Theoretical Practice 7-8, 1973
Sayfa 56-72
Dijital Yeni Baskı
Mayıs 2002
Özeleştiri:
‘Theoretical Practice’ten Gelen
Sorulara Bir Yanıt
Etienne Balibar
Çeviri: Deniz Cumhur Başaraner
1965 tarihli metnime gösterdiğiniz ilgi ve mektubunuz için size teşekkür etmeme izin verin. Metindeki bazı zayıflık ve çelişkileri bu kadar kuvvetli şekilde vurguladığınız için özellikle minnettarım. Bu, isteyebileceğim ve deneyimlerin gösterdiği kadarıyla elde edilmesi kesinlikle kolay olmayan büyük bir yardımdır. Ana noktalar üzerinden sizi yanıtlamaya çalışacağım, ancak bunu, birkaç noktada kesinlikle kafası karışık veya hatalı olan metnimi ‘savunmak’ adına değil, tam da bu hatalar son derece öğretici olduğu için yapacağım.
I. Fetişizm Teorisi Üzerine
‘Fetişizm’ ve ‘ekonominin son kertedeki belirleyiciliği’ ile ilgili formülasyonlarıma (Kapital’i Okumak içindeki metnimde Bölüm 1, Kısım 3) dair eleştirilerinize genel olarak katılıyorum. Bir temel noktada sizinkilere karşıt sonuçlar çıkarmama rağmen, bu pasaj, şüphesiz kötü bir pasajdır.
Bu hususları açıklığa kavuşturmak için, sorunun üç yönü dikkatle ayrıştırılmalıdır:
– Ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken bu iki tema hakkında Marx ne düşünmüştür?
– Kapital’i Okumak’taki pasajımda ne yapmaya çalışıyordum?
– Son olarak, tarihsel materyalizm sorunsalının şu anki halinde, bu temalar ve temaların sorduğu sorular hakkında ne düşünmeliyiz?
Fetişizm sorusu üzerine birkaç hususa değinelim.
Aslında, Kapital’i Okumak’taki metnimde, fetişizm sorusunun yardımcı bir rolü vardır: Marx’ın formülasyonlarını basitçe, ‘son kertede belirleme’nin yapısal karakteristiklerine ulaşmamı sağlayan işaretler olarak kullanmak istedim. Dolayısıyla, bundan sonra gelen noktanın incelenmesine, zorunlu olarak bir fetişizm teorisi ile devam edilebileceğini kesinlikle düşünmedim. Kapital’in tam da ‘metaların fetişizmi’ ile ilgili bölümünde, Marx’ın farklı gerçek veya yalnızca olası üretim tarzlarındaki toplumsal ilişkilerin tecellisine ait karşılaştırmalı bir tablo oluşturmak için yol alması gerçeğinden faydalandım. ‘Fetişizm’ fenomenini ‘son kertede belirleme’nin mekanizmine dahil etmeyi amaçlamadım.
Düşünüldüğünde, burada, bu tür bir ampirik pozisyondan memnun olmamakta sonuna kadar haklısınız, ancak, bu yakınlık tam olarak Marx’ın kendisindeki rastlantının sonucu değildir. Marx’tan sonra diyalektikle ilgili incelemeler tarihinde fetişizm sorusunun tamamının oynadığı kayda değer rolün bir sonucu da değildir. Bir tipoloji türü olarak diğer mümkün olanlarla karşılaştırıldığında, bir tarihsel yapı olarak kapitalist üretim tarzının karakterizasyonu ile eşzamanlı olarak bir arada olması tesadüf değildir. Öncelikle bunun nedeni, ‘meta biçimi’ (‘meta kategorileri’) ile ilişkileri içinde ‘ekonomik’ tanımlama açısından gerekli olmasıdır: Örn. ekonominin ‘temsilinin’ ekonominin kendisi, onun gerçek işlevi ve bu yüzden kavramsal tanımlaması için gerekli olduğu derecede.
Bu nedenle ‘fetişizm’ teorisi (ve Kapital’in birinci cildi Bölüm I’deki tüm teori) gerçekten de temel bir sorunun göstergesidir ve bu sorun ancak kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretiminin farklı yönleri açısından daha ileri tarihsel çalışmalar yaptığımızda aydınlanacaktır. (Bunun nedeni meta biçiminin, emek ürünlerinin dolaşımının, ve hukuki ve ideolojik ‘üstyapıların’ işlevinin düzeyinde gerçekleştirilmiş olmasıdır.)
Yalnızca, bir teori olarak (bu özellik üzerinde ısrarcıyım), tamamen idealisttir. Bu önemli ancak belirleyici noktada, idealizmden kopuş gerçekleşmemiştir. Aslında idealizmin biçiminde bir değişiklik olmuştur. Bu, her bilimsel teori için bir vaka olacak şekilde, gerçekten de ‘kritik’ olan ve tarihsel materyalizmin kurulma sürecinde vazgeçilmez bir rol oynamış olan, ancak ideolojik olmaktan kurtulamamış ve o sebeple de bize bu sürecin diyalektik, yani çelişkili, eşitsiz ve kesintisiz karakterini gösteren bir biçimin keşfidir.
Neden tamamen idealist? Çünkü ideolojinin materyalist teorisini engellemektedir. Teorinin ideolojik etkinin açıklaması için gerekli olduğu yerde, bu materyalist teori için bir engeldir. Artık farkına varmaya başladığımız gibi, bir ideolojik etki (yani bir ima/yanılsamanın, toplumsal pratikte tanıma/tanımamanın etkisi), yalnızca bir pozitif nedenle, tarihsel olarak sınıf mücadelesinde oluşan ideolojik toplumsal ilişkilerin varlığı ve işlevi ile açıklanabilir. ‘Son kertede’ üretim ilişkileri tarafından belirlenmelerine rağmen, özgül toplumsal ilişkiler, üretim ilişkilerinden gerçekten farklıdır. Gerçekten farklı, özel ideolojik aygıtlar vb.[1] bağlamında özgül pratiklerde gerçekleştirilmiş, materyalize edilmiş anlamına gelmektedir. Elbette bu tür bir teorik temsil, doğrulamasını pratikte, proletaryanın varlığını keşfettiği sınıf mücadelesi pratiğinde, ideolojik toplumsal ilişkilerin zorunluluğunda ve bunları dönüştürme zorunluluğu ve yöntemlerinde bulur. Ayrıca, bu tür bir temsil, Kapital’de çok fazla olmasa da belli politik mücadele konjonktürlerinin bir işlevi olarak önceden Marx’ta özetlenmiştir (Komünist Manifesto’nun üçüncü bölümü). Ancak Mao Zedung veya onun dönemine kadar (‘kültür devrimi’nin pratik temeli üzerinde) genel bir form almaya başlamamıştır.
Fetişizm ‘teorisi’ tamamen farklı bir karaktere sahiptir:
– Bir yandan tanımama/tanımayı, metaların dolaşımının bir ‘yapısal etkisi’ (veya ‘biçimsel etkisi’), metayla ilgili olarak değişim yapısında bireyler tarafından kaplanan yerin bir (öznel) etkisi haline getirir.
– Diğer yandan metanın kendisini, bu tanımamanın ‘nesne’si (değerin ‘töz’ü toplumsal emek olduğu sürece), kendi biçimini ‘otomatik geliştirme’nin sonucu olarak, kendi tanımamasının kaynağı veya öznesi haline getirir. Bu, yolun doğrudan sonucudur. Bölüm Bir boyunca Marx, bir özne olarak gösterilen metanın soyut (evrensel) ve aynı anda somut biçimini (‘herhangi bir’ emek ürününün ‘herhangi bir’ günlük değişimdeki anlık mevcudiyeti) ‘mantıksal olarak’ geliştirmiştir.
Böylece bu, aşağıdaki ‘kritik’ farkla birlikte klasik felsefede bulunabilecek diğerlerine kıyasla öznenin doğuşudur: Bir ‘yabancılaşmış’ özne olarak bir öznenin doğuşu (tanımama olarak bilmenin doğuşu veya teorisi).
İşte bu nedenle, Marx tarafından Hegelyan-Feuerbachçı bir sorunsal belirlendikten sonra bu teorinin, yapısalcı veya formalist bir sorunsal içinde hevesle benimsenmesi ve geliştirilmesi olası olmuştur (Godelier, Cahiers pour l’Analyse editörleri vb.’de olduğu gibi). ‘Yapısalcılık’, Althusser’in tam da kusursuz bir şekilde ‘Feuerbach’taki Hegel’ diye tanımladığı bu Hegel-Feuerbach kombinasyonunun katı teorik eşitliği olduğu, tarihsel materyalizmin oluşturulduğu dönemde -1844-1846- Marx tarafından incelendiği için ve bu yüzden Marx bu felsefi kombinasyonu terk edemediği için, ‘Hegelcilik’ süreç demektir, bir öznenin tecellisinin süreci, bu durumda ise öz ile nitelik arasındaki ‘gerçek’ ilişkinin ‘tersine çevrildiği’ -Feuerbach’ın algısına göre- yabancılaşmış bir özne. Bu yüzden, toplumsal ilişkiler sisteminde bir yer tutmak, yeni bir bakış açısı, bir temsil, bu sisteme ait bir bilinç meydana getiriyorsa ve yalnızca kendi kendini açıklıyorsa, (yapısal) yer sorusu ile (insan) özne sorusu eşdeğer olduğundan yapısalcılık eninde sonunda hümanizme varır.
Sonuç olarak metaların fetişizmi teorisi, meta dolaşımının işaret ettiği özel ideolojik etkilerin bilimsel açıklamasını önlemekle kalmaz, bunların devrimci dönüşümünü düşünmemizi de engeller: Toplumsal ilişkilerin ‘şeffaflığı’nın, ‘meta kategorileri’nin, yani metanın baskısının otomatik bir (hemen ardından olmasa bile herhangi bir şekilde açıklaması kolay olmayan) etkisiymiş gibi görünmesine neden olur. Bu, genel bir ideoloji teorisidir, genel bir ideolojinin tarihsel olarak geçici rolü teorisidir. Buna inanacak olursak, günün birinde sınıf ideolojileri artık mevcut olmayacağı gibi, artık meta mevcut olmadığı için tamamen ideoloji de yok olacaktır. Yabancılaşma, ardından yabancılaşmanın baskısı.
‘Meta biçimi’nin yapısını, sistematik olarak değişen üretim tarzlarının daha genel yapısının yerine koyarak, yani meta dolaşımındaki ‘mekan’ı, ‘bütün’e ait ve bu bütünle ilişkili yapıdaki mekanla değiştirerek ve bunun sonucunda ‘fetişizm’in uygulama noktasının değişmesine izin verme olasılığını devreye sokarak bu ideolojik çevrenin esasen terk edilebileceğini düşünmüyorum. Bunun için anlaşılmaz (ve esasen kullanışsız) olarak kalan ise, ideolojik ilişkilerin maddi dönüşümünün toplumsal pratiği (özgül devrimci pratik olarak) ve böylece bu ilişkilerin farklı gerçekliğidir. Yanılsamanın etkisi, kendisini bir özne olarak oluşturan ‘bütün’ içindeki yere ait bireyin etkisiyse, yanılsamayı kaldırmak yalnızca öznel, bireysel bir sorundur, ancak tersine bütünün yapısı tarafından toplumsal olarak koşullandırılmıştır ve benzer yerleri işgal eden milyonlarca birey için ‘milyonlarca kez’ tekrarlanmaktadır, yalnızca farklı bir yerin veya tek bir yerde bilince ulaşmanın etkisidir.
Başka bir deyişle, fetişizm teorisi kesinlikle öznenin ideolojik bir kavram olduğunu gerçekten ileri süremez. (İlk önce hukuki ideoloji içinde incelenmiştir.) Aksine, ‘özne’ kavramını ideolojinin bilimsel konsepti haline getirmeye çalıştığı görülmektedir. Bu şematik önermelerin doğru olduğunu kabul edelim. Bu noktada da Althusser’in yukarıda alıntı yapılan metni incelenmelidir, o metinde de sorun, muhtemelen tamamen açık bir tarzda çözülmemiştir.
II. Son Kertede Belirleme
Şimdi ‘son kertede belirleme’ hususuna ve sorunuza dönüyorum. Kapital’i Okumak içindeki metnim hakkında, şematik olarak söylenebilir ki söz konusu bölümdeki doğrudan nesne fetişizm değil, ‘belirleme’ydi. Ve ana fikir, tarihsel konjonktürün öznesi üzerine olan ‘Çelişki ve Üstbelirlenim’ makalesinde Althusser tarafından önceden açıklanan tartışmanın ele alınması ve genelleştirilmesidir. Bu makale, terminolojimin kaynağıdır: Belirleme, egemenlik, egemenliğin yer değiştirmesi. Bu referansta aklımızda tutmamız gereken bazı doğru şeyler var. Bu, bazı formülasyonlarının geçici karakterine rağmen Althusser’in metninin aşağıdakileri göstermesinden dolayıdır: Tarihin ‘diyalektiği’, (sevdiğiniz ‘inkarlara’ rağmen çizgisel ve sevdiğiniz ‘materyalist ters çevirmelere’ rağmen teleolojik, yani ön belirlenmiş) gelişmenin sahte diyalektiği değildir; ‘sınıf mücadelesi’nin gerçek diyalektiğidir, çizgisel gelişme, ilerleme ve teleoloji formuna indirgenemeyecek olan maddi formlardır. Bu yüzden, sınıf mücadelesinin farklı görünüşlerinin diyalektiği, işçilerin hareketinin öğrettiği pratikte olduğu gibi, birliklerinin içinde gerçekten birbirlerinden ayrıdır (ve görünüşte ayrı değildir, bir ‘öz’ ve onun ‘fenomeni’ ya da ‘fenomenleri’ gibi). Ekonomik görünüş (‘ekonomik’ sınıf mücadelesi), bu görünüşlerden yalnızca biridir, tarihsel konjonktürlere göre eşit olmayan şekilde gelişmiş ve eşit olmayan şekilde belirleyici olmuştur ve hiçbir zaman devrimci etkilerin oluşturulmasını kendi başına sağlayamamıştır. Hiçbir şekilde reddedilmemesi aksine kabul edilmesi gerekir ki, tüm tarihsel dönemlerde, baskın üretim tarzı ve konjonktür ne olursa olsun sınıf mücadelesinin bütünü, halen kendi ekonomik maddi koşulları tarafından belirlenmektedir. Toplumsal sınıfların kendileri ya da daha doğrusu yalnız sınıfların içinde olduğu (ki bu böyledir) sınıf mücadelesi için, maddi üretim sürecinin ve maddi üretim koşullarının yeniden üretiminin varsayımları ve sonuçları dışında bir tarihsel gerçeklik söz konusu değildir. Bu yüzden tanımlama ve çalışma açısından, her tarihsel dönem için, sınıf mücadelelerinin (‘ekonomik’, ‘politik’ ve ‘ideolojik’) gerçekten farklı her bir görünüşünün kendi maddi koşullarına bağlı olduğu özgül yol kesinlikle tarihsel materyalizmin nesnesidir.
Dikkatle okunması için, Althusser’in bu metninin (ve bunu tamamlayan bir sonraki ‘Materyalist Diyalektik Üzerine’) rolü açısından ısrarcıyım, buradan ana (kesinlikle doğru olan) tez çıkarılabilir: Tek gerçek tarihsel diyalektik, her bir somut ‘toplumsal formasyon’un dönüşüm sürecidir (farklı toplumsal formasyonların gerçek karşılıklı bağlılığı anlamında); başka bir deyişle ‘toplumsal formasyonlar’, içinde genel, soyut bir diyalektiğin ‘gerçekleştirildiği’ ‘somut’ bölge (veya ortam) değildir (örneğin genel olarak kapitalizmden genel olarak sosyalizme geçiş veya kapitalizmin ‘gelişimi’ içinde genel olarak bir aşamadan diğerine geçiş), gerçekte dönüştürülen tek gerçek nesnedirler, bunun sebebi ise sınıf mücadeleleri tarihini gerçekten yalnızca toplumsal formasyonların içermesidir. Bu nokta belirleyicidir. Lenin’in metinleri ve pratiğinin analizi temelinde Althusser’in bu yönde ilerlemesinin bir rastlantı olmadığını da eklemek isterim, bunun nedeni Lenin’in, bu noktada Marx’tan daha açık olmasının yanı sıra, Marx’ın belli formülasyonlarında doğru ve zaman geçtikçe daha da bilinçli düzeltmeler yapmasıdır. Kendi sıramızda tarihsel materyalizm teorisinin bütününü bu temel üzerinden ele almalı, geliştirmeli ve belki de düzeltmeliyiz. Buraya döneceğim.
Metnime dönecek olursak, Althusser’in fikrini ‘genelleştirme’ çabamda, onun uygulama noktasını dikkatsiz bir biçimde değiştirdim, tarihsel ‘konjonktür’ ile uğraşırken kullandığını, üretim tarzlarının karşılaştırılmasına uyguladım. Tarzların (hatta üretim tarzlarının türleri) karşılaştırmalı analizi (hatta bir teori) prensibini, ‘baskın’ın çeşitlemesini ve yer değiştirmesini uyguladım. Bu yer değiştirmenin ciddi sonuçları oldu: Sonradan Althusser tarafından ortaya konan ‘topografik’ konseptlerin (‘karmaşık’ toplumsal ‘bütün’ün kertelerinin topografyası) her kullanılışında görülen bir anlam bulanıklığı katmanın yanı sıra, bu topografyanın analiz etmeyi olanaklı kılması gerektiği diyalektiğe sahip nesneyi yeniden dönüştürmektedir. Toplumsal formasyonların yerine, bu, artık (ve yeniden) yalnızca üretim tarzlarına ait, yani sosyal formasyonların pratikte yalnızca belirli ve somut ‘gerçekleşmeler’ olarak belireceği hala ‘soyut’ bir genelliğe ait bir sorudur.
‘Genel Bir Üretim Tarzları Teorisi’ Var mıdır?
Öncelikle, aslında fikir, üretim tarzları teorisinin kendisinin, yalnızca genel olarak üretim tarzının ve onun olası ‘varyasyonları’nın bir teorisi olabilecek bir üretim tarzlarının genel teorisinden geldiğini ortaya koymaktadır: Kısaca, tipolojistik veya yapısalcı ancak tutarlı bir teori. Doğal olarak, bu ‘teori’ fikri (teorinin bu cezbediciliği), en güçlü algılanışı açısından anlaşılmalıdır, yani gerçek tarihin gerçek açıklamalarını sağlayan bir teori algısı (pozitivist bir konuma dönüştürmemek için). Bu tür bir perspektifle, ‘öğeler’in rolünün varyasyonunun (çeşitli kombinasyon), kendi başına tarihsel etkileri açıklayabildiği anlaşılmalıdır. Şüphesiz bu, son derece yetersiz olan ‘yapısal nedensellik’ ifadesinin ana belirsizliklerinden biridir. Badiou tarafından yazılan başvurduğunuz makale (‘Le (Recommencement du Materialisme Dialectique,’ Critique. Mayıs 1967), bir dizi entelektüel kafa karışıklığı veya kaymadan kaçınmaktadır, bunun nedeni, bu tür bir formalist teorinin formalizasyon yeteneğine sahip olduğunu doğru şekilde düşünerek, bu eğilimi gittiği yere kadar sürekli bir şekilde takip etmesidir. En azından bu sıra dışı deneme, tarihsel materyalizmin nasıl tamamen idealist olan ‘tarihsel diziler teorisi’ne dönüştürülebileceğini (ve bunun kesinlikle yapılmaması gerektiğini) gösterme avantajına sahiptir.[2] Ancak, Poulantzas gibi ‘somut’ tarihsel örnekleri tartışan diğerlerinde (kendimden bahsetmiyorum) aynı şey daha az görünür olmasına rağmen mevcuttur. Daima prensip aynıdır: Toplumsal formasyonların ‘topografik’ tariflerini gerçek tarihsel etkinlikle birlikte vermek. Örneğin, kapitalist devletin işlevini ve onun üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesindeki rolünü mesela ‘görece özerkliği’ ile açıklamak için ya da ‘bir üretim tarzından diğerine geçiş’ şeklinde toplumsal formasyonun dönüşümünü bunları karşılaştırmaya (farklı şekilde tanımlamaya) hizmet eden kertelerin ilişkileri içinde ‘yer değiştirme’ veya çeşitlilik ile açıklamak için. Ve hatta eğer bu bile yeterli değilse, yalnızca toplumsal formasyonları çeşitli üretim tarzlarının ‘hakimiyetindeki karmaşık bütünler’ şeklinde düşünerek, ‘daha yüksek bir düzenin’ –üretim tarzlarının kendisinin– öğeleriyle bu işlemi tekrarlamak için. Kısaca, uygun şekilde ele alınan yapısal farklılık fikri, sırf bu nedenle tarihsel ayırım kökeni gibi işlev görmek zorunda kalmıştır: Bence söz konusu ‘teori’nin idealizmini yeterince iyi gösteren bir formül.
Analoji fikrinin bu bölümdeki görünüşünü vurgulamak ve eleştirmekte tamamen haklısınız. Tarihsel materyalizmin bakış açısından bu fikrin kafası karışıktır. Tarihsel materyalizm içinde bu fikir kullanışsızdır: Tarihsel materyalizm, baskın üretim tarzının dönüşümüne rağmen görece sürekli toplumsal formlarla –örn. Roma hukuku, para, devlet aygıtıyla ilgili çeşitli görüşler vb.– karşı karşıya gelemez ve sonradan bu tür bir sürekliliği, tam da içinde üretim tarzının değiştiği benzersiz tarihsel sürecin özellikleri ile açıklamayı deneyecektir. Teolojik veya yapısalcı bir bakış açısı için, aksine, bu kusursuz şekilde mantıksaldır veya en azından kesin bir formülasyon elde etmek ümit edilebilir. Bu açıdan, metnimde görülen analoji fikri, yalnızca ‘fetişizm’in yeri ve doğasıyla karşı karşıya olmakla kalmaz, aynı zamanda bir bütün olarak üretim tarzlarının yapısıyla da karşı karşıyadır (Bkz. kapitalist üretim tarzındaki artı ürüne el koyma biçimleri ile ‘Asyatik’ denilen üretim tarzındakilerin oldukça riskli olan karşılaştırması, aynı anda Fransız Marksizmi çılgınlığı).
Gerçek Nesne ile Onun Analizinin Formal Konseptlerini Karıştırmayın
Ancak daha temel ve ciddi olan bir husus var: Böyle bir bakış açısıyla, metnimin bu kısmının başlangıcında kabul edilenlerin aksine, tam toplumsal formasyondaki ‘kerteler’in adlandırması, tarihsel analizin esasen değişmez öğelerini yeniden tanımlama eğiliminde değildir. Daha açık şekilde ifade edersek, bunun anlamı, tarihsel dönüşüm süreçleri (ve böylece tarihsel tanımları) daha önceden var olan bir ‘ekonomik’ fenomen özü ve ayrıca ‘politik’ ve ‘ideolojik’ fenomen özlerinin bulunmasıdır. Başka bir deyişle, sınıf mücadelesinin eylemi tarafından belirlenme sürecinin önceden var olması, onun kendisinin tüm tarihsel yapı üzerinde belirleyiciliğe sahip olması. Yani bir tarihsel nedenselliği ve kesin etkilerini açıklama yeteneğine sahip yeterli düzeydeki bir genellik için, feodal üretim tarzı ve kapitalist üretim tarzı ve aslında herhangi bir üretim tarzı için ‘ekonomik’ aynı anlama sahiptir. Kısaca bu, tam da Marx’ın ‘metafizik’ olarak ifade ettiği burjuva ekonomi politiği ve tarihinin ideolojik varsayımlarına geri dönüştür. Hiç kuşku yok ki, Marx’ın eleştirisinin herhangi bir ‘tarihselci’ yorumundan kaçınmak ve bu bağlamda Lenin’in ifadesiyle ‘çubuğu tersine bükmek’ için, çalışmamızda konumuz vasıtasıyla bu cezbedicilikle ilgili uyarılar yapılmıştır. Ama çubuk rasgele bükülemez veya büküldüğü alan yalnızca bir düzlem değildir. Elbette bu nüksetme, bir tesadüf değildir, bu ve diğer analojik biçimlerde ifade ettiğimi düşünüyorum, bu nüksetme gerçek bir zorluğun göstergesidir. Buna döneceğim.
Nihayetinde, tüm bunların sonucunda görülmektedir ki; buradaki söz konusu bölüm, önceki iki bölümün (‘Üretim Tarzı: Üretme Biçimi’ ve ‘Formlar Sisteminin Öğeleri’) ve ilerideki Bölüm İki’nin (‘Yapının Öğeleri ve bunların Tarihi’) tezleri ile kısmen çelişmektedir. Ya da hiç olmazsa, yorumlarını, tek muhtemel olan olmayan ve kesinlikle yanlış olan tarafa yönlendirmelerine yardımcı olur. Biraz önce de hatırlattığım gibi kendi metnim, uğraştığı ‘genel konseptler’in, ‘tarihin atomları’ üzerinden değişen kombinasyonların inşa edildiği verili öğeler olmadığını ancak yalnızca toplumsal formların farklı analizine ait ‘uygun’ kategoriler olduğunu öne sürmektedir. Bu konseptler yalnızca, Marx’ın belirli kesin teorik analizleri üzerine çalışmalardaki ‘tarihsel materyalizm’in genel sorunsalını (teori değil sorunsal diyorum) gösterir ve bir anlamda biçimsel olarak yönlendirir. İçeriklerini tahmin edemez. Mantıken bunun sonucunda en fazla şunları öne sürebilirim: Üretim tarzını tam anlamıyla karakterize eden kombinasyonun (belirli ‘üretim ilişkileri’ ve ‘üretici güçler’in bir kombinasyonu) biçimi (toplumsal) değiştiğinde, bir ‘ekonomik’, ‘politik’ veya ‘ideolojik’ kertenin tarihsel olarak bir arada olduğu koşullar, yani belirli bir biçimde ‘ekonomik’, ‘politik’ ve ‘ideolojik’ sınıf mücadelelerinin kendileri birleşik olan etkilerinin oluştuğu ve meydana geldiği koşullar da zorunlu olarak belirlenmiş bir tarzda değişir. Bu yüzden, tüm ekonomizmin tersine, soyut bir düzeyde de olsa Marx’taki üretim tarzı, gerçekten de alt ve üstyapıdan türetilen belirlemelerin karmaşık bir birliğine işaret etmektedir. Ancak hiçbir şekilde bu kurulma tarzını, işlevini yerine getirme sürecini ve ele alınan toplumsal ilişkilerin tarihsel eğilimlerini, ve sadece formal karakteristikleri içinde bu kombinasyonun sunumundan, yani farklı olası formlar arasındaki bir karşılaştırma temelinde sınıf mücadelesinin farklı görünüşlerinin kombinasyonuna ait kuralları ortaya çıkaramayız. Bu yüzden, ‘olası’ tarihsel üretim tarzları icat etmek imkansızdır.
Bu noktadaki (kendi kendime yaptığım) teorik kaymadan neyin sorumlu olduğu sorusuna, bunun, özellikle ‘kombinasyon’ (Verbindung) teriminin burada alındığı iki tamamen farklı düzeydeki iki farklı anlamdan kaynaklandığı yanıtı verilebilir.
Birinci anlamda, belirlenmiş bir üretim tarzını analiz ederken tarihsel materyalizmin nesnesi, öncelikle üretimin toplumsal ‘faktörleri’nin belirli bir kombinasyonunu (daha iyi bir ifadeyle, kombinasyonun sürecini) tanımlamak ve açıklamaktır, bu kombinasyon, üretim ilişkilerinin kendisinin etkisi altında ve (toplumsal) form içinde, verili bir temelde bu kombinasyonun daima oluşturulduğu – benim bu seferde yaptığımdan daha iyi şekilde – belirtildiği sürece, ‘üretim ilişkileri ile üretici güçlerin kombinasyonu’ olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle, ‘üretici güçler’, indirgenemeyecekleri üretim ilişkilerinden ayrılmaları gerekmesine rağmen yine de belirlen(me)miş üretim ilişkileriyle olan kendi kombinasyonunun etkisi altında bu tür bir hariç konumda (doğanın maddi dönüşüm ve el koyma sistemi olarak) mevcut olur.[3] Bu, soyut olarak ve kısaca, özellikle Cilt Bir’de Kapital’in nesnesidir.
Ancak bu birincinin yanı sıra ikinci bir tamamen farklı anlam vardır: Bu fikir, farklı durumlarda, farklı yönlerin bir kombinasyonu vasıtasıyla (Marx’ın ‘birçok belirlemenin bir sentezi’ dediği gibi), üretim tarzının kendisiyle karşı karşıya olduğu kadar sonradan somut toplumsal formasyonlarla karşı karşıya olacak şekilde tarihsel materyalizm teorisinin ilerlediği fikridir. Açık konuşmak gerekirse bu son formülasyon, eğer doğruysa, yalnızca geçici olabilir, çünkü kesinlikle teorinin bu formal karakteristiği, bize bilgiyi verdiği maddi nesnenin karakteristiklerinden bağımsız olamaz. Yine de, kelimeler üzerinde oynamaksızın ya da daha doğrusu gizlice tarihsel materyalizmden bir tür ‘meta-tarihi’ne geçmeksizin, aşırı anlamlar birbirine karıştırılamaz. Burada da saygı duyulması gereken, ‘sola doğru’ ampirisizme veya ‘sağa doğru’ formalizme (biçimcilik) yan bakmaksızın, ustura ağzında duracak şekilde gerçek nesne ile konsept veya bilgi nesnesi arasındaki kesin ayrımdır.
III. ‘Dönemselleştirme’nin İdeolojik Sorunsalı veya Bilimsel Sorunsalı
Ancak bunu söyleyerek, Marksizmin tarihindeki ve önceki karışıklıklar ile zorluklara ait esas nedene ulaşmamızı sağlayabilecek çok daha derin bazı hususlara değiniyorum. İleride karıştırılmış olarak görülebilecek iki anlamda, bir tarihsel ‘dönemselleştirme birimi’ ve ‘öğelerin belirli bir kombinasyonu’ şeklinde pratik olarak ayrı iki anlamda kullanıldığı biçimde ‘üretim tarzı’ konseptini vurgulamakta tamamen haklısınız. Şu dürüste söylenebilir ki metnin o bölümünün nesnesi, bilerek, iki anlamı kesin şekilde tanımlamak olmuştur.
Bu konum düzeltilmelidir. Ancak, bana göre hiç de önerdiğiniz nedenden dolayı değil: İfadenin iki düzeyi arasında mantıksızlıkla, kafa karışıklığıyla ilgili herhangi bir soru olduğu için değil. Bu kafa karışıklığı mevcutsa, bu, sadece bir etkidir. Bunun yanı sıra, tartışmanın yürüyüşü gerçekte aşağıdaki gibidir: Marx’ın ‘üretim tarzı’ konseptinin yapısının, belirli bir şekilde Marksist olmayan tarihsel ‘dönemselleştirme’ sorunsalını radikal bir şekilde nasıl gerçekten dönüştürdüğünü göstermek için. Marx, bu nedenle, formal ideolojik bir a priori’yi, çözümü tam olarak, toplumsal ilişkilere ait kesin sistemler anlamına gelen eğilimlerin, ve eşdeğer olacak şekilde toplumsal ilişkilerin geçiş veya dönüşümünün kesin süreçlerinin bilgisi olan bilimsel bir soruna dönüştürmüştür. Bu yüzden biri ideolojik ve diğeri Marksist ve bilimsel olmak üzere iki ‘dönemselleştirme’ kavramı veya daha doğrusu ‘dönemselleştirme’ kavramının iki kullanımı mevcuttur. Ancak bu, ‘üretim tarzı’nın, tarihsel materyalizmin bir ‘temel konsepti’ olarak düşünüldüğü yöntemde mevcut olan temel hata değildir.
Sorunlar özellikle burada hassaslaşıyor: Tekrar doğru olanın gerisine düşmemek için büyük dikkat harcanmalıdır. Ve hepsinden önce, Marx’taki tarihsel materyalizmin bütün yapısına dayalı, gerçekten de teorik bir devrim olanın yeniden gerisine düşmemeye dikkat edilmelidir: Üretim tarzı konseptinin (sömürünün zorunlu formundaki maddi üretim tarzı) ve bunun tarihsel eğilimlerinin, kapitalizmle karşı karşıya olan, tanımlaması.
Şematik olarak, aşağıdaki gibi ifade etmeme izin verin: Bir bütün olarak alındığında, metnim garip bir paradoks içermektedir. ‘Üretici güçler’ kavramının eleştirel incelemesine ayrılmış kısmı bir kenara bırakırsak, yalnızca dördüncü bölümde görülen amacın, evrimi ‘olumsuzlamanın olumsuzlaması’, ‘nitel değişim’ vb.’nin diline tercüme etsek dahi, ‘geçiş’in (açıkça söylersek, toplumsal devrimin) evrimci yolla açıklanamayacağını göstermek olduğu söylenebilir. Hangi pratik, politik nedenlerin (bugüne kadarkinden daha güncel olan nedenler) bizi bu yönde çalışmaya ve geçişin, ilkesel nedenlerden dolayı, yalnızca yer değiştirme, bir üretim tarzının kendisinde gözlenebilen ‘eğilimler’in ‘iç’ sonuçları –asla– olmadığını ve kendi karakteristik üretim ilişkilerinin gelişmesinden –asla– sorumlu olmadığını göstermeye ittiğini anlamak kolaydır.[4] Bu yüzden teorik bakış açısından, geçiş için, diğer maddi koşulların ve diğer toplumsal formların analizinin tek başına üretim tarzı (bu durumda, tek başına kapitalist üretim tarzı) konseptinde bulunanlara göre daha gerekli olduğunu göstermek zorunludur. Ya da başka bir bakış açısından: Kapitalist üretim ilişkilerine nazaran kapitalist üretim tarzının gelişimi ile (yeniden) üretilen maddi sonuçlar ve toplumsal formların analizi.
Ancak paradoksal olarak, bu ‘sunum’, esas olarak üretim tarzının kendisini, ve aynı zamanda, bir ifade uyduracak olursak ‘geçiş olmayan’ dönemleri, tamamen ‘içsel’, doğrusal ve bu yüzden önceden belirlenmiş bir gelişme veya dinamiği kabul etmeyi içerir. Başka bir deyişle, ‘geçiş’i en güçlü anlamıyla ‘bir tarihin karakteristikleri’ (somut formlarının gerçekliğinde öngörülemeyen) olarak kabul etmek gerekseydi, sonuçta bu, kendi bölümü için ‘geçiş olmayan’ın bir tarih olmamasından (en güçlü anlamıyla) dolayı olabilirdi.
Bu kavrayışın, başlangıçtaki projeme göre yerine başkasının geçmesi gereken sıradan ‘dönemselleştirme’ pratiğinin altında yatan ideolojiye kaçınılmaz olarak esir kaldığını söylememe izin verin. Aslında bu, basitçe şunu söylemek yerine tarih ve ‘geçiş’ kavramlarını tanımlamak şeklinde sonuçlanır: Her şey tarihsel olduğu için her şey daima geçiştir veya geçiş halindedir (sıradan tarihselcilik). Ben aşağı yukarı şunları söyledim: (Devrimci) geçiş varsa, yalnızca gerçek tarih vardır, ve her dönem geçişin bir dönemi değildir. Sırası gelmişken bu, dönemselleştirme ile önceden varsayılan bir a priori form olarak zamanın ampirisist-doğrusal temsilinin devreye sokulmasına dair güzel bir örnektir.
‘Yeniden Üretim’ Konseptinin Sürekli Belirsizliği
Ancak en önemlisi, bunun anlamı, bazı epistemolojik inceliklere rağmen, toplumsal ilişkilerin ‘yeniden üretimi’ kavramındaki temel bir belirsizlikten kaçmada başarısız olmuş olmamdır (elbette bu konuda ne ilktim ne de son). Hem üretimin kendisi tarafından değiştirilen ve kısmen imha edilen üretimin koşullarının (yeniden) üretiminin toplumsal formu, ve hem de diğer yandan kendileriyle birlikte kimliği, verili üretim ilişkilerinin sürekliliğini halen bu konsept dahilinde düşünüyordum. Özetlersek, şunları söyledim: Marx’ın analizinde sermaye birikimi yönündeki eğilim (ve bunun sonucunda oluşan tüm ikincil eğilimler, kar zarar oranı için olan eğilim dahil olmak üzere), üretim ilişkilerinin kendisinin yeniden üretimi süreci ile özdeş olduğu için, bu, bir yandan kapitalist üretim ilişkileri ‘değişmeden kaldığı’ sürece bu eğilimin kendinden var olduğu, ve diğer yandan bu eğilimin kendi varoluşunun sınırlarını kendinden aşamayacağı, ‘patlatamayacağı’ anlamına gelir.
Bu ‘argümanın’ ardında eski bir felsefi temsil vardır ve bu çalışma boyunca aşağı yukarı Spinozacı formülün bazı anıları tarafından yönlendirilmem tesadüf değildir.[5] Kendisiyle birlikte kimliğin, sürekliliğin (bir konjonktürel süreçteki ilişkilerin sürekliliğinin biçimi dahil), kendisini kendisiyle açıkladığı için açıklamaya ihtiyacı olmadığı, kendisi kendisinin nedeni olduğu için nedene ihtiyacı olmadığı fikri mevcuttur. Yalnızca ‘gerçek’ değişim olarak ‘değişim’in, yani özün ortadan kalkması-dönüşümü için bir neden ve açıklamaya ihtiyaç vardır. Bu, ‘atalet prensibi’nin felsefesinin, tözün ve ontolojik argümanın hayatta kalışıdır. Ancak ‘nüksedişimi’ de açıklayan şey, dar politik ve kurumsal temsillere karşı nesnelerini bir doğa kanunları dizisi olarak tanımlamalarını sağlayan ve (toplumsal pratiklerin, kurumların vb.’nin ‘kalanıyla’ ilgili olarak) ‘ekonomik’ sürecin sözde otonomisinin ‘Marksist’ tezinde dahi korunan, ekonomistlerin eski bir fikrinin, eski bir ekonomik fikrin gücüdür.[6] Ekonomik sürecin, elbette kendi işlevinin ‘doğal’ sınırları dahilinde kaldığı kabul edilerek, bir otomatik, ‘kendi kendini düzenleyen’ mekanizma olarak benimsendiği eski fikri kastediyorum. Ekonomistlerin, pazar, fiyat dengesi vb. düzeyinde, geçici başarılarla doğrulamaya çalıştığı bir fikir. Ancak aynı zamanda söylenmeli ki bu, nesnesini ‘yüzeysel’ pazar yerküresinden, ‘bir bütün olarak’ üretim koşullarının üretimi ve yeniden üretiminin yerküresine çevirdiğinde dahi Marx’ın tam olarak kaçamadığı ‘ekonomist’ bir fikirdir. Kapital’de bu, toplumsal ilişkilerin yeniden üretimine dair bilimsel konseptin, ‘ekonomi politiğin eleştirisi’ ile ortaya konduğu bölüm olan İkinci Cildin ‘ekonomik’ teorisinin, eğer izole edilmişse, ‘bir bütün olarak’ üretim koşullarının yeniden üretiminin bir tamamlanmış teorisi şeklinde kaçınılmaz olarak yanlış biçimde ortaya çıkabileceği ve çıkmak zorunda olduğu gerçeğiyle gösterilmiştir. Ve İkinci Ciltteki teori yalnızca farklı anlık üretim süreçlerinin, ürünlerinin meta dolaşımının aracı kurumu vasıtasıyla ve toplumsal düzeyde ‘iç içe geçtiğini’ gösterdiği için, bu, üretim sürecinin yalnızca üretim koşullarının bir kısmını (üretim aracılığıyla, tüketim aracılığıyla) yeniden üretmekle kalmaz (ki bu aslında Marx’ın temel buluşlarından biridir), aynı zamanda tümünü yeniden üretir veya tümünü ‘potansiyel olarak’ yeniden üretir. Bu, tüketim yoluyla yeniden üretim, kendi başına henüz emek gücünün yeniden üretimi olmayıp (zorunlu olarak üstyapı pratiklerinin mevcut olduğu süreç) yalnızca onun ön-koşullu temeli olsaydı, açıkça yanlış olurdu.[7] Başka bir ifadeyle, bunun anlamı, anlık üretim sürecinin formunun, böylece yalnızca toplumsal ilişkilerin yeniden üretimi sürecinin bütününü maddi olarak belirlemekle kalmaması, aynı zamanda pazarın aracılığı ile bunu tamamen oluşturması (benim ne yazık ki burada geliştiremediğim geniş kapsamlı sonuçları olan bir nokta) ve sonuç olarak tüm diğer (‘ekonomik’ olmayan) toplumsal süreçlerin yalnızca bu formun ifadeleri veya temel olmayan fenomenleri olabileceğidir.
Metinlere yakından göz atıldığında, Marx’ın bazı izole formülasyonlarına ait bu ‘ekonomizm’ kalıntısının, açıkça ampirisist-formalist olan karakterinden dolayı baştan beri bize birçok sorun yaratan Kapital’in nesnesinden aldığı fikirle doğrudan bağlantılı olduğu görülmektedir: Kapital’in üzerinde çalıştığı ‘ideal ortalamasındaki kapitalist sistem’, yani sonuç olarak kapitalist sistem modeli fikri. Çok farklı olacak şekilde, modern dönemdeki toplumsal formasyonların tarihi, temel olarak gelişmenin tarihi, ve önce ‘lokal olarak’ oluşmuş ancak zorunlu olarak kendini ‘global şekilde’ genişletmiş olan tek bir baskın üretim tarzı vasıtasıyla kendi dönüşümlerinin etkisinin tarihi olsa dahi; tarihsel materyalizmin nesnesini, bu şekilde benzersiz olan ve bunun sonucunda kesinlikle tek bir ‘model’in varyantları olarak ortaya çıkamayacak olan somut toplumsal formasyonların dönüşümünün süreci olarak düşünmek için terk edilmesi gereken bir fikirdir bu.
Tarihsel Geçiş ile İlgili Bir ‘Genel Teori’ Yoktur
Kapital’i Okumak içindeki metnime dönüyorum. Burada, tartışma yürüttüğüm ve -tekrarlıyorum- Marx’ın (veya en azından Marx’ın bazı metinlerinin izole okumasının) kısmen sorumlu olduğu paradoksal denemenin, -aklıma gelmişken- ‘geçiş teorisi’nin söz konusu olduğu yerde bir başka ‘mantıksal’ etkisi olmuştur.
Sorunu bu şekilde ortaya attıktan sonra, Marx’ın kendisinin, Kapital’de, ‘geçiş’ ile ilgili sorunlara girip girmediğini kendime sormak zorundaydım, çünkü çalışmanın gövdesinde tanımlanan eğilimi ‘genişletmek’ bakımından analizi için yetersizdi. Kendisini yeterince doğal şekilde sergileyen şey, ilkel birikim, toprak rantının doğuşu, tüccar sermayesinin kökenleri vb. hakkındaki metinler grubudur. Bu analizin temel yönelimini değiştirmek için herhangi bir nedenim yok. Bu farklı metinleri karşılaştırmak ve bunların karşılaştırılmasından sonuçlar çıkarmak esastır. Siz dile getirdiğiniz için, yalnızca ‘soyağacı’ ifadesiyle ilgili bir özellik: Açıkça, geçiş sürecinin kendisinin bir ‘doğuş’ veya ‘soyağacı’ olduğunu (ki bu hiçbir zaman anlamlı olmazdı), Marx’ın yapamamış olmasına rağmen, soyağacının, yani birer birer kapitalist üretim tarzının öğelerinden başlayarak bir retrospektif tarihsel ‘sondajlar’ serisinin (geçici) teorik formundaki bu sorunla uğraşmak zorunda olduğunu söylemeye çalışmadım. Bu, aynı zamanda şunları belirtmeme yol açtı:
– Bu, kesinlikle, kapitalist yapının öğelerinin (bir yandan bir meta olarak emek gücü ve diğer yandan bir ticaret burjuvazisinin elinde olan finans kapital) içinde oluştuğu tarihsel süreçlerin görece bağımsızlığını ve gerçek çeşitliliğini keşfetmesini ve bizlere açıklamasını sağlayan bu teorik formdur. Bu yüzden kapitalist üretim ilişkilerinin kuruluşu ön-belirlenmez, yani kuruluş süreci teleolojik değildir.
– Ve aynı zamanda Marx’ın kapitalizmden sosyalizme geçişi aynı tarzda işlemesini engelleyen kesinlikle bu formdur (ya da daha doğrusu Marx’ta bunu zorlayan ön koşul: Sermayenin yeniden üretiminin tamamlanmamış teorisi). Bu yüzden, onu, feodalizmden kapitalizme geçişi ‘tarihsel’ bir tarzda, yine de tamamlanmamış şekilde işlemeye ve kapitalizmden komünizme geçişi ‘mantıksal’ bir tarzda, yani hiç işlemeksizin işlemeye iten (açıkça söylemek gerekirse, Kapital’de) bu formdan başkası değildir. Ve kapitalizmin gelişimi ile proleter devrimi arasındaki zorunlu tarihsel bağlantıya rağmen, bu, başından sonuna kadar tam da Marksist teorinin nesnesidir.
Bana gelince, ben bu durumu düzeltmek için ne yaptım? Bu iki sorunun, biçimsel olarak doğalında aynı olduğunu, olması gerektiğini kabul ettim. Ve ‘soyağacı’ yalnızca geçici bir teorik form olabileceğinden, kapsadıklarını kavramsallaştırmaya çalıştım. Artık tarihsel sürecin zorunluluğu ve nedenselliğini açıklamak için emrim altında olan tek konsept, ‘üretim tarzı’na ait olandı. Bu yüzden, ‘kompleks’ veya ‘çelişkili’, ve bu yüzden ‘istikrarsız’ olsa dahi (temel bir ‘uygun olmama’ ile karakterize edilir), geçişin analizinin, kapitalist üretim tarzının kendisinden farklı olan yeni bir üretim tarzı tanımlamasını içerdiğini öne sürdüm. Ancak mantıksal olarak yeni bir ‘üretim tarzı’, kapitalist üretim tarzının kendisi gibi, yeni bir eğilimsel yeniden üretim sürecinden başka bir şey olamayacağı için, bu gerçek yoluyla, yalnızca önceki kendi varsayımlarımdan vazgeçmekle kalmadım. Her şeyden önce, (1) çözülemez bir sorunun tohumunu attım: Bu tür bir üretim tarzını tanımlayan üretim ilişkilerinin özgüllüğü nedir? – ‘Kombinasyonları’ dahilinde üretim ilişkilerinin üretici güçler üzerindeki üstünlüğü tanındığında kaçınılmaz olan bir sorun; (2) bu yeni üretim tarzı formasyonu ya da bu ‘geçişsel üretim tarzına’ ‘geçiş’ ile ilgili süresiz olarak yenilenebilir bir aporia ortaya koydum: (3) Kendisi ‘üretim tarzlarının kombinasyonunun – veya eklemlenmesinin – genel teorisi’ görüşüyle bilinen, ‘geçişler’ veya ‘geçişe ait genel teori’ olasılığını ortaya attım. Bu tür bir teori aslında, Althusser’in ‘Çelişki ve Üstbelirlenim’ metninde ana hatlarını belirlediği anlamda toplumsal formasyonların tarihinin diyalektiğinin gerçek bir detaylandırmasının yerini alabilir. Ancak bu, ‘toplumsal formasyon’ ve ‘üretim tarzı’nın iki konseptini ve bunların ilişkisinin doğasını (Halen üzerinde gerekli çalışmalar yapılmamıştır) ayrı olarak düşünmediğimiz sürece, açık bir biçimde algılanamaz. Bu yüzden ilginç bir şekilde Kapital’i Okumak hattını takip eden içimizden bazıları, toplumsal formasyonu ‘çeşitli üretim tarzlarının kombinasyonu’ veya üretim tarzlarının eklemlenmesi, yani ‘kompleks’ bir üretim tarzı, ya da tiplerin ölçeğinin bir türü olarak daha ‘yüksek dereceli’ bir üretim tarzı olarak tanımlamaya çalıştılar.[8]
Burada, ‘genel geçiş teorisi’ fikrinin pratik bir uygulama olduğu bu tür bir teorinin farkları üzerinde çok fazla duramayacağım. Ancak şunu söyleyebilirim ki; ayrıntıları düşünüldüğünde daha karmaşık olmasına rağmen bu tür bir teori, genel olarak toplumsal formasyonun yapısal şemasından çıkarılabilecek şekilde (bkz. üretici güçlerin gelişimiyle ilgili olarak üretim ilişkilerinin örtüsünün o ünlü ‘darlığı’) toplumsal formasyonların dönüşümünün evrensel bir mekanizmasının var olduğunu farklı şekillerde öne sürdüğü için Marksizmin tarihinde ağır bir yük olmuş olan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözündeki (1859) formülasyonlarla (Bunlar, Alman İdeolojisi’ndeki konuların tekrarıdır) eşdeğerdedir. Bu karşılaştırma aynı zamanda temel bir epistemolojik gerçeği, karşı karşıya görünen ancak her ikisi de diyalektik olmayan, tarihin evrimci temsillerinin ve rölativist temsillerinin (tipolojik veya yapısalcı temsiller) zorunlu birliği ve hatta bağlılığını göstermiştir. Her iki temsil de, üretim tarzının tarihsel olarak görece karakterinin (kapitalist üretim tarzı, yalnızca kendi içinde servetin üretim tarzı değil, aynı zamanda ‘tam da’ feodalizm ve kölecilik gibi başkalarının ödenmemiş emeğine el koyma tarzıdır; yalnızca zorla el koymanın ‘farklı şekilde yapılması’ ile diğer ikisinden ayrılır) analizinin (1) ve tarihte sınıf mücadelesinin rolünün (çok eski maddi koşullar – ürünlerin azlığı, üretici güçlerin gelişmemesi – temelinden yükselir ve yeni koşullar temelinde ortadan kalkmaya mahkumdur: Üretici güçlerin hızlı gelişimi, ‘bolluk’) analizinin (2) ayrı şekilde ortaya atılmasından kaynaklanmaktadır. Bir kez bu iki sorun ayrıldığında, neden kapitalist üretim ilişkilerinin ötesinde hiçbir yeni sömürü ilişkisi formu olmadığı sorusunu bilimsel terimler içerisinden ortaya koymak artık imkansızdır: Kapitalist üretim ilişkilerini parçalayan toplumsal devrim, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişki/yeniden düzenleme genel mekanizmasının yalnızca belli bir örneği olarak ortaya çıkar ve bunun özgül sonucu ise, sınıf kuralının tüm formlarının ortadan kalkması açıklanamaz olarak kalmasıdır. Bundan sonra, birlikte veya ayrı olarak alanı, üretim ilişkilerinin tanımlaması açısından rölativizme ve üretici güçlerin gelişiminin analizi açısından evrimciliğe bırakmak olasıdır.[9]
Doğrudan söyleyecek olursak, bence tarihsel materyalizmin temel tezlerinden birisi aşağıdaki gibi olmalıdır: Toplumsal formasyonlardaki ‘geçiş’e, yani ‘üretim ilişkilerindeki devrim’e ait bir genel sorunsal (Duroux’un bir ifadesini ödünç alalım) vardır. Bu, aynı zamanda sömürü tarzları da olan üretim tarzlarına dayanan ‘sınıflı toplumlar’ konseptinin, sömürü tarzlarının tarihsel dönüşümüne referans yapılmaksızın oluşturulamayacağı gerçeğiyle ilgilidir. (Başka bir deyişle, genel olarak sömürü diye bir şey yoktur, yalnızca sömürünün belirlenen formları vardır.) Ancak buna rağmen, bir sürecin nedenselliğinin açıklanması şeklindeki anlamı açısından, genel geçiş teorisi diye bir şey yoktur. Aksine, her bir tarihsel ‘geçiş’in, maddi ve bu yüzden kavramsal olarak farklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu nokta, eğer Engels’in kendisinden başlayarak Marksist teorisyenlerin ara sıra, örn. burjuvazinin feodal toplum içinde ‘temsil ettiği’ şekilde modern proletaryayı üretici güçlerin hareketinin ‘temsilcisi’ olarak göstererek, veya feodal aristokrasinin ‘gereksiz’ bir rantiye sınıfı haline gelmesinde olduğu gibi burjuvazinin de belli bir dönemde, ‘üretim dışı’ sınıf olduğu için ‘gereksiz’ bir ‘sınıf’ haline gelmesi şeklinde bir açıklamaya giderek vb., feodalizmden kapitalizme ‘geçiş’ ile kapitalizmden sosyalizme ‘geçiş’i benzer süreçler olarak değerlendirme eğiliminde oldukları doğruysa, temel politik önemdedir.[10] Tarihsel materyalizmin yalnızca toplumsal ilişkilerin (devrimci) dönüşümünün zorunluluğunun teorisi olmayıp aynı zamanda toplumsal ilişkilerin dönüşüm tarzının dönüşümünün de teorisi olduğu genel tezini ortaya koymak esastır. Öyle ki iki devriminki asla aynı konsepte sahip olmaz.
Kapitalist Üretim Tarzının Gerçek Tarihini Analiz Etmek İçin, ‘Eğilim’ Konseptindeki Tüm Evrimcilik Atılmalıdır
Sonuç olarak bu tez, başka bir yerde bir üretim tarzının gelişimi veya evrimi olarak düşündüğüm şeyin bir düzeltmesine sıkıca bağlı hale gelmektedir. Bunu açıklamak için, şunları söylemek yeterlidir: Yalnızca önceki toplumsal ilişkilerin özgül genel formuyla değil aynı zamanda önceki üretim tarzının özgül tarihiyle, yani bu üretim tarzının gelişimine bağlı olarak toplumsal formasyonların tarihiyle ilişkili değilse, her bir devrimci ‘geçiş’in özgüllüğünü açıklamak imkansızdır. Aslında, koşulların kısıtlamasının bir sonucu olarak bu gerçeğin tüm teorik öneminin farkına varan ilk kişi Marx değil Lenin’di ve bu keşif, en sonunda Marx’ın belirli formülasyonlarının bir düzeltmesini içermektedir. ‘Sosyalist’ devrimci ‘geçiş’ sürecinin, genel olarak kapitalist üretim ilişkilerinin mevcudiyetiyle bağlantılı olmadığını, kapitalizmin tarihindeki belirli bir kademenin, emperyalizmin mevcudiyetiyle, yani kapitalist üretim ilişkilerinin (ve elbette yalnızca ‘değişmeyen üretim ilişkileri binası’nın içindeki üretici güçlerin değil) belirli ‘dönüşmüş formları’nın mevcudiyetiyle bağlantılı olduğunu gösterdiği şekilde bu kişi Lenin’dir. Böylece sosyalist (proleter) devrimin ve bir tarihsel dönem olarak ‘sosyalizm’in kendisinin ne olduğunun analizi sorunu, emperyalizmin ve bu yüzden kapitalizmin tarihinin belirli tarihsel aşamalarının (veya dönemlerinin) analizi sorunundan ayrılamaz hale gelir. Kapital’i Okumak içindeki metnimin yönelimlerinden birinin, kendi içinde değişmez olan bir eğilimin realize edilmesindeki doğrusal kademeler, gelişimsel aşamalar şeklindeki ekonomist-evrimci yöndekiler hariç olmak üzere, kesin olarak bu aşamaları, yani bu tarihsel dönüşümleri tam anlamıyla imkansız hale getirdiği belirtilmelidir.
Bu yüzden yine çok şematik olarak, sosyalist geçiş sorununun incelenmesinin, diğer hususların yanında kapitalizmin tarihi sorununun bir tümden eleştirel incelemesini, ve bu sorunun bir işlevi olarak Kapital’i ‘okuma’mızın yeniden şekillenmesini gerektireceği açıktır, kısmen Marx’ın kendisi de onun doğasını yanlış teşhis ettiği için bu inceleme ve yeniden şekillenme her şeyi daha da zorlaştırmaktadır. Özellikle, en soyut düzeyde dahi, yeniden üretim sorusuna ve kapitalist üretim tarzının ‘eğilimleri’ sorusuna geri dönmemizi zorunlu kılar. Bu bakış açısıyla, kuşkusuz normal formülasyonumu ters çevirmeliydim: Üretim tarzında, üretim ilişkilerinin yeniden üretimine doğru bir eğilimin ya da üretim ilişkilerinin yeniden üretimini gerçekleştiren bir eğilimin (birikim, kapitalizmin yoğunlaşması, yükselen bir organik bileşim vb.’ne doğru) mevcut olduğu öne sürülmemelidir. Aksine, ‘tek’ bir eğilimin tekrarlayan bir tarzda nasıl bir eğilim olarak yeniden üretilebilir hale geldiğini sormak gerekmektedir, çünkü gözle görülür bir süreklilik açısından bunun çabaları birikerek artar. Kendi yeniden üretim koşulları hesaba katıldığında bir eğilimin hangi formda gerçekleştirilebileceği (tarihsel etkiler üreteceği) sorulmalıdır. Toplumsal formasyonda, yeniden üretim sürecinin biricik gerçek ‘alanı’nda maddi koşulları tarihsel olarak dönüşmüş olsa dahi bu yeniden üretimin nasıl olanaklı olduğu da sorulmalıdır.
Başka bir deyişle, bir tarihsel ‘eğilim’in varlığının, aynı anda bu eğilimin devam etme eğilimi olduğu, böylece gerçekleştiği vb.’nin görülmesi durumunu tartıştığım ideolojik yanılsama ile ilk ve son olarak bağları koparmak esastır. Ve bu yüzden, toplumsal formasyonu ‘yeniden üreten’ ve bazı yönlerden onun tarihini oluşturanın üretim tarzı (ve onun gelişimi) olmadığını, tam tersine üzerine dayandığı ve gelişimini, dönüşümlerini açıkladığı üretim tarzını yeniden üretenin toplumsal formasyonun tarihi olduğunu kavramak çok önemlidir. Toplumsal formasyonun tarihi, yani kendisini oluşturan farklı sınıf mücadelelerinin tarihi ve Lenin tarafından sıklıkla sarf edilen bir metaforu kullanırsak bunların ardışık tarihsel konjonktürlerdeki ‘sonucu’nun tarihi. Bu, sınıf mücadelelerini, ve bunların ardışık maddi olarak belirlenmiş tarihsel konjonktürlerindeki sonuçlarının tarihidir. Burada, belki Marksizm-Leninizme etkili bir katkı yapabileceğim, ancak Leninizm’in takip ettiği Marksizme değil, ifade edecek olursak Leninizm içindeki Marksizme.
Ocak – Ekim 1972
[1] Bu hususta bkz. Louis Althusser: Lenin ve Felsefe ve Diğer Makaleler içinde ‘İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’, Haziran 1970. NLB, Londra 1971, s. 121-73.
[2] Burada, Badiou’nun çalışmasında yalnızca bu özel noktayı hedeflediğimi ve kesinlikle tüm yönlerini kastetmediğimi belirtmeliyim. Hiçbirimiz, özellikle bu dönemde, kusursuzca ‘tutarlı’ olmayı başaramadık.
[3] Üretici güçler ve üretim ilişkilerinin kombinasyonunun içinde Üretim İlişkilerinin önceliği şeklindeki bu materyalist tezi aşağıdaki makalemde daha açık hale getirmeye çalıştım: L’Economie. dir. A. Vanoli, coll. Les Sciences de 1’Action’, CEPL Paris içinde ‘Capitalisame et theorie des formations sociales’.
[4] Bu şekilde kabul edildiğinde, tarihsel sürece dışsal herhangi bir şey olamayacağı için, ‘dışsal’ bir etki sorunu olabileceği tamamen dışarıda tutulmuştur. Mao Zedung’un Çelişki Üzerine’de açıkladığı gibi: “Bir şeyin gelişiminin temel nedeni dışsal değil içseldir” (Seçme Eserler. Cilt I, s. 313). Ancak bu, kesinlikle açıklık getirilmesi gereken bu içsel çelişkinin yapısal şeklidir. Marx’ın nesnesi olarak temel bakış açısını aldığı Komünist Manifesto’dan: Kapitalist üretim ilişkilerinin yapısındaki bir sınıf olarak proletaryanın ‘içsel/dışsal’ konumu.
[5] Spinoza’nın materyalist diyalektiği için olan formülün, bu formülün bu kötü uygulamasının tam tersi olduğunu söylemeliyim.
[6] Bu ‘otonomi’nin jargonumuzda ‘ekonomi hem belirleyici hem de baskındır’ şeklinde de ifade edilebildiğine veya en azından bu belirsiz formülün olası yorumlarından biri olduğuna dikkat edin.
[7] Şimdilik bu husus açısından Althusser’in makalesine bakın: ‘İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’, op. cit.
[8] Althusser, Terray (Le marxisme devant les societes “primitives”. Maspero, Paris 1969) ve benim için ve özellikle Sur l’articulation des modes de production isimli metni Problemes de Planification. dir. Charles Bettelheim, Ecole Pratique des Hautes Etudes, Vie Section, no. 13-14 içinde yayınlanmış olan Pierre-Philippe Rey için durum buydu. Aynı hususta, bu zorlukları açık bir şekilde görmüş olan Duroux tarafından düşülmüş eski ve ne yazık ki aşırı derecede kısaltılmış bir ‘not’ bulunduğuna dikkat edin.
[9] Yalnızca görünüşte şaşırtıcı olan rölativizm ve evrimciliğin bu ideolojik tamamlayıcılığına önceden Claudia Mancina tarafından açık bir şekilde değinilmiştir: ‘Strutture e contradizzione in Godelier’, Critica Marxista. 1971 no. 4.
[10] Marx, burjuvazinin kendi devrimini yaptığı gibi proletaryanın da kendi zamanı geldiğinde kendi devrimini yapmak zorunda olduğu gerçeğinin bir hatırlatıcısı olarak belirli konjonktürlerde bu tür formülleri telaffuz etmiştir. Ancak Engels, özellikle Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm’de ve mümkünse, daha açık şekilde olarak, Kautsky’nin önemli oranda esinlendiği ‘Toplumsal Sınıflar – Gerekli ve Gereksiz’ (Emek Standardı, 6 Ağustos 1861, Karl Marx ve Friedrich Engels’in İngiltere Üzerine Makaleler adlı eseri içinde. Progress Publishers, Moscow 1971 pp. 384, ff.) isimli makalesinde, neredeyse bu analojiyi teorize etmiş veya aslında bu analojiyi tarihsel materyalizmin açıklaması için temel haline getirmiştir. Her şeye rağmen Lenin asla bunu söylememiştir.
Komünist Manifesto ile Fransa’da İç Savaş (‘La rectification du Manifeste Communiste’, La Pensee. Ağustos 1972) arasında devletin konu edildiği, burjuva devrimi ile proleter devrimi arasındaki benzerlikle ilgili Marx’ın formülasyonlarını önceden analiz etmeye çalışmıştım.