Ana SayfaArşivSayı 47-48Politik Ontolojide Sektörel Ayrımlar

Politik Ontolojide Sektörel Ayrımlar

Politik Ontolojide Sektörel Ayrımlar:

Teorik-politik tutum

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Marksizmin krizi sürüyor… Krizin lokal olduğu, bir sektöründen, ağırlıkla politikadan müdahaleyle çözüleceği fikri her geçen gün geçerliliğini yitiriyor. Marksizmin bütünsel yapısındaki parçalanma, Marksizmin tarihsel varlığına tehdit olma vasfıyla üzerinden atlanamaz, görmezden gelinemez bir yakıcılıkta hissediliyor. Bütünlüğün dağılmışlığı, her bir parçanın ayrı ayrı krizlerini ‘bütünsel’ kriz olarak gündeme getiriyor. Taslak’tan bugüne, krizin belirgin bir şekilde yoğunlaştığını söylemek abartı olmayacaktır.

Marksizmin krizinin en erken ve en yoğun yaşandığı, etkilerinin ampirik olarak ölçülebildiği politika alanında Marksizm öncesi sosyalizm akımlarının ezilenler politikasına geri dönüşü yaşanıyor. ‘Sol’ politik alandaki kısmi ama kayda değer başarılar, politikada eyleyenler için öykünülecek bir saha açmış oluyor böylece. Teori alanında ise, dar-Marksizmin nüfuzu, bir geriye çekilmeyi, pratik devrimci deneyimlerin üzerinden atlamayı öğütlüyor. Marx’a dönüş çağrıları, sınıfçılığın politik alandaki dolaysız işçi sınıfı öznenin gününün yakın olduğu belirlemeleri en öne çıkanlar. Eyleyenler, kendi pratikleri içinde hazır teorik kalıpları dar-Marksizmin torbasından kendi eğilimlerine örtüşen oranda deforme ederek ediniyorlar.

Teori ve Politika, Marksizmin krizi koşullarında, krize Marksist müdahale olanakları aramak amacıyla doğdu. Marksizmin, Marx-Engels’in kuruculuğundan başlayan ve bugünün militanına uzanan tarihsel varlığının tehlikede olduğu, geçmişe ait olma riskiyle karşı karşıya kaldığı, bu noktada ontolojik-epistemolojik bütünlüğün tekrar kurulmasının acil görev olduğu vurgulandı. Kriz koşullarında, artık kaçınılamayacak sorunlarla uğraşmak için güçleri merkezde toplamanın uygun olmadığı, Marksist bütünlüğün dağılmış halinde “parçalanalım boyun eğmeyelim” tavrıyla, uzun süredir ihmal edilen teori alanında cephe açma girişimi hayata geçirildi. Sahaya yayılmak, düşmanın taarruzlarını teorik-politik cepheden karşılamak, düşman araziye akınlar düzenlemek, Marksizmin genel alanın içinde sürdürülen teorik mücadelede taraf olmak kriz döneminin aciliyeti olarak karşılanması gereken görevdi. Bu görev, sebatla, çoğunlukla boşluğa konuşmak anlamına gelse de sürdürüldü. Ortaya çıkan ise ‘teorik-politik bir akım’ olmak olarak özetlenebilir.

Teori ve Politika’nın önceli Taslak’tan itibaran Marksizmin ontolojik-epistemolojik bütünlüğünü yeniden kurma yolunda teorik-politik sektörde ve teori alanında efor harcandı. Bu noktada kendi varlığıyla Teori ve Politika Marksizmin ontolojik bütünlüğünde bir yere denk düşmektedir. Burada Teori ve Politika’nın Marksist ontolojik bütün yani teori-politika-pratik içindeki konum ayrımı ve tarihsel konumda oluşan farklılaşmaları ele alacağız. Politik ontolojide Teori ve Politika’nın konumu ve bu konumun Marksist politikanın yerel-tarihsel özgüllüğünde yeni dönemdeki olanakları aranacaktır.

İzlenecek yöntem bir iç dönemselleştirme ile dış politik ontoloji dönemselleştirmesi arasında yani Teori ve Politika ve ezilenler politikası arasında tarihsel zaman seyrinin diyalektiğine baş vurmak olacaktır.

Geçmiş

Politikada dönemselleştirme, politik konum alanlar açısından bir süreçte izlenecek pratiği belirleme programı sunar. Esas itibarıyla, genellemeler olarak işleyen dönem ayrımları içinde alt dönemler, kırılmalar olasıdır. Ancak genel karakteri ve buna uygun konumun temelini veren dönem, bir yönelişi ifade etmesi yönüyle ayırt edicidir.

Teorik-politik Marksizm, uzun bir aralığı temel belirlemenin ışığında üç tip politik konumun varlığını saptayarak sürdürdü. İlk konum, pratik-politik devrimcilerin bulunduğu konumdu. Bu, Marksist devrimcilerin de bulunduğu ve esas itibarıyla Teori ve Politika’nın yaptığı sektörel ayrımda, kendi varlığını bağladığı, her konjonktürde gözettiği, eyleyenlerin alanıydı. Marksizmin devrimci olmayan bir varoluşunun olamayacağı belirlemesine bağlı tutum almanın mantıksal sonucuydu bu. Diğer yandan Marksist devrimcilik ile diğer devrimcilik türlerinin ayrımsızlığı, Marksist devrimciliğin doktriner programatik, stratejik ancak taktiksiz, politikanın genel alanındaki etkisiz varlığına eleştiriler getirilirken devrimciliğin başlı başına gerçek bir konum olduğu teslim ediliyor teorik-politik konumun meşruluğu, kriz koşullarının parçalanmışlığı gerçeğinden hareket ediyor ve devrimciliğin eylemli varlığıyla temelleniyordu.

Politik alanda ikinci konum olan ‘Ara bölge’ ise konjonktürel daralan ya da genişleyen, pratik politika alanının altında oluşan, genel olarak örgütsel varlığını kazanmış ‘büyük politik ara bölge’ ile örgütsel varlığını kazanmamış daha çok ideo-politik varlık seyreden ‘küçük-ideolojik ara bölge’ şeklinde alt alanlara ayrılıyordu. Büyük-politik ara bölge içinden politika’da devrimci konuma ulaşanlar olduğu gibi pratik-politik devrimci konumdan geriye çekilişlerin de içinde bulunduğu gözleniyor. Küçük-ideolojik ara bölgede bulunanların kendilerini birer tam politik özne olarak tanımlamaları yoğun olarak görüldü. Marksizmin krizi koşullarında teorik-politik-pratik sorunlar ara bölgeyi de hareketli bir alan olarak görmeyi gerektiriyordu. İç geçişlerinin yanı sıra bir üst alana sıçramalar düzensiz bir seyir izliyordu.

Teorik-politika alanı ise Teori ve Politika’nın kendi pratik politikaya bağımlı konumuydu. Bu alan meşruiyetini kriz koşullarından ve krize müdahale için güçleri alana yayma perspektifinden aldı. “Felsefe bakımından güçlü, bilimsel bakımdan geçerli ve politika bakımından uygun” bir Marksist konumlanma arayışının teorik misyonunu kriz koşullarında üstlendi. Örgütsel merkezlerin, pratik-politik alanın Marksizmin krizine müdahalede sınırlı kaldığı, örgütsel kalelerin ‘küçük’ ama önemli savunma mevzileri olması ile eyleyen konumunun öneminin vurgulanması gerektiği savunuldu. Diğer yandan Marksizmin krizi koşullarında krizden çıkış ne teorik üretimin ne de politik pratik sıçramanın uhdesindedir. Bütünlüğün dağılmış yapısı farklı vektörlerde yürütülen mücadeleleri gerektiriyordu; kriz ancak bu mücadelelerin toplamıyla aşılabilirdi. Bu noktada Teori ve Politika’nın misyonunu, “Ben biley taşının yaptığını yapacağım, demiri keskinleştirme gücü olan, kendisi kesme şansı olmayan” (Horatius, Ars Poetica) şeklinde özetleyebiliriz. Teoriye teori olmanın ötesinde pratik bir kudret bahşetmeyen, pratik eyleyişi ve eyleyenin eylemini öne alan bu yaklaşım kendi alanını teorik-politika olarak belirlemişti.

Teorik-politik bir akımın oluşturulması ve Marksist bütünsellik için konum alınması gereği vurgulandı. Bu konum yapısı, ayrımları ve gerçekliği gereği pratik-politik devrimciliğin var olduğu koşullarda onu gözetmemeyi, onunla ilişkilenme kanalları aramamayı düşünemezdi. Kendi başına varlığı, bütünsel Marksizm yaklaşımıyla, açıkça eksikli var oluş çabasını kabul etmekti. Ancak dışarıda, görüş ve ilişki mesafesindeki Marksist devrimcilik için bir tamamlayıcılıktı. Teori ve Politika’nın tüm belirlemelerinde pratik-politik devrimcilik nirengi noktasını oluşturur.

Teori ve Politika’nın politik ontolojiye yönelik ayrımı tarihsel bir dönem belirlemesine dayanıyor. Öncelikle daha genel çerçevede yaşanan, sonuçlarıyla yüz yüze kalınan Marksizmin krizi… Diğer yandan, yerelde krizin yaşandığı koşullarda politik öznelerin dağılım, eylem ve politik varlıkları. Bu noktada Teori ve Politika’nın çıkışından epeyce geç bir tarihten geriye kuş bakışı bakıldığında, kısmen, bu bakışın avantajlarını da kullanarak politik ontoloji yeniden ele alınmalıdır.

Taslak’ın 1993 tarihli metni ve Teori ve Politika’nın 1996 çıkışı devrimci hareketin politik ontolojisindeki ayrımlarına bir bakışı gündeme getiriyor. Türkiye devrimci hareketi 1971 kopuşuyla birlikte Marksist devrimciliğin belirmesinden itibaren eksikli ancak sürekli bir devrimcilik pratiği içinde olmuştur. Bu devrimciliğin eksikli yanı 1980 öncesi kısa dönem haricinde esas itibarıyla kendine ve kendinde varoluş taşıması, pratik eyleyiş olarak devrimciliğin dalgalanmalarla sürdürülen politik etkisinin sınırlı varlığıdır.

Taslak’ın kaleme alındığı dönem, Türkiye devrimci hareketinin ikinci dönemi diye anılabilir. Daha genel olarak bu sürecin toplamı her alt dönemin başlangıç karakteriyle; 1971-74 kopuş, 1974-80 etkinlik, 1984-91 sürdürme ve 1992-2001 ‘ricat’ alt dönemlerine ayrılsa da, 1992 dönemiyle öncesi arasında ortadan yarılma işlevli bir ayrım olma durumundadır. Türkiye devrimci hareketinin belirleyeni 1971 kopuşunun özneleri bu sürecin tamamında ‘gelenek’ olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. 1991 öncesi konum 1974-80 aralığının pratik yoğunluğunun 12 Eylül darbesiyle kesintisinin bir bakıma ikame edilmesi diye ele alınabilir. 1992 sonrası ise yerel (ulusal hareketin yükselişi) ve uluslararası koşullarla (SSCB’nin çöküşü) birlikte daha çok politik alanda geriye çekilmenin yaşandığı istikrarlı düşüş dönemidir.

1974 ve 1980 yenilgileri daha çok önceki öznelerini koruyarak ilk fırsatta ‘kalan yerden’ aynı öznelerle ve benzeri tarzlarda müdahaleyi amaçlar. 1991 yenilgisi sonrası ise bu anlamda ayrı bir konumdadır. Bu dönem yine daha önceki öznelerinin önemli bir kısmını ‘gelenek’ olarak taşımışsa da müdahale tarzları farklılaşmış, pratik düzeyi dönüşüme uğramıştır. Okullu süreçteki harmanlanma bunun bir göstergesidir.

Bu nedenle pratik düzeyin grafik eğrisinin aşağı düşmesi bir yana, yenilgi sonrası genel kaotik dönem 1991 sonrasında, “Geçici ara bölge” olarak adlandırılmaya uygundur. Buradaki “geçici” ibaresi, sonrasındaki müdahalelere açıklık taşır. Türkiye devrimci hareketi genel varoluşunu ‘devrimci olmayan dönemde devrimcilik’ olarak bulurken devrimcilik süreci yenilgi kesitleri dışında süreklilik taşımıştır. 1992 süreciyle birlikte mücadele tarzı örgütsel birliklerle, politik taktiksel dönüşümlerle ve buna paralel devrimcilik sürecinden düşmelerle, reformist merkezlerin oluşmasıyla ayrımlarını belirginleştirir. ‘Geçici ara bölge’ içinden ‘huruç’ harekatına denk gelen müdahalelerle 1996 momentinde zirveyi yakalamış ve 1998’de sonuçlanmıştır.

Teori ve Politika’nın çıkışı ‘Geçici ara bölge’nin ‘huruç’ harekatıyla ve bu ‘huruç’un zirvesinde yayın faaliyetine dönüşmesine paraleldir. Dolayısıyla pratik eyleyenlerle kurulması elzem olan ilişkilenme ereği geriye çekiliş döneminde yaşam bulamamıştır. Özellikle 1998 aralığı dikkat çekicidir. Teori ve Politika’ya politik öznelerden biri olarak muamele gösterilmesinin nüveleri burada bulunur. Pratik-politik alan geriye çekilme koşullarında, yaşadığı politik krizdeki yoğunlaşmayla sözü eyleme denkleştirir ve sözüyle kendini farklı alana yerleştiren öznelliği pratik politika öznesiyle denkleştirir. Teori ve Politika’ya yönelik “politik ol!” düsturu bu dönemde –sanırım– açıkça izlenebilir.

Politik etkinliğin düşüşünü müteakip yeni bir “geçici ara bölge” sanrısı oluşmuştur. 1998 yenilgisini 1991’e denkleştirme algısı bu dönemi de sürekliliğe bağlı ‘geçici’ olarak algıladı. Ancak bunun etkileri farklı sonuçlar doğurmuştur. 2000’li yılların başında cezaevleri operasyonu öncesi ve hemen sonrasında iki politik öznenin ‘huruç’ denemesi hayat buldu. Bu iki ‘huruç’ denemesinin de politik etkisinin ve pratik konumunun, 1992 huruçlarıyla karşılaştırılamayacak ölçüde sınırlı olduğunu söylemek gerekir. Yaşanan süreç, devrimci politikanın nesnelliği içinde pratik ve örgütsel düzeyde yaşanan aşınmayla birlikte devletin yoğun saldırılarıyla yeni ve öngörülemeyen bir dönemi açtı.

2001 ‘huruç’ denemeleri uzun süredir yığılan sorunları bir çırpıda pratik müdahaleyle aşma gayretine paralel sürecin konumlanışının eksikli değerlendirilmesi olarak beliriyor. Teori ve Politika’nın paradoksal şekilde açık olmasa da dolaylı yoldan çıkışındaki işlevinin en yoğun bu dönemde hayat bulduğunu söylemek olanaklı. Teorik-politik bir akım olarak yapılan ayrımlar, Marksizmin tanımlanması, politikada ezilenler ‘söylemi’nin öne çıkarılması dolaylı bir etkileşimi ifade ediyor.

Şimdi

2001 ‘huruç’ denemelerinin fiili sonuçlanışı açıkça gözlenmektedir. Devrimci hareket, belirgin bir ‘ara bölgeleşme’ sorunuyla yüz yüzedir. Devrimciliğin pratik bir eyleyişten bilişsel bir konum haline geldiği gözlem mesafesindedir. Devrimcilik, ahlaki, vicdani, ideo-politik bir konum olma sınırındadır.

‘Ara bölge’, devrimciliğin pratik varoluş gösterdiği koşullarda çizdiği çan eğrisine bağlı olarak devrimci pratiğe bağlı onun nüfuz alanında alt bölge halinde sınıflandırılan varlık alanı olarak kısmi, öznelerine bağlı potansiyeller de barındırıyordu. Konjonktürde fiili olarak eylemli varoluşta en ileri devrimci pratiğin çan eğrisi işler. Diğer politik özneler ve politika altı konumlar onun hegemonyasında –fiili hegemonya oluşturamamış olsa da varlığının ontolojik yapısının sonuçlarıyla öykünmeler yaratarak- sınıflandırılır. Yüzü devrimciliğe dönük olanlar ile ideolojik tutum sınırında kalanlar gibi ara bölgeleşme çan eğrisini düzleştirmiştir! Artık ayrımlar ara bölge içinde yapılmak durumundadır. Teori ve Politika da fiili konumuyla dağılan ontoloji içinde bu ara bölgedeki sınıflandırmalar içinde yer alır.

Bu ayrım çizgisiyle kıdemli, 1971 kopuşundan beri varlığını sürdüren geleneklerin ara bölge içinde büyük-politik ara bölgeye dahil oldukları söylenebilir. Yine daha sınırlı haliyle küçük ideolojik ara bölgeyi, politikleşme perspektifinde olan ancak buna ulaşamayan daha çok ideolojik temelde hareket eden gruplar oluştururken, geçmişin pratik politik devrimcilerinden de bu kesim sınırına çekilenler olmuştur. Ara bölgenin hiyerarşik olmayan eşit güç, deneyim ve birikime sahip öznelerden oluştuğu söylenemez. Özellikle pratik politikanın ayırt ediciliği, sınıflandırma nirengisi, gündemden düştüğü koşullarda bu alanda yeni ayrım noktaları belirir. Yönü pratik eyleme olanaklarına dönük olanlar ile daha çok ideo-politik bir duruşta devrimciliği bilişsel edinim olarak alanlar arasındaki ayrım kategorik olmamakla birlikte kayda değer niteliktedir.

Ara bölgede kaydedilecek kesimsel ayrım ‘çaba’ faktörüyle işletilebilir. Politik bir konumlanmada ‘çaba’nın olmadığını, varlık bulmadığını söylemenin dayanağı yoktur. Ancak çaba, güce, bir etkinlik seviyesine yükselmediği, bir eylemsel varlığa dönüşmediği oranda kendi kendine yeter ölçüt haline dönüşmüştür. Çaba ve güç arasındaki diyalektik gücün istikrarlı geriye çekilişi ‘çaba’nın öne çıkmasına ve tüm ontolojik konumu temsil etmesine neden olmuştur.

Politik alanın düzleşmesinden söz edilemez, ancak ayrıcalıklı konumların, belirleyici öznelerin varlığı tartışma konusudur. 71 kopuşundan bugüne gelen deneyimler, toplam varlığıyla bilişsel ve pratik edinimin konusudur. Kimi noktalarda geleneklerin içinden sınırlı bir edinime tabi tutulan deneyimler, gelenekler dışından daha canlı edinim olanağı taşır. Politikanın açık ucu devrimciliğin sürdürülmesi için kazı çalışmaları yapmayı ve konumlanmaların gözden geçirilmesini dayatmaktadır.

Gelecek

Teori ve Politika ara bölge içinde küçük ideolojik ara bölgede sınırlı bir yer işgal ediyor. Bu sınırlılığı belirlenen politik ontolojideki ayrımlarla bağlantılı seçilen konumun Marksist bütünlüğün dağıldığı koşullarda kaçınılmaz bir görev olmasıyla bağlantılıdır. Yeni dönemin koşulları, ontolojideki dağılma, daha önce yaşanan çağrıyı daha uygun zeminde tekrarlıyor: Bu dönem, alan seçme ya da ayrım yapma konumuyla karşılanamaz. Tespitin, ara bölgeleşmenin doğru olması, Teori ve Politika’nın da yerini zorunlu olarak belirliyor. Kendi konumuna yönelik bilgisiyle küçük ideolojik ara bölgede iğreti konumu Teori ve Politika’nın ayırt ediciliğidir. Ancak hiçbir bilişsel, epistemolojik konum eylemde, ontolojik konumlanmada ayrıcalık sağlamaz. Teori ve Politika’nın ayrımları ve teorik üretimi kayda değer bir birikim olmasına karşın mevcut kozmosda ancak başlangıç noktasıdır; farkı ve uygunluğu müdahalesiyle gerçeklik kazanır.

Teorik-politik misyon tamamlanmamıştır. Ancak kendini tabi kıldığı, baştan eksik olarak konumlanmayı kabul ettiği pratik-politik konumsal alandan çekilmiştir. Bütünsel Marksizm politikada pratik-politikanın devrimci varlığının eksikliğini var sayamaz. Bu düzlemde Teori ve Politika’nın yegane avantajı eksikli konumunu baştan kabul edip yeni konumlanmada bu eksikliğin olanağının dışarıya atfedilemeyecek hale dönüştüğü, ara bölgenin ‘olağan’ ancak sorunlu ‘politik ontoloji’ olduğu bilgisidir. Bu durumda alınacak yeni tutum için avantajlar ve dezavantajlar toplamı ortaya çıkar. Teorik-politik akım olmanın, doktriner ve kapalı konuma, stratejik yaklaşımın taktiği ikame etmesine karşı avantajları açıktır. Diğer yandan, politik pratik doğası gereği akışkanlığı, dinamik yapısıyla uygun politik araçlar oluşturulmasını gerekli kılar.

Politikada devrimcilik, bir kez edinildiğinde edinene, eyleyicisine sürekli yapışık duran bir konum değildir. Her konjonktürde yeniden üretilmeyi, konumlanmayı, uygunlaştırmayı gerektirir. Bir sürece yayılan devrimci pratiğin karşılanması an’a uygun pratiği ve çabayı ön gerektirir. Çaba, pratiğin ikamesi olmadığı koşullarda yol açıcıdır. Marksist devrimci olmak ise, devrimci olmaya ek vasıflar gerektirir. Tarih, doğru tespitler yapıp yanlış eyleyenler ve yanlış tespitler yapıp doğru eyleyenlerle yüklüdür.

Politik ontolojinin sektörel ayrımlarının belirleyici parçası olan pratik-politik devrimciliğin yitirildiği belirlemesi geleceğe yönelik konumlanmanın şimdi ile paralel ele alınmasını gerektiriyor. İki temel sonuç ve olasılık açığa çıkmıştır. Ara bölgeleşme iç ayrımlarıyla parçalı bir arazi sunar. Ara bölge içi hiyerarşik ayrım, yeni sektörel ayrımlar yapmaya izin vermemektedir. Bu durumda, kıdemli politik öznelerin oluşturduğu büyük politik ara bölge içindeki hiyerarşi izlenerek daha çok yeni dönemin gereği dışında konumlanmaya paralel ‘huruç’ girişimleri gündeme geliyor. Bu, devrimcilik sürecinin sürdürülmesine yönelik çaba olarak varlık değerini korusa da ayrımı mevcut haliyle geçersiz kılmaz. Ancak aktüel bir güç olunması durumunda ayrımda farklı döneme işaret eder.

Diğer olasılık ise ‘ara bölge’nin belirli bir dönem süreceği yönünde. Burada konum yeni bir devrimcilik sürecinin başlatılması için uygun araçların inşa edilmesi, uygun politik pratiklere yönelik öznelerin oluşturulması yönündedir. Belirtilmeli ki, ‘uygunluk’ baştan öznesine politik avantaj sağlayacak ayrım değildir. Ezilenlerin devrimci pratiğinin kanallarını oluşturmanın ve bu kanalları politikanın konjonktürel güç dağılımında işletmenin bir gereksinim olarak belirdiği görülüyor. Marksist devrimcilik tarihsel özgüllüklerle ve pratik etkinliğiyle ara bölgeden çıkışta belirecektir. Sorun, devrimciliğin sürdürülebilirliğinin ötesindedir. Önsel olarak kabul edilen bu sürdürülebilirlik, pratik politikada ifadesini bulmaya açık uç vermektedir.

Nesnelliğin bir devrimcilik oluşturması beklentisi konu dışıdır. Bugün gündemde olan, ezilenlerin politik ifadesi devrimci kanalın geriye çekilişi, politika-altı konumudur; gelecek bir tarihte nesnelliğin üreteceği bir inisiyatifin beklenmesi değildir. Marksist devrimcilik, nesnelliği politik eyleyişinde güç dengeleri açısından taktiksel konumlanmada ele alır.

Stratejik olan konumlanma devrimciliğin sürdürülmesidir. İç nesnellikteki ara bölgeleşme devrimcilik sürecindeki kesintiyi ifade eder. Politikada Marksist konum, kesintiden çıkışın koşullarına yoğunlaşma ve ara bölgeden çıkışın kanallarını açma gereğidir. Öngörülen gelecek devrimci kanal arayışıdır.

 

Uğraşacağız…

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar