İçinde bulunduğumuz politik konjonktürün niteleyici bir etmeni depremdir. Depremle birlikte düzenin iki büyük kanadı arasındaki mesafe arttı ve kanatların birinin temsilcisi Kemal Kılıçdaroğlu, öteki kanadın temsilcisi Tayyip Erdoğan’a karşı görece sert bir konum aldı. Bu ayarlama sonucu, Kıılıçdaroğlu ile düzen içindeki tek demokratik güç olan HDP’nin arasındaki nesnel mesafe azaldı.
Bu durumu gören HDP’nin, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi gündemde. HDP’nin kararını tayin edici görüyoruz. Yapacağı değerlendirme sonucu, bu partinin Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararına uymak gerekecektir.
HDP nedir?
HDP, devrimci konumdan gayet yavan bir işleve sahiptir. Bu parti, düpedüz düzenin sınırları içinde ‘demokratik siyaset’ yürütmek üzere var olmuştur. Fakat, HDP, muhtemelen dünya çapında ayrıksı bir varlık olarak, bir yandan demokratik siyasetin ülkesel bir gücüdür, öte yandan bölgesel bir devrimci güç ile kopmaz bağa sahiptir. Bu iki özelliği Türkiye tarihi boyunca taşıyan başka hiçbir varlık olmadığını söylemeye gerek olmadığı sanılabilir, ama ülkenin solcular atmosferi bu özel gerçeği kezlerce anlatmayı zorunlu kılıyor.
Türkiye’de çok sayıda legal sosyalist parti var. Ancak bunların tümüyle HDP arasındaki ayrım kategoriktir. Bu partilerin hiçbiri düzen politikası bakımından ülkesel güç değildir ve hiçbiri ülkesel güç olmak bir yana anlamlı bir devrimci güç ile bağlı değildir. (Çoğu zaman “sosyalistler” diye bir özneye seslenilmektedir. Kasıt, sosyalist parti ve oluşumların tamamı ya da büyük çoğunluğu olsa gerektir. Özne, adı üstünde, tekleşmeyi ön gerektirir; ama söz konusu oluşumların tekliğini varsaymak mümkün değildir. Buna karşın, bir an bu olanaksızlığı gözardı etsek dahi bu örgütlerin toplamı ülkesel güç olmaya yetmeyecek haldedir.)
HDP, düzenin çeşitli mekanizmalarından yararlanarak yine bizzat düzenin güçlerine rağmen var olmuş büyük bir varlıktır ve düzen, olanca saldırısına karşın dağıtamadığı bu güç ile uzlaşmak durumunda kalmıştır. Uzlaşı bugün özgül biçimler alarak Millet İttifakı nezdinde cereyan etmektedir.
Ancak hiçbir yanılsamaya yer olmamalıdır; devletin baş edemediği, tek başına “altı milyon oy”un siyasal partiler yasasındaki karşılığı değildir. Devletler, milyonlarca oya sahip “komünist” adlı nice büyük partiyi kendi oyun kurallarında maharetle terbiye etmiştir ve HDP bundan hiçbir şekilde muaf değildir. HDP, devletin onlarca yıl boyu yok edemediği bir bölgesel devrimci güç ile kopmaz bağlara sahiptir ve bu devrimci gücün garantörlüğü sayesinde kimliğini bularak demokratik siyaset alanında yürüyebilmektedir.
Değeri ölçülemez bu nitelik sonucu, HDP’nin düzen politikasına devrimci bakış, herhangi bir büyük demokratik gücün varlığına bakıştan kategorik olarak farklıdır. Bu yaklaşım sonucu, evet, açıkça, HDP dolayısıyla düzen politikası içinde taraf olabilmenin ve bağlaşımlar yapabilmenin koşullarının varlığını savunuyoruz. HDP, bu türden işlemler için bize sağlam bir yaklaşım yöntemi bırakan İbrahim Kaypakkaya’nın “parti-ordu-cephe” üçlemesi koşulunu yerine getirmiştir. Bunun ilkesel gerekçesinin, HDP’nin yüzde bilmem kaçlara ulaşan ‒ve kategorik değere sahip‒ oy gücünde değil, devrimci garantörlükte bulunduğunu vurguluyoruz.
Bu bakımdan, düzen politikası yürütmeye ve içinde bulunduğumuz seçim konjonktüründe ‒uygun görüyorsa‒ Kılıçdaroğlu’nu desteklemeye ehil tek varlık HDP’dir. Bizler, ancak HDP’nin varlığını izlemek suretiyle düzen politikasına katılma hakkına sahip olabiliriz.
Kılıçdaroğlu kimdir / nedir?
Kılıçdaroğlu’nun başında olduğu geniş cepheyi öncelikle düzen içindeki karşı-taraf tanımlamaktadır. Tayyip Erdoğan’ın elebaşı olduğu egemen kanat, iktidarı darlaştırmaya yönelmekte ve iktidar nimetlerini öteki egemenlerle paylaşmaya radikal bir şekilde uzak durmaktadır. Erdoğan’ın bu zamana kadar yapısal nedenlerle başarısız olduğu ama canhıraş bir şekilde uğraştığı bu yolda, karşıdaki geniş egemen kesimler cephesi, devletten geri dönüşsüzce mahrum kalmamak için mücadele ederken modeller oluşturmaya çalışmaktadır. Erdoğan, karşısındaki cepheyi demokratikleşmeye zorlamaktadır. Öte yandan, Erdoğan, plebisiter bir seçimli rejim kurmaya ilişkin onca gayretine karşın rejimi dönüştürmeye güç yetirememekte ve seçimli yönetim tarzını izlemek durumunda kalmaktadır. Seçimli yönetim tarzı, sandıklarda şu ya da bu yolla başarı sağlamayı zorunlu kılmaktadır.
Millet İttifakında bir araya gelen egemenler, Erdoğan’ın girdiği darlaştırıcı kurumsal yolun menzilinde tamamen devre dışı kalacaklarını görüyor ve bu yüzden Erdoğan’ın yok edemediği seçimli rejime daha güçlü bir tarzda yönelmek zorunda kalıyor.
Tayyip Erdoğan bu zamana kadar patronaja dayalı tarzıyla sandıklarda başarıyı sağlayabilmiştir. Karşı taraf patronaj dışında bir yol bulmayı gereksinmektedir. Bu, “demokratik” biçimli bir nitelik arz etmektedir.
“Burjuva demokrasisi”nin klasik kabul edebileceğimiz bir örneğinin aranması bayağı cinsinden bir özcülüktür. (Demokrasi terimini sadece Marksizmin ona verdiği anlamda anladığımızı vurgulamak gerekli olabilir.) Ancak ne olursa olsun, burjuva demokrasisi, egemen kesimlerin çeşitli kanatlarının devlet iktidarında pay sahibi olduğu ve bu işlem sırasında ikincil bir öğe olarak halk yığınlarının kademelenmiş bir şekilde bu paydan yararlanabildiği rejimdir. Burjuva demokrasisi çok çeşitli biçimler alabilir, görece radikal olanlar yanında son derece zayıf örnekler de söz konusu olabilir. Ancak hiçbir burjuva demokrasisinin devrime karşı demokratik olması beklenemez. Burjuva demokrasisi, demokratik oyunu oynamaya razı öznelere izin vermek anlamı ve ölçüsünde demokratiktir. Türkiye’nin yapısallığının izin verdiği burjuva demokrasisinin son derece zayıflar arasında olduğunu söyleyebiliriz.
Millet İttifakı, egemenler arası ilişkide zorunlu nedenlerle demokrasiyi hedeflemek anlamında demokrattır. Bu ittifak, Erdoğan cephesine karşı seçimli mücadelede yetmezlik içindedir ve ezilen kesimlere gereksinim duymaktadır. İşte burada ezilenlerin yüksek değerdeki bir gücü olarak HDP gündeme gelmektedir. (HDP’nin Kürdistan Hareketinin damga vurduğu bir parti olması ve burada öteki ezilenlerin politik temsili bakımından yapısal eksikler de tarihimizin gerçeğidir.) Gereksinim, Kılıçdaroğlu cephesini, göksel değerler sonucu değil bayağı zorunlu gerekçelerle HDP ile müzakereye itmektedir. Görece tatminkâr ya da son derece sınırlı olabilecek bu işlemin niteliği demokratiktir. Kılıçdaroğlu cephesinin tarihsel misyonu bu işlemi olanca sınırlı şekilde bitirmek iken, HDP’ninki mümkün olduğunca genişletmektir. Demokrasi atla deve değildir ama HDP dolayısıyla özgül bir gerçektir.
HDP’nin sağı ve solu
HDP’nin gerçeği ortadayken, Türkiye’nin çeşitli sosyalistlerinin bu partiyi sağından ve solundan çekiştirdiğini görüyoruz. Bir kısmı bu konjonktürde bile değil bütün tarihte demokrasiye ve demokrasi içinde kendilerine büyük bir rol biçerken, öteki kimi sosyalistler devrim adına demokratik kırıntıların hiçliğini vurguluyor. HDP, bugün, demokratik siyaseti devrimci garantörlük olmaksızın yürütmeyi yol belleyen bir “reformcu sosyalizm” ile demokratik siyaset alanında, hatta HDP içinde olduğu halde devrimci politika izlemeyi tek yol gören “dar-sosyalizm” tarafından adeta paçalarından çekiştiriliyor.
Bu iki işlemi HDP’nin uzağında yapanlara bu bağlamda edilecek söz olamaz. Bize göre, bu iki tutum tarzının, HDP’yi girdiği son derece zor düzen siyaseti müzakere masasında daha da zor durumda bırakmaktan başka bir somut işlevi yoktur.
HDP’yi sağından çekiştiren sosyalistlerin başında TİP gelmektedir. Bu partinin önemli bir popülist deneyim içinde olduğunu teslim etmeliyiz. Ancak, deneyime başlama koşulunun HDP olduğu gibi gayet açık bir gerçeği es geçebiliyorlar. TİP’in başarılı milletvekilleri HDP sayesinde geldikleri Meclis kürsüsü olmaksızın yoklardı. Şimdi de, HDP’nin oy potansiyelini Batı’da neredeyse sınırsızca kendilerine bahşederek geri çekilmesini talep etme cüretini gösteriyorlar. Hatta HDP’yi artık geride bıraktıklarını ve Türkiye politik sahasında bu partinin kendilerine ayak bağı olduğunu vehmediyorlar. TİP, HDP’den rol ve oy çalmayı bile geride bırakarak bunda hak iddia etme sarhoşluğu içinde. Hikmet Kıvılcımlı’nın 1969 seçimleri üzerine “birinci TİP”e yaptığı uyarının, “sonuncu TİP” için de aynıyla geçerli olması hiç de tarihsel cilve değildir: “’Başa güreşme’ gösterileriyle girilen 1969 seçimlerinden 2 tek milletvekili ile çıkınca TİP liderleri iskambilden şatolar gibi birbirlerinin üzerine yıkıldılar. Bunca yağmur duasına çıktıkları parlamentarizm göklerinden, mutsuz ‘baş’larına taş yağmıştı.”
Buna karşılık, HDP’nin solunda yer alan ve ESP’nin öne çıktığı devrimci kesimler, HDP’nin, demokratik siyaset alanında yer almasını boşa düşürecek tarzda, bu alana özgü taktikler izlemesini reddediyorlar. Bu kesimlere göre, HDP, düzen siyasetini etkileme olanağına sırtını dönmelidir. Çünkü onlara göre, Millet İttifakına olası destek, HDP’nin üçüncü yol ya da üçüncü cephe olma niteliğini tasfiye etmektir.
HDP’nin sağındaki dil bizatihi sağcıdır, ama sol dil de, HDP’ye, bir etki olasılığını reddetmeyi önererek sağcı bir işlev görüyor. Küçücük de olsa bir demokratik etki olasılığı vardır ve sol söylem bu olasılığa sırt çevirmeyi vazederek sağa düşmektedir. Vurgulayalım; söz konusu olan demokratik siyaset alanıdır ve bu alanı kategorik olarak reddeden devrimcilere edilecek tek bir söz olamaz. HDP içinde yer alan ya da demokratik siyaset alanını reddetmeyen devrimci kesimlerden tutarlılık bekleme hakkı vardır. Ya demokratik siyaset alanını kategorik olarak reddeder ve HDP tipi varlığı gereksiz ilan edersiniz ya da HDP’nin varlığının doğallığını icra etmesine ilkede karşı çıkmazsınız.
Öncelikle belirtilmeli; garantör devrimci gücün temsil ettiği bir üçüncü yol vardır ve bunun dinamiği başkadır. Oysa HDP’nin temsil ettiği üçüncü yol düzen içinde yer alan bir yoldur ve bu yol bazı konjonktürlerde düzenin aslî sahiplerinin yollarıyla kesişebilecektir. HDP’nin misyonuna bu kesişme hatta bir süre paralel yürüme dahildir. Söz konusu sosyalist kesimlerin üçüncü cephe olarak HDP’yi demokratik siyasetin değil devrimci politikanın öznesi gibi değerlendirdiği görülüyor.
HDP, şu koşullarda, üçüncü cepheyi tasfiye etme değil, bilakis üçüncü cepheyi konjonktürel olarak aktifleştirme işlemi yürütüyor. Konjonktürü tanımayan, ya da taktikleri stratejinin pasif izleyicisi olarak gören anlayış için politik mücadele algısı pek kolaydır ama başarı olanaksızdır. Her bir an özgüldür ve taktik, bu özgüllüğe göre biricik olurken, strateji konjonktüre kördür. Konjonktürü tanıyacak olan, stratejiyi kafasında taşıyan devrimci ‒ya da konumuzda demokrat‒ öznedir. Taktik genellikle stratejiye aykırı görünür. (Lenin’in, stratejiye ya da önceki taktiğe saplanıp kalmış “eski Bolşevikler”i de aynı darlıktan mustaripti.)
HDP’nin solunda yer alan kimi kesimlerin bu partinin Millet İttifakıyla herhangi bir destek ilişkisine girmesini reddetmesinin, pratikte kendi varlıklarının taktik uygulamaya yetmediği sezgisine dayandığı ve bu anlamda bir sağlık belirtisi olduğu kabul edilebilir. Ancak buradaki sorun, bu kesimlerin baştan beri HDP’nin bileşeni olmasıdır.
Buna bağlı olarak, HDP’de yer almayan ve düzene katılımı kategorik olarak reddeden kimi kesimlere denilecek hiçbir şey olamaz.
Öte yandan, HDP’yi, solcu saymak bir yana, AKP ile aynı ideo-politik havzada gören ve kendini, ortak ideo-politik Aydınlanmacı havzada değerlendirdiği CHP’nin solunda gören TKP gibi kesimler hiçbir şekilde ilgi konusu olamaz.
HDP’nin taktiğini izlemek
HDP, “düzen demokrasisi”nin demokratik niceliğini etkileyebilecek gerçek bir güçtür. Bu bakımdan Türkiye tarihinin biricik değerli varlığıdır. Düzen, genellikle her yönüyle ve genellikle her zaman çok güçlüdür, ama HDP de devrimci garantörün belirleyiciliğinde demokratik siyaset alanında düzenin dağıtamadığı görece sağlam bir yer tutmuştur. Tehlikeli olasılıklar barındırmayan hiçbir yol olamaz. Ancak, HDP’nin içinde bulunduğumuz konjonktürde, düzen politikasının ana güçleriyle gayet uygun bir ilişki / mücadele tarzı yürüttüğü kanısındayız. Bu bakımdan, Kılıçdaroğlu’na olası desteğin ‒ya da destek vermemenin‒ uygun bir taktik olacağını kabul ediyoruz.
Kılıçdaroğlu’na destek HDP olmaksızın düzene karışmakla sonuçlanacaktır. Dolayısıyla destekte HDP’den tek bir adım önde olmak düzene bağlılık ilanıdır. Beri yandan, HDP, Kılıçdaroğlu’na desteğiyle varlığını dinamitlemeyecektir. Dolayısıyla, olası desteği reddetmek, HDP’nin son derece özgül konumunu görememektir.