Teorik Bir Mevzi
Muzaffer Kaya
Teori ve Politika’yı zaman zaman yakından zaman zaman uzaktan izlediğimi söyleyebilirim. İstikrarlı bir okur olduğum söylenemez doğrusu. Bu yüzden bir değerlendirme yapmaktan çok genel olarak izlenimlerimi paylaşacağım.
Teori ve Politika’yla ilk 1996 yılında tanışmıştım, içinde bulunduğum siyasi örgütten ayrılan kimi arkadaşlarım dolayısıyla. Dergi ve o sırada yayınlanmış olan Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı adlı kitapçık, Marksist teorinin krizde olduğunu tespit ediyor ve kendisine bu krizi aşma, en azından onunla uğraşma misyonu yüklüyordu. Teori ve Politika, herhangi bir örgütle organik bağı olmadığı halde kendini genel olarak devrimci hareketi tamamlayıcı bir işlevde görüyordu. Sosyalist Blok’un çöktüğü ve post modern teorilerin ortalığı kapladığı bir dönemde teorik üretimin çok önemli bir rolü olacağı açıktı. Yalnız aynı dönemde devrimci siyasi faaliyetten uzaklaşma, siyasi sorunların çözümünü teoriye havale etme, sol hareketin yaşadığı krizin farklı düzeyleri arasında bir ayrım yapmadan tüm sorunları teorinin yanlış kavranışına bağlama vb. eğilimler de söz konusuydu. İlk bakışta bu eğilimlerin bir ürünü gibi görünse de Teori ve Politikacılar kendilerini teorik alana çekmelerine rağmen bu duruşlarını devrimci pratiğe ikame etmek gibi bir yanlışa düşmediler.
Teori ve Politika’nın birinci sayısında şu iddialar yer alıyordu: “Teori ve Politika yeni bir kavganın kışkırtıcısı olmayı önüne koymuştur. O, meseleleri tanımlama ve onlarla uğraşmada beliren bir yönelimin ifadesidir. … Marksizmin ne eskimiş olduğuna karar verilebilir, ne de onun krizi görmezden gelinebilir. Marksizm krizini aşacaktır.” Bu on yıllık zaman diliminin sonunda Teori ve Politika’nın “meseleleri tanımlama ve onlarla uğraşmada” belirli bir yönelim ortaya koyduğunu ya da “beliren bir yönelimin” sistematik “ifadesi” olabildiğini kabul etmemek haksızlık olur. Teori ve Politika bu on yıllık zaman diliminde belirli bir sistematik içersinde Marksist teori, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadeleleri üzerinde kimi belirlemeler ve ayrımlar yapmaya çalıştı. Derginin kendine yüklediği misyon, görebildiğim kadarıyla asıl olarak devrimci siyasi pratik için düşünsel bir çerçeve hazırlama çabası oldu.
Buna karşın Teori ve Politika’nın “kışkırtıcı” olma hedefini gerçekleştirebildiği söylenemez. Derginin hedeflediği okur kitlesine ulaşamadığını sanıyorum. Bunun için birkaç neden sayılabilir, ama ben önemli gördüğüm bir konjonktürel sorunun altını çizme gereği duyuyorum. Derginin teorik bir açılım ve tartışma başlatmak üzere ortaya çıktığı dönem genel olarak solun ve devrimci örgütlerin sürekli güç yitirmesinin yanı sıra teorik ilginin de alabildiğine azaldığı bir dönemdi. Bu durum, kendisini salt teori işiyle uğraşmaya adamış bir çevre için bir şanssızlık olarak kaydedilmeli. Elbette bunu başka pek çok faktörün (derginin içeriği, dili, biçimi, dergiyi çıkaranların ilişki ağlarının yaygınlığı vb.) yanı sıra söylüyorum.
Teori ve Politika’nın ilk beş yıl içersindeki sayılarına bakıldığında genel olarak bir Marksist felsefe dergisi izlenimi verdiği söylenebilir. Arka sayfalardaki birkaç değinme dışında bilimsel ve felsefi sorunların tartışıldığı, pratik politikadaki gelişmelerden kopuk bir dergi görünümünde. Pratik politikanın içersinde olanlar doğal olarak güncel pratikle doğrudan ilişkili yani kendi taktik alanlarına giren teorik konulara ilgi duyuyorlar. Teori ve Politika –son dönemdeki kimi sayıları hariç– bunu karşılamaktan çoğu zaman uzak kaldı. Kendisini felsefi tartışmalarla sınırladı. 2000 sonrasındaki sayılarında ise hem sayıların kendi içinde konu bütünlüğünü sağlama hem de politik tartışmalara daha fazla girme anlamında olumlu bir değişim yaşandığını söylemek mümkün. Son yıllarda çıkan sayılarda güncel politik tartışmalara tekabül eden teorik konuların ele alınması dergiyi daha ilgi çekici hale getiriyor.
Bilim-politika ilişkisi ve bunun Marksist gelenekte yarattığı gerilimler, ezilenler ve şiddet, Marksizm ve İslam gibi konularda Teori ve Politika özgün ve “kışkırtıcı” denebilecek yaklaşımlar ortaya koydu ya da böylesi yaklaşımları sahiplendi. Derginin artı hanesine yazılması gerekenlerden birisi de farklı kaynaklardan yapılan çok sayıdaki makale çevirisidir.
Teori ve Politika 10 yıllık yayın hayatında kendisine ait bir dil ve yeni kavramlar geliştirdi. Yeni düşünceleri ifade etmek için yeni kavramlar geliştirmek çoğu zaman zorunludur. Ancak bu durumun zaman zaman okunmayı oldukça zorlaştırdığını da belirtmek gerekiyor. Kimi zaman tartışmalar soyut ve kapalı devre bir dille yapılmakta, okuyucuyu fazla zorlayan, yer yer “bu düşünceler daha sade ifade edilemez mi?” sorusunu sorduran bir üslup hakim olmaktadır.
Teori ve Politika’nın yazarları genellikle Metin Kayaoğlu’nun ilk sayılarda ortaya koyduğu kavramsal çerçeve ve düşünce dizgesi içersinde yazıyorlar. Bu durum yazarlar arasında fazla uyumlu bir tabloya yol açıyor. Aynı sayıda tek düze ve birbirini tekrarlayan yazılar olabiliyor. Ana çerçevenin dışında özgün üretimler oldukça sınırlı kalıyor.
Devrimci mücadele açısından bugün teorik faaliyetin önüne koyması gereken ağır ödevler var. Bu ödevlerin başında günümüz kapitalizmindeki dönüşümleri, sosyalist iktidar deneyimlerini ve dünya üzerindeki mücadele pratiklerini incelemek geliyor. Gelişmeleri sadece Marksist felsefe açıdan tanımlamak değil, daha da önemlisi onları açıklamak ve bu açıklamalardan politik sonuçlar çıkarmak gerekiyor.
Teori ve Politika Marksist teorinin ve sosyalist hareketlerin çok yönlü bir bombardıman altında kaldığı bir süreçte teorik bir mevzi olmayı hedefledi. Türkiye’de sol bir yayın için 10 yıllık sürekliliği bir başarı olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu süreklilik, iddiaların sürdürüldüğünün göstergesi ve gelecekte daha da iyisini yapmanın güvencesidir.
Teori ve Politika’ya yayın hayatında başarılar diliyorum.