Ana SayfaKürsüSıradan Aşağılanma

Sıradan Aşağılanma

  

Alain Badiou

Çeviri: Jülide Yazıcı

Fransa’da Nahel’in polis kurşunuyla öldürülmesinin ardından başlayan isyanlar durulmakla birlikte, polis şiddeti ülke gündemini belirlemeye devam ediyor. Gözler, Marsilya’da isyanların en canlı ilk haftası içerisindeyken (1 Temmuz gecesi), başına güçlü bir plastik mermi darbesi aldıktan hemen sonra bir grup polisin tekme ve cop darbelerine maruz kalan ve nihayetinde kafatasının bir kısmının alınmasıyla sonuçlanan bir ameliyat geçiren Hedi’ye ve onu yaralayan polislere çevrilmiş durumda.[1] Bahsi geçen polisler gözaltına alınırken, ülkenin dört bir yanında polis sendikaları meslektaşlarıyla dayanışma göstererek tutuksuz yargılanmaları gerektiği yönünde açıklamalar yaptı ve maddi yardım kampanyaları başlattı. Macron’un duruma ilişkin açıklaması “Polislerin duygularını anlıyorum fakat kimse yasaların üstünde değil” şeklinde oldu. Macron aynı konuşmasında asayişin önemine vurgu yaptı. Macron’un polis sendikalarına yönelik hoşgörülü tutumu polis şiddetine karşı mücadele yürütenlerin hedefi oldu.

badi kafatas

Fransa’da banliyö, isyan ve polis şiddeti meselelerinin gündemi tutmaya devam ettiği bugünlerde, Alain Badiou’nun, aynı meselelerin söz konusu olduğu 2005 olayları esnasında Le Monde için yazdığı bir yazıyı ilginize sunuyoruz.

***

Evlatlık oğlum siyah. Polis için bu durum onu şüpheli kılıyor.

*

“Polis tarafından sürekli kontrol edilmek.” Bu ülkenin isyan eden gençlerinin en çok dile getirdikleri şikâyet sıradan yaşamlarında kontrol ve gözaltının her yerde olması, bu acımasız taciz. Bu şikâyetin ne anlama geldiğinin gerçekten farkında mıyız? Ne kadar aşağılanma ve şiddeti temsil ettiğinin?

16 yaşında siyah bir evlatlık oğlum var. Ona Gérard diyelim. Alışılagelmiş sosyolojik ve sefaletle ilgili ‘açıklamalara’ uymuyor. Onun hikâyesi Paris’te geçiyor.

31 Mart 2004 (Gérard 15 yaşında bile değilken) ile bugün arasında sokakta yapılan kontrollerin sayısını sayamadım. Sayısız. Bunun için başka bir kelime yok. Gözaltı ise on sekiz ay içinde altı kez. Gözaltı ile, kelepçeleyip karakola götürmeyi, hakaret etmeyi, bir banka bağlamayı ve orada saatlerce, bazen bir iki gün gözaltında tutmayı kastediyorum. Hepsi bir hiç uğruna.

Zulmün en kötüsü genellikle ayrıntılarda gizlidir. Bu yüzden son tutuklamayı biraz ayrıntılı olarak anlatacağım. Gérard, bir gün arkadaşı Kemal (Fransa doğumlu, yani Fransız, Türk kökenli) ile birlikte saat 16.30 sularında özel bir lisenin (kız öğrencilerin gittiği) önündedir. Gérard ‘centilmenlik’ peşinde koşarken Kemal de yakındaki başka bir liseden bir öğrenciyle bisiklet almak için pazarlık yapmaktadır. Bir bisiklet için yirmi avro, ne pazarlık ama! Şüpheli olduğu kesin. Ancak Kemal’in çok olmasa da birkaç avrosu vardır, çünkü çalışmaktadır: bir krepçide yardımcıdır. Daha küçük üç genç onlara doğru gelir. İçlerinden biri perişan görünmektedir: “Bu bisiklet benim, bir buçuk saat önce bir abi ödünç aldı ve geri vermedi.” Ahh! Görünüşe göre satıcı da “ödünç alanlardan” biriymiş. Tartışma yaşanır. Gérard tek bir çözüm görür: bisikleti iade etmek. Bir şeyi karşılıksız alamazsın. Kemal kabul eder. Gençler bisikleti alıp giderler.

Tam o sırada bir polis arabası frenleri gıcırdayarak kaldırıma yanaşıyor. İçindeki iki kişi Gérard ve Kemal’in üzerine atılarak onları yere yatırıyor, ellerini arkadan kelepçeliyor ve duvara yaslıyor. Hakaretler ve tehditler: “Şerefsizler! Pislikler!” İki kahramanımız ne yaptıklarını soruyor. “Ne yaptığınızı biliyorsunuz! Dahası, arkanızı dönün böylece herkes kim olduğunuzu ve ne yaptığınızı görebilsin!” Bu, ortaçağdaki boyunduruğun (yarım saat teşhir) yeniden icadıdır, ancak ilk kez herhangi bir yargılama, hatta herhangi bir suçlama yapılmadan önce. Sonra gözaltı aracı geliyor. “Kendi başına kaldığında ne olacağını göreceksin. Köpekleri sever misin? Karakolda sana yardım edecek kimse olmayacak.”

Tanık olan gençler, “Hiçbir şey yapmadılar, bisikleti bize geri verdiler” der. Ne olursa olsun, herkes paketlenip götürülür: Gérard, Kemal, üç genç ve bisiklet. Dahası, polis Gérard ve Kemal’i üç gençten ve bisikletten ayırır, üç cesur “beyaz” çocuk hemen serbest bırakılır. Siyah adam ve Türk ise başka bir konudur. Bize anlattıklarına göre bu “en kötü” anmış. Bankta kelepçelenmişler, yanlarından her polis geçtiğinde inciklerine tekme atılmış, özellikle Gérard’a hakaretler edilmiş: “şişko domuz”, “pis”... Neyle suçlandıklarını ya da neden hedef haline geldiklerini bilmeden bir buçuk saat boyunca üst kata çıkarılıp alt kata indirilmişler. Sonunda, iki hafta önce işlenen bir toplu saldırı nedeniyle polis tarafından gözaltına alındıkları söylenmiş. Gözaltı prosedürü başlamış, üzerleri aranmış ve bir hücreye konulmuşlar. Saat akşamın 10’u. Evde oğlumu bekliyorum. Olaydan iki buçuk saat sonra bir telefon alıyorum: “Oğlunuz saldırı şüphesiyle polis tarafından gözaltında tutuluyor.” Bu olasılık lafına da bayılıyorum. Daha az suç işleyen bir polis memuru ise Gérard’a şöyle demiş: “Senin bu olayla bir ilgin yok gibi görünüyor. Ne arıyorsun hâlâ burada?” Gerçekten de bir gizem.

Oğlum Siyah’a gelince hemen söyleyelim ki kimse onun için tanıklık yapmamış. “Onun işlemi bitti” diyor bir kadın polis, biraz sıkkın bir şekilde. Kusura bakma. Bütün bunlar nereden çıktı? Bir ihbardan, yine ve yine. Kızlar lisesindeki bir gözetmen onu iki hafta önceki meşhur şiddet olaylarına karışan kişi olarak teşhis etmiş. O değil miydi? Siyahlar birbirine, bilirsiniz…

Okullar, müfettişler ve ispiyonculuk konusunda: Gérard’ın diğer beş tutuklama kadar anlamsız ve acımasız olan üçüncü tutuklaması sırasında okulundan tüm siyah öğrencilerin fotoğraflarının ve okul kayıtlarının istendiğini de belirtmek isterim. Yanlış okumadınız: tüm siyah öğrenciler. Söz konusu dosya müfettişin masasında olduğu için, artık polisin bir şubesi haline gelen okulun bu ilginç ‘seçimi’ yaptığına inanmak zorundayım.

Saat 22:00’den sonra oğlumuzu gelip almamızı isteyen bir telefon aldık: Oğlunuz hiçbir şey yapmamış, özür dileriz. Özür mü? Kim bununla tatmin olabilir ki? Ve sanırım ‘banliyölerden’ gelenlerin böyle bir özre bile hakkı yoktur. Bu çocukların günlük hayatlarının parçası haline getirdikleri bu itibarsızlaşmanın hiçbir yıkıcı etkisi olmayacağına kim inanabilir? Ve bir hiç uğruna kontrol edilip duran bu gençler bir gün de, ve toplu halde, hakikî bir şey uğruna kontrol edilebileceklerini göstermek isterlerse, onları kim suçlayabilir?

Hak ettiğimiz ayaklanmaları yaşıyoruz. Bir devletin kamu düzeni dediği şey özel servetin korunması ve köpeklerin işçi sınıfı çocuklarının ya da yabancı kökenlilerin üzerine salınmasından başka bir şey değilse, o devlet, sadece ve sadece aşağılanmayı hak eder.

Kaynak: https://www.lemonde.fr/idees/article/2005/11/15/l-humiliation-ordinaire-par-alain-badiou_710389_3232.html

 

[1] Marseille: du jeune homme grièvement blessé aux propos polémiques du patron de la police, chronologie d’une crise (lemonde.fr)

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar