10. Yılda Kısa Bir Politika Turu
Ali İhsan Topçu
Marksizm tek başına bir bilim değildir. Aynı şekilde ne bir felsefe, ne de herhangi bir politik önermedir. Marksizm bilim, felsefe, politika bileşenleriyle kurulmuş bir bütündür. Teori ve Politika yayın hayatına başladığı günden bu yana, tam 10 yıldır bıkmadan, yorulmadan bu tanımı savunuyor. Bütünlük farklılıkların bir araya gelmesi ya da getirilmesidir. Her bir bileşen kendi disipliniyle ve kendi kavram ve kategorileriyle bir araya gelir ve bu bütün Marksizmi oluşturur. Sınırların unutulduğu veya ihlal edildiği an ve süreçlerde Marksizmin bütünlüğünden de söz edilemez.
“Dışarıdan” daha çok teorik, biraz daha “dışarıdan” akademik bir yayına benzetilen veya bu kategoriye dahil edilen Teori ve Politika, teori işinin sadece teoriyle yapılamayacağını savunuyor ve misyonunu “teorik-politik” militanlık olarak tanımlıyor. Tanımın pratik olarak yeterince altının doldurulamamış olması ve bu yönde yaşanan ciddi eksiklik ve yetmezlikler, kabul edilebilir sınırların çok gerisinde kalmış olabilir. Ancak Teori ve Politika’nın içinde bulunduğu açmazlar, kendine ikamet olarak seçtiği bölgenin sorunlarından ayrı değildir.[1]
Söz konusu bölgede, yani barikatın bu tarafında son birkaç onyıldır hiçbir özne tanımına uygun bir konumlanışa sahip olamadı. Teori ve Politika, konumların ciddi yitimlere uğradığı bir dönemde bilerek, isteyerek ve sorunları göze alarak, kendini olanakları son derece daralmış bir siyasal topografyanın içine attı. Yaşadığı açmazlar büyük sorun-lardır, ama bir o kadar da sağlıklılık işaretidir.
Klasik anlamıyla örgütler dünyasından kopmak ve politikanın sistematik kulvarlarını terk etmek Teori ve Politika’yı salt teori kategorisiyle sınırlayanların gözle görünür en güçlü kanıtıdır. Ancak Teori ve Politika için bu konumlanış bir zaaf ya da eksiklik değil, bir görev bölüşümü olarak görülmesi gereken zorunlu bir tercihtir. Devrimci hareketin geleneksel algılayışı içinde ağır riskler barındıran bu tercih, “Bütünsel Marksizmi yaratmaya yönelmenin –teori düzleminden– koşulu oluyor” du[2]. Örgütlerle organik bir ilişki içinde bu koşulu yerine getirmenin olanaksızlığı ise Teori ve Politika’nın henüz ilk kuşak kadrolarından başlayarak tespit edilmişti. Türkiye devrimci hareketi hiçbir dönem teoriyle uygun bir ilişki geliştiremedi. 1970 kopuşundan bu yana çok çeşitli aşamalardan geçen devrimci hareketin teoriye yaklaşımındaki soğukluk, artık dönemsel bir zaaf olarak değerlendirilemeyecek kadar kronik bir sorun halini almıştır. Taslak’ta da belirtildiği gibi “Vulgarize edilmiş Marksizme göre, ‘devrimci teori devrimci pratik için’ olmaktan başka bir şey değildir ve bu, ya teorinin olumsal (olsa da olmasa da olur) anlaşılmasına ya da teorinin pratiğin onaycısı ve gölgesi olarak değerlendirilmesine yol açmıştır.”[3]
Sorun, artık basit bir algı yetersizliğiyle açıkla-namayacak derecede yapısaldır.[4] Teori ve Politika bu post-mature zeminin kaçınılmaz bir ürünü olarak ortaya çıktı. Ancak kendine konu edindiği sorunlar, ortaya çıkış koşullarından çok daha geniş kapsamdadır.
Teori ve Politika’da politika sorunsalı[5]
Teori ve Politika’yı anlatmak bakımından politika sorununa girmek en uygun seçeneklerden biridir. Teori ve Politika henüz Taslak aşamasındayken konuyla ilgili yaklaşımlarını oldukça tok bir dille ifade etmeye başladı: “Komünist gelenek[6] taktik tutumlar ve taktik uygulamalar gerçekleştirilmeyen bir yirmi yıl geçirmiştir. İdeolojik olarak doktrinarizm şeklinde ifade edilebilecek bu niteliğin politikadaki yansıması ‘genel politika’ olmuştur; taktik nedir bilmeyen bir politika…”[7] Son cümlecik “Politika nedir bilmeyen bir politika” şeklinde de okunabilir. Pratik-politika[8] taktik olmadan kurgulanamaz. Taktiksiz politika an’ı yönetme yeteneğini kaybeder. An’ı yönetemeyen ve yaşayamayan bir politikanın politika olamayacağı veya Taslak’ın iyimser diliyle “genel”likten kurtulamayacağı açıktır.
Türkiye’de Marksist ya da Marksizmden bir şekilde etkilenmiş devrimci hareketlerin politikaya olan uzaklıkları, Teori ve Politika’da başlı başına bir tartışma konusu yapılmamış olsa da üzerinde yol alınabilecek önemli vurguların olduğu söylenebilir. Erhan Demircioğlu, “Marksizmin Devletle İmtihanı” başlıklı yazısında, kurucu Marksistlerin bu konuda bir miras bırakmadığından söz eder: “Tarihsel materyalizmin kendi kusurlarına dönük bu yıpratıcı körlüğünün en açık biçimde hissedildiği alanlardan biri, şüphesiz politika teorisidir.”[9] Demircioğlu, bu vurguyu aynı zamanda teorinin de konusu olan “devlet” üzerine yapsa da, bu vurgu taktik dahil politikanın tüm enstrümanları için genişletilebilir.
Politika teorisinin kurucu aşamada eksik bırakılmasının nedenleri ve sonraki kuşaklar üzerinde yarattığı etkiler her türlü şüphenin ötesindedir. Fakat, Marksist hareketin ilk büyük parçalanmasının kaynağının politika alanında olmasıyla, politika teorisinin kurucu aşamaya yeterince dahil edilememesi arasındaki bağ hem teorik, hem de tarihsel olarak tartışılmaya adaydır. Lenin’in 1900’lerin hemen başlarında belirmeye başlayan politik tutumları 2. Enternasyonal’in rahatını kaçıracak yönelimlerle doluydu. 1902’de tamamladığı Ne Yapmalı adlı eseri Batılı Marksistlerin ve Rus versiyonlarının politikayla ilgili kısıtlı bilgilerini önemli ölçüde aşacak ve sarsacak niteliktedir. Lenin’le birlikte Marksizm bırakıldığı yerden kuruluş çalışmalarını ilerletirken, 2. Enternasyonal’in ağır teorik hegemonyasına başkaldıran politika, yeni bir çehreye kavuştu. Marksist politika, artık fabrikaların çevresini aşarak ezen-ezilen ilişkisinin bulunduğu her alanı kucaklamaya ve gerçek anlamına ilk kez bu kadar yaklaşarak Marksizmin bir bileşeni olmaya başladı. Lenin, sadece Ne Yapmalı’da değil, İki Taktik, Nisan Tezleri, Devlet ve Devrim, Emperyalizm, Emperyalist Ekonomizm ve Sol Komünizm adlı eserlerinin tümünün odağına politikayı yerleştirdi.
Ne var ki, politika, karakteri gereği stok bir teori haline getirilmesi son derece güç bir disiplin olarak, her dönem ve her siyasal ortamda kopuşlarla kendini yenileyebilir, işlevselliğini canlı tutabilir. Politika doğası gereği açık uçludur[10] ve teoriyle kuşatılmış bir politika işlevini yerine getiremez. Politikanın bu özelliği sadece Marksizme ait bir vurgu değildir. Machiavelli’nin politikasıyla Lenin’in politikası ayrı sektörler olarak ele alınamaz. Politika, ideolojiyle birlikte aidiyetlik kazanır, fakat bu, politikanın kendi kurallarına bağlı olarak hareket eden kosmozunu görmezden gelmenin gerekçesi olamaz.
Zaman ve mekan parametrelerine sıkı sıkıya bağlanmış olmak bu kosmozun öncelikli kuralıdır. Onun ötesi politikayı yapan özne ve o öznenin ideolojisiyle ilgilidir. Dolayısıyla politika teorisiyle ilgili “yetersiz bir miras”tan söz etmek Marksist hareketlerin politika dışı kalmasını açıklamayacaktır. Politika için her türlü miras demode olmaya açıktır ve Marksizm için politika her aşamada otantik tarzda yeniden kurulmayı zorunlu kılmaktadır.
Türkiye devrimci hareketi politika için zorunlu olan bu gerçeği ne anlamış, ne de uygulama yeteneği gösterebilmiştir. Politika teoriyle ikame edilirken, sol, ironik bir şekilde kendine referans aldığı Lenin’le yollarını ayırarak, farkına varmadan düşmanı bellediği Kautsky’ye yakınlaşmıştır. “Politika itaatle ekonomiyi takip eder” anlayışı, sadece politikayla sınırlı olmayan daha kapsamlı bir sorunun da habercisidir. Politikanın teoriye entegre edilmesi Marksizm söz konusu olduğunda, bütünlüğün diğer kurucu öğelerini de kendi mecralarından uzaklaştırır. Böylece Marksizmden geriye bir tek “ideolojik” alan kalır. Bugün dar-Marksizmi ayakta tutan da bu ideolojistik dayanak olmuştur.
Marksizmin bileşenleri arasındaki ayrım çizgilerinin silinmesi ve bütünsel yapısının bozulması Teori ve Politika’da öncelikli bir sorun olarak ele alındı. Metin Kayaoğlu, henüz Teori ve Politika’nın ilk sayısında silinen bu ayrım çizgilerini yeniden belirginleştirme işine koyuldu. “Marksist bilimle Marksist politika farklıdır; çünkü nesneleri farklıdır. Politika ‘gerçek nesne’, bilim ‘bilgi nesnesi’ üzerinden yapılır.”[11] Kayaoğlu yazı boyunca bir yandan ayırımları netleştirirken, bir yandan da bilim ve politikayla ilgili tanımlar geliştirmeye çalışır:
“Bilim belirlilikler ve zorunlulukları vazederken, politikanın alanı oynak, geçici ve iğretidir. Politikada yarın doğası gereği belirsizken, bilimde gelecek kategorisi asli bir belirlenme alanıdır. Politika belirlenmişliklerden, bilim belirsizliklerden kaçar, kurtulmak ister. Politika belirsizlik, geçicilik kaosunda kendi belirlenmişliğini (taktik) her an yeniden kurar.”[12]
Birbirine zıt kavram ve kategorilerle ayrımlar kalın çizgilerle yeniden belirginleştirilmeye çalışılırken, politikayla ilgili yeni bir tartışmanın da kapısı aralanır:
“Taktik, bir zorunluluk değil, bir ayarlama işlemidir. Taktik işlemi, doğası gereği, soyut olarak kazanma olasılığı eşit olan atlardan birine, ama sadece birine oynamaktır… Ya da bir başka şekilde bilimin emrini yerine getiriyor olmak adına, ayarlama yapmadan zorunlu tek atın olduğunu sandığınız an politika dışındasınızdır ve anında başka bir politikanın konusu olmuşsunuzdur bile…”[13]
Bilimle politikanın nesnelerinin karıştığı alanda, politika teknik bir soruna, bilim ise pozitivizme teslim edilmiş olur. Kayaoğlu’nun ifadeleriyle, “Eğer içinde bulunulan an, şimdiki zaman, bir toplumsal varlığın bilim tarafından ortaya konmuş anatomisinin bir görüngüsü olsaydı, politikaya hiç gerek kalmaz; gereken, basit ve teknik bir uygulama olurdu.”[14]
Politika bir mühendislik işi değildir. Kayaoğlu’nun belirttiği, Teori ve Politika’nın tüm varlığıyla sahip çıktığı bu görüş, politikanın çoğul seçenekli bir alan olduğuna işaret eder. Birden fazla seçenek içinde “doğru”nun değil, uygun olanın aranıp seçilmesi politikanın uygulanışıyla ilgili önemli bir ipucunu ele verir. Ancak teorik-politika olarak ifade edilen kavram hâlâ bir mühendislik işlemini çağrıştırır gibidir. Tarihin bilimiyle devrimci politika arasında varlığı duyurulan teorik bağın, yani “teorik-politika”nın Marksizm tarafından kurulamadığını belirten Kayaoğlu, böylece politikanın bir ucunun mühendisliğe dayandığını da dolaylı olarak kabul ediyor.
Derginin 16. sayısında bu kavramı yeniden tartışmaya açan Ali Osman Alayoğlu, Yılmaz Öner’in pro-determinizm sistemindeki “virtüel” ve “aktüel” kavramlarından hareketle, Kayaoğlu’nda politika alanından çıkarılan ve bir bağlantı momenti olarak iş gören teorik-politikayı yeniden politik alana dahil etmeye girişir. Lenin’in “sonsuz sayıdaki halka” esprisini anımsatan Alayoğlu’na göre “Bu kadar çok halkadan hangisini tutmak gerektiğine dair ‘teorik’ çalışmanın adı da teorik-politikadır”.[15] Alayoğlu, bazı kayıtlar koysa da[16] “an”a ilişkin bir teorinin olanaklarından söz eder. Politikayı sayısal lotodan daha çok at yarışına benzeten Alayoğlu, lotodan farklı olarak ganyan oynayan kişinin ön bilgiler toplayabileceğini ve belirli akıl yürütmelerde bulunabileceğini belirtir, ama bu “rasyonalite”ye rağmen at yarışlarının olumsal bir düzlemde gerçekleştiğinde de ısrar eder.
Alayoğlu, böylece politika yapışta gerekli olan “düşünme süresini” politikanın içine dahil etmiş olur. Çünkü burada akıl yürütmeyi sağlayan ve henüz tercih edilmemiş çokluk ya da virtüel olanlar içinde seçim yapmayı sağlayan veriler, bilimsel bilgi kapsamında yer almaz. Ancak Metin Kayaoğlu aynı görüşü paylaşmaz. Ona göre “Şimdinin zamanı yoktur. Acelesi vardır, şimdi acildir. Hem düşünecek vakti yoktur, hem zamanla ilgili değildir.”[17] Kayaoğlu politikanın ikili kullanımında ısrarlıdır: Bilim olarak politika ve eyleyiş olarak politika.[18] Kayaoğlu daha önce bir bağlantı kavramı olarak sözünü ettiği teorik-politika kavramı yerine “siyaset bilimi”ni kullanırken, bilim olarak politikayla bir eyleyiş olarak politika arasındaki köprüleri de uçurur. “Siyaset bilimi olarak anılan disiplin, Althusser’in ifadesiyle, tarih (bilimi) olarak belirlenen epistemolojik kıtanın bir alt-bölgesidir… Siyaset biliminin nesnesi, (bilgi nesnesi olarak) süreçteki toplumsal bütünlüğün politik düzeyidir; politikanın ‘nesnesi’, politik öznenin içinde bulunduğu konjonktürün kendisidir. Böylece, politika ile siyaset bilimi arasında, diğer bilim disiplinleri aleyhine, özel bir ilişki olması da söz konusu değildir.”[19]
İlk sayıya başlarken “Politikanın (ve Marksizmin), pratik ve teorik olarak ayrılmasının nasıl temellendirilebileceği, ve öznel olarak bu kavramın bir bütün ve tam karşılığı olduğunun kabulünün idealist sonuçlara yol açıp açmayacağı üzerinde çalışmak çok çetin olmaz mı?”[20] diye soran Kayaoğlu, “Zaman ve Devrimci Politika” yazısında kesin dayanaklara ulaşmıştır. Yazının sonunda yer alan “Devrimciye Sonuç Notu” ise bu kesinliğin özgüveniyle kaleme alınır:
“Sen kim oluyorsun ki, tarihi hızlandıracaksın. Sen kendi yükümlülüğünü yerine getirmekten sorumlusun. O halde, bugünkü başarının tarihsel başarı olduğunu, tarihsel başarının, ilerlemenin, bugünkü başarını güvencelediğini sanma!.. Sen eyleminle tarihin yasalarına da karşı gelemezsin… Sen bir tanrı değilsin ve sosyalizmin ya da barbarlığın gelişini tayin edecek olan senin ağırlığını nereye koyacağın değildir.”[21]
Sadece Türkiyeli Marksist devrimcileri değil, yaşayan yaşamayan dünyanın neredeyse tüm Marksistlerini şaşırtacak, hatta hayal kırıklığına uğratacak bu belagattaki tarihsellik vurgusuna dikkat! “Sen sosyalizmin gelişini tayin edemezsin” diyerek sosyalizmi tarihsel bir çerçeveye oturtan Kayaoğlu, bu hedefin gerçekleşmesinin politik eylemlerle, devrimlerle olmayacağını kastetmektedir. 20. yüzyılın baştan sona yeniden yazılacak devrimler tarihi içinde bu sözlerin çok özel bir karşılığı olacaktır. Benzer vurgular Vedat Aytaç’ın “Marksizmin Belirleme Anlayışı” başlığını taşıyan yazısının da konusudur. Marx’ın çoğu zaman unutulan “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”nın önsözünü anımsatan Aytaç, Marksizmin zorunlu olarak kapitalizmin sona ereceği ve komünizmin geleceği öngörüsünün, belirli bir tarihsel momentte, devrimin bir zorunluluk olduğu görüşlerine karşı çıkar. Böylece sadece bilimle tarihin değil, politikanın da tarihselle bağları kesilir.[22] “Politika bir tarihsel momentte yalnızdır.”[23]
Kayaoğlu ve Aytaç’taki tarihsellik kategorisiyle ilgili hangi sonuçlara varılabilir? Bilgi nesnesi olarak ortaya konan toplumsal formasyonların, tarihselin de konusu yapılması ve ancak tarihsel olarak gerçeğe dönüşebildiklerini ve bundan sonra da öyle olacağını ima etmekle bilimle politika ilişkisizliğinin arasına veya ortasına tarihsellik nosyonu mu yerleştiriliyor? Epistemolojiyle ontolojik alanı buluşturan bir kategori midir tarihsellik? Görünen o ki, kapsamı yeterince açıklanamamış olsa da tarihsellik, Kayaoğlu ve Aytaç için öylesine kullanılan bir kavram değil. Benzer bir vurgu Teori ve Politika’nın “Aydınlanma ve Marksist Eleştiri” genel başlığını taşıyan 32-33. sayısına da konu edilmiştir. “Bir devrimin sosyalist karakterli olabilmesi için politik eylemden daha fazla tarihsel şartlara gerek vardır ve Bolşevikler ne yaparsa yapsın bu şartları tamamlama veya olgunlaştırma gibi bir politik irade yetisine sahip değillerdir.”[24] Böylece tarihsel alanda olanaklı görülen gerçekleşmelerin politik alanda önü kapatılıyor. Tarihselliğin nerede durduğu ve hangi rolü oynadığı Teori ve Politika’da belirsizlik içinde olsa da, eylemin politika dışına çıkmaması gerektiğinde net bir açıklık ve ortaklık yakalanmıştır. Politik eylemi tarihsel alana taşıyan, Marksist politikanın ayrıcalığını da tarihsel sürecin içinde gören (Lukacs gibi) tarihselci yaklaşımdan geçilmez duvarlarla kendini ayırmaya yönelen Teori ve Politika için, devrimci mücadele özel bir koridorda geliştirilmez. İlgili an içinde bütün politik özneleri barındıran ve çoğu zaman çirkefliklerle dolu, ama bir o kadar da gerçek olan ortama dalmadan politik mücadele içine girilemez. Gerçek ortamdan her kaçış, politik varlığı bilim ya da tarihsel alana çekmeye çalışan her anlayış, kendi ayaklarıyla politika sahnesini terk eder. Türkiye devrimci hareketinin 30 yıllık öyküsü bu kaçışa zemin hazırlayan tarihselci yaklaşımın izleriyle doludur.
Teori ve Politika’nın ısrarla karşı çıktığı “işçicilik” ve “sosyalizmcilik” anlayışının temelinde de bu tarihselci yaklaşım durmaktadır. “Sosyalizmcilik ve işçicilik, Türkiye’de Marksizmin politikleşmesinin ve özgülleşmesinin önünde duran engellerden biridir.”[25]
Solda ayrım çizgileri
Bazı dikkate değer sorunlar olmakla birlikte politika alanını net bir şekilde tanımlayan Teori ve Politika, kendi konumunu da belirler: “Bugün, Marksizmin yaşayabileceği iki ayrı alan ve iki ayrı pratiğin imkânlılığı iddiasıyla ortaya çıkan Teori ve Politika, pratik-politik alandaki Marksizmi her an görebileceği bir noktada durmak zorundadır.”[26] Teori ve Politika bu aşamadan sonra muhataplarını belirleme ve onlar arasında ayrım çizgilerini netleştirme işine koyulur. Kayaoğlu, bu ayrım çizgilerini politika alanında yaparken çubuğu da Marksist devrimcilik yönünde büker. “Marksizm devrimcilikle eşitlenemez, ama devrimci olunmadan Marksist olunamaz.”[27]
Teori ve Politika bu önermeyi bir aksiyom düzeyinde kabul eder ve geriye dönüp bir daha bu konuyu tartışmaya açmaz. “Politik düzlemdeyken, Marksizmin devrimcilikle bağlantıları konusunda hiçbir şekilde şüpheye izin verilmemelidir… Marksizmin bir kesintisiz bileşeni olarak devrimciliğin vurgulanmasının ve belirlenmesinin de vazgeçilmez olduğu ısrarla ve kesin bir şekilde saptanmalıdır.”[28] Kesintisiz devrimciliğin politika bileşeninin bir alt unsuru olarak Marksizme dahil edilmesinde, kendini ancak eylemsel düzeyde açığa çıkarması olanaklı olan devrimciliğe aşırı bir misyon yüklenip yüklenmediği bir sorun olarak tartışmaya açıktır. Çünkü sonuçta devrimcilik, eylemi şiddet kullanarak yapmayı tercih eden bir tarzdır. Eylemin ise “bizatihi kendisi, sözsüz”dür.[29]
Kayaoğlu’nun politikayı daha önce bilim ve eyleyiş olarak iki farklı tarzda ele aldığı düşünüldüğünde, politikanın uygulandığı düzlemlerde sözün hiçbir önemi kalmıyor. Böyle bir akıl yürütmenin, Marksizm için politikayı gerçek silahların kesintisizce ve kulakları sağır edercesine patladığı bir tanıma indirgeme tehlikesi yok mu?
Kesintisiz şiddet kullanma şartını içeren devrimciliğin Teori ve Politika’daki tanımı sadeliğin de ötesinde son derece basit kurgulanmıştır. Fakat herhangi bir tanımın basit olması önsel olarak güçsüz olduğu anlamına gelmez. Tam tersine büyük programatik sözler eşliğinde yapılacak her türlü karmaşık devrimcilik tanımı, bu basit tanımın kavurucu ateşi içinde erimeye mahkumdur. Eğer devrimcilik kesintisiz veya belirli bir süreç boyunca şiddete başvurmaksa, patlayan silahların arasında söz söylemek, söylense de bu sözleri o gürültüde işitmek bir hayli güçtür.
Tanımın hakkını verdikten sonra, tıpkı tarihsellik kavramı gibi, Teori ve Politika açısından politik devrimcilik ve bunun gerektirdiği şiddet vurgularının da tartışmaya açık yönleri ortaya konabilir. Metin Kayaoğlu, “Ezilenler ve Şiddet”[30] dosyasında bu soruları kendine yöneltir:
“Şiddet bağlamında politika nerede başlar? Politika ile şiddetin örtüşme ve kesişmesine ilişkin görüşlerin bütünsel teorik karşılıkları nasıl kurulur? Politika-dışı, anti-politik şiddet momenti var mıdır; şiddet hangi durumlarda politika içindir, politikayla örtüşür? Politikanın, şiddetin dışlandığı bir pratik olduğu görüşünün teorik boyutları ve kapsamı nedir, ve bu konuda Marksizmin nerede mücadele yürütmesi gerekiyor? Şiddet pratiği içinde olanlar her halükarda devrimci midir?”[31]
Kayaoğlu her biri ciddi tartışmaları gerektiren bu soruları yanıtlarken, soruların geldiği tarafı eksen alan bir yöntem kullanıyor. Böylece her biri politik olan sorular, politik tarzda yanıtlanıyor ya da yanıtlanmadan sonuna kadar savunuluyor. Ancak Kayaoğlu’nun devrimci eylemle özdeşleştirdiği Marksist politika tanımlarında en azından bir soru, gündeme getirilmesi gereken bir kırılma noktası göze çarpıyor. Teori ve Politika tarih biliminden özneyi çıkarıp atarken, öznenin alanı olarak politikayı işaret eder. Ancak sözün bittiği yerde tetikleri çekmek dışında politik özneye pek fazla iş bırakılmaz. Eğer tarihin reddedilen öznesiyle politikanın meşru ve gerekli kabul edilen öznesi arasında kategorik bir farklılık yoksa, (ki böyle bir kayda rastlanmıyor) bu öznenin tasarım hakkını kim elinden alabilir? Öznenin (tanrı) yarattığını, yapıp ettiklerini kurgulamaması ve kendini bu kurguyla birlikte (örneğin politik program) tanımlaması düşünülebilir mi? Ya da bir öznenin tek başına tetikçilik görevini kolaylıkla kabul etmesi beklenebilir mi?
Devrim yapan devrimcilikten, devrimcilik yapan devrimciliğe
Türkiye’de politik sol hareketi ayrıma tabi tutarken, “işçicilik/sosyalizmcilik – demokratizm/halkçılık” şeklinde yatay bir ayrımın yanı sıra “devrimciler-reformcular” ayrımına özel önem veren Kayaoğlu, bu işleme konu olan açıklamaları yaptıktan ve çubuğu devrimcilik yönünde büktükten sonra “kesintisiz devrimciliğin nasıl gerçekleştirilebileceği” gibi özellikle kriz döneminde hayli ağırlaşan bir sorunla yüz yüze kalmaktadır. Kayaoğlu’nun önce “Politika ve Şiddet” yazısına konu olan bu sorunun daha yeterli bir açıklamasıysa, derginin 32-33. sayısında Melik Kara tarafından yapılmaya çalışılır.[32] Melik Kara, iki önermede bulunarak kendine dayanak noktaları oluşturur: “Birinci önerme: Dünya dönemsel veriler, devrimci güçlerin iktidarı fethetmekten kategorik olarak uzak olduğuna işaret ediyor.” İkinci önerme ise, birinci önermeyle bağlı olarak devrimciliğin istikrarsızlaştırıcı (bozguncu, yıkıcı, kaosa sürükleyici) olması gerektiğini belirtir. 20. yüzyılın ilk yarısı Marksistlerin öncülüğünde bütün bir yüzyıla damgasını vuran devrimlere ve iktidara gelişlere tanıklık etti. Ancak yüzyıl henüz tamamlanmadan blok halinde yıkılışla sona eren bu sürecin sonunda varlıklarını zor şartlar altında sürdüren Marksist devrimcileri iktidar mücadelesinden uzaklaştırdı. Kara’ya göre artık devrim güncelliğini yitirmiştir. Fakat devrimcilik hâlâ güncelliğini korumakta ya da korumak zorundadır. Dönem bozgunculuk dönemidir ve atlar Roma’ya sürülecektir. “Roma’dan değil!…”[33]
Bugün devrimci güçlerin, düşmanlarının saldırılarına karşı koymak zorunda oldukları bir cephe gerisinin olmadığını belirten Kara, “Devrimci mücadele için jeo-politik unsur geri çekilmiş bulunuyor”[34] diyerek, devrimciliğin direnişçiliği terk etmesi ve saldırıya geçmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Jeo-stratejik, jeo-politik unsurun askıya alınarak, yapıcılıktan yıkıcılığa, devrim yapan devrimcilikten, devrimcilik yapan devrimciliğe geçiş, bugün sürdürülebilir politik devrimciliğin “teorik-politik” alandan görülen ön koşulu durumundadır.
[1] Teori ve Politika, Türkiye devrimci hareketinin spesifik bir döneminde yayın hayatına başladı. Doğu Bloku’nun çökmesiyle tüm dünyada sol politika ciddi çalkalanmalar yaşarken, Türkiye’de bunun tam tersi rüzgarlar esiyordu. 1995 Martı’nda Gazi direnişiyle başlayan yükselişin etkileri 96 yazı boyunca sürerken, Teori ve Politika aynı yıllarda Marksizmin ağır bir kriz içinde olduğu teziyle teorik-politik alana giriş yaptı. Dönemin özgünlüğü Teori ve Politika’nın söylediği sözlerin provokasyonel gücünü henüz başlangıçta zora soktu. Dezavantajlı ve tutuk başlangıç, ileriki yıllara da önemli ölçüde damgasını vurdu.
[2] Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995, s.88.
[3] A.g.e., s.85.
[4] Türkiye devrimci hareketinin teoriyle ilgili bu yapısal soğukluğunu nasıl açıklamak gerek? Teori ve Politika’nın bu yöndeki vurgularının teorik tespitlerle sınırlı kaldığını söylemek yanlış olmayacak. Şüphesiz konunun teoriyle açıklanacak yanları vardır. Fakat tarihsel boyutu da ihmale gelmeyecek kadar önemlidir. “Pratik için teori” gibi sonuçları teoriyi gereksizleştiren yaklaşımlara en az ortalama militanlar kadar yürekten inanan örgüt yöneticilerinin gerçek birer lider olması ne kadar beklenebilir ve lidersiz devrimler ne derecede olanaklı olabilir? Tarih, en azından Marksizmin tarihi, önderleriyle kader birliği etmemiş bir devrimin olamayacağına işaret ediyor. Türkiye devrimci hareketi, 70’lerin ilk yıllarında kaybettiği önder kadrolarının boşluğunu hiçbir dönem dolduramadı. 1970’lerin ikinci yarısında kabaran devrimci dalga, katledilen önderlerin, oradan buradan toplanan yazılarıyla yönetilmeye çalışıldı. Teoriyi yeniden kuramamak, örgüt yöneticilerini ikinci keman olmanın ötesine götürmedi. İkinci keman için pratiğe hizmet eden “teori” belki bir işe yarayabilir, ama bu Lenin için bir cenaze töreninde cenaze sahibine “gözünüz aydın” demekten farksızdır.
[5] Teori ve Politika’nın 10. yılı dolayısıyla kaleme alınan bu çalışma geride kalan 36 sayılık külliyatın bir özetini yapma iddiasında değildir. Dergi, bu çalışmayla birlikte yeniden taranırken, özellikle muhataplarının eleştirilerine ve çoğu zaman ön yargılarına neden olan politika alanı üzerinde durulacak. Böylece Teori ve Politika’nın kendini ortaya koyduğu “teorik-politik” alandaki duruşu ve duyarlılığı genel hatlarıyla aktarılmaya çalışılacak. Fakat bu işlem yerine getirilirken eksik bırakılan ve henüz yanıtları verilmemiş sorular üzerinden eleştirel yaklaşımlar da göz ardı edilmeyecek .
[6] “Komünist gelenek” 1993’te kaleme alınan Taslak’ın sıkça kullandığı bir iç tanımlamadır. Ayrıştırma işleminin “komünist” ve “küçük burjuva” kavramlarıyla yapılmış olması, Taslak’ın yazarlarının henüz dönemin tartışmalarının etkisi altında olduklarına işaret eder. Teori ve Politika’yla birlikte bu kavramlarla yapılan ayrıştırmanın hızla terk edildiği görülüyor. Derginin 12. sayısında yapılan ayrım ise üzerinde yapılan tüm tartışmalara rağmen henüz aşılmamış bir gelişkinliktedir.
[7] A.g.e., s.48.
[8] Teori ve Politika, totolojik sayılabilecek “pratik-politika” kavramını literatürüne yerleştirmeyi kendi “teorik-politik” misyonu gereği zorunlu görmüştür. Metin Kayaoğlu teorik-politikanın işlevini şöyle açıklıyor: “Politika, teorik Marksizmle ‘pratik’ Marksizm (pratik-politik Marksizm); Marksist teoriyle Marksist pratik (pratik-politika) arasındaki ilişkinin de kurucusu ve kendisidir. Bu son işlemde politika ‘teorik-politika’ olarak iş görür.” Teori ve Politika’nın Kış ’96’da çıkan ilk sayısında yer alan Kayaoğlu’nun bu yaklaşımının derginin giderek yetkinleşen bakış açısıyla birlikte değerlendirilmesi gerekiyor. (Metin Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, Teori ve Politika, S. 1, Kış 1996, s.9.)
[9] Erhan Demircioğlu, “Bir Kopuş: ‘Temsil’den ‘Öncü’ye”, Teori ve Politika, S. 26, Güz 2002-Kış 2003, s.203-204.
[10] “Marksizm teorik olarak bilim-felsefe-politika üçlemli bir bütünsel yapıdır. Bütündeki (pratiğe) açık ucu, politika teşkil eder.” (Taslak, a.g.e., s.66.)
[11] M. Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, a.g.e., s.11-12.
[12] A.g.e., s.14.
[13] A.g.e., s. 17
[14] A.g.e., s.19.
[15] Ali Osman Alayoğlu, “Teorik-Politika Üzerine”, Teori ve Politika, S. 16, Güz 1999. Yazının orijinalitesinde bulunmamasına rağmen italik olarak belirtilen “çok” ve az yukarıda da benzer bir işlev gören “çoğul” sözcüklerinin politikanın doğası olarak Teori ve Politika’da kabul görülmesi, başta Lenin olmak üzere Marksist devrimciliğin referansları için bir sorun olarak görülebilir mi? Pratik-politikanın, yani doğrudan politikanın uygulanması aşamasını da ilgilendiren “çoğulluk” kavramı ontolojik düzlemde zorunlu bir “demokratizm” sonucunu doğurur mu? Özellikle Leninist öncü parti modelinde merkeziyetçilik vurgusuyla öne çıkarılan tekil özne, politikanın çoğulcu yapısını nasıl etkiler ya da etkilemiştir? “Doğruluk” kategorisinin haklı olarak yerini “uygunluk”a bırakması, retorik bir düzlemden çıkarılıp uygulama aşamasına geçirilmesi ne demektir?
[16] “Dışarıdan (bilimden) an’da bulunana ayrıcalık veren hiçbir şey gelmez. Politik düzeyde hiç kimse bilimden gelen bir ayrıcalığa sahip olamaz.” (A.g.e., s.19.)
[17] Metin Kayaoğlu, “Zaman ve Devrimci Politika”, Teori ve Politika, S. 15, Yaz 1999, s.6.
[18] A.g.e., s.5.
[19] A.g.e., s.5.
[20] M. Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, a.g.e., s. 9-10
[21] A.g.e., s .9-10.
[22] Vedat Aytaç, “Üstyapının Bağımsızlığı İddiaları ve Marksizmin Belirleme Anlayışı”, Teori ve Politika, S. 15, Yaz 1999, s.24. “… İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini alamazlar.” (Marx’)
[23] A.g.e., s.24.
[24] Ali İhsan Topçu, “Aydınlanma Eleştirisi İçin Ön Gerekçeler”, Teori ve Politika, S. 32-33, s.54. Yazıda tarihsel koşulların ürünü olabileceği belirtilen sosyalizmle, sosyalistlerin iktidarı birbirinden ayrılırken, Marksistlerin öncülüğündeki bir devrimin önsel olarak o ülkede sosyalizmin kurulacağı anlamına gelmeyeceği ifade edilir.
[25] Metin Kayaoğlu, “Devrimcilerin Marksizmi”, Teori ve Politika, S. 12, Güz ’98, s.15.
[26] Vedat Aytaç, “Solda Politik Sınıflama Girişimleri Üzerine”, Teori ve Politika, S. 12, s.10.
[27] Metin Kayaoğlu, a.g.e., s.11
[28] A.g.e., s.13.
[29] Balibar’dan aktaran, a.g.e., s.4.
[30] M. Kayaoğlu, “Politika ve Şiddet”, Teori ve Politika, S. 21.
[31] A.g.e., s.6.
[32] Melik Kara, “Devrimci Yıkıcılığın Küresel Yükseliş Dönemi”, Teori ve Politika, S. 32-33, Güz 2003-Kış 2004.
[33] A.g.e., s.193. Benzer bir vurgu daha önce Cuma Tat tarafından da yapıldı. (bkz: Cuma Tat, “Atlarımızı Roma’ya Süreceğiz”, Teori ve Politika, S. 28-29.)
[34] Melik Kara, “Devrimci Yıkıcılığın Küresel Yükseliş Dönemi”, a.g.e., s.188.