Kaplanlar ve Şehitler
Sih mücadelesine genel bir bakış
Göksel Tanrıverdi
15. Yüzyılın sonlarına doğru Guru Nanak yeni dini vaaz etmeye başladığında oldukça tatsız bir ortam sözkonusuydu: siyasi egemenliklerinde en ufak bir bozulmaya dahi tahammülleri olmayan Müslüman yöneticiler ve halkın yaşayışına asırlardan beri derinlemesine nüfuz etmiş olan Hindu inancı. Öte yandan, Sih dininin mutlak tektanrıcılığı halk tarafından benimsenmesinin önünde çok büyük bir engeldi. Müslümanların tek Allah’ın yanında var etmeyi ihmal etmedikleri İblis, Melekler gibi tanrısal varlıkların ve hele ki Hindu dininin muazzam Panteon’unun karşısında durum hayli umutsuz görünüyordu. Öyleyse, Sih dininin ortaya çıkışından bu yana maruz kaldığı baskılara ve dinin kendisinden kaynaklanan handikaplara rağmen, bugüne kadar ayakta kalması ve dünün ve bugünün Hindistan’ında, inananların sayısıyla hayli orantısız bir etkiyi sürdürebilmesinin sırrı nedir? Şüphesiz, cevabı yine dinin alanı içinde ama imanı düzenleyen hükümlerin dışında aramak gerekecektir.
Guru Nanak tarafından ortaya konan Deg, Teg ve Fateh kavramları Sih dininin, inananların toplumsal hayatını düzenlemek için getirdiği temel ilkeler olarak kabul edilebilir. Deg kavramı cemaatin toplu yemeklerini ifade eder. Her Sih, gelirinin onda birini Langar‘a, yani “ekmek tapınağı”na aktarır. Ayinlerden sonra inananlar tek sıra halinde oturup, birlikte yemek yerler. Hindu dininin katı kast sisteminin kırılması için etkili bir uygulama olduğunu belirtmek gerek. Teg ve Fateh kavramları ise birlikte düşünülebilir. Teg, dinin gücünün ölçüsü olan kılıcı (Bhagwati) anlamınadır. Fateh ise inancın kazanacağı zaferi temsil eder.
Sih dininin toplumsal hayatı düzenleyici rolü sözkonusu olduğunda, onuncu guru Guru Gobind Singh’i de hatırlamak gerek. Guru Gobind Singh, Khalsa kavramı ile birlikte inananın hem dış görünümü üzerinden bir aidiyet duygusunu pekiştirmek, hem de gözardı edilemeyecek bir özdisiplin kazandırmak amaçlı 5 K sembolünü (Keş (Saç), Kirpan (Kılıç), Katça (Tuman), Kanga (Tarak), Kara (Bilezik) getirdi.
Bunlar ve eklenebilecek başka ilkelerle birlikte, Sih dini, inananlarının sayısını çok fazla arttıramasa da onları sosyal, ekonomik ve politik açılardan son derece dinamik bir cemaat haline getirmeyi başardı. Ancak, bu dinin yarattığı gelenekler ve inanış sistemleri içinde, gerek dinin varlığını sürdürebilmesi için bir zorunluluk, gerekse 21. Yüzyıla taşan Sih mücadelelerinin bir leitmotivi olarak şehadet kültürü en çok üzerinde durulması gerekendir.
Şehadet kültürü
Sih dininin ortaya çıktığı dönemdeki nahoş atmosfer, dinin devamını sağlamak için çok sayıda kişinin hayatını yitirmek zorunda kaldığı bir dönemi başlattı. Müslüman yöneticilerin işkenceleri altında, son nefeslerini verene kadar dinini savunmayı bir görev bilen ya da Bagini gibi savaş alanlarında can verenlerin öyküleri Sihler tarafından hala büyük bir saygı ve hayranlıkla anlatılır. Şehit düşen iki gurunun, Guru Arjan ve Guru Tegh Bahadur’un şehadetleri birer Gurpurb (guru bayramı) olarak idrak edilir. Pek çok Sih için bu şehitlerin izinden gitmek, büyük bir onur olacaktır. Ancak, Sih dini için şehadet, sadece inancın sürekliliğini sağlamak için bir yol değildir. Çizgisini, Evrengzib gibi zalimlere karşı mücadele içinde oluşturan Sih dini, şehadeti, inananın zulme karşı mücadele zorunluluğunun bir sonucu olarak görür. Guru Gobind Singh’e göre, gerçek kahraman gerçeği savunmak için savaşandır. Örneğin, kendi müritlerini değil, Hindu dinini savunmak için ölen Sri Guru Tegh Bahadur’un şehadeti bu açıdan benzersizdir.
Bu noktada, çoğu kez Hindu dinine benzerlikleri ön plana çıkarılan Sih dininin, Hindu dininden en açık şekilde ayrıldığı alandan, şehadet konusundan söz etmiş oluyoruz. Sih dininde kendini feda, hem bir dini yükümlülük, hem de karşılıklı yardımlaşma ve cemaat dayanışmasını merkezine koyan bir toplumsal zorunluluktur.
Kendini feda eylemini ve şehadeti kurumsallaştırarak, bir Khalsa Sih‘in (onuncu gurunun ideal inananı) tavsiye edilir modeli olan aile babasının (Grahst) görevlerinden farklılaşmasını sağlayan ise Akaliler olmuştur. Pek çok yönden Sih dininin ana akımından farklılık gösteren Akaliler, en güçlü dönemlerini 18. Yüzyılda ve 19. Yüzyılın başlarında yaşamışlardı. Hayat tarzları esas itibariyle kendini fedanın ve adanmışlığın sürekliliğine yönelikti. “Aile babası”nın rol modeli olarak kabul edildiği bir toplumda, evlenmeyi reddediyorlar, bir erkekler cemaati yaşantısını tercih ediyorlardı. Keyif verici maddelere karşı oluşu ile tanınan Sih inancı içinde esrarı (bhang) bir esinlendirici ve cemaat kimliğinin pekiştiricisi olarak yüceltiyorlardı. Bir başka toplumda tipik birer “melamet ehli” olarak kabul edilebilecek Akaliler, dini vecibelerin ön koşulu olarak her zaman topluma faydalılığı gösteren bir inanç sisteminde Sih toplumunun çelik çekirdeği haline geldiler. Müthiş adanmışlıkları ve savaş sanatlarındaki yetkinlikleri, onlara haklı olarak, Guru Gobind Singh’in gerçek takipçileri oldukları iddiasını devam ettirmelerine fırsat verdi. Uzun mavi türbanı ve ona geçirilmiş fırlatma halkalarıyla heybetli Akali, 18. Yüzyıl Pencab’ının bu savaşçı imgesi, Sih toplumuna, şehitlerin öykülerinin güzel birer rivayet değil, bugün tekrar etmeleri gereken birer örnek olduğunu hatırlatıyordu.
Britanya yönetimi Akalilerin yapısında değişikliğe yol açtı. Toplumsal etkilerini sürdürmeye devam etmelerine karşın, savaşsız bir ülkede savaşçı olarak kalmayı başaramadılar. Siyasi bir araç olarak şiddet, Akali meşrebinden dışlanırken, kendini feda ve şehadet kültürü, 1920’lerin başındaki Gurdwara (Kutsal Yerler) hareketiyle birlikte, Mahatma Gandhi’ye dahi ilham kaynağı olan bir sivil itaatsizlik anlamına bürünüyordu. Ancak Akali çizgisindeki en büyük dönüşüm bu olmadı. Hindistan Cumhuriyeti tarihindeki bir olay, şehadete verilen bu anlamın reddedilerek, Akalilerin geçmişte sürdürdükleri yoruma dönülmesini ve Sih mücadelesinin (Akali Partisi’nin tutumuna rağmen) tekrar siyasi şiddetle buluşmasını tetikleyecekti.
Amritsar 1984
Hindistan’ın bağımsızlığından beri istedikleri konuma gelemediklerini düşünen Sihler, 1981’de Amritsar şehrinde Sihler’in en kutsal mekanı olan Altın Tapınak’ta bir konferans düzenleyerek, 1973 yılında Pencab’ın ve Sihler’in statüleri konusunda hazırlanmış olan bir talepler manzumesini onayladılar. Merkezi hükümetle bu konuda pazarlığa oturan siyasi çevre ise, Sihler’in partisi olarak görülen Akali Partisi (Akali Dal) oldu.
Ancak, Akali Partisi’nin görüşmelerdeki isteksizliğinin ve merkezi hükümetle olan “iyi” ilişkilerinin her gün daha fazla farkına varan ve hayal kırıklığına uğrayan Sihler ve özellikle gençler yeni bir siyasi-ruhani mahfil aramaya başladılar. Bu arayışları Sant Jarnail Singh Bhindranwala’nın kişiliğinde sonuçlandı. Bhindranwala ve takipçileri de yöntem olarak silaha sarılmayı değil, moça adı verilen gösterileri seçtiler. Fakat Hint hükümetinin tepkisi şiddetli oldu. Sih gençlerinin müdahaleler sonucu ve gözaltında öldürülmesi, umutsuzluğu ve hükümete duyulan nefreti artırmaktan ve şehit olmayı yeniden canlı bir seçenek olarak Sihlerin önüne getirmekten başka bir şeye hizmet etmiyordu.
Nihayet, bu başağrısına kesin bir son verilmesine karar verildi. Haziran 1984’te Altın Tapınak’a karşı “Mavi Yıldız Operasyonu” başlatıldı. İçerideki 250 Sih “terörist”in direnişi kırıldıktan sonra, Hint ordusu Altın Tapınak ve çevresindeki14 bin hacıyı katletti. Ardından, Pencab’ın her tarafında bir insan avı başladı ve 100 binin üzerinde Sih hapse kondu.
Bu olay iki tarihsel ironiyle yüklüydü. Birincisi, Altın Tapınak Britanyalı General Dyer tarafından sivillerin üzerine ateş edilmesi emri verilen ve Britanya’nın Hindistan’daki egemenliğini sürdürme hayallerini sona erdiren Jalianwala Bagh katliamının da mekanıydı. İkincisi ve Sihlerin daha uzak geçmişin örneklerini hatırlamalarına sebep olanı, katledilen hacıların Altın Tapınak’ta bulunma sebebinin Guru Arjan’ın şehadeti gurpurb‘una katılmak olmasıydı.
1984 Sonrası
Altın Tapınak katliamı, Sihlerin mücadeleye dair kurgu ve anlayışlarında köklü bir dönüşüme yol açtı. Artık, bir siyasi yöntem olarak şiddeti dışlamak ve şehadeti “yaşanan an”dan ayrı şekilde düşünmek Sih mücadelesinin bir parçası olamazdı. Birbiri ardına kurulan ve kimi dönemsel olarak ortaya çıkıp kaybolan, kimi ise süreklilik gösteren çeşitli örgütler ardı ardına ortaya çıktı. Şiddeti temel bir araç olarak gören bu örgütler, Hint güçlerinin yanı sıra, Hint ordusu ve polisinin katliam ve işkencelerinden sonra değil, Sih örgütlerinin saldırılarından sonra “terörün her türlüsüne karşıyız” açıklaması yapmaya ağızlarını alıştıran Sih seçkinlerine karşı da şiddetlerini yönelttiler. 1981’in talepleri de çoktan tarihe karışmıştı. 1987’de yeni bir ülkenin bağımsızlığını ilan edildi: Khalistan.
Bu dönemde ortaya çıkan örgütlerden Dal Khalsa, Bhinderanwala Tiger Force, Shaheed Khalsa Force, Khalistan Commando Force, Khalistan Zindabad Force, International Sikh Youth Federation (ISYF / Uluslararası Sih Gençlik Federasyonu) ve Babbar Khalsa hala aktif oldukları ifade edilenlerden. Ancak, bu örgütler içinde Babbar Khalsa-Babbar Khalsa International daha yakından bir bakışı hak ediyor.
Babbar Khalsa
Babbar Khalsa’nın (Khalsa Kaplanları) adı 11 Eylül sonrasında ABD’nin devreye soktuğu “teröre karşı savaş” çerçevesinde iki Sih grubunun ABD’deki hesaplarının dondurulması kararıyla sıkça anılmaya başlandı. Bu iki gruptan biri Babbar Khalsa ve diğeri ise ISYF (Uluslararası Sih Gençlik Federasyonu) idi. Olayın asıl ilgi çekici yönü ABD’nin ilk defa herhangi bir Sih örgütünü “terörist” kategorisi içinde ele almasıydı. SSCB’nin Güney Asya’daki en güçlü müttefiki olan Hindistan’a karşı Soğuk Savaş’tan sonra değişen Amerikan tutumundan artık Sihler de nasibini almaya başlamıştı.
Grubun dışa yönelik propaganda faaliyetlerinin yoğun olmaması bizi daha çok liderlerinin biyografileri ve muarızlarının “istihbari” bilgileri üzerinden bir bakış oluşturmaya zorluyor. Öte yandan, Babbar Khalsa’nın yaptığı eylemlerin hiçbiri bu grup tarafından üstlenilmediği için Babbar Khalsa eylemlerinden ziyade Babbar Khalsa’ya “atfedilen” eylemlerden sözetmek daha doğru olacak. Öyle ki, Babbar Khalsa’nın uluslararası alanda tanınır hale gelmesini sağlayan Kanishka bombalamasının örgütleyicilerinden biri sıfatıyla yargılandığında dahi grubun önde gelen isimlerinden Ajaib Bagri Singh şöyle diyordu: “Biz dini hizmetler vermekteyiz. Tıpkı diğer pek çok topluluk gibi.”
Grubun temelleri Pencab’da 1978 yılında atılıyor. Ancak, grubun gelişmesi ve uluslararası sahada etkin bir örgüt haline gelmesini incelemek için Pencab’dan hayli farklı bir coğrafyaya, Kanada’nın British Columbia eyaletine gözatmamız gerekecek. Sih göçleri üzerine bilgi sahibi olanlar için bu şaşırtıcı olmamalı. Çünkü British Columbia dünyada Pencab’dan sonra en yüksek Sih nüfusu barındıran yer. Pencab dışında yaşayan topluluklar Khalistan için mücadelede aktif olarak yer alıyorlar ve çoğu kez Sih grupları için doğrudan bir mali kaynak oluşturuyorlar. Nitekim, ABD tarafından kara listeye alınan ikinci Sih grubu ISYF de ilk kongresini 1985 yılında İngiltere’nin Walsall kentinde gerçekleştirmiştir.
Babbar Khalsa’nın gelişimini incelemek, grubun hiçbir zaman önderi olmamış ama Kanada’da yaptığı çalışmalar sayesinde Babbar Khalsa International’ın kurulmasına en büyük katkıyı sağlamış olan bir kişinin, Talwinder Singh Parmar’ın hayat öyküsünü takip etmemizi gerektiriyor. Amritsar Katliamı’nın ardından Kanada’ya yerleşen Parmar, 1988’de Kanada’yı terk etmesine kadar olan sürede Babbar Khalsa’nın Kanada’daki lideri olarak faaliyet gösterdi. Ancak, ünlü Kanishka bombalaması Parmar’ın Kanada’ya gelişinden kısa bir süre sonra gerçekleşmiştir. 23 Haziran 1985 tarihinde, Kanada-Hindistan seferini yapan, Hindistan Havayolları’na ait, 182 sefer sayılı Kanishka uçağı Atlantik üzerinde infilak etti ve uçakta bulunan 329 kişi hayatını kaybetti. Aynı tarihte Japonya-Hindistan seferini yapan Hindistan Havayolları uçağına yapılmak istenen saldırı ise bombanın uçağa ulaşmadan patlaması sonucu engellenmiş oldu. Kanada ve Hindistan yetkililerinin gözleri Babbar Khalsa’ya çevrildi. Çünkü Parmar Kanada’ya gelişinden beri Hindistan’a karşı tehditler savuruyor, Amritsar’ın intikamının alınacağını söylüyor, “Hint uçakları gökyüzünden düşecektir!” diye konuşuyordu. Fakat Kanada, Babbar Khalsa’yı ve ilişkide bulunduğu insan ağını mahkum edecek kanıt toplayamadı.
Parmar, Kanada’da bulunduğu süre zarfında, sadece Sihlerle değil, Nepal ve Doğu Hindistan’dan devrimcilerle de temasta bulundu. Babbar Khalsa örgütlenmesinin yaygınlaşması ve farklı kanallarla buluşması örgüt yapısında bir dönüşümü getirdi. Babbar Khalsa International’ın kuruluşuyla Parmar, Kanada seksiyonunun başına geçti. Buna karşılık, örgütün merkezi Pencab’da yerleştirildi ve 1984’ten beri önder konumunda olan Jathedar Sukhdev Singh, Babbar Khalsa International’ın lideri durumuna geldi.
Babbar Khalsa eylemleri Kanishka’dan sonra da devam etti. Üstlenilmeyen suikastler, bombalamalar Hint otoritelerine ve kendilerini “aşırı”ların eylemlerini kınamaya adayan Sih seçkinlerine de yöneldi. Öte yandan, Parmar’ın kurduğu ilişkiler ağı sayesinde başta Kanada olmak üzere çeşitli ülkelerdeki Sihlerin yaptığı bağışlar örgütü mali açıdan da hayli güçlü hale getirdi.
1988’de Parmar Kanada’yı terk etti. Gizlice Hindistan’a girdi ve Babbar Khalsa International lideri Jathedar Sukhdev Singh’le görüştü. Ancak, bu görüşmeler bazı görüş ayrılıklarını da ortaya çıkardı. Bu durum Parmar’ın örgütten ihraç edilmesiyle sonuçlandı. Parmar, kendi adına bir örgütü, Babbar Khalsa International (Parmar)’ı kurdu. 1992 yılında Pencab’da Hint polisi tarafından öldürüldü. Yollarını ayırmış olduğu önderi Sukhdev Singh ise Hint güçlerinin Sih militanlara karşı giriştiği bir operasyon sırasında hayatını kaybetti. Örgütün başına ise Bhai Wadhwa Singh geçti.
Gerek Babbar Khalsa International, gerekse –tabii ki daha mütevazı bir düzeyde– Babbar Khalsa International (Parmar) bugüne kadar varlıklarını sürdürdüler ve ABD’nin tutumunun açıkça gösterdiği şekilde “hür dünyaya karşı terörist bir tehdit” konumuna geldiler.
Peki, nasıl?
Babbar Khalsa’nın ideolojisiyle başlayalım. Yöneticileri kendilerini Sih dininin prensipleriyle tanımlıyor. Temel örgütlenme alanları, Sih kutsal mekanları olan gurdwaralar. Giyimleri 17. Yüzyıl Akali savaşçısınınkiyle aynı. Tek fark başlarındaki türban. Ancak, safran renkli türban da dinsel adanmışlığın sembolü olarak taşınıyor. Tüm bu yönleriyle, Batılılar ve “ılımlılar” tarafından rahatlıkla izolasyonist ve fundamentalist olarak tanımlanıyorlar. Fakat bu izolasyonist ve anakronik imaj Babbar Khalsa’nın politik faaliyetleri gözönünde tutulduğunda yerle bir oluyor. Örnek vermek gerekirse, ılımlı bir Sih olan Dr. Gur Singh 2000 yılında Kanada Liberal Partisi’nin British Columbia örgütünde yükselişe geçince, Parmar’ın en yakın silah arkadaşı Ajaib Bagri Singh iki yüzden fazla adamıyla bu partiye kaydolarak kendi çizgilerinde bir politikayı kışkırttılar. Böylece, dini sadakatlerine rağmen ve ideolojik sadakatleriyle beraber, politika alanındaki yöntemsel esneme kapasitelerini bir kez daha gösterdiler.
Parmar’ın Babbar Khalsa örgütlenmesine Kanada’dan yaptığı en önemli katkılardan biri de grubun sürekli finansal kaynaklar oluşturması için kurduğu ağ oldu. Bu noktada ele alınması gereken anahtar isim Ripudaman Malik Singh. 1972’de Kanada’ya gelip, taksi şoförü olarak işe başlayan Malik Singh, günümüzde 110 bin $ civarında yatırıma ev sahipliği yaptığı zannedilen Khalsa Credit Union’ın kurucusu. Özellikle, Babbar Khalsa’nın “kasa”sı olduktan sonra politika alanına gittikçe daha fazla giren bir işadamı olarak tanınıyor. Kurduğu finansal-politik ilişkiler, Sih okullarına fon ayrılmasından, Kanada başbakanı Jean Chretien’e mali desteğe kadar çok geniş bir yelpazeyi içeriyor. Bagri Singh, Babbar Khalsa üyelerine 1989’da, Parmar’ın roket ve benzeri pahalı silahları temin edeceğini söylediğinde, herhalde pek azı örgütün bunu karşılayabilecek maddi güce sahip olduğundan kuşkulanmıştır.
Babbar Khalsa’nın en önemli kozlarından biri ise üyelerinin adanmışlığı. Burada şüphesiz en önemli rolü Sih dininin karakteristik şehadet anlayışı oluşturuyor. Babbar Khalsa üyeleri, kendilerini Hindistan yönetimine karşı savaşta feda ederken, tarihteki şehit guruların izinden gittiklerini düşünüyorlar. Bunun en üst düzeydeki ifadesi ise şüphesiz intihar/feda eylemleri. Bu yönüyle Jane’s Intelligence Review, bu yönteme başvuran ve Müslüman olmayan tek “fundamentalist” örgüt olarak Babbar Khalsa International’ı ayrıksı bir yere koyuyor. Bu şekilde, Babbar Khalsa ne guruların şehadet mesellerinin anlattığı, ne de geçmişin Akali savaşçısının anlayabileceği bir biçimde geleneksel feda kavramını modern ve politik bir kalıba döküyor. Bu sayede, kimi Sihlere göre özgürlük savaşçıları, kimilerine göre korkutucu aşırılar, Hindistan’a göre Pakistan gizli servisi ISI’nin maşası olan bu Khalsa Kaplanları, ABD’nin gözüyle bu “yeni teröristler”, Guru Arjan’ın ve Altın Tapınak’ın çığlığını günümüze taşıyorlar. “Şehit ve şiddet” yaratarak…