Sınıf ve Sınıf Mücadelesi
“Marksizmin öğretisinin özü, sınıflar savaşımıdır. Durmadan söylenen ve durmadan yazılan şey budur. Ama bu doğru değildir ve Marksizmin oportünist çarpıtmaları olan; burjuvazi için kabul edilir bir duruma getirmeye yönelen çarpıtmalar kolayca bu yanlışlıktan kaynaklanır. Çünkü sınıflar savaşımı öğretisi Marx tarafından değil ama Marx’tan önce burjuvazi tarafından ortaya konulmuştur; ve bu öğreti genel olarak burjuvazi için kabul edilebilir bir öğedir; sadece sınıf savaşımını kabul eden biri Marksist değildir.[1]
Çetin Konuk
Sınıf sözcüğü Fransızca’ya (classe) 14.yüzyıl, İngilizce’ye (class) ise 16. yüzyılda girdi. Her ikisinin de Latince classıs sözcüğünden geldiği belirtilir; classıs sözcüğü yurttaşları, servete göre ayıran çeşitli kategorileri belirtirdi.
Toplumun ekonomik ölçütlere göre bölündüğü “sınıf” terimi ile ifade edildiği ilk kuramı ortaya koyanlar fizyokrat okulu üyeleridir. Bu okulun kurucusu Quesnay ve ardıllarına göre, “ulus üç yurttaşlar sınıfından ibarettir: Üretici sınıf, mülk sahipleri sınıfı ve yararsız sınıf”. Quesnay’a göre sınıf gelir düzeyine, çalışma koşullarına göre değil, ama zenginliklerin üretim süreci içindeki yeri ile daha soyut bir biçimde tanımlanır.
18. yüzyıl sonlarından itibaren İngiltere’de, daha sonra da 19. yüzyılda diğer Avrupa ülkelerinde sınıf sözcüğü kendi özerkliğini kazanırken daha öncekilerden farklı bir anlama büründü. Toplumsal ayrım ve ilişkileri farklı düşünmenin bir şekli oldu. Sosyolojik ya da siyasal düşüncenin önemli bir kavramı haline gelen modern toplumsal sınıf kavramının tarihi böylece başlıyordu.
19. yüzyılda toplumsal yapılanma üzerindeki düşünceler iki ana eksen etrafında toplandı. Bir yanda muhafazakârlar ve liberal-muhafazakârların ve diğer yanda sosyalistlerin sosyolojik çözümlemeleri. 19. yüzyılın ikinci yarısında, kendisini daha önce ortaya koyan ve kabullendiren “sınıflar” sözcüğünün yüklendiği anlam, sosyalistler tarafından benimsenmiştir.
Toplumsal sınıf teriminin (işçi sınıfı, burjuva sınıfı, vb.) modern dillerdeki kökeni görece yenidir. Terim, Marx’ın damgasını yemiş olması noktasında, tartışmaların odağını oluşturmaktadır. Bu anlamada, toplumsal sınıflar üzerindeki tartışmaların içeriği, Marksizme karşı duruşu kendi içinde barındırmaktadır. Çünkü sözcük hem sosyoloji, hem de politika dağarcığına aittir.
Sosyalist düşüncenin gelişme süreci Marksizmin etkisi ile (1870’li yıllardan itibaren) hızlanırken, aynı zamanda sınıf sözcüğü de bu etki ile toplumsal mücadeleye bağlanacaktır. Marksizmde sınıf kavramının özgünlüğü sınıfların tarihsel anlamda saptanması ve özellikle gelecekte oynayacakları rolün aydınlatılmasıdır. Marx’ın kendi deyimi ile “…benim getirdiğim yenilik, şunu tanıtlamak oldu: 1) sınıfların varlığı, sadece üretimin belli tarihsel gelişim evrelerine bağlıdır; 2) sınıflar mücadelesi zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varır; 3) bu diktatörlük de; tüm sınıfların ortadan kalkmasından ve sınıfsız topluma geçişten ibarettir.”[2]
Buradan bakıldığında Marx’ın sosyolojisi bütünüyle bir sınıflar mücadelesi anlayışı üzerinde yükselmektedir. Sınıflar mücadelesi “tarihin ilerletici motorudur” sözleriyle bunu net olarak ifade eder. Temel önermesi modern kapitalist toplumdaki uzlaşmaz sınıf çelişkileri üzerine oturmuştur.
Toplumsal sınıflar sorununun tartışılmasında, sınıfların ekonomik varlıkları esas alınmıştır. Bu tartışmalar, sınıf kavramının oluşturulmasındaki politik ve ideolojik belirlenimlerin önemini ortaya çıkarırken, aynı zamanda, herhangi bir üretim biçiminde toplumsal sınıf sorununun uygulama durumundaki konumunu da içermektedir.
Sınıf Kavramına Yaklaşımlar
Tanımlamanın mantığı, Marx’ın Kapital 3. Ciltte belirttiği “gelir kaynakları, sırası ile, ücret, kâr ve toprak rantı olan, sırf emek gücü sahipleri, sermaye sahipleri, ve toprak sahipleri, başka bir deyişle ücretli-emekçiler, kapitalistler, ve toprak sahipleri kapitalist üretim tarzına dayanan modern toplumun üç büyük sınıfını oluştururlar” sözleri üzerine yorumlarla geliştirilmiştir.
Sınıf kavramı konusundaki tartışmalar; genelde sosyalistlerin kabul görülen düşünceleri (ki bu Marksist sınıf kavramının belirlediği biçimdir) etrafında şekillenmiştir. Genelde Marksist sınıf ve sınıf mücadelesi yaklaşımındaki düşünceler ikircilikli, belirsiz olarak tanımlanmış ve öyle yaklaşılmıştır. “Genel olarak Marksistler sınıf kavramı üzerinde sınıfın üretim sürecindeki yeri ve rolü üzerinde anlaşmışlardır.”[3]
Sınıfları, Lenin, “Tarihsel olarak belirlenmiş bir toplumsal üretim sistemi içindeki yerle, üretim araçları ile olan ilişkileriyle (çoğu kez yasaların belirlediği ve kabul ettiği) emeğin toplumsal örgütlenmesiyle, dolayısıyla kendi tasarrufundaki toplumsal zenginliklerin elde ediliş biçimleri ve önemiyle ayrılan geniş insan grupları…” olarak tanımlamıştır.
Buradan çıkartılan genel sonuç; bu geniş insan gruplarının ekonomik olarak üretim araçları ile olan ilişkileri olmaktadır. Marksizm içi ve dışı kişi ve gruplarca en yoğun bir biçimde tartışılan husus budur. Eğer sadece üretim araçları ile olan ilişkileri belirleyici olacaksa ya da, tek başına toplumsal zenginliklerin elde ediliş biçimleri ele alınacaksa, bunlara sınıflardan çok toplumsal katmanlar demek, daha doğru olacaktır.
Bu belirlemeler, (sınıflar kavramını ele alırken) Marksist sınıf kavramının kategorilere ayrılarak tartışılmasından kaynaklanmaktadır. Oysa sınıf sözcüğünün katmanlaşma araştırmaları içinde yeri yoktur. Sınıfı bir kategori olarak almak her şeyden önce olup bitenleri açıklama olanağından yoksun olmak demektir. Toplumsal sınıf deyimi toparlayıcı bir terimdir. Bu terim her durumda bir topluluk içindeki bireyler bütününü, bir insan toplulaşmasını belirtir. Bu grup reel ve kalıcı bir birliğe sahip olur ve böylece toplumu yapılandırır.
Poulantzas, sınıfa bakış çerçevesinde kendisini bir sınıf ilişkileri anlamını ifade eden ve kendi için sınıftan ayrı olarak kendiliğinde sınıf anlamını içeren ifadelere karşı çıkmaktadır. “Marx’ın kuramsal incelemelerinin çeşitli düzeyleri, bir sınıfın oluşumunun tarihsel evrelerini oluştururlar; şöyle ki, önceleri bireyler yığını halindeki farklılaşmamış kitle sonradan kendi için sınıfa dönüşecek olan kendiliğinde sınıf olarak örgünleşecektir. Marx’ın incelemelerinin bu tarzda yorumlanması zaten kendiliğinden eksikliği sınıflar kuramında en açık tarzda görülebilen, bir tarihselci sorunsala bağlanmaktadır. Marksist sınıf tanımının Hegelci anlamda bir ontoloji-kalıtsal şemanın itlali olarak görmesi ve tarihi yapan insanlardır teması üzerinde gelişmektedir.”[4]
Sınıf Kavramına İki Yönlü Bakış
Marksist sınıflar kuramına yaklaşımlardan biri, ekonomist yorumdur. Bu yaklaşımın özelliği, toplumsal sınıfları sadece ekonomik düzeyde ele almak yani Lenin’in sınıflar tanımındaki birinci öğeyi ön plana çıkartarak, sadece üretim ilişkileri içerisinde üretim araçlarıyla ilişkilerini esas alıp, sınıf tanımını bu alana hapsetmesidir.
Tanımın kendisine bağlı olarak, üretim araçlarıyla ilişkiyi mülkiyet ilişkisi içerisine hapsetmek, politik ve idolojik yanı görmemeyi beraberinde getirir. Oysa, Marx’ın toplumsal sınıflara ilişkin incelemeleri; tek başına ekonomik yapı veya üretim ilişkilerini değil; ancak bir toplumsal oluşumun ve bir üretim biçiminin yapısal bütününün ve oradaki çeşitli düzeylerin aralarında süren ilişkileri de içerir.
Toplumsal sınıf kavramı, yaşanan bir gerçekliğe dayanır, bu toplumsal yaşamın temel bir gerçeğidir. Çünkü, toplumsal ve siyasal yaşamı yöneten odur. Ekonomik bir dayanağı olan bu gerçeklik, aynı zamanda insan grupları arasındaki temel bir karşıtlık ve mücadeleyi içerir.
Sermaye ve emek gerek kapitalistlerin, gerek işçilerin deneysel gerçekleri değildir. Toplumsal ilişkileri de kapsayan bu iki terim toplumsal sınıf kavramı ile ifade edilmezler. Bu değişik biçimde üst yapılar olarak, devlet ve onun, ideolojik-politik yapısı gibi; politik ve ideolojik yapılar da toplumsal sınıf kavramıyla ifade edilmezler. Nasıl ki yalnız başına üretim araçları ile işçi arasındaki ilişki toplumsal olarak işçi sınıfını yansıtmıyorsa, ideolojik-politik bir yapı nesnesine tek başına dayanmak da sınıfı dile getirmez.
Kapitalist (burjuva) toplum kavramı, toplumsal sınıf olarak bakıldığında, bir bütün olarak üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin yansıması olan ideolojik ve politik yapılanmayı ve bunun etkilerini de ifade eder. Sınıf tanımlaması, içerdiği üretim ilişkilerini; bu ilişkilerin yarattığı çelişkileri ve bu çelişkilerin sınıflar arasında doğurduğu mücadelenin yönünü belirtir.
Modern dünyanın sınıfları, köken ve gelişim olarak elle tutulur bir biçimde, salt ekonomik nedenlerden ileri gelmiş görünüyor. Bundan dolayı, sınıflara bölünmenin temelinde, işbölümü yasası bulunur. Burjuvazi ve proletaryanın her ikisi de, ekonomik koşulların, daha doğrusu üretim biçiminin dönüşümü sonucu oluşmuşlardır.
Sınıf ve Sınıf Savaşımı
Üstyapının politik biçimleri ve sonuçları, hukuksal biçimler, sınıf savaşımlarını ve savaşanları etkiler. Politik, felsefi, dinsel anlayışlar ve bunların etkisinde kalan gelişimler tarihsel savaşımlar üzerinde etkili olmuşlar ve hatta onların biçimlerini belirlemişlerdir. Bunların tümü içinde en belirleyici olan ekonomik koşullardır. Önemli olan, olaylar arasındaki iç bağlantıların ve karşılıklı etkileşimlerin doğru bir süzgeçten geçirilerek incelenmesidir. Materyalist tarih anlayışına göre tarihteki belirleyici etken, son aşamada yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Bundan fazlasını söylemek ekonomik etkeni tek başına belirleyici olarak almak boş ve anlamsız kalmaktadır. Ekonomik durum temeldir.
Marksist sınıf anlayışı, bütün geçmiş tarihin sınıf savaşımları tarihi olduğu üzerinedir. Marx, toplumların birbiriyle çatışan sınıflarının, her zaman, üretim ve değişim tarzlarının, kısaca kendi çağlarının koşullarının ürünleri olduğunu tanıtlamıştır.
Bu iki ürünün kendilerini üretim içerisinde ya da toplum içerisinde nasıl adlandırdıkları veya nasıl gördükleri üretim ilişkileri açısından pek fazla bir önem taşımaz. Politik ve ideolojik kuramların ötesinde üretim ilişkileri içinde aldıkları yer sınıfsal niteliklerini tanıtlar.
Max Weber’e göre sınıfı belirleyen ekonomik etmenler, geniş “değerler” kategorisi içindeki etmenlerden biri olarak görülmelidir. Çıkardan hareketle açıklama ile düşüncelerle açıklama arasındaki karşıtlık anlamsızdır, Çünkü herkesin kendi çıkarını görme biçimini yönlendiren düşünceler farklılıklar içerir ve hatta bunlar; metafizik ya da dini düşüncelerdir. Kişinin kendi çıkarını algılama biçimleri tek değildir, her şey sonuçta o kişinin dünyaya bakış açısına bağlıdır. Böylece Weber dini ekonomi ile açıklamak yerine ekonomiyi dinle açıklamaktadır.
Bu söylemler; Marx’ın sınıf tanımına yakın gibi görünür. Weber’de sınıf, düzenin sadece bir bölümü, yani ekonomik düzen için geçerli olan ortak bir aitlik duygusu içermeyen bir yapılanmadır. Sınıfın dayanağını oluşturan bu ekonomik çıkar, toplum içinde tarafların peşinde gittikleri çeşitli çıkarlardan biridir sadece. Sınıf bu anlamda bir topluluk olduğuna göre sadece çıkarları olduğunda hareket eden bir topluluktur, ortak sınıfsal eylemi söz konusu olamaz.
Oysa Marksizmin kendisinden önceki sosyalist öğretilerden kopuşu, onların sermaye ve emek özdeşliği, serbest rekabetin yaratacağı evrensel uyum gibi burjuva gevezeliklerden öteye gidemediklerini, ekonomik çıkarlara dayanan sınıf savaşımı ve ekonomik çıkarlar üzerine bir şey bilmediklerini ortaya koyması ile olmuştur.
Marksizme cepheden karşı dikilenlere göre toplum, sınıflara bölünmekten önce yapısal olarak demokratiktir; yani bireysel eşitlik ve kardeşlik duygusuna dayanır. Burada sınıfsal çelişkiler, sömürü ve çelişkilerin yarattığı sınıfsal mücadele sözkonusu değildir. Ortaya çıkan “olaylar” sadece ve sadece toplumun yapısındaki aksaklıklardan kaynaklanmaktadır. Yani bireysel eşitlikteki aksamaların bir yansımasından başka bir şey değildirler. Bunun temelinde; Marksizmin belirttiği “tarihin yürüyüşünü yöneten insanın maddi koşulları ile bunların toplumsal ifadesi”ne cepheden karşı koyan Tocquevill’in, koşulların eşitliğine doğru gelişen karşı konulmaz demokratik hareketleri ve bu hareketleri yöneten bilinç mantığı vardır.
Tocquevill, “bireysel eşitliği yaratan bireylerin eşitlik duygusudur” der. Ona göre bunu sağlayan demokratik devrimdir. Hem devrimden söz edip hem devrimin dinamiği altında yatan öğelerden söz etmemesi oldukça ilginçtir. Tarih bilinçle yaratılan bir olgu olduğuna göre, devrimleri de yaratan bilinç olmaktadır. Sonuç olarak büyük toplumsal gruplar eşitlikçi bireyciliğin etkisi altında ortadan kalkacaktır. Bilinçte ortadan kalkan eşitsizlik, yoksulların ve zenginlerin varlıklarını sürdürmesi ile devam eder; bu bir eşitsizlik olarak ele alınmamalıdır.
Diğer yandan, gelişmeyi toplumsal çelişkilerin ana kaynağı olarak savunan (Comte, Taine ya da Durkheim’de olduğu gibi) tutucu etkiler de kendilerini belirgin olarak ortaya koymuşlardır. Comte’un aydınlanmacıların eşitçiliğine ve devrime getirdiği eleştiri ve yine Comte’un gerçek anlamda hiyerarşi mantığı, tutuculuğundan ve eski topluma olan özlemlerinden kaynaklanır. Taine tutuculuğu her türlü saldırıya karşı cesaretle üstüne almaktan geri kalmaz: İnsanları düzene koyan ve onların hırsını sınırlayanı, “eski toplumsal yapı ile modern düzensizlik arasındaki karşıtlık” olarak belirler. Başka bir açıdan baksa da Durkheim her şeyden önce modernliğin toplumsal uyuşmayı sürüklediği tehlikeler karşısında duyarlıdır, sınıf kavramı onun düşüncesine olan yabancılığını her zaman korur. “Oysa Marksizmin sınıf kavgasındaki mekanı kapitalizmdir. Marksizm kapitalizmin dönüştürücülüğünü kabul etmektedir.”[5]
Üretim İlişkileri ve Toplumsal Sınıflar
İnsanların, maddi değerlerin üretimi sırasında kurdukları tüm ilişkilere, kabaca üretim ilişkileri diyebiliriz. Bu ilişki, bilincin dışında olarak, kendisini ortaya koyar ve bu anlamda maddesel özelliktedir. Nitelik olarak da üretim güçlerinin gelişim düzeyi ve özelliklerine bağlıdır. Hangi tanımın kullanıldığına bağlı kalmaksızın üretim güçleri ile mülkiyet ilişkileri arasındaki bağ, üretim biçimini oluşturur.
Kapitalist üretim tarzının yarattığı toplumsal sınıflar, temel olarak işçiler ve burjuvalardır. Üretim tarzı, bu iki sınıfın üretim içerisindeki ilişkileri temelinde şekillenir. Bu üretim ilişkisi içerisindeki diğer tabaka ve sınıfların varlığı bu toplum yapısının özünü değiştirmez.
Modern toplumun gelişim yasalarının tahliline dayanılarak ortaya konulan işçi sınıfı ve kapitalist sınıfın üretim ilişkilerinin yarattığı uzlaşmaz çelişki, sınıf mücadelesini içerir. Burjuvazi ortaya çıktığı andan itibaren kendi anti-tezi ile kuşatılmış olarak çıktı. Ücretli işçiler olmaksızın onun varlığı olamazdı. Loncaya bağlı Ortaçağ kentlisi gelişip modern burjuvaziyi oluşturduğunda, lonca usta ve kalfası ve lonca dışındaki gündelikçi de proleterleşti. Yeni gelişen ekonomik yapıya karşı geri üretim tarzının karşı duruşu, burjuvazinin feodalizme karşı savaşımını doğurmuştur.
Burjuvazi feodalizmle savaşında aynı zamanda zamanın çalışan sınıflarının çıkarını temsil ettiğini ileri sürerken, bugünkü modern toplumun proletaryasının hayli gelişmiş öncüsü olan sınıfın da bağımsız patlamaları olmuştur. Örneğin Alman reformları ve köylü savaşları sırasında anabaptistler, İngiliz devriminde leveller, büyük Fransız devriminde Babeuf.
Bu devrimlerin hepsinde yer alan, henüz tam tanımlanamayan, gelişmemiş bir sınıfın devrimci başkaldırışına karşılık gelen teorik belirtiler vardı. 18 yüzyıldaki komünist teoriler, eşitlik istekleri ve politik haklarla yetinmiyorlardı. Ortadan kaldırılması gereken yanlızca kişiler arasındaki ayrıcalıklar değil, tersine sınıf ayrıcalıklarının kendisiydi.
İlkel komünist düşüncelerin üstüne gelen üç büyük ütopyacı; orta sınıf hareketini onunla atbaşı giden işçi sınıfı hareketinden daha anlamlı bulan Saint-Simon ve kapitalist üretimin çok geliştiği ülkede bunun sonucu olan uzlaşmaz karşıtların etkisinde sınıf farklılıklarının giderilmesi konusundaki önerilerini sistemli ve Fransız materyalizmiyle doğrudan ilişkili olarak işleyip tüketen Fourier ve Owen’dı.
Üç büyük ütopyacının ortak yanı; tarihsel gelişimin ve arada yarattığı proletaryanın çıkarlarının temsilcisi olarak ortaya çıkmamış oluşlarıdır. Onlar da Fransız filozofları gibi, önce belirli bir sınıfı değil, tersine bütün insanlığı hemen kurtarmak istemişlerdir.
Oysa “Kapitalizmin varlığını kabul etmek; bir sistemi maddi bir nesneyi ve bir felsefenin doğasını kabul etmeyi, onu tanımayı içermektedir. Kapitalizmin felsefesini ve doğasını kabul etmek, onu onaylamak değil; bir sınıf mücadelesinin yapıcı birliğinin siyasal hedeflerine, toplumsal üretimin ve ideolojilerin nesnel çözümlemesi ile oluşturulan yeni devrimci bir kurama ulaşmaktır.”[6]
Bu her şeyden önce; sınıf mücadelesinin hem ideolojik, hem de siyasal boyutlarının artık hep var olacak biçimde kurulmuş olması sonucunu doğrulamaktan geçer. Fransız devriminde yedeğine aldığı güçlerin sözcülük ve temsilciliğine soyunan burjuvazi, kent emekçilerini, köylüleri ve henüz çekirdek halindeki işçileri peşinden sürüklemiş, ancak devrimden sonra, bu güçlerle karşı karşıya gelmiştir. Marksizm bu noktada sınıf olarak işçilerin, ekonomik eşitlik ve sosyal haklar talebi, toplumsal patlamalar ve sisteme karşı ayaklanmalar ile kendisini ifade ettiğini ortaya koyuyordu. Lyon ayaklanmasında ise, çıkarları evrensel olanların birleşmesi gerektiğini savunurken; işçi sınıfını ekonomik ve sosyal taleplerden daha ileri olarak, siyasal telepleri olan, bir sınıf olarak görmüştür.
Burjuvazi ve proletaryanın her ikisi de ekonomik koşulların, daha doğrusu üretim tarzının dönüşümü sonucu oluşmuşlardır. Bu, lonca tezgahından manifaktüre, manifaktürden de makineler kullanan, su buharı ile işleyen ve bu iki sınıfı geliştirmiş olan büyük sanayiye geçiştir.
Bu geçiş, bir yandan ellerinde üretim araçları toplanmış bulunan kapitalistler ve öte yanda emek gücünden başka hiçbir şeyi olmayan üreticiler olmak üzere ayrılmanın tamamlanması olmuştur. Toplumsallaştırılmış üretim ile kapitalist mal edinme arasındaki çelişki, proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlık olarak şekillendi. Bu, ne burjuvazinin ne de proleteyanın iradesine bağlı olmayan, kendiliğinden gelişen bir süreçtir.
Kapitalist sistemin gelişimi ve üretim biçimi tek başına baz alındığında ortaya çıkan sınıf bileşimi kendi başına yanıltıcı bir öğe olarak görünmektedir. Marx’ın tanımladığı gibi kapitalistler, toprak sahipleri ve işçileri ortaya çıkaran üretim biçimidir. Bu sınıflar içinde burjuvazi ve proletaryayı belirleyen, toplumsal üretimin kapitalist tarafından mal edilmesidir. Bu, bugünkü toplumun içinde hareket ettiği ve sanayinin ortaya çıkardığı bütün çelişkilerin doğurduğu temel çelişkidir.
Birinci olarak; üretici güçlerin üretim araçlarından ayrılması, işçinin yaşamı boyunca ücretli emeğe mahkum edilmesi; bu, burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz çelişkidir.
İkinci olarak; pazar için üretimi yöneten yasaların üstün gelmesi ve etkilerinin gittikçe artması, her alanda amansız rekabet, bir fabrikadaki toplumsallaştırılmış örgütlenme ile üretimdeki toplumsal anarşi arasındaki çelişki…
Üçüncüsü; bir yandan üretim araçlarındaki gelişim ve buna bağlı olarak gittikçe artan oranda işçinin yerinden olması ile tamamlanan gelişme, işsizler (yedek sanayi ordusu), diğer yandan üretimin sınırsız gelişmesi ve rekabet karşısında her bireysel kapitalist için rekabet zorunluluğu.
Dördüncü; burjuvazinin üretim araçlarının toplumsal karakterini tanımak zorunda kalması, anonim ortaklıklar, tröstler olarak bireysel mülkiyete karşı kapitalistlerin ortaya çıkması.
Beşinci; devletin yönetimi ve üretimi üstlenmesinin burjuvaziyi gereksiz kılması ve onun bütün toplumsal görevlerini aylıklı memurlara yaptırması.
Ekonomik düzeydeki gelişme son aşamada ekonomik düzey tarafından belirlenme daha çok, politik düzeyin, bu üretim biçiminde aldığı konum ve işlev bakımından, egemen nitelikteki rolü biçiminde yansır.
Sınıf Mücadelesi İçinde Sınıf
İşçilerin bir sınıf olarak ortaya çıkışı ve Marksizmin bir bilimsel sistem olarak şekillenmesi liberalist bireyciliğin postülalarını çürütüyor ve biçimsel bireyci özgürlüklerin karşısına gerçek anlamda toplumsal özgürlüğü koyuyor.
Bilimsel soyutlama, kapitalist toplumu temel üretim ilişkisi ile, yani emek-sermaye ilişkisi ile sınırlamak, kapitalist toplumun çeşitli belirme biçimleri içerisinde ortak olanı bulup çıkarmak için gereklidir.
Ekonomik kategoriler ve teorik ifadeler yalnızca toplumsal üretim ilişkilerinin soyutlamasıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için insanlar kendi üretim biçimlerini değiştirirler. Üretim biçimini değiştirmek, yaşam için gereksinim duyulan şeyleri kazanma yollarını dğiştirmektir. Bunun için de bütün toplumsal ilişkilerini maddi üretkenliklerine uygun olarak kuran insanlar, bu ilişkilere uygun ilkeler, düşünceler ve kategoriler üretirler ve her toplumun üretim ilişkileri bir bütün oluştururlar. Sınıflar ve sınıflar arası mücadele ve uzlaşmazlıklar da bu bütünün bir parçasıdır.
Sınıf kendini, mücadelesi içerisinde var eder ve ortaya koyar; bu onun ideolojik olarak ifadesidir; bir sınıfın bir toplumsal oluşuma ilişkin üretim ilişkileri içerisinde toplumsal bir güç olarak bir sınıf olarak var olabilmesini ancak sınıfın ekonomik varlığının, üretim ilişkileri ile bağlantılarının o toplumsal yapılanmadaki diğer düzeylerine kendisine özgü olarak etki etmekle kendini ortaya koyar.[7]
Bu etki politik ve ideolojik yapılarda olduğu kadar, toplumsal ideolojik ve politik sınıf ilişkilerinde de ortaya çıkar. Bu ilişkilerin ortaya çıkmasında belirleyici yan, sınıfları ve onların arasındaki (burjuvazi ve proletarya arasındaki) uzlaşmaz karşıtlığın zorunlu olarak doğurduğu tarihsel ve ekonomik olaylardır. Bu anlamda bütün toplumsal değişimlerin ereksel nedenleri, insanların kendi dünyalarında yarattıkları ütopyaya kavuşma ve ütopyalarını kavramalarında değil, ana üretim ve değişim biçimlerindeki değişmelerde aranmalıdır.
Sınıflar mücadelesi içerisinde ekonomik temelin var olması yanında, politik-ideolojik ve ekonomik varoluş bir bütün olarak ortaya konulmak durumundadır. Bu, gerçek var oluşun ta kendisidir. Kendi başına bir ekonomik kategori olarak var olmak sınıfın belirleyicisi olmaktan uzaktır.
Toplumsal sınıflar yapısal durumları değil, toplumsal ilişkileri kapsarlar; bu toplumsal ilişkiler, toplumsal uygulamalarca oluşturulurlar, bu demektir ki toplumsal sınıflar ancak, sınıf uygulamaları çerçevesinde kavranabilirler.
Toplumda sınıfların karşılıklı etkileşimle ortaya çıkmaları bir sonuçtur. Sınıfsal eylemler de ancak sınıf mücadelesi alanı içerisinde karşılıklı ilişkiden kaynaklanır. Her düzeyde farklı sınıf uygulamalarının çatışmacı niteliği ve sınıfların var oluşları, yapısal ilişkilerin sonucudur. Bu da yapısal çelişkilerin, toplumsal ilişkilerin içinde büründüğü biçimlerdir.
Ekonomik bir kategori olarak var olan; politik ifadesini ve bu anlamda ideolojik bir kategori olarak da kendisini ortaya koyar. Bu konuda, Felsefenin Sefaleti’ndeki ekonomik savaşım ve Komünist Manifesto’daki politik görevler sınıf mücadelesi içerisindeki işçi sınıfının varoluşunun Marksist kanıtıdır.
Marx, tüm siyasal savaşım tarihinden, devletin ortadan kalkması gerektiği ve ortadan kalkışın geçici biçiminin de egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya olacağı sonucunu çıkartmıştır. Marx için Komün, proleter devrim tarafından, burjuva devlet aygıtını parçalamak için yapılmış ilk girişim olması ve parçalanmış olanın yerine geçmesi olanaklı ve gerekli olan “en son bulunmuş” siyasal biçimdir. Nitekim Kugelman’a 12 Nisan 1871’de şöyle yazıyordu: “…benim 18. Brumıere’nin son bölümünde eğer yeniden okursan göreceğin gibi, Fransa’da gelecek devrim girişiminin, şimdiye dek olduğu gibi artık bürokratik ve askeri makineyi, başka ellere geçirmeye değil, onu yıkmaya dayanması gerekeceğini belirtiyorum. Kıta üzerinde gerçekten halkçı her devrimin ilk koşulu bu. Kahraman Parisli arkadaşlarımızın giriştikleri şey de budur.”
Tarihte işçi sınıfının politik ve ideolojik olarak da varoluşunu Komün deneyinden sonra Sovyet deneyi ile Lenin ortaya koydu. Sadece üretici güç anlamında ekonomik bir kategori olarak görünen işçi sınıfını Marksist bir bakış açısı ile sınıflar mücadelesi içerisinde ideolojik ve politik bir güç olarak bütünleşmiş halde keskin bir ifade ile ortaya koydu.
“…önceki toplum biçimleri gibi, kapitalist üretim biçimi de nedensellikler ve yasalarla doğmuştur ve yine nedensel ve yasalı olarak yok olacaktır.”[8]
[1] V. I. Lenin, Devlet ve İhtilal, Bilim ve Sosyalizm Yay., Ankara 1989, s. 45.
[2] K. Marx, Kapital Cilt 3, Sol Yay., Ankara, s. 775.
[3] Fhilippe Beneton, Toplumsal Sınıflar, Çev.: Hüsnü Dilli, İletişim Yay., İstanbul 1995
[4] Nicos Poulantzas, Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, Çev.: Şen Süer, L. Fevzi Topaçoğlu, Belge Yay., İstanbul 1992, s. 54.
[5] M. Serdar, “İşçi Hareketi, Marksizm ve Parti”, Teori ve Politika 3, ‘96, s.56.
[6] A.g.y., s. 56.
[7] Marx’ın diğer sosyalistlerden kopuşu da bu noktada başlar.
[8] Metin Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, Teori ve Politika, Kış ‘96, s. 27.