Ana SayfaKürsüFransa’da Banliyö İsyanı - Öfkenin nedenleri

Fransa’da Banliyö İsyanı – Öfkenin nedenleri

Çeviri: Jülide Yazıcı

Sunuş

27 Haziran sabahı trafik kontrolü esnasında Cezayir asıllı 17 yaşındaki Nahel’in bir polis tarafından hedef alınarak öldürülmesiyle banliyöler, sık sık yaşanan kapsamı dar ve kısa ömürlü eylemlerin ötesine geçerek, şiddetli 2005 banliyö isyanlarını hatırlatacak şekilde devletle karşı karşıya geldi. Olay günü, bir gencin bu şekilde öldürülmesinin kabul edilemez olduğunu ifade eden hükümet yetkilileri, cinayeti gerçekleştiren polisi savunan Marine Le Pen ile güvenlik güçlerinin ırkçı yöneliminin kurumsal ve yapısal karakterine işaret ederek polis kurumunun “cumhuriyet değerleri” uyarınca yeniden yapılandırılması gerektiğini söyleyen Jean-Luc Mélenchon arasında bir konum tutturmaya çalışıyordu. İsyanın yaygınlaşması ve derinlik kazanması karşısında baskı araçlarını seferber eden hükümet, geldiğimiz noktada, güvenlik güçlerine sunduğu kredi ve eylemcilerin karalanması ve cezalandırılması için başvurduğu yöntemlerle, Le Pen’e daha yakın görünüyor.

Mélenchon’un liderlik ettiği La France Insoumise (LFI) (Boyun Eğmeyen Fransa) partisinin, şu ana kadar düzen içi bir parti için oldukça ilerici bir konum aldığını ortaya koymak gerekiyor. LFI, eylemcileri sağduyu ve sükûnete davet etmeyi reddederek, güvenlik güçlerinin şiddetinin sonlandırılması ve isyanları doğuran yapısal eşitsizlikler ve gerilimler üzerine düşünülmesi gerektiğini dile getirdi. LFI’i, isyancıları şiddetsizliğe çağırmayı reddederek Cumhuriyetçi cepheyi terk etmekle suçlayan sadece başbakan Elisabeth Borne ya da aşırı sağcılar olmadı; Fransız Komünist Partisi lideri Fabien Roussel, Melenchon’u şiddeti kışkırtmakla eleştirerek eylemciler karşısında “sağduyu” cephesinde yerini aldı. Lutte Ouvrière (İşçi Mücadelesi) isimli Troçkist örgüt FKP’nin bir nebze daha solunda daha yer alarak “Umut ne teslimiyette ne yıkıcı şiddette” şeklinde konum belirtti. Yeni Anti-Kapitalist Parti (NPA), Fransız Maoist Partisi ve Antifa Paris – Banliyö ise isyancıları selamladı.

Nahel’in ardından başlayan isyan, bırakalım yapısal ekonomik ve sosyal koşullarını, konjonktürel özellikleriyle dahi 2005 banliyö isyanlarıyla büyük benzerlikler gösteriyor. Ekonomik ve sosyal güvencesizlik, kültürel uyumsuzluk, aşağılanma, kimlik bunalımı ve polis şiddeti kıskacındaki banliyö gençleri bugün olduğu gibi o gün de iki yabancı asıllı gencin polis kontrolünden kaçarken öldürülmesinin ardından isyan etmişlerdi. 2005’ten bu yana banliyöleri belirleyen yapısal ekonomik ve sosyal etmenlerin sürekliliğinden hareketle, sosyolog Laurent Bonelli’nin 2005 isyanlarının hemen ardından Le Monde Diplomatique için yazdığı makalenin çevirisini ilginize sunuyoruz. (J. Y.)

***

Aralık 2005

Fransız hükümeti banliyölerdeki son ayaklanmayı güvenlik çerçevesinde ele alıyor. Yüzlerce gencin alelacele hapis cezasına çarptırılması ve çok sayıda yabancının sınır dışı edileceğinin duyurulmasının yanı sıra, Ulusal Meclis’te olağanüstü halin üç ay daha uzatılmasına yönelik oy çokluğu sağlandı. Daha da kötüsü, Nicolas Sarkozy terörle mücadele yasasında video gözetiminin geliştirilmesine, internet bağlantılarının kontrolüne, idari kontrollere ve cezai yaptırımlara vurgu yapıyor. Özgürlüklere yönelik bu çığ gibi büyüyen ihlaller kesinlikle krize bir yanıt değildir. Sosyal düzensizlik içinde sivil düzen yoktur.

*

Yakılmış binlerce araç, tahrip edilmiş kamu tesisleri (okullar, kreşler, spor salonları), olağanüstü hal ilanı, yaklaşık 4.700 gözaltı ve 400’den fazlası hapis cezası (25 Kasım itibarıyla): Ekim sonundan Kasım 2005 ortasına kadar Fransa’yı sarsan huzursuzluğun bilançosu maddi, insanı ve psikolojik açıdan çok ağır. Fakat tam olarak ne yaşandı?

Fransa’da ve yurtdışında pek çok yorumcu, bu krizin, “kurt sürüleri”, “dünyamızın düşmanları” ya da “postkolonyal” bir alt-proletaryanın avangardı olarak sundukları kişilerin eliyle toplumumuzun çöküşünün habercisi olduğu konusunda hemfikir. Kimileri “Fransız modeli”nin, “Cumhuriyet’in kurallarının dışında gelişen bir paralel toplumun” kimileriyse “kentli medeniliğin krizinin” artık sonunun geldiğini vurguluyor. Bu gözlemcilerin, siyasi ve toplumsal çıkarları doğrultusunda bu geniş genellemeleri ifade etmeden önce, kolektif eylem analizinin temel ilkelerine alçakgönüllü şekilde bağlı kalmaları daha isabetli olurdu. Yaşadığımız kaosu anlamak için onun toplumsal koşullarına, ortaya çıkma nedenlerine ve olumsal doğalarına (aynı nedenler her zaman aynı etkileri doğurmaz) bakmaya ihtiyacımız var.

Bu şiddetin arka planında, her şeyden önce, 1970’lerin ikinci yarısında başlayan ekonomik krizin sonuçlarından ve post-Fordist üretim modeline geçişin getirdiği değişikliklerden derinden etkilenen işçi sınıfı topluluklarının yeniden üretiminde yaşanan bir kriz yatmaktadır. Otomasyon, bilgisayarlaşma ve endüstriyel üretimin yurtdışına kayması, geçici ve taşeron işçiliğinin yaygınlaşmasıyla birlikte kitlesel bir işsizlik yarattı. Bu iki faktör emekçi kesimlerin kendilerini daha güvencesiz koşullarda bulmalarını getirdi; oysa ekonomik büyüme ve güçlü bir refah devletine dayalı bir düzenli ücretliler toplumunun varlığı güvencesizliğin azalmasına yardımcı olmuştu.[1]

Bu olgu özellikle gençleri etkiliyor. Son haftalarda haberlere konu olan mahallelerde, Fransa Ulusal İstatistik ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü’nün (INSEE) verileri 15-24 yaş arası gençlerde önemli işsizlik oranları olduğunu gösteriyor: bütün Grigny komünü için %27,1 oranına karşılık, Grigny’nin Grande-Borne mahallesinde %41,1; bütün Toulouse için %28,6 oranına karşılık, Toulouse’da bulunan Reynerie ve Bellefontaine’de %54,4; bütün Pau için %17 oranına karşılık Pau’da bulunan Ousse-de-Bois’de %31; Clichy-sous-Bois konut bölgesinde %37,1; Nantes – Saint-Herblain’deki Bellevue’de %42,1.

Ücretlerdeki bu istikrarsızlaşmanın sadece ekonomik etkileri olmadı: aynı zamanda işçi sınıfı gençlerinin dayanaklarını da sarstı. İnsanların uzun vadeli planlar (mülk, evlilik veya boş zaman için) yapmasını engelleyerek, geleceğe ilişkin belirsizliklerini hortlattı, onları bugüne ve küçük sapmalara açık olan bir günlük hayat gailesine hapsetti.

Suya düşen sınıf atlama umutları

Aynı zamanda, eğitimin kitleselleşmesi, aksi takdirde dışlanacak olan gençleri okul sistemine geri getirdi ve bir süre için onları ebeveynlerinin işçi sınıfı dünyasından daha da uzaklaştıran sosyal ilerleme umutları beslemelerine yol açtı.[2] Okul toplumsal hiyerarşileri dönüştürmediği için bu umutlar kısa sürede boşa çıktı. Bu hayal kırıklığının bir sonucu olarak, kabadayılık, provokasyon ve her şeyden önemlisi okulu bırakma olağan hale geldi: eğitimsiz kişilerin oranı tüm ülkede %17,7 iken yukarıda bahsedilen mahallelerde %30 ila %40’a ulaşmaktadır.

Son olarak, gettolar yaratmaksızın, genellikle yerlerinden edilmiş ve yukarıda açıklanan varoluşsal güvensizlik biçimlerinin her haline maruz kalan kalabalık aileleri, bir dizi periferik mahallede yoğunlaştıran son yirmi yılın kentsel politikalarının da payını eklemek gerekiyor.[3]

Dolayısıyla işçi sınıfındaki bu kriz son derece toplumsal. Hem kolektif örgütlenme biçimlerinin (sendikalar, siyasi partiler) gerilemesine hem de kendi içlerindeki rekabetin (“Fransızlar” ve “yabancılar” arasında, ama aynı zamanda “statü sahibi işçiler” ve “ömür boyu geçici işe mahkûm olanlar” arasında) şiddetlenmesine yol açtı. 1990’ların başından itibaren politikacılar tarafından kendi seçmenlerinin [Fransız seçmenlerin] “güvenlik talebi” olarak yorumlanacak olan derin bir huzursuzluk ve içe kapanma yarattı.

Toplumsal ilişkilerin bir güvenlik sorunu olarak yeniden okunması, polis stratejilerinin evriminin temelinde yatmaktadır. Bu dönemden itibaren öncelik araştırmacı polislikten ziyade müdahaleci polisliğe ya da Sosyalist[4] liderlerin iddia ettiği üzere toplum destekli polisliğe verilmiştir. Suça karşı tugayların gelişimi (Brigades anticriminalité – BAC), bu süreçteki en önemli gelişmedir ki bazı polis memurları bile bu gelişmeyi mesleklerinin “militarizasyonu” olarak kınamaktan çekinmemiştir.

Ağır saldırı ve savunma teçhizatıyla ‒flaş topları ve son zamanlarda Taser’lar (öldürücü olmayan elektroşok silahları)‒ donatılmış olan bu birimler suçüstü yakalamayı soruşturma yürütmeye tercih etmektedir. Ki bu da “mahallelerin yeniden fethinde” ısrar eden bir siyasi bağlam içerisinde, günlük müdahalelerinin çoğunu, suçun olmadığı bir yerde baskıya ve kontrole indirgeyerek gerilim yaratıyor. Gençlerin toplanması ve taş atmasına polis, tekrarlanan gereksiz kimlik kontrolleri, aşağılama, bazen dayak, şiddetle ve sıklıkla “saygısızlık” ve “isyan” suçlamalarıyla karşılık veriyor.

Soruşturmadan ziyade müdahaleye verilen öncelik polis istatistiklerine de aynen yansıyor. Polis ve jandarma tarafından kaydedilen suçların sayısı 1974 ile 2004 yılları arasında iki katına çıkarken, narkotik suçlar nedeniyle gözaltına alınanların sayısı 39 kat, göç yasasının ihlali nedeniyle alınanların sayısı ise 8,5 kat artmıştır… Aynı zamanda, vakaların aydınlatılması oranı %43,3’ten %31,8’e inerek keskin bir düşüş göstermiştir. Bu da polis faaliyetlerinin, polisin sokaktaki varlığının ve belirli toplumsal gruplara yönelik yoğunlaştırılmış kontrolün bir sonucu olarak tespit ettiği küçük suçlar üzerinde yoğunlaştığı anlamına gelmektedir.[5] Bu yoğunlaşma, emniyet kurumu ile bu gruplar arasındaki ilişkilerin bozulmasından büyük ölçüde sorumludur ve “kentsel” şiddet olarak adlandırılan olguyu körüklemektedir. Hem düzende hem de kaosta, güvenlik kurumlarının karşı karşıya kaldıkları halk kesimleri kadar önemli bir sorumluluk sahibi olduğu sıklıkla unutulmaktadır.

Otuz yıllık liberal politikaların erozyona uğrattığı emekçi mahallelerinin ekonomik, sosyal ve ahlaki çöküşü ile emekçi çocuklarını kontrol etmek için uygulanan polisiye ve sosyal stratejiler[6] arasında banliyölerin patlaması için nedenler eksik olmuyor. Hatta neden daha sık patlamadıkları bile sorulabilir.

Ekim 2005 sonunda Fransa’da meydana gelen bir dizi şiddet olayının tetikleyicisi, Clichy-sous-Bois’daki bir polis kontrol noktasından kaçmaya çalışan iki gencin trajik ölümü (ve bir üçüncüsünün ağır yaralanması) oldu. Mahalledeki öfke ve kızgınlık polisle çatışmalara, arabaların ve sokak eşyalarının yakılmasına ve çeşitli yıkım eylemlerine yol açtı. Her zamanki gibi.

Sıradan bir protesto biçimi

“Kentsel şiddet uzmanları”, kitlesel şiddetin ortaya çıkışında polisin sorumluluğunu görmezden geliyor. İstihbarat servisinin eski komiseri Lucienne Bui Trong, 1991-2000 yılları arasında kendi departmanı tarafından kaydedilen 341 ayaklanmanın üçte birinin tetiklenmesinde polisin doğrudan ya da dolaylı olarak yer aldığını gönülsüzce kabul ederken bize bu gerçeği hatırlatıyor.[7] Buna mahkeme kararlarını ve güvenlik görevlileri ile özel şahıslar tarafından işlenen suçları da eklemek gerekir.

Bu açıdan bakıldığında Clichy-sous-Bois’daki olaylar trajik öncüllerinden farklı değil, ancak dikkate alınması gereken bir şekilde yayıldı. İlk olarak, bu yayılmaya eylemlerin karakterinde bir değişim eşlik etmektedir. Alliance polis sendikasının genel sekreter yardımcısı Jean-Claude Delage’in gözlemlediği gibi: “Başlangıçta polisle çatışma vardı; bugün ise daha çok küçük ekiplerin polisle doğrudan karşı karşıya gelmeden şehir gerilla savaşı yürütmesi söz konusu.”[8] Bu çatışmalardaki azalma, kendilerine yakın birinin (aile üyesi, arkadaş vb.) ölümüyle bağlantılı duygusal bağlamın dışında, düzinelerce hatta yüzlerce kişinin polisle karşı karşıya gelmesi için koşulların uygun olmamasından kaynaklanmaktadır.

Benzer trajedilerin yaşandığı diğer şehirlerde olduğu gibi Clichy’de de gözlemlenen öfke “gençlerin” çok ötesine geçmektedir. Bu, çatışmalarda yer almasalar da onları anladıklarını söyleyen çok sayıda yetişkin ve aile tarafından paylaşılmaktadır. Trajedinin uzaktan yaşandığı bölgelerde ise durum daha farklı oldu. Seferberlik sadece birbirini tanıyan küçük insan grupları tarafından gerçekleştirildi ve araba yangınları gibi farklı biçimler aldı.

Bu uygulamanın 2005 sonbaharı için yeni bir tarafı yok; 2003 yılında 21.500 araç yakıldı (her gece ortalama 60 araç) ve çoğu kolektif şiddetle ilgisizdi. Sebepler çok çeşitli olsa da (çalıntı araçların imhası, aile anlaşmazlıkları, sigorta dolandırıcılığı, vs), bazı mahallelerde bu uygulamanın yaygın olduğu bir gerçek. Gerçekleştirmesi kolay ve gösterişli olan kundaklama (arabaların, ama özellikle çöp bidonlarının), toplumun en genç üyeleri için sıradan bir protesto biçimi haline gelme eğiliminde. Kundaklama bu grupların örgütsüzlük ve siyasi küme düşme bağlamında seslerini duyurmaları için kalan tek yollardan biri.

Gerçekten de, meşru temsil çevrelerine üyeliği gerektiren barışçıl örgütlenme biçimlerine erişim, toplumsal gruplar arasında hiç de eşit dağılmıyor. Kamusal olarak diskalifiye edilmiş bu eylem repertuarlarının kullanımı suçla karıştırılmamalı. Son olaylara karışan bazı bireyler kriminal davranışlarda bulunmuş, bulunmakta ya da bulunacaklardır. Ancak bunlar son haftalarda gözlemlenen dinamikler ve bunların tezahürlerinden bağımsızdır. Mahkemeye çıkarılan kişilerin çoğunun sabıka kaydının bulunmamasının nedenlerinden biri de budur.

Yıllarca süren sosyal ve ekonomik bozulma ve kontrollerin sıkılaştırılmasıyla körüklenen bu yakıcı şiddet kullanımı, İçişleri Bakanı’nın radikal söylemi ve medyanın, özellikle de televizyonun kopardığı yaygarayla beslendi. Nicolas Sarkozy’nin kamuoyuna yaptığı açıklamalardaki horgörü ve savaşçı erillik karışımı huzursuzluğu körükledi. Yerel olarak birikmiş aşağılanma ve kızgınlıkları, onlara ortak bir hedef göstererek kristalize etti. Güç dengesinin hararetli bir savunucusu olan bakan, hiç şüphesiz şiddetli tonunun siyasi getirilerinden yararlanırken aynı zamanda düzen politikasına karşı direnç olarak algıladıklarını da etkisizleştirmek istiyor. Bu hesap kısa vadede doğru olabilir, ancak şiddetin yoğunluğunu arttırdı ve sitelerin[9] kolektif hafızasında etkilerini tahmin etmenin imkânsız olduğu silinmez izler bırakacak. Bunda medyanın da azımsanamaz bir etkisi olduğunu söylemeliyiz.

Grevcilerin her zaman harekete katılan diğer işyerlerini, üniversiteleri ya da kuruluşları sıralayarak başlamasında gördüğümüz gibi, her yerel seferberlik de etkililiğinin büyük kısmını içinde yer aldığı kolektif dinamikten alır. Bu durum, basın tarafından yangın haritaları ve yıkım ‘kayıtları’ ile takdire şayan bir şekilde sergilendi. Krizle ilgili haberlerin işlenmesi, komşu şehirden ‘daha iyisini’ yapma arzusuyla beslenen bir taklit mantığından öte, şiddet eylemi repertuarlarını senkronize etti, homojenleştirdi ve yaydı ve böylece ulusal bir hareket kurgusuna itibar kazandırdı.

Kolektif eylem sosyolojisinin bu temel ilkeleri krizin dinamiklerini anlamayı sağlıyor ve krizin radikal İslamcılar ya da organize suç örgütleri tarafından manipüle edildiğine dair teorileri kesin olarak geçersiz kılıyor. Bu senaryosu ince ince yazılmış kurgular en iyi ihtimalle yazarlarının durumu anlamadaki yetersizliklerini, en kötü ihtimalle de kontrol kaybını ve/veya bununla başa çıkmak için alınan radikal tedbirleri meşrulaştırmak için tasarlanmış sinik bir manipülasyonu yansıtmaktadır.

Bu, hiç şüphesiz son olayların en büyük risklerinden biridir. 2005 sonbaharındaki huzursuzluk da daha fazla toplumsal gerileme için bir bahane olarak hizmet edecektir. Çıraklık eğitiminin 14 yaşına çekilmesi, tek tip ortaokulun muhtemel sonu ve vasıfsız istihdamın esnekleştirilmesinin hızlandırılması, alt tabaka gençlerin belirsizliklerine karşı şimdiden verilen cevaplardır. Sosyal uyum ve kamu düzeni üzerindeki yıkıcı etkilerini açıkladığımız sert polisiye ve adli tedbirler artırılmıştır. Bazı seçilmişlerin uzun zamandır hayalini kurduğu sosyal yardım şantajı yeniden canlandırılmış ve emekçi ya da göçmen ailelerin çocuklarının “anti-sosyal” olarak tanımlanan davranışlarını patolojik olarak sunan en gerici raporlar (Benisti raporu ya da Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırmalar Kurumu’nun “ergen bozuklukları” üzerine raporu gibi) tekrar gündeme gelmiştir.

Solun kafa karışıklığı

Hükümet, alt tabaka sınıflar arasındaki iç rekabete oynayarak (“kendini kurtarmak istemeyenlere” karşı “başarılı olanlar”, “faillere” karşı “kurbanlar”, “çok eşli ailelere” karşı “Fransızlar”) hem sosyal ve ekonomik yardımları zayıflatmak hem de savunduğu eşitsiz düzene karşı gelişen örgütsüz direniş biçimlerini kırmak için mevcut kargaşadan yararlanacaktır. Bu durumun, siyaseten tutarlı bir Sol’u, otuz yıllık muhafazakâr devrimin işçi sınıfı çevrelerinde açtığı yarıkları kapatabilecek bir dönüşüm projesi ortaya koymaya zorlaması gerekir.

Sosyalist Parti’nin olağanüstü halin uzatılması konusundaki yanlış tutumu, Komünist Parti ve aşırı sol partilerin “yeni tehlikeli sınıflar” olma eğiliminde olanlara bir alternatif sunamaması ya da onların spesifik ihtiyaç ve yönelimlerini kapsamayı becerememesi, doğru yolda olmadığımızı gösteriyor. Ve eğer böyle devam edilirse, krize yönelik “çözümler” yalnızca en başta krize yol açan nedenleri güçlendirmeye hizmet edecektir. Etkili bir dayanışmanın yeniden inşası her zamankinden daha fazla gerekli. Liberallerin ve onların hizmetçilerinin banliyölerde ve başka yerlerde her gün yok etmeye çalıştığı şey, yani farklı mesleki statülere, dinlere ve kökenlere sahip bireylerin ortak siyasi hedefler etrafında örgütlenmeleri, bu insanların kolektif kaderlerini iyileştirebilecek tek şeydir.

Kaynak: https://www.monde-diplomatique.fr/2005/12/BONELLI/12993

[1] Robert Castel, Les Métamorphoses de la question sociale, Gallimard, coll. « Folio Essais », Paris, 1999.

[2] Stéphane Beaud ve Michel Pialoux, « La troisième génération ouvrière», Le Monde diplomatique, Haziran 2002.

[3] Observatoire des zones sensibles, rapports 2004 et 2005, Editions de la DIV, Paris.

[4] Sosyalist Partili liderler. Ç.N.

[5] Şu raporda görüldüğü gibi tüm karmaşık suç türlerinin bastırılmasının bir kenara bırakılması da bu döneme denk gelmektedir: « Rapport au garde des sceaux sur la politique pénale menée en 1999 », Direction des affaires criminelles et des grâces, avril 2000, p. 27

[6] Observatoire des zones sensibles, rapports 2004 et 2005, Editions de la DIV, Paris.

[7] Lucienne Bui Trong, Les Racines de la violence. De l’émeute au communautarisme, Audibert, Paris, 2003, p. 63 et suivantes.

[8] France-Culture, 9 novembre 2005.

[9] Fransa banliyölerinde genellikle yabancı yoksul ailelerin yaşadığı toplu sosyal konut alanlarına site (cité) denmektedir. Ç.N.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar