Kızıl Ordu Fraksiyonu Üzerine Bir
Film ve Devrimci Teröre
Yaklaşımlar
Güldünya Göksu
Geçtiğimiz aylarda Almanya’da Der Spiegel’in (09.09.2008), “Ölüm Taburu RAF” manşetiyle duyurduğu ve “şimdiye kadar Alman teröristleri üzerine yapılan tartışmayı kökten değiştirerek, RAF Mitosunu yerle bir“ edeceğini iddia ettiği RAF’ı (Kızıl Ordu Fraksiyonu) konu alan, Baader-Meinhof-Kompleksi adlı bir film gösterime girdi. Konunun uzmanları, bu filmle birlikte son otuz yıl içinde RAF üzerine 30 sinema filmi ve 100’ü aşkın belgesel filmin çekildiğini ifade ediyorlar. RAF’ın kendini resmi olarak feshetmesinin üzerinden 10 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, o hala dostlarının ve düşmanlarının ilgi odağı olmaya devam ediyor.
Demokrasi ve insan hakları hayranı liberal Der Spiegel dergisinin ilgili unsurları, filmi gösterime girmesinden iki hafta önce izlediler. Bu ayrıcalık, burjuva medyada sadece Der Spiegel’e tanındı. Ve filme verdikleri önemi, onu dergiye kapak konusu yaparak gösterdiler. Der Spiegel, memleketin en meşhur ve gözde film yıldızlarınca canlandırılan RAF’lı devrimcilerin barbarlığı hakkında kimsenin en küçük bir kuşkuya düşmesini istemiyordu. Bu nedenle, onların “insan olarak görülen caniler” olduğunu döne döne vurgulayarak, halkı bu tehlikeye! karşı uyardı. Maazallah, halkın meşhur artistlere duyduğu sempati, onların canlandırdığı ”terörist katiller”e de kayabilirdi.
Gösterime giren film, RAF devrimcileri hakkında bir dizi iddiayı içeriyor. RAF militanlarının antisemit, milliyetçi, seksist maçolar olduğu klişesi bu filmde de kullanıldı. Kitabı söz konusu filme uyarlanan ve piyasada kendine ‘RAF uzmanı’ olarak ad yapan Stefan Aust’un (bir ‘68’li), kitabında ileri sürdüğü iddiaların kaynağının, devletin gizli ve legal kurumları olduğu bilinen bir gerçek. Kitapta ve filmde ileri sürülenler, doğrudan devletin savları. Sadece bir örnek vermek gerekirse; ‘68’lilerin ‘71’liler üzerine çevirdiği bu filmde de devlet, RAF’ın zindandaki devrimci önderlerini 1976-77 yıllarında sistematik bir şekilde öldürmüyor da, güya devrimciler toplu olarak intihar ediyorlar! Kızıl Ordu Fraksiyonu önderlerinin intihar ettiği, devletin resmi tezidir. Filmin bu noktada bugüne dek yapılmış olan birçok filmden bir farklılığı bulunmuyor; zaten aksi bir durum eşyanın tabiatına aykırı olurdu.
Bu filmin, şimdiye kadar RAF üzerine yapılmış olan diğer filmlerden yalnızca bir noktada farklılık gösterdiği söylenebilir. Der Spiegel’in ifadesiyle ilk defa bu filmde, RAF militanlarının “barbarlığı” yakın çekimle gözler önüne seriliyor. İki buçuk saatlik bir zaman diliminde, RAF’a mal edilen önemli eylemler canlandırılıyor. Örneğin, Almanya’daki patronlar örgütünün başkanı Schleyer’in kaçırılarak, korumalarının öldürülmesi eyleminin canlandırıldığı sahne için Der Spiegel “barbarlığın resmi” manşetini atıyor. Bu sahne, medyanın en çok ilgi duyup, yazılarına konu ettiği sahnedir de aynı zamanda. Seyirci bu filmde, can alan ve can veren örgüt militanlarını buluyor karşısında. RAF’ın sözü yok; o yalnızca şiddet eylemi olarak var. Film yapımcıları, bu sahnelerin bir gangster filmi olarak anlaşılması için ellerinden gelen bütün çabayı gösterseler de, bu sahneler RAF’ın devrimci şiddet uygulayarak varlık kazandığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
Filmin yapımcısı Bernd Eichinger (başka bir ’68’li), bu filmdeki amacının, “her türlü aracı kullanarak RAF Mitosu’nu yıkmak” olduğunu söylüyor. Eichinger, filmde RAF’ın şiddetinin aşırı derecede öne çıkarılarak, örgütün politik görüşlerine yer verilmediğine dair eleştirilere ilginç bir yanıt veriyor. O, bu eleştirileri, “belirleyici olan eylemin kendisidir, neden yapıldığı değil’ gibi önemli bir saptama yaparak yanıtlıyor. Bu yazının hareket noktası Eichinger’in hareket noktasından bütünüyle farklıdır; fakat bu yazı onun bu saptamasını isabetli bulmakta ve paylaşmaktadır. Evet, eylemin kendisidir belirleyici olan, neden yapıldığı değil!
Eichinger’in bu saptamasını, filmin çekimini yapan diğer bir ‘68’li olan Uli Edel de paylaşıyor ve hareket noktaları üzerine bilgi veriyor. Onlara göre, RAF’ın başlattığı devrimcilik dönemi bir “vahşet dönemi”dir; fakat ne yazık ki, şimdiye dek RAF üzerine çekilen filmler bu gerçeği yeterince verememişlerdir! Örgütün liderlerinden Andreas Baader’i Hitler ile kıyaslayan der Untergang der RAF (RAF’ın çöküşü) filmini Edel fazla beceriksiz bulmuş olmalı ki, bu iş için kolları kendisi sıvamış. Edel’a göre RAF’ın terörü yeterince gösterilip anlatılamadığından, RAF teröristleri solun bazı kesimleri içinde bir “Mitos” haline gelmiştir. O, RAF’ın terörü gözler önüne serildiğinde bu “Mitos”un parçalanacağına inanıyor.
Filmi kotaranların bu tespitinde belli bir gerçeklik payının olduğu kabul edilmelidir. Gerçekten de, yıllar boyunca RAF’ı konu alan filmlerin sözümona sol versiyonlarında, bu devrimci örgütün devlete şiddet uygulayan yanı değil, esas olarak devletin şiddetine maruz kalan tarafı öne çıkarıldı. RAF’ı anlattığını iddia eden filmlerde, RAF’ı RAF yapan devrimci şiddet yoktu. Almanya’nın “71 devrimcileri” olan Kızıl Ordu Fraksiyonu militanlarının, reformist solun geniş kesimlerince zaten dışlandığı düşünüldüğünde, RAF’ı dışlamayan, reformist sola kıyasla görece dar kesimler, devlet şiddetinin ve yenilginin getirdiği yılgınlıkla, onu devrimci şiddetinden arındırarak sahiplenme yoluna gittiler. Bu filmlerde RAF militanları F tipi hücrelerde (Stammheim) devletin şidddetine maruz kalan kurbanlar olarak öne çıkarıldı. Devletin şiddeti, kurbanlar olarak görülüp gösterilenlerin güçsüzlük ve çaresizlikleri, kurbanların hayat öyküleri, çektikleri acılar bu filmlerin ana temasını oluşturdu.
Elbette devlet, RAF militanlarını çiçekle karşılamadı. Onlar da zaten devletten böyle bir karşılama hiç beklemedi. Açıktır ki RAF militanları devlete şiddet uyguladığından dolayı devletin şiddetine maruz kaldı. Onlar devlete vurduğu için devlet de onlara vurdu. RAF devlete vurmasaydı devlet de ona vurmazdı. Ezilen, ezilmişliğini kabul edip ses çıkarmadığı sürece devlet ona karşı daha ‘şefkatli’dir. Devlete vurmayı akıllarından geçirmeden sözümona ‘devrimcilik’ yapanlar veya devletin şiddetinin yılgınlığa düşürdüğü kesimler için RAF’ın devlete uyguladığı şiddet de ‘kötü’ idi, kabul edilemezdi. Bu bakış açısına göre şiddetin sınıfsal karakteri yoktu, o nereden gelirse gelsin ’kötü’ydü.
Yenilgi döneminin devrimci saflarda yarattığı güçsüzlük ve yılgınlık bu bakış açısını besledi; kendine acıma ruh halini öne çıkardı. Genel yenilgi atmosferinin de etkisiyle, çekilen filmlerin sözümona sol versiyonlarında RAF militanları ekseriyetle, devletin yaman şiddetinin kurbanları olan idealist, hümanist gençler biçiminde karakterize edildi. Oysa, ezilenin kendi acısını ezene gösterip, onu zulmünden dolayı suçlaması, ezeni zalimliğinden vazgeçirmediği gibi, ona gücünü yeniden tattırır; onun kendisini daha da güçlü hissetmesine yol açar. Ezilenin, ezenin zalimliğini durmadan tekrar etmesinin kendisine de hiçbir hayrı yoktur; aksine bu tarz kendini kendi gözünde hiçleştirirken, ezeni de büyütür.
Genel olarak solculuğu şiddet karşıtlığı ve barışseverlik söylemleri üzerinden tanımlayan ve öyle yaşayan reformistler, dünyanın diğer bölgelerine göre Avrupa ve Almanya’da daha fazladır. Sözü edilen bu kesimlere kendini sözümona ‘Marksist’ veya ‘komünist’ olarak tanımlayan bazı parti ve gruplar da dahildir. Bu parti ve gruplar, devrimci olma niteliğini ‘doğru‘ bir siyasal programa ve ‘illegal’ bir örgüt yapılanmasına sahip olmakta görmektedirler. RAF bu kesimlere, “Komünistlerin ne yaptığını bilmek istiyorsanız onların ellerine bakın, ağızlarına değil“ diyen Lenin’in sözleriyle cevap vermiştir. RAF, devrimciliği, devlete karşı şiddet pratiği içinde olma üzerinden tanımlamış, bu anlamıyla da, bu tanımlama içerisine girmeyenlerin ‘devrimci’liğini sorgulamıştır. RAF, sınıfların ekonomik konumlarına göre değil, devrim karşısındaki tutum alışlarına göre analiz edilmesini savunmuştur. RAF, dünyanın her yerinde devlete karşı devrimci şiddet pratiğine dayalı bir politik devrimciliğin olabileceğini hem yazmış, hem de bu yazdığını kendi pratiğiyle göstermiştir. Burjuva medya RAF’ı bir numaralı “devlet düşmanı” (Staatsfeind) ilan etmiştir; bu doğrudur.
Fakat RAF’ın da belirtmiş olduğu gibi, devrimci damarı zaten zayıf olan Almanya’da devrimcilik giderek geriye düşmüş, meydan neredeyse bütünüyle, kendini ‘Marksist’ gören reformistlere kalmıştır. Tespitin yerindeliğini, Alman Solu’nun, filmde gösterilen RAF’ın çıplak şiddetine verdiği farklı tepkilerde okumak mümkün. Bunların ezici bir çoğunluğu RAF’ın filmdeki devrimci şiddetinden, farklı nedenlerle de olsa, fena halde rahatsız oldular; onlara göre film bir “action“ filmiydi. RAF’ın devrimci şiddetinden, bu şiddete sahip olmayanların rahatsız olmasını anlamak gerekir.
Kendini ‘Marksist sosyalist’ olarak gören Neues Deutschland adlı günlük gazetenin (Bu gazete, içinde sözümona ‘Marksist’lerin de örgütlü olduğu Sol Parti’ye –die Linke- yakınlığıyla bilinir) 24 Eylül tarihli baskısında yer alan film eleştirisinde, filmin ’68 hareketini anlatan bölümleri övülürken, Almanya’da ’71 devrimciliğinin başlatıcısı RAF’ın, devlete karşı verdiği silahlı mücadele “zararlı, Marksist açıdan kökten yanlış” olarak değerlendirildi. RAF’ın mücadele etmediği, terör uyguladığı belirtilerek, bu terör sonucu yaşamlarını yitiren ve bu savaşta taraf olmayanların, RAF’ın cinayetlerinin kurbanları olduğu ve bu cinayetleri işleyenlerin de katiller olduğu iddia edildi.
Aynı gazete, kitabı sözü edilen filme konu olan Stefan Aust’la yapılan bir söyleşiyi, “terörizm insanları katletmektir” başlığı altında yayınladı. Stefan Aust bu söyleşisinde, terörizmin “insanların en adi ve en vahşi bir şekilde katledilmesi pratiği” olduğunu ve bunun bu filmde, RAF özgülünde gösterildiğine inandığını belirtti. RAF’ın her zaman pratiğin belirleyiciliğinden (Primat der Praxis) söz ettiğine vurgu yapan Aust, terörizmin pratiğinin “insanları katletmekten ibaret bir canilik” olduğu yolundaki iddiasını, bu ‘Marksist sosyalist’ gazete aracılığı ile bir kez daha tekrarladı.
Almanya’da yapılan ‘Marksizm’ üzerine bir Kongrenin örgütleyicilerinden olan Troçkist bir grubun marx 21 adlı dergisinin eylül sayısında, film vesilesiyle RAF üzerine yapılan bir değerlendirmede, RAF’ın şiddet uygulayarak, devletin şiddetini bütün sol üzerine çektiği ve böylelikle sola büyük zarar verdiği iddia ediliyor. Ezenlerin devletinin karşı-devrimci terörüne karşı ezilenlerin devrimci teröründen yana değil marx 21 dergisi. Devletin, sınırlarını belirleyip çizdiği alan içerisinde Marksistçilik oynamak varken, devlete kurşun sıkmanın alemi neydi ona göre! Oyun bozan RAF, bu dergi gibi düşünenlerin Marksistçilik oynadıkları zemini ayaklarının altından bir süreliğine de olsa çekip aldı; onların gerçekte iflah olmaz reformistler olduğunu gösterdi!
Günümüzde Marksist devrimciliğin zayıflığı nedeniyle, gerçekte Marksist, komünist, devrimci olmayanlar bu sıfatları kendileri için bol bol kullanmaktadırlar. Onların yanına yaklaşamadıkları tek sıfat terörist’tir. Gerçek Marksist, komünist olmanın turnusol kağıdı olan devrimciliğin bu son zikredilen sıfatla yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bugün devrimcilik terörist sıfatında kendi temsilini bulmaktadır. Bu, Marksist devrimciler açısından olduğu kadar, yurtsever devrimciler açısından da, İslamcı devrimciler açısından da böyledir. Ezenlerin, sömürgecilerin, emperyalistlerin terörist dediklerine bakıldığında, ya Marksist devrimci, ya yurtsever devrimci ya da İslamcı devrimci oldukları rahatlıkla görülecektir. Düşmanın bu sıfatı bütün şiddeti ile lanetlemesi, reformistlerin bu sıfatın yanına bile yaklaşamamaları devrimciler açısından hayırlıdır.
Nitekim Der Spiegel dergisinin (22.09.08) bildirdiğine göre El Kaide’nin internet sitelerinin teknik işlerinden sorumlu bir ileri geleni, kendine Muhibb al – Irhab yani terör aşığı, terörün sevgilisi, terörsever (der Liebhaber des Terrors) adını vermiş. Sadece El Kaide değil, Venezüella’nın baldırı çıplakları da, devrimci terörle kendi aralarına mesafe koymadıklarından olsa gerek, Kolombiya devletinin terörist dediği büyük devrimci Marulanda’nın heykelini dikmekte bir sakınca görmüyorlar. Türk devletinin terörist listesindeki birinci sırayı işgal eden yurtsever hareket için ezilen Kürtler, “PKK halktır, halk burada“ diyorsa, onların da bir bildikleri vardır muhakkak.
“Biz terörist değiliz, sizsiniz” demek gerçeği tam ifade etmiyor. Ortada bir değil, iki terör var; devrimci terör ve karşı-devrimci terör. Nasıl ki şiddetin sınıfsal karakteri varsa, terörün de vardır. “Nereden gelirse gelsin, şiddete karşıyım” demekle, “nereden gelirse gelsin teröre karşıyım demek” aynı anlama gelir. Böyle diyenler, ezenlerin şiddeti ile ezilenlerin şiddetini, ezenlerin terörü ile ezilenlerin terörünü aynı görürler. Bu bakış açısı güçlü olanın elini, yani devletin elini daha da güçlendirmekten başka bir işe yaramaz.
***
Junge Welt gazetesi 24 Eylül tarihli baskısında, 1973-80 yılları arasında F tipi hücrelerde (Stammheim) RAF davasından yatan Ron Augustin’in söz konusu film üzerine yazılmış Beyin Yıkama isimli bir makalesini yayınladı. Yazarın içeride yatma nedeninin sahte belge hazırlamak olduğu bir dipnotla özellikle belirtilmiş. Yani yazar, Çaru Mazumdar’ın ifadesiyle “elini düşmanının kanına bulayan“lardan değil. Bunu yapanların bu toplumda özgür konuşma hakları zaten yok; onlardan, sadece kendi geçmişlerine küfür etmeleri için ağızlarını açmaları isteniyor.
Ron Augustin, RAF tarihine sahip çıktığını iddia ediyor ve gereksizliğini ifade etmesine rağmen, filmde RAF militanlarına getirilen suçlamalara kendince cevap verme çabası içine giriyor. Fakat “RAF’ın eylemlerinden zarar gören kurbanları ve RAF’ın işlediği politik hataları” filme dahil etmedikleri için film yapımcılarını eleştirmesi düşündürücüdür. Ona göre RAF’ın eylemlerinin öne çıkarılması yanlıştır; o, bunun yılgınlığa ve korkuya hizmet ettiğini düşünüyor.
RAF’ın devrimci şiddeti ezenlere yönelikti. Bunu RAF yazılı belgelerinde ifade etmiş ve devrimci pratiğinde uygulamıştır. Geçmişte RAF’ın devrimci teröründen kimlerin yıldığını ve bu terörün kime yöneldiğini, eski bir RAF üyesi olarak Augustin’in iyi bilmesi gerekir. Ayrıca, film yapımcıları ne kadar çarpıtma çabası içine girerlerse girsinler, devrimci şiddet pratiğinin kendine özgü bir dili vardır ve bu dil çarpıtmaya uygun değildir.
Nitekim, düzenin analiz yeteneği güçlü savunucularından Die Zeit gazetesi, film üzerine 18 eylül tarihli baskısında yayınladığı bir değerlendirmede, kendileri açısından bu tehlikeyi görmekte ve ona dikkat çekmektedir. Die Zeit yazarı, Baader-Meinhof Kompleksi adlı filmde, yapımcılarının iddia ettiğinin aksine, RAF’ın defterinin dürülmediği, “RAF Mitosu”nun darbe almadığı, aksine bu filmin “devletle sözde devrimciler arasındaki savaş mitosuna” katkıda bulunduğu tespitini yapıyor. Yazarın bu yorumu ciddiye alınmayı hak ediyor. Die Zeit’ın yazarı, devrimcilerin (film yapımcılarının tüm karalama çabalarına rağmen) devlet temsilcilerine göre çok daha “renkli“ ve “çekici” olduklarını itiraf etmekten kendini alamıyor. Dolayısıyla film yapımcılarının RAF militanlarını adi bir gangster çetesinin üyeleri olarak gösterme çabalarının başarılı olduğu söylenemez.
Kendi RAF geçmişine sahip çıktığını söyleyen Ron Augustin’in, RAF’ın şiddet pratiğinin filmde öne çıkarılmasına getirdiği eleştirinin gerekçesi oldukça sorunlu. Agustin, RAF’ın filmde öne çıkarılan şiddet pratiğinin, onun ahlaki algılanışına zarar verdiğini düşünmekte. Oysa şu dünyada etik açıdan en kutsal görülmesi gereken iş, her türden ezilmişlik biçimine karşı, her türlü araç ve yöntemi kullanarak savaşmaktır. Bu da, tüm bu ezilmişlik biçimlerinin devamını garanti altına alan devleti baş düşman ilan edip mücadelenin hedefine koymaktan geçer. Agustin, devrimcilerin bu temel hedefini ve onları devrimci kılan niteliklerini unutmuşa benziyor. O, mücadeleye burjuva ahlaki kısıtlamalar getirerek devrimcilerin elini bağlarken, devlete açık çek veriyor. O daha çok, bugüne kadar çekilen filmlerin sözümona sol versiyonlarında devrimcileri idealist, hümanist, devlet şiddetinin acınası kurbanları olarak gösteren tarzın devamından yana. O, devrimcilerin şiddetinin öne çıkarılmasını değil, devletin şiddetinin öne çıkarılmasını arzu ediyor. Bu yaklaşım devrimcilere ve ezilenlere şimdiye kadar bir şey kazandırmadığı gibi devrimci saflarda liberal, burjuva hümanist düşüncelerin boy vermesine ve ezilenlerin düzene ve devlete bağlanmasına hizmet etti. Reformizmin değirmenine ise bu tarzla yıllarca su taşındı ve hala taşınmaya devam ediyor.
Agustin gibi düşünenlerin sayısı hiç az değil. Son 30-40 yıllık döneme bakıldığında, Almanya’da RAF militanlarının açtığı “devrimcilik süreci”nin epeydir farklı seyrettiği görülecektir. RAF bügün açısından tarih olmuş bir örgüttür. O, kendini fiili olarak ’90’lı yılların başında, yani Berlin duvarının yıkılmasını takip eden yıllarda yaşadığı bölünmeler sonucu, resmi olarak ise 1998 yılında feshetti. RAF militanları mücadele ettikleri yıllarda öldü ve öldürdü. Almanya’da RAF’ın açtığı devrimcilik döneminin ölü sayısı toplam olarak 33’tür. Bu sayıya iki tarafın ölüleri de dahildir. Bu, üçüncü dünya ülkelerinde verilen mücadelelerin kayıpları ile kıyaslandığında hiçbir şey, diğer kapitalist ülkelerle kıyaslandığında ise dikkate alınması gereken bir sayıdır. RAF, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Avrupa topraklarında Amerikan askeri öldüren tek devrimci örgüttür. Almanya’da RAF’tan sonra hiçbir örgüt düşmana, öldürümle sonuçlanan bir saldırıda bulunmamıştır.
RAF’ın kuruluşunu takip eden yıllarda kurulan ve daha sonra kendilerini RAF gibi fesheden Devrimci Hücreler (Revolutionäre Zelle) ve kadın grubu Rote Zora’nın eylemlerine bakıldığında bu görülür. Devrimci Hücreler hedef aldığı devlet temsilcilerinin ayaklarına sıkmıştır ama onları öldürmekten kaçınmıştır. Bombalama eylemlerinde ise Berlin’in ‘Zafer Anıtı’ gibi daha çok sembolik olan yerleri tercih etmiştir.
Rote Zora, kadın özgürlüğüne bomba karıştıran bir gruptu. Bir kadın grubu olduğundan! devlet onları ancak bombalarıyla tanıştığında ciddiye aldı. Rote Zora, Devrimci Hücreler ile ortak gerçekleştirdikleri eylemler yanında bağımsız eylemlere de imzasını attı. Bu grubun eylemlerinin şiddet dozajı da Devrimci Hücreler’de olduğu gibi düşüktür ve RAF’ın eylemlerinin nitel olarak gerisindedir. RAF’ın devrimci şiddetinin hedefinde devlet varken, Rote Zora bombalama eylemlerinde daha çok bio-merkezlerini, göçmenlere eziyet eden ev sahiplerini, seks turizmi yapan şirketleri hedef aldı.
Bugün, varlığını devam ettiren ve devrimci şiddet pratiğini önemli noktalarda başkalaşıma uğratarak sürdürmeye çalışan, kendine Militan Grup (mg – militante gruppe) adını veren bir örgütsel oluşum var. Polisin açıkladığına göre bu grup 2001 yılından beri 24 kundaklama eylemi gerçekleştirdi. Yine aynı Grup 2007 yılında G-8 eylemlilikleri kapsamında da birçok yerde kundaklama eylemleri yaptı. Yine 2007 yılı yazında Almanya’nın Afganistan’daki birliklerini protesto amacıyla, Alman ordusuna ait bir depodaki üç askeri aracı tahrip etti.
Son yapılan eylemi, Militan Grup bir açıklama yaparak üstlendi. Açıklamalarında, barıştan yana ve savaş karşıtı oldukları için, savaş araçlarını tahrip ettiklerini ve eylemleriyle ‘insanlara’ zarar vermediklerini belirttiler. Devlet kısa sürede eylemleri yapmakla suçladığı kişileri tutukladı. Militan Grup’u önce terör listesine alan devlet, sonradan onları bu listeden çıkararak çete (kriminelle Vereinigung) listesine dahil etti; bu davranışının gerekçesini de iki madde ile açıklamayı ihmal etmedi.
Alman devletinin bu grubu terör listesinden çıkarma gerekçesinin ilk maddesi kendisiyle ilgilidir. Devlet, grubu, kendi varlığını tehlikeye sokacak bir tehdit unsuru olarak görmediğini açıkladı. Ona göre, böylesine zayıf bir grup, kendisi gibi güçlü bir devleti tehlikeye sokmaya muktedir değildi.
Devlet, grubu terör listesinden çıkarmasının ikinci gerekçesini, grubun kendi açıklamasında bulmaktadır. Grubun ‘insanlara’ zarar veren eylemlere yönelmeyeceğini açıklaması, devletin onu terör listesinden çıkararak, daha az tehlikeli olan çete listesine dahil etmesine yetmiştir. Grup bu açıklamayı, taktik nedenlerden ötürü değil, ilkesel açıdan ‘insan’ öldürülmesine karşı olduğu için yapmıştır. Devletin bu grubu terör listesinden çıkarma gerekçesinin ikinci maddesi, Alman Solu’nda devrimciliğin geldiği noktayı göstermesi açısından trajiktir. Bu bakış açısına göre ezen ezilen yok, ‘insan’ var. Burjuva hümanist dünya görüşünün, devrimcilerin dünya görüşüne ne denli derin bir şekilde sızdığının bir delilidir mg’nin açıklaması.
Devlet bu grubun söylemine kulak vererek onu terör listesinden çıkarmasına çıkarmıştır ama eylem geriye döndürülemez niteliktedir. Grup ne derse desin, devlet şu durumda onun yaptığının cezasını vermeye kararlı görünüyor. Grup cana değil ama mala zarar vermiştir, hem de devletin malına! İfade edildiği gibi, belirleyici olan eylemin kendisidir, neden yapıldığı değil!
Alman devletinin Militan Grup karşısında duyduğu özgüven “iç barbarlar“ın örgütleri söz konusu olduğunda tam bir özgüven yitimine dönüştüğünden olsa gerek ki, o, bu örgütleri terör listesinde tutmaya devam ediyor. Bugün Alman devletinin terör listesindeki yerlerini alanlar, esas olarak Kürt Yurtsever Hareketi, Parti-Cephe ve İslamcı örgütlerdir. Bunlar Alman devletine eylemleriyle ‘insanlara’ zarar vermeyeceklerinin garantisini vermemişlerdir.