Ana SayfaGüncel Yazılar13 Mart Ankara Kızılay: Yanlış bir devrimci eylem

13 Mart Ankara Kızılay: Yanlış bir devrimci eylem

 

13 Mart’ta Ankara Kızılay’da yapılan saldırıyı dört gün sonra TAK üstlendi.

Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK), feda eylemini gerçekleştiren devrimciyi de, hükümetin olaydan birkaç saat sonra bu kez isabetle ilan ettiği gibi, açıkladı: Doğa Jiyan politik adını kullanan Seher Çağla Demir.

TAK, eylem biriminin hedefe yöneldiğinde polis müdahalesiyle karşılaştığını ve bu yüzden sivil kayıpların da olduğunu ifade ettikten sonra ekliyor: “Kirli savaşın sorumlu ve yürütücüleriyle hiçbir bağı bulunmayan sivil kayıplardan dolayı üzüntümüzü belirtiyoruz.” TAK’a göre, eylemde “çok sayıda polis de ölmüş ama gizlenmiştir ve bu eylemde olduğu gibi gerçekleştirdikleri “eylemlerde savaşın kaçınılmaz bir sonucu olarak sivil kayıpları yaşanmaktadır.”

Açıklamada, çok önemli bir ifade var: “Kürdistan’da sivil Kürtler savaşın kaçınılmaz sonucu olarak değil, hedef alınarak katledilmektedir.” TAK, bu eylemdeki sivil kayıpların, Batıdaki kamuoyunun “Kürt halkına yaşattırılan acıları anlamasına” hizmet etmesine ilişkin umudunu vurguluyor.

Ancak, şu tehdidi savurmaktan geri durmuyor: “Türkiye’de yaşayanlar bilmelidir ki; faşist diktatörlük yerle bir edilinceye kadar, hiç kimsenin yaşamı güvence altında değildir.”

TAK’ın kısa açıklamasına egemen olan duyu, açıkça “intikam”dır ve örgüt, bu duyuyu döne döne vurgulamada hiç cimri davranmamaktadır.

TAK’ın açıklamasındaki, eylemin hedefe yönelirken polis müdahalesiyle karşılaşma sonucu sivil ölümlerinin olduğu değerlendirmesinin, olay yerindeki “hedef”e fiziki ulaşamazlık göz önüne alındığında isabetsiz olduğu söylenebilir. Gerçek, TAK’ın bu konuda özen göstermeyi reddeden bir yaklaşıma sahip olmasıdır.

Bir sorun olarak bu türden eylemler

TAK’ın, “Türkiye’de yaşayanlar”ın yaşamının güvencede olmadığını ilan etmesi, Kürdistan Özgürlük Hareketi açısından nasıl değerlendirilebilir?

Bu, açıkça amaca aykırı bir yaklaşımdır. Hedefler arasında Türkiye halkının da olmasının TAK’ın resmen olmasa da politik açıdan bağlı olduğunu ilan ettiği Kürdistan Özgürlük Hareketinin politik duruşu açısından savunulurluğu söz konusu olamaz. Değerlendirmenin, bir üst-ilke, etik ilke olarak “masum sivillerin zarar görmemesi”ni içermesi gerekmiyor bu yargıya ulaşmak için;” soğuk” bir değerlendirmeyle, sivillerin hedef olması ya da eylemde sivillerin canının marjinal değerinin kritik ölçüde düşük olması Hareketin amacına aykırıdır. Bir özne, sivil halkı da hedefleyen eylemleriyle düşmanının davranışlarını etkileyebilir veya değiştirebilir elbette, ama yarar-zarar hesabı yapması beklenir. Peki, elde, bu eylemde ve önceki eylemlerde bu hesabın yapıldığına ilişkin veri var mıdır?

Bu eylem savunulamaz; çünkü Kürdistan Özgürlük Hareketinin Türkiye halkını hedef gördüğüne veya halkı hedefleyerek Türk devletini vurmuş olabileceğine ilişkin bir politik anlayışı ve yaklaşımı yoktur. Bu saptama için, Hareketin “gizli ajanda”sına vakıf olmaya gerek bulunmuyor. Hareket, politik olarak ortadadır ve politik varlığı bu konuda hüküm yürütmek için yeterlidir.

Kürdistan Özgürlük Hareketinin, masum sivillerin mutlak olarak savaşın dışında görülmesine ilişkin bir genel anlayışa hiç de prim vermeyen bir duyuya, tarihe ve anlayışa sahip olduğunu biliyoruz. Gerçek dünyanın içinde kendine gerçek yer bulma mücadelesi veren hiçbir devrimci hareketin ideal ve sürtünmesiz zeminler arama türünden lüksleri olamaz. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde, Hareketin mücadele tarzının bu tür bir anlayışa ilke olarak karşı olduğunu ilan etmeyi de kapsadığı açıktır.

Bu eylem savunulamaz; çünkü Kürdistan Hareketi, Türkiyeli devrimci ve demokrat kesimleri mücadele yolunda stratejik müttefik olarak kabul ve ilan etmiştir. Bu, Türkiye halkının da geniş anlamda müttefik olacağı beklentisi anlamına gelir. Yani eylem, bugün olmasa da yarın bağlaşık olması umulan bir kesime karşı ya da o gözetilmeden yapılmış oluyor! Buna, olgusal olarak, bu eylemde ölen sivillerin önemli kısmının birçok bakımdan 10 Ekim (2015) Ankara katliamında ölenlerle aynı sosyo-kültürel evrenden olması unsuru eklenirse vahametin düzeyi daha belirginleşecektir.

Öyleyse, Türkiyeli devrimci ve demokrat kesimlerin, açıkça zorlanacağı bir durumla karşı karşıya bırakılmasının uygunsuz olduğu ortadadır. Kürdistan Özgürlük Hareketi, mücadelenin stratejik yolunu Türkiye devrimiyle birlik üzerine inşa ettiğini açıklamaktadır. Bu türden eylemler öncelikle Türkiyeli bağlaşıkları zor durumda bırakacaktır.

Eylemin kaçınılmaz nesnel etkisiyle, Kürdistan Özgürlük Hareketinin bağlaşımının devrimci yönünü ifade eden, ve kuruluşu 12 Mart’ta ilan edilen Halkların Birleşik Devrimci Hareketi konjonktüre talihsiz bir giriş yapmış oldu. Bu eylemle, Türkiyeli devrimci kesimlerin Kürdistan ağırlığını şoke edici bir tarzda üzerlerinde duyması bir kez daha sağlanmış oldu!

Bağlaşımın demokratik yönünü ifade eden HDK ile HDP’nin, eylemi “insanlık suçu” olarak niteleyen ve “lanetleyen” açıklamaları da, Kürdistan devrimcilerinin yanlışının demokratik alanda nasıl algılanmak “zorunda” olduğuna ilişkin ibret verici bir örnektir. Nasıl algılanmak gerektiğine değil, nasıl algılanmak zorunda olduğuna… Çünkü, bir devrimci, yanında yöresindekilerin verili ideolojik, politik, kültürel durumunu hesaba katmakla yükümlüdür. Bu anlamda, özellikle HDK’nin, karşı cepheden önce inisiyatif almak için, salt süre bakımından değil, zihniyet bakımından da ivecenlikle “insanlık suçu” hükmü vermesi işlevsel olmadığı gibi yanlıştır da…

TAK’ın eylem listesinde halkın dolaysız zarar gördüğü veya doğrudan halkın hedeflendiği örnekler bulunuyor. Birçoğuna ek olarak, 16 Temmuz 2005’te Kuşadası ile 20 Eylül 2011’de yine Ankara Kumrular Sokağındaki eylemler bunların önde gelenlerindendir.

TAK, Türkiye halkıyla Türkiyeli demokrat ve devrimcilerin arasına söz konusu eylemlerini koymakta, sol hareketi bu ağır gerçeği aşma zorunluluğuyla karşı karşıya bırakmaktadır. TAK’ın eylemli varlığı, Türkiye halkıyla solcusunun arasına negatif bir etmen olarak girmektedir.

Peki, Türkiyeli devrimcilerin trajik zayıflığı ve Türk halkının devletin yanındaki trajik duruşu koşullarında bile, buna değmez mi?

Türkiye solunun Kürdistan mücadelesine yeterli destek veremediği ve Türk halkının neredeyse devletin askeri olduğu koşullarda bunun “nesnel bir karşılığı” olduğu reddedilemez. Bu taraf, Kürdistan mücadelesine yeterli bir destek vermekten çok uzak. Ama mesele burada kalmıyor. Kürdistan Özgürlük Hareketi ve TAK’ın bağlılığını resmen ilan ettiği Abdullah Öcalan, bu “nesnelliği” karşılamak değil üstlenmek üzerinden bir politik duruş ifade ediyor. Hareket, bizlerinki gibi küçük itirazlar dışında, Türkiye devrimini ve demokrasisini de üstlenen bir yola girmiş bulunuyor. TAK’ın eylemleri bu yönelimle bağdaşmamaktadır.

Kürdistan Özgürlük Hareketinin öteki bileşenleri ne derse desin; TAK, eylemleriyle, bu tarafın başka bir ülke ve bu tarafta başka bir halk olduğunu unutanlara olumsuzluğuyla etkili bir şekilde hatırlatmaktadır. Nitekim, Kürdistan’da da sivillerin zarar gördüğü birçok eylem oldu ve Hareket, bu eylemlerden dolayı halktan özür diledi -ve halk genel olarak özrü kabul etti.

Geçmiş yıllarda El Kaide ve şu yıllarda IŞİD, Batı metropollerinde halktan binlerce kişinin öldüğü eylemler düzenledi. Fakat bu örgütler için söz konusu eylemler politik bir anlayışa dayanıyordu. O ülkeleri halkıyla birlikte toptan darülharp (savaş alanı) görüyordu El Kaide ve IŞİD.

Sol hareketteki örgüt ve kuruluşların tamamı eylemi kınadı. Bunların arasında, onaylamamakla birlikte lanetleme furyasına kapılmayan azımsanmayacak örnek bulunuyordu. Açıklama sahipleri, görüldüğü kadarıyla, eylemin TAK tarafından yapılmış olabileceğini baştan itibaren gözetiyorlardı. Bu bakımdan, eylemi, aynı özneyi kast ederek, solculuğun amentüsüne ters, alçakça ve insanlık dışı olarak niteleyenlerin de gayet bilinçli bir tutum sergilediği vurgulanmalıdır.

Vicdan denilen efsunlu virüs

Vicdan denilen topuzu kaçmış kantarla tartmaya kalkanlar oluyor bu eylemi! Ölen gencecik fidanlar, pırıl pırıl insanlar, göğ’iken biçilenler!..

Vicdanı sonuna kadar izleyeceklere, Kızılay eylemini lanetlemek değil savunmak düşer. Tutarlı ve sonuna kadar vicdanlı olanların, kendininkinden önce başkasının acısıyla dağlanması beklenir. Tutarlı ve sonuna kadar vicdanlı olmaya var mısınız! Kürtlerin yaşadığı ve vicdanları binlerce kat daha çok kanatmaya yetecek acıyı kıyaslamaya var mısınız!

Ama sonuna kadar vicdan, zaten vicdanın bittiği ve vicdana gerek olmayan bir yerdir. Artık burada “soğukkanlı” değerlendirmenin diyarına girmek zorundadır âli vicdan sahibi, yani ilgili özne! Ve artık burada sınırlı vicdanın güdüklüğü, bencilliği, bulunulan yerden başka hiçbir yere götürmeyişi görülecektir. Mao, kuyunun dibindeki kurbağanın gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sandığı meselini çok aktarır.

Sınırlı vicdan –ezici çoğunlukla vicdan böyle işlemektedir- bulunduğu “bu yerden” Kızılay’da ölen gence yanar, ama yine bir başka sınırlı vicdan, bulunduğu “öte yerden” ölen ve zulme uğrayan Kürt bebesine, gencine, kadınına, yaşlısına yanar ve intikam hırsıyla dolar. İşte TAK, bu hissin yoğunlaşmış ifadesidir.

Peki, bu durumda terazinin her iki kefesinde bulunan –sınırlı- vicdanların hangisi ağır basacaktır?

Her şeye rağmen, masum ölümlere rağmen, bu eylemin bazı yüreklerdeki ateşi birazcık soğuttuğu düşünülemez mi?

Yüzbinlerce Kürdün, kendi ülkesinde sefil sürgünler durumuna düştüğü, beşikteki bebekten bir ayağı çukurda kocamışa kadar öldürülecek düşman muamelesi gördüğü, savaşçıların cesetlerine her türlü aşağılamanın reva görüldüğü bir ortamdan söz ediyoruz. Yani “vicdanların bolca kanadığı”, “lanetlerin ve ilenmelerin” bolca yaşandığı bir gerçeklikten…

Devrimci özyönetim girişimleri nedeniyle TC’nin ağır ve ezici saldırısına canını dişine takmış bir direniş sergileyen Kürdistan Özgürlük Hareketinin, silahlı ve silahsız örgütlüler bir yana, “ağır insani hikayeler” karşısında büyük bir gerilim yaşayan savaşçılarının “intikam” eylemleri yapması ve “o taraf”tan sonra “bu taraf”ı da yaşanamaz hale getirme çabasının tarihsel meşruiyetini tartışmak boştur. (“Olayın Rusya’da geçmesinden” başka bir şey anlamayanlara, bunun bir savunu sözü olmadığı vurguyla yinelenmelidir!) Bunun, açık bir nesnellik olduğunu öncelikle teslim etmek zorunludur.

Kürdün ölüm ve acısının marjinal değeri, Türkün ölüm ve acısından çok düşük ne yazık! Paradoksal olan, yüksek değeri Türk için dezavantajken, Kürdün bunu avantaj haline getirmesidir.

*

Bu eylemle TAK, “insanlık suçu” mu işlemiştir ve böylece “lanetlenmeli” midir? Bizim tarafın yanlışları ile düşmanın eylemleri arasında kategorik bir ayrım yapmak zorundayız. Bu meselelerde “vicdan”ın temel kerteriz alınmasına hiçbir yürek dayanamaz. Her ölüm –silahlı savaşçı ve gaddar düşman da olsa-, vicdan denilen aldatılmaya pek çok müsait nesnenin kabul edemeyeceği bir ağırlıktır ve ardında büyük insani öyküler bırakır. Mesele, ölme ve öldürmenin kategorik reddine uzanmak zorundadır. “Ölmiycez, öldürmiycez; hiçbir ölümü kabul etmiycez!” diyenler kendilerine başka bir gezegen arasın! Başta Kürdistan Hareketinden ve bu ülkelerden “hemmen” uzaklaşsın!

Her önemli yanlışı tez elden lanetleyen ve -pek sevdikleri deyişle- “ötekileştirerek” yanlışsız saflar arayanlar, bu tarafta yanlış yapmayan ve bir şey de yapmayan dostlar bulabilir belki, ama bu tarafta kalmayı hâlâ başarmışlarsa bu kez karşılarında Tayyipler bulacakları kesindir.

11 Eylül eylemi ardından konuşan ABD Başkanı Bush’u taklit eden Tayyip Erdoğan’ın 14 Mart’ta dediği gibi, “Ya bizim yanımızda olacaklar ya da teröristlerin yanında yer alacaklar. Bu işin ortası yoktur”.

*

Vicdan ve acı, gerçektir ama miyoptur; bu yüzden kendine “insanlık” adını verdiği ve uz-görür olduğunu sandığı bir gözlük takmıştır. Bu gözlük de işporta malıdır ve bazı tarihsel dönemlerde adımlar atmamıza meydan verse de, teorik olarak bize ait değildir.

Sıçrayan alazlar

Tayyip Erdoğan, kontrollü bir yangınla etkisini pekiştirmek istiyordu. Ama yangının kontrol dışına taştığına ilişkin belirtiler giderek güçleniyor. Evinde çıkardığı yangını sınırlamak isterken, alevler komşudakilerle birleşiyor.

IŞİD’in ya da Kürdistan devrimcilerinin Ankara’da yaptığı eylemler, Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyanın dinamiklerinin salt Kuzey Kürdistan’a sıçramakla kalmadığının, her geçen gün bu taraflara da yayılma eğilimi gösterdiğinin belirtileridir.

Patlamanın görüntülerinde ateşli parçaların çevreye düzensiz bir şekilde fırladığı izleniyordu. Suriye, Irak ve Kürdistan’daki ateşin alazlarıdır bu taraflarda yaşananlar.

Şimdi soru şudur: Günlük yaşamlarımızı çekilmez hale getirecek bu alazlar, orta vadede Türkiye devrimi için işlevlenebilir mi? Yanıt olumluysa, TAK’ın yanlış eylemleri ile IŞİD’in düşmanca eylemlerini bu büyük nesnellik içine alacağız demektir. (Örneğin, bu bakımdan, DHKP-C’nin, neredeyse kararlı bir şekilde sadece devrimcilerin ölmesiyle sonuçlanan trajik kısır eylemlerinin işlevsiz olduğu söylenebilir.)

Bu eylemin Tayyip Erdoğan devletini her ne olursa olsun zor durumda bıraktığı açıktır. Devlet denilen nesnenin önde gelen belirtisi, TC yetkililerinin Kürdistan için sıklıkla kullandığı ifadede olduğu gibi “kamu güvenliği”dir ve bu güvenlik duygusu, Tayyip’in istemediği kadar hızla erimektedir. Tayyip Erdoğan adındaki çapsız politik figür, içine düştüğü ve hamle yaptıkça daha da dolanan kördüğüm içindedir artık.

Bu eylemin, Tayyip Erdoğan’ın işine yaradığını ileri sürmenin, genetik bir liberalizmle malul olduğunu hiçbir ılımlı yaklaşıma prim vermeden söyleyebiliriz. Genetik bir liberalizmdir; çünkü, bu anlayışa göre, Tayyip Erdoğan’ın politik heveslerine devrimci özyönetim pratikleri de cevaz vermiştir, PKK’nin Kürdistan’da savaşı tırmandırması da… Ve nihayet; ölmeyi ve öldürmeyi peşinen kapsayan devrimcilik, egemenlere saldırı bahanesi vermektedir tarih-öncesinden beri!

Tayyip Erdoğan, derin bir kıstırılmışlık içindedir ve TC’nin tarihinden “üç vakte kadar” düşecektir. Ama hangi ân’ın son ân olduğunu söylemek için henüz çok erkendir.

Kaos ve kargaşa Türkiyesi büyümekte, istikrar ve düzen Türkiyesi küçülmektedir. Kargaşanın fukaradan yana olmasını sağlamak –demokrasi mücadelesine değil- sadece devrimci mücadeleye bağlıdır. Tayyip Erdoğan’ın çıkarı kontrolünde gidecek kaostadır, kargaşanın ipinin elinden kayması Tayyip’in kendisinin de, çöreklendiği Beştepe’den kayması demek olacaktır. Kargaşanın devrimci inisiyatifle artması devrimin yararınadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar