Jale Karakaş
“İnsanoğlu tahıl hasadı ve hayvan sürülerinin güdülmesi ile uğraştığı sürece küçük zaman birimlerinin ölçülmesine gerek yoktu. Burada önemli olan mevsimlerdi ve yağmurun, karın, güneşin ve soğuğun gelişini bilmek yetiyordu. Bu durumda saatler ve dakikalarla niçin uğraşılsındı? Bütün bu dönemlerde en önemli olanı insanların çalışabilecekleri gündüz süresiydi. Bu yüzden yararlı zaman ölçümü olarak gündüz saatlerinin ölçümü anlaşılıyordu.”[1] Zamanın ölçülmesinin hangi gereksinimlerden kaynaklandığını anlatan bir alıntı. Sadece buna bakarak yapıtın Marx’ın tarih bilimini izlediği söylenebilir. Ama değil, daha doğrusu bu açıklamayı yapan tarihçimiz bir Marksist değil, ancak açıklama tarihsel materyalist. Neden böyle olduğunu, Marksist olmayan Boorstin’in sözleriyle (eksik de olsa) aktaralım: “(Marx’ın) sorgulama yöntemi asla farkına varamadığımız cahilliğimizden bizleri uyandırmaktadır… Marx’dan sonra Marksist olmayan tarihçiler bile artık eski yanıtlarla yetinmemişlerdi.”[2] Zamanın ölçülmesi; ekonomik gereksinim nedeniyle doğan, insan toplumunun günlük hayatının her “an”ına hakim olan (saniye içeren) modern saatlerle doruğa ulaşan, atom saatleriyle macerasına devam eden ve hakkı pek teslim edilmeyen bir buluş. Üstelik “zaman”ın , bilim ve felsefe alanında kapadığı büyük yere ve büyük sorunlara rağmen… Her ne kadar saatin keşfedilmesi yani zamanın günlük yaşam gerekleri için ölçülmesi ile, bilimsel ve felsefi anlamdaki “zaman” farklı boyutlarda da yer alsa, bunların birbirleriyle hiç ilişkisiz oldukları iddia edilemez. Örneğin, 17. yüzyıl bilim ve felsefesinde “saat imgesi”nin önemli bir rolü vardır. Kepler, evrenin düzenini bir saat mekanizmasına benzetir ve bunu kanıtlamaya çalışır. Yine 17.yüzyıl felsefesinde, Descartes’ın ortaya koyduğu ama geçiştirdiği, çözümsüz bıraktığı “ruh-cisim düalizmi” sorununu öğrencisi Geulinex, “Tanrı, ruhla-cismi birbirine ayarlamış iki saat gibi önceden kurmuş, düzenlemiştir” diyerek çözmeye çalışırken, saat imgesinin felsefeye yansımasının bir örneğini verir.
Ölçülebilen zaman dışında, felsefi bir kategori ve bilimsel bir kavram olarak “zaman” sorunu hala çok önemli bir yerde durmaktadır. Örneğin, yapısalcılık ve tarihselcilikte “zaman” çok farklı biçimlerde ele alınır ve iki akım bu konuda karşıt noktalarda yer alır. Ancak her iki akım da, “zaman” konusunda geliştirdikleri düşüncelerde (veya aldıkları tavırda) sorunlu olduklarını itiraf eder gibidirler. Ayrı bir “zaman teorisi” öne sürmemekle birlikte, bu konuyu pek çok felsefi akımdan daha “açık” kılan Marx’ın yapıtlarında, “zaman” özel bir öneme sahiptir. “Marksçı ekonomide zaman öğesi çok önemlidir. Çünkü insan emeği, zaman ölçütünden başka hiçbir ölçüyle ölçülemez.”[3] Marx’dan sonraki Marksizmde de temel karşıtlıkların birinin “zaman” konusu üzerinde odaklandığını söyleyebiliriz. Bilimsel alanda da (özellikle fizikte) “zaman” konusu, genel görelilik ve kuantum kuramlarında özel bir öneme sahiptir. Ayrıca, kaos teorileri ve entropi yasası tamamen bu sorun üzerine yoğunlaşmış gibidirler. Matematiğin günümüzde ulaştığı noktada ise, “uzay ve zaman”ın dışında (ötesinde) mümkün olabilecek matematik kuramları oluşturma çabası söz konusu… Felsefe ve bilimdeki “zaman” kavramını ayrı yazılarda ele alaya çalışacağım. Biz yine saatin öyküsüne dönelim.
Saat, pek gözönüne alınmasa da, “makine”nin ilk biçimidir ve üretim ilişkilerindeki değişikliklerle birlikte saatin evrimi de hızlanmıştır. Güneş saatleri “esnek saat” olarak nitelendirilirler, çünkü gündüz süreleri mevsimden mevsime değişmektedir. Günü eşit parçalar halinde bölen mekanik saatler ise, “değişmeyen saat ” olarak nitelendirilir. Zamanın ölçülmesi ihtiyacının doğması ile, saniyeleri içeren saatlerin geliştirilmesi arasında geçen süre insana şaşırtıcı gelir. M.Ö.3500’lerden, M.S.14. yüzyıla kadar esnek saatler kullanılmıştır. İlk kez 14. yüzyılda kullanılan mekanik saatten, saniyeyi içeren ilk sarkaçlı saate geçilmesi ise, 17. yüzyılda olmuştur. (Bu saat 1656 yılında Alman astronom Christian Huygens tarafından yapılmıştır.) Esnek saatten değişmeyen saate geçmek için, yüzyıllarca beklemek zorunda kalmışken, günü eşit parçalara bölen mekanik saatten saniyeler bölen saatlere geçmesi, insanoğlunun sadece iki yüzyılını almıştır. “…saat, makinelerin anası rolünü üstlenmektedir. Saat bilgi, yaratıcılık ve beceri arasındaki duvarları yıkmış ve saatçiler mekanik ve fizik kuramlarını başka makinelerin yapımı için uygulamaya koyan kişiler olmuşlardır… Saatlerin yaygınlaşması ancak daha ufak ve taşınabilir saatlerin geliştirilmesiyle sağlanmıştır… Tasarım ölçeğinin küçültülmesi de hassas makine ustalığı alanında tümü ile yeni bir teknoloji oluşturmuştu… Küçük bir saatin demirci çekici ile örsü arasında üretilemeyeceği ortadaydı. Onu parçalamadan bir araya getirmek için vida gerekiyordu. Boyutların küçülmesi vidaya olan gereksinimi yaratmış, vidalar da bambaşka makinelerin geliştirilmesini sağlamıştır.”[4] Saatlerin gelişmesiyle birlikte, artık sadece gündüz ve geceler ölçülmüyor, dua süreleri, nöbet süreleri, çalışma süreleri yani bir işin başlamasıyla bitişi arasında geçen süreler de ölçülüyordu. Saatin öyküsü de, pek çok benzeri öykü gibi, üretim ilişkilerinin gelişmesine bağlıydı kısaca. Marx ve Engels Alman İdeolojisi‘nde Feuerbach’ı eleştirirken bu gerçeğin de altını bir kez daha çiziyorlar: “Feuerbach, doğa bilimi anlayışından özellikle sözediyor, yalnızca fizikçinin ve kimyacının gözlerine görünen gizleri anımsıyor; ama ticaret ve sanayi olmasaydı doğa bilimi nerede olurdu? Hatta, bu ‘saf’ denilen doğa bilimine amacını gösteren ve ona materyalini sağlayan insanların maddi faaliyetleri de ticaret ve sanayi değil midir?”[5] Bu sorulara “evet” demek zorundayız. Evet, doğa bilimine amacını gösterip materyalini sağlayan, ticaret ve sanayidir. Coğrafi keşifler, altın ve gümüşe duyulan ihtiyaç nedeniyle başlamıştı. Denizciliği geliştiren bu durum aynı zamanda saatçiliği de geliştiriyordu. Çünkü gemicilerin, daha sağlam ve daha hassas saatlere ihtiyacı vardı artık. 17. yüzyıla gelindiğinde, coğrafi keşifler sonucu sömürgeleştirilen bölgelerden elde edilen hammaddelerle ticaretin gelişmesi, sanayi devrimine yol açacak önemli bilimsel ve teknolojik gelişmelerin de önünü açıyordu. Bu yüzyılda saatçilik ise, “…dönemin öteki teknolojilerinin çok ilerisine ulaşmış ve işbölümü ilkelerinin uygulanmasına bile geçmişti. Ferdinand Berthoud 1763’de kilise saatleri üretimi için on altı ve ev saatleri yapımı için de yirmi bir değişik işçilik dalı saymaktaydı.”[6] Ve bu öykü atom saatleriyle devam etmekte. Saatin öyküsü, hiçbir toplumsal ürünün ya da olgunun tek başına ele alınamayacağını, ortaya çıktığı koşullar ve yol açtığı sonuçlarla birlikte bir bütünün parçası olduğunu gösterir. Alman İdeolojisi’nde söylendiği gibi; “… insanlarca ulaşılabilir üretici güçler toplamı toplumsal durumu belirler ve dolayısıyla ‘insanların tarihini’, sanayi ve değişimler tarihi ile kesintisiz bağlantısını incelemek ve özümsemek gerekir.”[7]
Zamanın ölçülmesindeki hassasiyet, günümüzde atom saatleriyle inanılmaz boyutlara erişmiştir. NİST-7 adı verilen atom saati, “bir saniyenin geçişini kaydettiğinde, iyi bir kuvars kol saatinin yapabileceği gibi, bir saniyenin milyonda birini saymıyor. NIST-7’nin saniyeleri, ideal bir saniyenin trilyonda birinin yüzde birinden daha duyarlı; NIST-7 o kadar çalışsaydı, 3 milyon yılda, tek bir saniye bile şaşmayacaktı.”[8] Ancak bu hassasiyet bile yeterli bulunmuyor ve araştırmacılar 30 Milyar yılda bir saniye hata payı olacak (yani bir saniyenin onsekizinci ondalık hanesine kadar tam işleyecek) bir atom saati üzerinde çalışıyorlar. Bu denli hasas bir zaman ölçümü ne işe yaramaktadır? Pek çok işe yaramakta (imiş). İşte bazıları: “İlk sıradakiler, talep ettikleri bakımdan başı çekenler: milisaniye pulsarlar olarak bilinen yıldızların, olağanüstü dakik atış periyodlarını ölçen astrofizikçiler ve derin uzay roketlerine yol direktiflerini vermek için saatlere gerek duyan NASA. Bundan sonra daha kolay bir topluluk geliyor: Telekomünikasyon, küresel konumlandırma sistemleri, güvenlik ve savunmada çalışanlar. Hepsi saniyenin milyarda biri doğrulukta sinyal göndermek ya da almak istiyorlar. Başka bir kesim ise, doğru zamanı ya da doğru frekansı yakalamanın kendileri için önemli olduğu büyük bir ticari kullanıcılar topluluğu. Örneğin, televizyon ve radyo istasyonları…”[9]
Atom saatleriyle ulaşılan bu ölçüm hassaslığı aynı zamanda, çağımızda uzmanlaşmanın (işbölümünün) geldiği aşamayı gösterir. Ve hala, bilimlere amacını gösterip materyalini sağlayanın ticaret ve sanayi olduğunu. Ama bu verinin Marksizm açısından değerlendirilebilmesi için, “Önemli olan emeğin toplumsal yeniden örgütlenme sürecini doğru kavramak ve sınıfın öznel potansiyelinin nerede yattığını görmek ve ortaya çıkarmaktır. Örneğin, en önemli ve en gelişkin sanayi sektörlerinde azalan ve küçük birimlere bölünen -ya da böldürülen- canlı emek, diğer sektörlerde, örneğin inşaat ve özellikle hizmet sektöründe yoğunlaşmaktadır. Bu durum, yeni bir analizi, yeni bir politika ve çalışma tarzını zorunlu kılmaktadır.”[10] Bu tür bir analiz ve çalışma tarzı, bir yığın veriyi değerlendirmekten uzak bir şekilde, şimdilik sadece izlemekle yetinip “teorik mirasın üzerine tembelce yatan” Marksistlere de bir yön gösterebilir.
[1]Daniel J. Boorstin, Keşifler ve Buluşlar, Çev.: Fatoş Dilber, Ankara 1996, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., s.28.
[2] A.g.e., s. 593.
[3]Orhan Hançerlioğlu, “Zaman”, Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1980, Remzi Kitabevi Yay..
[4] Boorstin, a.g.e., s. 66-68.
[5] Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Çev.: Sevim Belli, Ankara 1987, Sol Yay., s. 51.
[6] Boorstin, a.g.e., s. 68.
[7] Marx-Engels, a.g.e., s.55.
[8] G. Taubes, “Atom Saatleri”, Çev.: Selda Arıt, TÜBİTAK Bilim ve Teknik, S.352, Mart 1997, s. 50.
[10] Ali Emre, “Marksizmin Teorik Bütünlüğü ve Yeni Bir Kapitalizm Eleştirisi”, Teori ve Politika, S.1 , Kış 1996, s.90-91.