Ana SayfaKürsüÇin ve Marksizm Sempozyumunun Devrimci Diyalektiği

Çin ve Marksizm Sempozyumunun Devrimci Diyalektiği

Teori ve Politika Dergisi, Çin ve Marksizm konusunda bir düşünce ve tartışma süreci başlattı. İlerleyen ama somut sonuçları henüz görülemeyen bir tartışma. Önce bir tam sayıyı buna ayırdı.[1] Sonra uluslararası bir sempozyum yaptı.[2] Sempozyum Marksizm bakımından Türkiye’de son yılların en önemli etkinliği olarak değerlendirilebilir.

Mesele birkaç açıdan önemli. Birincisi, Marksizm günahıyla sevabıyla kendi tarihini nesne edinmeli, değerlendirmeli ve yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeli. Bu uzun erimli bir ödev. Ama daha önemlisi, bir klişeye dönüşse de şu “somut durumun somut tahlili” meselesi var. Görünen o ki hayat Çin ve Marksizm sorununu düşünmeye bizi ve bizimkileri mecbur ediyor ve etmeye devam edecek. Ortada somut bir durum var. Dünya çapında etkileri olan, kendini Marksist ifade eden devasa bir güç. Onu, konfor alanımızdan çıkmadan şu veya bu şablona göre ya da gerçekten somut durumun somut tahlilini yapma tarzında değerlendirmeyi tercih etmenin mücadelenin politik pratiği üzerine hayırlı ya da hayırsız etkileri olacaktır. Bir bakış açısı “ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın” diyebilir ama bizim yaklaşımımız bir kıvılcımın bozkırı tutuşturabileceği yönünde.

Mao ve Çin devrimi genellikle harcıâlem görüşlerin konusu olmuştur. Koca bir kıtaya ve dünyaya yayılan etkileri olan bir somut gerçek ya küçük burjuva devrimciliğinin bir çeşidi olarak Marksizm dışında görülmüş ya da mücadelenin bir uğrağı olan Kültür Devrimi ve “burjuva karargâhları bombalayın” sloganındaki özeti biçiminde anlaşılmıştır. Yahut da hiçbir özgül uyarlama yapılmadan, dünyanın en gerici devletlerinden birine, “İlerici Asya”nın parçası olduğu vehmedilerek, üretim odaklı ekonomi önerisi yapılan bir şablonculuk konusu olmuştur.

Şablona göre değerlendirmeler bir ad koydukları somut bir özne ya da özneler tahayyül edip ona göre kendi düşünsel sırça köşkünü oluşturuyor ve sonsuza dek orada huzur içinde konum alıyor. ‘Mao iyi güzel sonrası revizyonizm’ ya da ‘Mao’dan beri Çin hep iyi hep güzel’ vb… Sonra, aldığı sabit ideolojik pozisyona uyumlu politik tutumuna da karar veriyor.

Çin devriminin engin tarihi şablonları boşa çıkarıyor. Gerçek politikalar da şabloncu politik tutumları boşa çıkarıyor.

Uzun denebilecek bir zamana ve geniş bir uzama yayılmış bu somut gerçeğe nasıl yaklaşmalı? Minerva’nın baykuşu gibi her şey olup bittikten sonra gün batarken mi uçmalı?

Her halükârda bu gerçeğe bir giydirme olacaktır. Sonradan gelenin geçmişte olana anlam verdiği bir sonradan etki (Nachtraglickeit[3]) politik çelişkileri ve ilişkileri anlamamızı güçleştirecek ya da yanlış anlamlar vermemize neden olacaktır. Oysa halkına büyük acılar çektiren ya da kısa zamanda açlıktan kurtarıp refaha kavuşmasına neden olan deneyler yapan, ortaya çıkan olgulara göre değişik siyasetlerin kumanda mevkiine yerleştiği ve çelişkili birliğini sürdüren bir politik irade söz konusudur.

Üstelik iyi ya da kötü özneler yoktur. Burjuva karargâhlarını bombalayın devrimci çıkışını yapan Mao bir dönem ‘burjuvaları’ partiye davet etmiştir. “Siyasi istişare toplantıları yapmış, 1950-51 protokolünde çeşitli partilerle beraber müştereken hazırlanan programa harfiyen sadakat kararını almıştır. İşçi sınıfı baş köşeyi işgal etmekle beraber milletin bütün diğer unsurlarının da aynı derecede ilgiye şayan olduğunu beyan”[4] etmiştir. Peki, hangi şablona göre hangi Mao’yu sahipleneceğiz. Üretici güçleri geliştirme ‘devrimci’ görevi yolsuzluk ve yozlaşmaya karşı mücadele devrimci görevi ile çelişiyorsa, bu, sosyalizmin yüzleşmek zorunda olunan içsel çelişkisi olarak algılanabilir.

Şüphesiz, devrim tarihinin genel bir kavrayışı bu yazının kapsamını aşmaktadır. Bu kısa yazının niyeti, öznelci ve şablonlara dayalı değerlendirmelerin boğuculuğundayken düşünce atmosferini ferahlatan sempozyumu selamlamaktır.

Teori ve Politika’nın yöneliminin mantığı, bu mantığın izleri geçmiş eserinde aranarak daha kolay kavranabilir. Teori ve Politika’ya öngelen Taslak’ta, okullu Marksizmlerin herhangi birinin yaklaşımı ile Marksizmin sorunlarını karşılamanın yetersizliği şu şekilde ifade edilmişti: “Tarihsel-politik okullar varlık nedenlerini yitirmişlerdir. Onlardan birini baz alarak yükümleri anlamak bile olanaksızdır.”[5] Bununla birlikte mirasımıza “geçmişin yollarında terk edilmiş bir yadigâr”[6] gözüyle de bakamazdık.

Mirasımızla ilişkimiz bir devrimci diyalektik vasıtasıyla kurulmalıydı: “Bugünden yarına yaratmamız gereken devrimci mücadele hattı da, Marx’tan Lenin’e ve Mao’ya uzanan devrimci diyalektiğin yolunu devralacaktır. Bu bakımdan, sadece Marx’tan değil Lenin’den ve Mao’dan da ‘uzaklaşma’mız gerekebilecektir.”[7]

İşte, kapitalist Çin’in sosyalist varlığını ve Çin’in çelişkili birliğini Marksizme dahil olarak anlamaya çalışan ve İbrahim Kaypakkaya’ya adanmış sempozyumun devrimci diyalektik mantığı.

[1] “Çin ve Marksizm”, Teori ve Politika, Sayı 85, Kış 2022.

[2] Çin ve Marksizm Sempozyumu, 18-19 Kasım 2023, İstanbul. Sempozyumun video kaydı için: https://www.youtube.com/watch?v=AOOYgrUSZw0

[3] “Deneyimlerin ve mnesik [hafızayla ilgili] izlerin yeni tecrübeler ve gelişimin yeni bir aşaması aracılığıyla yeniden şekillendirilmesi.” Jacques Lacan, Benim Öğrettiklerim, Çev.: Murat Erşen, MonoKl Yay., 2012, s.66.

[4] Jacques Locquin, Rafaello Uboldi, Etiemble, Simone de Beauvoir, Li Fu-Chun, Yeni Çin: Dün – Bugün, Çev.: Zaven Biberyan, Payel Yay., 1966, s. 32.

[5] https://teorivepolitika1.net/index.php/tr/kitaplar/item/632-butunsel-marksist-olusum-yolunda-bir-girisim-icin-genel-cerceve-taslagi

[6] Althusser’in “teoride sınıf mücadelesi” olarak felsefe tanımından hareket ederek Heiddegger’in şu sözlerini Marksizm tarihiyle ilişkimiz ve özgürlüğümüz bakımından sömürebiliriz: “…felsefeye hazır oluşu kendi içimizde yeniden uyandırmayı bilmeliyiz… felsefe yapıtına tümüyle hazır hale gelmek için özgür olmalıyız. Bu esnada böyle bir şeyin, bir takım edebi girişimlerle ve daha sonra doğmuş olanların sözüm ona üstünlüklerine atıfta bulunarak gerçekleşmeyeceğini anlamayı öğrenmeliyiz. Çünkü felsefede ne halef ne selef vardır. Ama bu, bir filozofun öteki filozoflara kayıtsız kalabileceği anlamına gelmez. Bilakis her gerçek filozof, diğer her filozofla zamandaştır… felsefenin tarihi geçmişin yollarında terk edilmiş bir yadigar değildir.” Martin Heiddegger, Hegel’in Tinin Fenomenolojisi, Çev.: Kaan H. Öktem, Alfa Yay., 2020, s. 62.

[7] https://teorivepolitika1.net/index.php/tr/arsiv/item/833-marx-tan-uzaklasarak-marksizme-ulasmak

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar