Ana SayfaSayı 10Çelişki Üzerine

Çelişki Üzerine

Çetin Konuk

Materyalist tarih anlayışı, Marx’ın toplumsal hareketin de yasalara tabi olduğunu göstermesi ile başlamıştır. Buradaki sorunsal, bu yasaların genel işleyişinden çok, yasaların gelişiminde “bilimin nesnesi” olarak toplumdaki çelişkilerin doğadaki çelişkilerle aynı olup olmadığı; ve diyalektik yasaların, toplum ve doğa yasalarının, özgül farklılıklar taşımakla birlikte aynı ilkeler üzerinden işlediğini göstermektir. Diyalektik üzerine tartışmalar, daha çok, geçerliğinin söz konusu edildiği tarihsel-toplumsal alanda cereyan etmiştir.

Diyalektik mantıkta bütün gelişmenin itici gücü çelişki faktörüyle açıklanır. Toplum ve doğadaki gelişim, çelişkinin doğal sonuçlarıdır. Marksist geleneğin üstüne oturduğu yapının ekseni budur.

Gelişim ve değişim Hegel’de maddenin hareketi olarak vardır. Marx ve Engels’in, Hegel diyalektiğini ayakları üstüne oturtmaları esprisi, felsefi spekülasyondan toplumsal pratiğe geçişin sağlanmasıdır. Burada pratik kendi içinde öznenin varlığını kabul etmeyi beraberinde getirmiştir. Engels, Hegel diyalektiğinin temel yanına, öznenin tarih dışına atılması ile birlikte, çelişmenin insan toplumunun tarihsel gelişimindeki yerine vurgu yapar.

Hegel’de özne, insanın pratik etkinliği değil, tinin etkinliğidir. Bir başka anlamda özne tindir. Marx, Hegel’de olduğu gibi, tarih ve toplum yaşamının çelişmelerle geliştiğini, yani diyalektik bir gelişim gösterdiğini kabul ediyordu. Ama bu çelişmeler Hegel’in idesinde ortaya çıkmıyordu, idenin çelişmeleri değildi. İnsan etkinliğinin tarihin gelişmesi içinde soyutlanması; insanda ve etkinliğindeki özelliklerin maddesel olmayan bir ilkeye aktarılması ide kavramını ortaya çıkarmıştı. Marx, Hegel’in maddesel olmayan idenin maddesel gerçeği açığa çıkarması idealizmine karşı durmuş ve bunu tersine çevirmiştir. Yani ters çevirme işlemi, kaba bir anlatımla, maddesel varlık alta ve temele, düşünce yani sonuç ve ürün ise üste gelecek bir biçimde yapılmıştır.

Gramsci de diyalektiğe bu noktadan yaklaşmış; praksis felsefesine bağlı olarak; nesnel gerçeklik olarak toplumun insan ürünü olduğunu ve toplumun değişmesinin ancak insanın pratik etkinliğiyle mümkün olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Burada yasanın yeri yoktur, özneye doğru savruluş söz konusudur. Diyalektiğin, insanın pratik etkinliğinde (toplumda) yerleşmesi, Gramsci’nin temel dayanak noktalarından birini oluşturur.

Marx’ın Alman İdeolojisi‘nde ortaya koyduğu pratik, tarihin belirli yasalarıyla belirlenmiş faaliyetler olarak nesnel niteliktedir. Bu nesnellik, toplumda sınıf çatışmalarının varlığı ve sosyalizmin “iki sınıfın savaşımının zorunlu ürünü”[1] olarak kurulması gibi, toplum ve insan ilişkisi çerçevesinde, toplumsal varlığı belirleyenin insan değil, tam aksine bilinçleriyle insanları (bilinçsizlik insan olmamak demektir) belirleyenin onların maddi toplumsal varlıkları olduğu ifadesi, tam anlamı ile toplumsal ilişki ve çelişkilerin yarattığı nesnel zorunluluğu ifade eder.

Marksizmdeki pratik, nesnel bir zorunluluk olarak değişimin olmazsa olmaz koşuludur. Bu pratik, nesnenin gerçek hareketinin yarattığı pratik hareketin kendisi olan çelişkide yatar. Marx’ın, tarihi ve toplumu yaratanların gerçek ve somut insanlar olduğu görüşü, meşruiyetini buradan alır.

Madde ve hareket

Maddenin hareketi ve hareketin maddiliği materyalist anlamda ontolojik yapıdadır. Hareketin kendisi iki anlamda da değerlendirilebilir ve kategorilendirilebilir. Hareketin epistemolojisi ve ontolojisi. Böylece maddenin ontolojik olarak hareketi ile maddenin hareketinin felsefi olarak değerlendirilmesi arasında farklılıklar ve karşıtlıklar kaçınılmaz olarak var olacaktır.

Varlık sürekli bir değişmedir; düşünme (bilinç), geçek (maddesel) hareketin (değişmenin) insan beynindeki yansımasıdır. Salt düşüncenin mutlaklaştırılması sonucu, Proudhon’un deyimi ile “saf akıl… kendi kendine durum almaktan, kendine karşıt olmaktan, kendisini yadsımaktan, kendi yadsımasını yadsımaktan ibarettir”[2] yaklaşımı sonucunda, düşüncedeki hareketin kendi içindeki gerçekliği ile maddedeki hareketin gerçekliğini birbirine karıştırılmaktadır. Düşüncedeki hareket, maddedeki gerçek hareketi bir kenara bırakarak kendisini mutlaklaştırır. Hareket, maddeden soyutlanması ile “saf aklın hareketi” haline gelir. Çelişki (aynı anlama gelmek üzere, maddenin hareketi), madde dışında anlaşıldığında yok olmaktan kurtulamaz.

Düşüncedeki hareket ve maddedeki hareket, felsefede ayrı şeyler olmasına rağmen, gerçekte bir ve aynı şeylerdir. Hareketsiz madde, maddesiz hareket varsayılamaz. İnsan ve toplum da bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Maddedeki hareketi, düşüncede iki karşıt olarak almak ve hareketi birbirinden çıkarsamadan iki ayrı hareket biçiminde kategorilendirmek, ancak hareketin metafiziği olarak adlandırılabilir. Aynı çizgi, Lukacs ve ardıllarında, idaelizm olarak, bilinç ve ekonominin hareketi arasında diyalektik bir bağın varolmasının savunusu olarak kendisini ortaya koyar. Ekonomi bilincin hareketi ile şekillenmektedir. Bilincin hareketinde ekonominin fazla bir önemi yoktur. Çünkü toplumsal varlığın “madde olarak” hareketi, doğadaki maddenin hareketinden farklı bir niteliktedir.

Tez – anti-tez – sentez üçlemesinde, tez ve anti-tez arasındaki ilişki maddeden bağımsız bilincin kendi hareketinde ayrışan iki ayrı hareket (düşünce) olarak karşı karşıya getirilmekte ve bilinçte yeni bir hareket (düşünce) türetilmektedir. Maddedeki hareket (gelişme) yerine, kavrayışta birbirini izleyen ve ard arda gelen kavramlar silsilesi ortaya konularak dünya düşünceler ile kurulmaktadır. Lenin buna, “Hareketi maddeden ayırma isteği düşünceyi nesnel gerçeklikten ayırmaya ya da duyumlarımı dış dünyadan ayırmaya eş değerdir; yani idealizme varmaktır”[3] sözleriyle karşı koyar. Bütün düşünce şemaları, yalnızca düşünce biçimleri ile ilgilidir; oysa maddede sözkonusu olan yalnızca dünyanın maddi hereket biçimleridir. Düşünce biçimleri, hiçbir zaman düşüncenin düşüncesinden çıkarsamayla değil “tastamam ancak dış dünyadan çıkartıp türetilebilir”.[4]

Çelişkinin uzlaşmazlığı

Nesnel gerçeğin hareketi ve hareketin bilinçteki yansıması arasında kaçınılmaz olarak farklılık vardır. Nesnel gerçeğin hareketi, çelişki üzerine düşüncenin temelini oluşturur. Marksizm, toplum ve doğada hareketi, çelişmenin bir ürünü olarak tanımlar. Bu çerçevede, Engels’in belirttiği biçimi izleyen Lenin, matematikte diferansiyel ve integral, mekanikte hareket ve karşı hareket, fizikte artı ve eksi elektirik, kimyada atomların ayrışması ve birleşmesini diyalektiğin anlatımları olarak evrenselleştirir ve toplumsal alanda da sınıflar savaşımını diyalektik çelişki olarak ortaya koyar.[5]

Doğadaki hareketin yapısında yer alan çelişki, gelişmenin ve ilerlemenin esas yönünü oluştururken, toplumda üretim ilişkileri içerisinde çelişki doğaya göre bulanıklıklar taşır. Bulanıklık sonucu, toplumsal alanda çelişki, doğasal maddedeki çelişki kadar net ve görülür değildir. Örneğin fizikteki artı ve eksi elektrik arasındaki çelişkinin yarattığı enerji gibi olgular toplumda net olarak görülme durumunda değildir. Toplumsal ilişkilerdeki karmaşıklık ve üst üste binmiş olayların temelindeki çelişki, kendisini, karışıklık ve bilinçte bulanıklıklar halinde gösterebilir.

Temelde yatan çelişkinin yanında Mao ve Althusser’in yaptığı gibi, çelişkinin asıl ve tali olarak bölünmesi, bu bulanıklığın sonucudur.

Doğa ve toplumdaki harekette var olan çelişkiyi, aynı hareketin iki ucu olarak ortaya koymak gerekir. Hareketin gelişiminde beliren uçlardan olumlu ve olumsuzun çatışması, madde dışında değil bizzat maddenin hareketinde var olur, hareket bittiğinde bu çelişki de yok olur. Bundan ayrı olarak, maddenin hareketi, kendinde değil dışından bir hareket ile çelişki olarak ortaya konulduğunda, hareket, kendi uçlarından olumlu ve olumsuzun çatışması olarak değil, iki ayrı hareketin çatışması biçimine bürünür ki, karşıtlıklar arasında hareket gibi (çelişkiler arası çelişki gibi) görülür.

Doğa, aralıksız sürüp giden bir hareket içindedir. Değişme her zaman karşıtlıkların çatışmasından doğar. Herhangi bir varlıkta onu, hem kendisi, hem de kendisinden başka bir şey olmaya iten (zorlayan) zıtlıklar vardır. Varlık dışarıdan bir gücün etkisiyle değil, içindeki çelişmenin harekete getirmesi ile değişikliğe uğrar. Karşıtlıklar nesnede (varlıkta) birbirinin dışında değil; bir arada ve birlik oluşturacak biçimde bulunurlar. Madde, olumluluk ve olumsuzluğunu kendi içerisinde taşır; değişim ve yeniden değişim bu zıtlıkların zorunluluğunda gerçekleşir.

Hareket kendi kendine hareket olarak yok sayıldığında hareketi sağlayan güç gerekir. Maddenin hareketine karşı madde dışında bir hareket, bir başka maddenin hareketi ile açıklandığında, her iki maddenin çatışması sonucu, maddelerin hareketini sağlayan güç karşımıza çıkar ki bu durum özneciliğin batağından başka bir yer değildir. Öznenin yarattığı süreç bir tarafa atıldığında, karşımıza, asıl olan maddedeki kendi kendine hareket ve onun bilgisi çıkar; savunulması gereken de budur.

Maddenin bu kavranışında ontolojik olarak madde ve madde bilgisinin tek ve aynı şey olduğu görüşü, çelişkinin uzlaşmazlığının bir ifadesidir. Bu yaklaşımdan, toplumsal alanın bulanık çelişki ortamında, özellikle vazgeçilmemelidir. Çünkü, mesele, asıl olarak bu alanda kritik bir hal almaktadır.

Hareketin içerisinde asıl ve ikincil çelişkiler belirleme konusundaki Mao ile Althusser’in çalışmalar yaptığı biliniyor. Mao, hareketin bağrındaki çelişkiyi ikiye ayırmaktan çok, politik alanda temel çelişkiye bağlı baş çelişki kavramını ihdas ederek, mücadelede öne çıkarılması gerekenin baş çelişki olduğuna vurgu yapar. Çünkü Mao, toplumsal karmaşıklığa bağlı olarak, politik mücadeleyi yürütmek ve açıklamak durumunda kalmıştır. Sınıfsal ve sınıfsal olmayan çelişkilerin yarattığı kaotik ortamda, ikincil çelişkiler aramak bir zorunluluk olmaktadır. Çelişkiyi iki kutuplu basit bir süreç olarak görmeyen Althusser, her harekette asıl ve tali bir yön öngörür. Ona göre ancak çok basit bir süreç karşıt bir çift içerir. Oysa karmaşık süreçler birçok karşıt çiftler grubu içerir ve çelişkiler buna bağlı olarak artar.

Toplumda, sınıflar arası çelişkilerde uzlaşırlık olduğunu savunmak, maddenin hareketindeki uzlaşırlığı savunmakla denktir. Sınıflar arasındaki mücadelede ittifakların ve uzlaşmaların yapılması politik alandaki çelişkilerin uzlaşılabilirliği anlamına gelmez. Toplumsal siyasal yapıların, kendi içlerinde çıkarlar uğruna   birtakım anlaşmalar yapmaları aralarındaki çelişkinin uzlaşır nitelikte olduğunu göstermez. Sermayeye karşı savaşında proleteryanın, diğer ezilen kesimlerle yaptığı ittifaklar, sınıf olarak kendisini yok edecek olanın diğerlerini yok etmeyeceği anlamına gelmez. Ateş almayan tüfek, barutun patlayıcı özelliği olmadığına işaret etmez.

Toplumda, emek-sermaye temel çelişkisinin uzlaşmazlığı yanında, halk tabakaları arasındaki çelişkiler uzlaşır çelişkiler olarak adlandırılır. Bu, aynı zamanda hakim sınıflar arasındaki çelişkilerin niteliğinde de söz konusu edilir. Temeldeki çelişkinin uzlaşmazlığını savunmak, ama ikincil denilen çelişkilerin uzlaşırlığını savunmak “çelişkili” bir mantığa bürünmektir. Toplumsal ilişkilerde emek-sermaye çelişkisine bağlı ortaya konulabilecek çelişkiler, emek ve sermaye gibi iki nesnel unsurun dışında onlarca örnek barındırabilir. Bu durum, tam da bilincin kabul ettiği hareket olarak kendisini belirtmektedir. Emek ve sermaye arasındaki çatışma, üretim sürecinin bir ürünü olarak var olmuştur. Bu çatışmada, gerek emek gerek sermaye üretim ilişkilerinin aynı hareketi içerisinde iki ayrı ucu oluşturur.

Maddenin kendi içinde çatışması ve çatışma sonucu kendini aşması, diyalektik olarak doğa ve toplumun gelişme yasasıdır. Çünkü hem doğa hem toplumun gelişimi bu bakışla açıklanabilir. Çelişki nesnenin kendinde değil sadece düşünceler kategorisinde anlaşıldığında yok olur. Bu, maddenin yok olması demektir. Nesnenin hareketinde yatan çelişki uzlaşmazdır ve uzlaşırlığı söz konusu edildiğinde maddedeki hareket yok olur.

 

 

 

 


[1] F. Engels, Anti-Dühring, Çev.: Kenan Somer, Ankara 1977, Sol Yay., s. 71

[2] Marx, Felsefenin Sefaleti, Çev.: Ahmet Kardam, Ankara 1972, Sol Yay., s. 99

[3] Lenin, Materyalizm ve Ampiriokritisizm, Çev.: Sevim Belli, Ankara 1988, Sol Yay.,s. 287

[4] Engels, a.g.e., s 92

[5] Lenin, a.g.e., s. 413

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar