaklaşımı bilinmekle birlikte konuşmacıların konuya ilişkin akıcı anlatımları ve hâkim tutumları oturumlara ayrı bir zenginlik kattı. Bazı fikirlerin beyanı sırasında salondan itirazlar yükseldi. Ancak unutmamak gerekir; bilimsel tezlere itiraz ancak bilimsel karşı tezlerle mümkündür. İdeolojik-politik alandan bilime müdahale edilemez. Aksi halde, evrim teorisini anlatan ders kitaplarına yaradılış teorisi ekleyen gericiliğin konumuna düşülür. Bilimin ortaya koyduğu sonuçlar politika tarafından tabii ki tartışılabilir ve yeniden yorumlanabilir, ancak bunun zemini bilim alanı olamaz. Bilimsel tezlere ilişkin politika alanı içinde yapılacak tartışmalar ancak yeni politik yönelimler için yol gösterici olabilecektir. Devrimci yüreği besleyen ideolojik sağlamlık, ancak bilgi ile donanmış bilinçli bir kafayla mümkündür.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar