Ana SayfaArşivSayı 13Ne Sam Ne Saddam mı?

Ne Sam Ne Saddam mı?

 

Irak diktatörüne ve emperyalist ABD’ye eşit uzaklıkta bir solcu politik konum yoktur. Devrimcilerin reel bir güç olmadığı koşullarda, eğer politik bir tutum almak söz konusuysa, mücadelenin yöneltilmesi gereken esas hedef, ilgili anın “iktidarı”, egemen ve ezen gücüdür. Ancak, solcu politik tutumun bile mümkün olmadığı tarihsel momentler söz konusu olabilir ve bu durumda yapılacak, tarihe ilkesel bir miras bırakmaktır; bu, politika-olmayan bir “politika”dır. Hem güya ilkesel bir tutum aldıklarını, hem de (böylece) politika yaptıklarını sanan solcularımız, pratikte bir yedeklemenin konusu olabilirler sadece, egemen olanın yedeği…

Müslümanlara Noel hediyesi gönderen ABD’ye karşı en anlamlı tepki haftalık mizah dergisi Leman’dan geldi. Leman manşetinde, Sam Amca’nın kıçına ABD’ye noel hediyesi olarak, bir roket yerleştirdi. Sam Amca’nın suratındaki ifade ise şaşkınlık doluydu. Bu savaşa hiç kimsenin şaşırmadığı kadar şaşkınlık dolu bir ifade.

ABD’nin seks skandalıyla bütün dünyaya adını duyuran başkanı Bill Clinton’la birlikte İngiltere’nin yeni solu temsil eden başbakanı Tony Blair, ramazanın ilk gününde Müslüman Irak halkı ve onların karizmatik lideri Saddam Hüseyin’e karşı. Bu savaş 1991’deki Körfez Savaşı kadar taraftar bulamadı. Sıradışı bir savaştı, 3 gün sürdü. Irak ise direnişteydi. Üstlerine bombalar yağarken onlar iftar açıyor, teravi namazına gidiyor, ezan okuyordu. Belki bunun nedeni yıllardan beri savaşlara alışık olmaları ya da bu son savaşa karşı ancak bu şekilde direnebiliyor olmalarıydı.

Saddam Körfez’de cinsel sapıktı

Çöl Tilkisi Operasyonunun (savaşının) Körfez Savaşına göre ayırdedici propaganda özellikleri vardı. En dikkate değer örnek, Körfez Savaşı sırasında Türk televizyonlarında bile ciddi olarak işlenen Saddam’ın küçük yaştaki Iraklı genç kızlara olan merakıydı. Bu savaşta kimse Saddam’ın cinsel sapıklığından bahsetmedi. Bahsedemezdi çünkü, bu tür ar ve namus olaylarında Clinton’ın Irak başkanına söyleyecek pek sözü yoktu. Hatta savaşın nedeninin bu tür bir ar namus olayını kapatma olduğu söyleniyordu.

ABD‘nin özellikle Vietnam Savaşından bu yana daha da öne çıkan bir şekilde, bütün savaşlarda propaganda uyguladığı ve başarısının önemli bir kısmını propagandaya borçlu olduğu ortada. ABD, savaşı, askerlerin yanı sıra hepsi bu işin uzmanı olan profesörlerle yürütüyor. Ancak, bu sefer ABD, ne Körfez Savaşında olduğu gibi tek tek herkesin rızasını aldı, ne Amerika başkanı halkına uzun uzun meseleyi anlattı ve ne de yeni bir propaganda şekli denendi. Ta Vietnam’da kullandığı radyo usulü (Özgür Irak Radyosu) ve uçaklardan aşağıya gönderdiği kuşlamalarla ABD, artık bir inandırıcılığı kalmayan yıpranmış propagandasıyla yetindi. Bu propagandaya bile bile lades diyen ülkelerin en başında gelen ise Türkiye idi. “İlk vuran kazanır” ilkesiyle operasyona başlayan ABD karşısında, Iraklılar, liderleri Saddam’la bütünleştiklerini ifade ettiler. Şu bir gerçek ki, ABD başta olmak üzere birçok ülkenin ve insanının gözünde artık Irak halkı Saddam demek Saddam ise Irak… Asıl hedefin Irak halkı değil, ama Saddam olduğuna dair lafların hepsi propaganda amaçlı.

Halepçe’nin faşisti Körfez’de ezilendi

Saddam’ın Halepçe’de binlerce Kürt’ü öldürdüğü gerçektir. Saddam, Halepçe’de Kürtler üzerine bombalar attığında, o an’ın faşisti, halk düşmanıdır. Halepçe katliamına, bu nedenle tüm solcular şiddetle karşı çıkıyor ve bu insan kıyımının asla unutulmayacağını söylüyor. Unutulmayacaktır da! Ancak, Körfez Savaşı ve devamı süreç, Saddam’ın konumunu farklılaştırdı. Çünkü Saddam ve, her nasıl olursa olsun, temsil ettiği Iraklılar, artık ABD emperyalizmi karşısında ezilen bir konumdaydı. Dolayısıyla Saddam’ın ABD emperyalizmine karşı koyuşu tamamen ezilen bir üçüncü dünya ülkesinin karşı koyuşuydu. Şimdi, bu emperyalist savaşın sıcaklığında, Halepçe Katliamının aktörü diye, Saddam’ı hala elimizin tersiyle itmek, Türkiye’nin borazanlığını yaptığı ABD politikasının aynısıdır. Yani Saddam karşıtı olmak, dünyanın efendiliğine soyunan emperyalist ABD’yi desteklemek demektir.

Bir diktatöre nasıl taraf olunabilir?

Tüm dünya medyası ve egemen emperyalist burjuva ideolojisinin yaydığı sözde doğrular, insan hakları bildirgeleri kolayca kabul edilebiliyor. “Diktatör olan kötüdür, herkesin eşit söz hakkına sahip olduğu demokratik yönetimler iyidir” sözleriyle özetlenebilecek şık hayallere kendimizi kolayca kaptırabiliyoruz. Stalin’in bir katil, halkını baskı altında tutan bir diktatör olduğunu, “demokrat – laik” olduğumuz için hemen kabul ediveriyoruz. Pol Pot’un yüzbinlerce insanın katili olduğu söylentilerini ne çabuk benimsedik ve bir karşı devrim sonrası idam edilen Çavuşesku’nun halkının kanını emen bir diktatör olduğuna inandık. Genel olarak sol, tüm bu konularda yapılan propagandaya karşı bir propaganda oluşturamadı. Dolayısıyla sol, bu propagandaya tabi olmaya devam ediyor.

Çöl Tilkisi Operasyonunun yaşanan anında iki tercih vardı, ya ABD ya da Irak tarafında olmak durumundaydık. Her türlü üçüncü yol, hoş kelimeler yığını olmaktan öte bir politik anlam taşımaz, ezenin yanında kalmak anlamına gelirdi.

Iraklılar, üzerlerine bombalar yağarken müthiş bir inatla, belki de savaşların verdiği alışkanlıkla teraviye gittiler, iftarlarını açtılar, pazara gittiler. Onca yıllık diktatörlerine dualar edip bağlılıklarını Çöl Tilkisi’nde bir kez daha kanıtladılar. Solcuların büyük bir kısmı ise Saddam’ın Halepçe Katliamını veri alarak, ya “Ne Sam ne Saddam” yanlısı kaldılar, ya da konuyla sanki hiçbir ilgileri yokmuş gibi davrandılar. Asıl ilgilenmesi gerekenlerin İslamcı kesimler olduğunu, bu meselenin birinci dereceden onları ilgilendirdiğini kendiliğinden kabul ettiler. Bu ise solun bir türlü kurtulamadığı Aydınlanmacı mantığının eseriydi. Ne olursa olsun bu bir savaştı ve çoğu zaman aynı kaderi paylaşmakta olduğumuz bir Ortadoğu halkı için hiç değilse vicdanların sızlaması gerekliydi. Fakat birçok insanın dediği gibi, televizyon ekranlarında bir havai fişek gösterisi vardı ve çok farklı sayıların telaffuz edilmesine rağmen ekranlarda tek ölü gösterilmeyerek insanların vicdanlarının sızlanmasına bile engel olundu.

 

“Özgür Irak” eskidi, propaganda ters tepti

1900’lü yıllar boyunca, halkla ilişkiler (propaganda) sanayine öncülük eden ABD’nin, bu metodu kullanmaktaki amacı “halkın zihnini denetlemek”ti. ABD 1926’larda komünistlere karşı halkta Kızıl Panik’i oluşturdu. Daha sonra ‘36’larda artık profesyonelleşen ABD, Mohank Vadisi Formülü olarak anılan bilimsel grev kırma yöntemlerini geliştirdi. Ve kamuoyunda Amerikancılık’ı yerleştirdi. Sonra Vietnam… Savaşta binlerce bildiri dağıtılmış, ABD taraftarı radyo istasyonları kurulmuş, savaşın nedeni ise Vietnam’ı sevmeyen ve ona kötülük yapmak isteyen bazı kimselere karşı olmak, diye açıklanmıştır. Savaştan sonra ortaya çıkan Vietnam Sendromu ise ABD tarafından büyük bir nefretle karşılandı. Reagan yanlısı bir aydın olan Norman Podhoretz, bu sendromu, “askeri gücün kullanılmasına hastalıklı karşı koyuşlar” olarak niteledi. Halkın büyük bir kısmında şiddete karşı bu hastalıklı karşı koyuş vardı. Bu nedenle ABD dışarıda maceralara atılamıyordu. Sendromun tartışıldığı günlerde ABD’de hükümet yanlısı büyük bir yayın organı olan Washington Post’ta “insana savaşın erdemlerine saygıyı aşılamak” gerektiği anlatılıyordu. Bu nedenle, devlet tarafından neredeyse mikrobik olarak nitelenen “savaş karşıtlığı” hastalığından uzak durmaları Amerikalılar’a tavsiye ediliyordu. (Bu paragrafta, N. Chomsky’nin Medya Gerçeği (İstanbul 1993, Tüm Zamanlar Yay.) adlı kitabından yararlanıldı.)

“Rus tehlikesi” 80’li yıllardan itibaren itibarını kaybetti. Bunun yerini, uluslararası teröristler, uyuşturucu kaçakçıları, çılgın Araplar ve dünyayı fethedecek yeni Hitler Saddam Hüseyin aldı.

Körfez Savaşı’nın nedeni şöyle açıklanıyordu: “Saldırganlar ödüllendirilemezler ve saldırganlık hemen şiddete başvurularak yok edilmelidir.” Çöl Tilkisi’nde ise gerekçe Irak’ın füze yapmasıydı. Demek ki, herhangi bir saldırı tehdidi bile olmadan ABD saldırabilirdi. Ancak ABD’nin zaten ısıtıp getirdiği propaganda öğeleri ters tepti. Clinton’ın “Müslümanlara ve dinlerine büyük saygı duyuyorum. İslamiyet bizim için kutsal bir dindir” propagandasının hemen ardından, Irak’a atılan ve ABD’li askerlerin canı gönülden yazdıkları “Müslümanlara noel hediyesi” yazılarıyla süslenen füze, Müslüman Iraklılar’a Hıristiyan ABD’nin gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi. Ve ilk olarak ABD yine Irak’ın televizyon vericilerini imha etti. Saddam’ın Iraklılara ve tüm dünyaya seslenmemesi için.

“Göğüs göğüse savaşamıyorlar”

Saddam, Çöl Tilkisi’nin üçüncü gününde halkını cesaretlendirip dünyaya meydan okurken, ABD ve İngiltere’yi, göğüs göğüse savaşmamak, çünkü o zaman Iraklılar’ın kazanacağını bilmekle suçladı. Iraklılar’ı ayakta tutanın inancı, Allahı olduğunu söyleyip Allah’ın haklı olandan yana olduğunu vurguladı. Körfez Savaşında ise yine Saddam’ın namaz kılarken, Iraklı askerlerin çiğ et yiyerek savaşa hazırlanırken alınmış görüntüleri yansımıştı ekranlara.

Ancak bu çağda, hele ABD gibi bir ülkeyle savaşılıyorsa, hangi ülke olursa olsun, teknolojik bir yenilginin söz konusu olacağı ve ABD’nin de göğüs göğüse savaşmayacağı ortadadır. Saddam’ın ve Saddam nezdinde Iraklıların bu tavrı, klasik ezilen tavrı olarak nitelenebilir. Ancak tüm bu söylenenlerden, ABD teknolojisinin dünyaya hakim olduğu, teknoloji kimdeyse tarihin yasalarını onun yazdığı şeklinde, son zamanlarda medyada sık sık tekrar edilen, bir teknoloji temelli komplo teorisinin yanında olduğumuz sonucu çıkarılmamalıdır. Ne ABD teknolojisi, ne de bir başka teknoloji harikası silah, bir savaşı kazanmaya yetmiyor. O büyük teknolojiyle hedef Saddam’ı düşürmekti ama tam tersi Iraklıların tek liderlerinin yine Saddam olduğu ortaya çıktı. Ancak, sadece yürekle ya da bilekle de bir savaşın kazanılamayacağı kesindir.    

Bir kez daha “ABD emperyalisttir”

ABD Körfez Savaşı’nda haksızdı, ezendi, ama taraftarı çoktu. Birkaç ülke dışında tüm dünya devletleri Saddam’ın karşısındaydı. Çöl Tilkisi’nde ise ABD, yine haksızdı yine ezendi. İngiltere ve Türkiye gibi birkaç devletten başka hiçbir destekçisi yoktu. Asıl vurgulanması gereken, dünya devletleri kamuoyunun desteğinin veri alınamayacağıdır.

Her emperyalist saldırı karşısında solcuların alacağı tavrın tartışılması, tabiri caizse “haram”dır. Helal olan, emperyalizmin saldırıları karşısında ezilen bir üçüncü dünya ülkesinin yanında yeralmaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar