Ana SayfaGüncel YazılarGÖRÜŞ: Korkmuşlar da Söyleyememişler Meğer Suudi Arabistan (Geçmişte) İslamcı Aşırılıkçıları Desteklemiş Ama...

GÖRÜŞ: Korkmuşlar da Söyleyememişler Meğer Suudi Arabistan (Geçmişte) İslamcı Aşırılıkçıları Desteklemiş Ama Şimdi Tövbe Etmiş

ABD Dışişlerinde Afganistan, Irak ve Birleşmiş Milletler temsilcilikleri dâhil kilit mevkilerde görev yapmış Afgan kökenli bir diplomat olan Halilzad, buralardaki deneyimlerinden Suudi Arabistan’ın İslamcı örgütlerle ilişkilerini en yakından bilen isimlerden. Bu yazı, Politico Magazine internet dergisinde 14 Eylül 2016 tarihinde yayımlanan İngilizce orijinalinden TvP için A. Ercüment Özkaya tarafından çevrildi.

Suudi Arabistan’a son ziyaretimde şaşırtıcı bir itirafla karşılandım. Geçmişte Suudların İslamcı aşırılıkçılara mali desteği konusunu ne zaman gündeme getirsek sadece inkârla karşılaşırdık. Bu sefer, Kral Selman, Veliaht Prens Nayif, Veliaht Yardımcısı Muhammed Bin Selman ve çeşitli bakanlarla yaptığım görüşmeler sırasında üst düzey bir Suudi yetkili bana “Sizi yanılttık” itirafında bulundu. Bu yetkili, İslamî aşırılıkçılığa Suudi desteğinin, Suudi Arabistan’ı tehdit eden ve iki ülkenin Yemen sınırında savaşa tutuşmasına yol açan Nâsırcılığa –Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nâsır’ın düşüncelerine dayanan bir sosyalist politik ideoloji– karşı kullanılan bir güç olarak 1960’larda başladığını söyledi. Bu taktik Suudların Nâsırcılığı başarılı bir biçimde engellemesine yaramış ve Suudi Arabistan, İslamcılığın daha geniş amaçlar için kullanışlı güçlü bir âlet olduğunu düşünmüş.
Suudi yönetimi, bu yeni ve benzeri görülmemiş doğruculuk politikası kapsamında bana aşırılıkçılığa verdikleri desteğin aynı zamanda, 1980’ler Afganistan’ı gibi yerlerde çoğu kez ABD ile işbirliği içinde Sovyetler Birliği’ne karşı koymanın bir yolu olduğunu da açıkladı. Onlara göre, bu kullanım da başarılı sonuç vermiş. İslamî aşırılıkçılıktan daha sonraları iki ülke arasındaki jeopolitik rekabette İran tarafından desteklenen Şii hareketlere karşı faydalanılmış.
Ne var ki, diyor Suudlar, aşırılıkçılara verdikleri destek zamanla ters tepip metastaz yaparak ciddî bir tehdit şeklinde kendilerine ve Batı’ya karşı dönmüş. Kendilerini parçalamaya başlayan bir canavar yaratmışlar. “Bizi terk edersiniz ya da düşman muamelesi yaparsınız diye korkumuzdan 11 Eylül’den sonra da bunu itiraf edemedik, inkârdan gelmeye devam ettik” diye kabul etti konuştuğum o üst düzey Suudi yetkili.
Bu âni açık yüreklilik neden? En başta bu yeni politikanın gerçekten nereye kadar gittiğini sorgulamak doğru olacak. Şu açık ki, Suriye’deki el-Nusra gibi bazı aşırılıkçı Sünni grupların hâlâ Suudi parası almaya devam ediyor olup olmadıklarına dair bazı sorular var. Fakat, Suudların bana söylediklerine göre, geçmişle hesaplaşma yönündeki bu yeni yaklaşım yeni önderliğin ülke için geniş kapsamlı bir ekonomik reform programını da içeren yeni bir gelecek kurma çabalarının bir parçası.
Şu ânki düşüncelerine göre Suudlar İslamcı aşırılıkçılığı krallığın yüz yüze bulunduğu iki ana tehditten biri olarak görüyor –öteki tehdit ise İran. İran konusunda bir süreklilik var. [Bir önceki] Kral Abdullah ile 2006’da yaptığım görüşmede benden Başkan Bush’a “yılanın başını” ezmek için İran’a saldırıp rejimi devirmesinin gerektiğini iletmemi istediğini hatırlıyorum. Yeni önderlik de öncekiler gibi, bölgesel istikrarsızlıktan ve sürüp giden çatışmalardan ötürü İran’ı suçluyor.
Bir başka deyişle yeni yönetim modernleşme lehine ideolojiyi ikinci plana itiyor gibi gözüküyor. Aslında, üst düzey bir Suudi yetkili Krallığın “modernleşme kılığı altında bir devrim” yürütmekte olduğunu açıkça söyledi. Bununla şimdi Suudi siyasetinin ana dürtüsünün modernleşme olduğunu kast ediyordu.
Hâlâ Suud Hanedanı tarafından otokratik bir tarzda yönetilen ülkede siyasal bakımdan pek az şey değişmişken bu başarılabilir mi? Bu konuda en büyük bilinmeyen geçmişin ayartıcılığı –Suudi önderliğinin yeni programın arkasında birlik olup olmayacağı ve eski düzenden yararlananların ülkeyi istikrarsızlaştırma pahasına reform gündemini boşa çıkarmaya çalışıp çalışmayacağı. Eğlence merkezlerinin açılmasına, dinsel kurumların reformuna, sınırlı bile olsa karma eğitime ve kadınların işgücüne daha fazla katılımına karşı çıkabilecek olan güçlü dinsel kurulu düzenden muhalefet gelebilir.
Suudi Arabistan’da daha önce de birçok reform programı açıklanmış ama hepsi de kadük kalmıştı. Dahası, modernleşme, Suudi rejiminin siyasal meşruiyetini dayandırdığı iki temel direğe, Vahabi dinsel çevrelerinin biatına ve her türlü monarşinin dayanağı olan gelenekçiliğe de zarar verebilir. Modernleşme mevcut yetersiz düzenden kazançlı çıkanlar için ekonomik belirsizlikler getireceğinden sonuç siyasal bir kargaşa olabilir. Ve Suudi halkının dünya ekonomisinde rekabet edebilmek için eğitim ve nitelikçe her düzeyde gereğince hazırlıklı olup olmadığı da açık bir soru, çünkü modern bir ekonomide böyle yapmaları gerekecek. Durum bu değilse, rekabete hazırlıklı olmayanlar arasında toplumsal gerginlikler ve huzursuzluklar doğabilir.
Bu benim Suudi Arabistan’a ilk ziyaretim değildi. ABD Dışişleri Bakanlığında çalıştığım 1980’lerden beri bu ülkeye giderim. Irak’ta 2005-2007 arasında büyükelçilik yaptığım sırada Suudi yönetimi ile daha bile yakından tanıştım. Ülkeyi sık sık ziyaret edip Kral Abdullah ve öbür üst düzey yetkililerle samimi ilişkiler kurdum.
Yıllarca Suudi yetkililerin muğlaklığına ve müphemliğine alışmıştım. Şimdiyse muhataplarımız geçmişlerini ve gelecek için planlarını konuşmakta açık sözlü ve iş yapmaya hevesli gözüküyor. Geçen onyıllardaki izlenimim Suudilerin sıkı çalışmadığı yönündeydi. Şimdiyse iyi eğitimli, genç bir bakanlar kurulu ülkeyi dönüştürecek bir planı geliştirip uygulamak için günde 16-18 saat çalışıyor. Bu plan Muhammed bin Selman’ın düşüncesinin ürünü ve ülkeye olduğu kadar bölgeye de odaklı. Selman ve bakanları kararlılık ve enerji sergiliyorlar.
Müslümanlığın çoğunluk olduğu ülkeler boyunca modernleşme ile İslamcılık arasında bir mücadele süregidiyor. Riyad, modernleşmeyi, sayesinde en sonunda yüzleştiği aşırılıkçılığı yenilgiye uğratabileceği, dinamik bir özel sektörü büyütebileceği ve pusuda bekleyen ekonomik meydan okumaların üstesinden gelebileceği bir araç olarak görüyor. Suudi modernleşme programı şunları içeriyor:
Din polisinin aykırıları tutuklama yetkisine yeni kısıtlamalar.
Hükümet kadroları içindeki aşırılıkçıların temizlenmesi ve güvenlik kurumları içindeki etkilerinin gözetlenmesi için daha fazla gayret gösterilmesi.
İslamî aşırılıkçılığa ilahiyat alanında karşı koymak için yeni dinsel önderlerin atanması.
Yeni bir lider atamak ve yurt dışındaki medreselere desteği kesmek yoluyla dünya Müslüman Ligi’nin –Suudilerin ülke dışındaki İslamî hareketleri desteklemek için kullandığı başlıca organ– dönüştürülmesi.
Ekonomi cephesinde yeni yönetim ekonomiyi dönüştürmek ve petrole bağımlılığı azaltmak için planlar hazırlamış. Vizyon 2030 ve 2020 Ulusal Dönüşüm Programı ile ülkenin devasa bürokrasisini küçültmek, sübvansiyonları azaltıp sonunda tümüyle kaldırmak, şeffaflığı artırıp kırtasiyeciliği azaltarak çekilecek yabancı yatırımları da içeren özel sektörü genişletmek hedefleniyor.
Yönetim, dev petrol şirketi Aramco’yu halka hisse arzını da içeren yollarla dönüştürmeyi ve böylece ulusal yatırım fonu için belki 2 trilyon doları bulacak bir kaynak yaratmayı planlıyor. Bu fonun yatırımlarından gelecek gelirle petrol gelirlerine olan bağımlılığın azaltılabileceği düşünülüyor. Suudi yurttaşlarını ülke içinde daha fazla para harcamaya özendirmek için hükümet ülke içinde eğlence merkezleri açıyor ve ABD’den bu alanda tanınmış markaları getirtmeye niyetleniyor. Şimdiden Six Flags ile bir anlaşma imzalanmış. Çalışan nüfus içindeki kadın oranının artırılması da planlanmış. Planlaması ve yapımı özel sektöre bırakılmış inşa hâlindeki bir kent olan Kral Abdullah Şehrini ziyaret ettim. Burada, kadınlarla erkekler üniversitede aynı sınıflarda ders görüyor ve önemli uluslararası şirketlerin kullanımı için özel amaçlı tesisler inşa ediliyor.
Suudilerin IŞİD ve İran’a odaklanmasının bir yan ürünü, İsrail ile ilgili daha aydınlanmış bir görüş edinmiş olmaları gibi gözüküyor. İsrail ile Suudi Arabistan, İran ve IŞİD ile ilgili olarak benzer bir tehdit algısını paylaşıyor ve aralarındaki eski husumet iki ülke arasında daha büyük bir işbirliğini engellemiyor. Suudiler alışılmadık bir doğrudanlıkla İsrail’i bir düşman olarak görmediklerini ve bu ülkeye karşı askerî bir engelleme planlarının bulunmadığını açıkladılar. Filistin sorununda bir ilerlemenin gerekliliğini vurguladılar ama bu konudaki açıklamaları geçmişe oranla dikkate değer ölçüde hamasetten uzaktı. Açık öncelikleri IŞİD’i yenilgiye uğratmak ve güç ilişkilerinde İran’ı dengelemek.
Bazı bakımlardan, planlanan reformlarla ilgili beklentiler Suudi Arabistan için Ortadoğu’daki başka birçok yere göre daha umut verici. Suudi Arabistan petrol kaynaklarına sahip ve çatışmalardan muzdarip değil: Bunlar iki önemli avantaj. Ziyaretim sırasında Suudi önderliğinin kilit önemdeki makamlarının modernleşme planlarında ciddî olduğuna ve bunları profesyonelce ve enerjik biçimde yürüttüklerine ikna oldum.
Dediğim gibi, nihaî başarı konusunda kuşkucu davranmak için yeterince sebep var. Ne var ki, reform gayretleri işe yararsa, Suudi Arabistan, İran’ı dengelemek ve belki bölgedeki iç savaşları bitirmek için arabuluculuk etmek de dâhil, bölgesel dinamiklerde daha büyük rol oynamasına olanak sağlayacak şekilde, eskisinden daha güçlü olmaya hazır. Suudi Arabistan’ın İslamî aşırılıkçıları destekleme politikasındaki gerçek bir değişiklik onları yenme çabalarında bir dönüm noktası olacaktır. Krallığın rolü göz önünde tutulduğunda, Suudilerin başarısı Sünni Arap ve İslam dünyasının geri kalanına reformların nasıl yapılacağı ve başarılı olacağı konusunda örnek oluşturabilir. Bu da, bu dünyada öyle şiddetle ihtiyaç duyulan reformasyonun başlamasına yardım edebilir. Suudilerin başarısı tüm bölgenin ve dünyanın çıkarına olacaktır ve biz de onları tuttukları bu yeni yolda cesaretlendirmek ve desteklemek için elimizden geleni yapmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar