“… hiçbir bakımdan teorisizme ya da spekülasyona düşmemek şartıyla, bütün klasiklerin yaptığı gibi bizim de Marksist teoriden ve onun sinesindeki bir bilimden söz etmek hakkımız ve görevimiz. Ve fazla uzatmadan en hassas noktaya gelelim: Bilim anlayışımızdaki belirleyici bir şeyi ‘yerinden oynatan’ bu olağanüstü ikilinin sebebini koşullarını ve anlamını açıklamakla yükümlü olduğumuz devrimci bir bilimin Marx tarafından kurulduğunu söylemek ve Marksizm-Leninizm konusunda ‘bilim’ felsefi kategorisini açıkça ele almak ve savunmak teorik bakımdan hakkımız, siyasal bakımdan da görevimizdir.” (Louis Althusser)
Vedat Aytaç
Bütünsel Yapı
Marksizm, Lenin’den beri üç bileşenli epistemolojik bir bütünlük olarak tanımlanıyor: Bilim-Felsefe-Politika.[1] Marksizm içi teorik eğilimler, bu bütünlüğün niteliği, bütünü oluşturan öğelerin birbirleriyle ve Marksizmle olan ilişkisi, kategorilerden biri veya birkaçına yaptıkları özel vurgu gibi alt kategorik ayrımlara göre konumlanıyorlar. Eğilimler arası tartışma ve gerilim de bu konumlanışlarına nazaran ortaya çıkıyor.
Marx sonrası dönemde başlıca iki eğilim ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilki bilim kategorisine yaptığı saltık vurgu; diğeri ise politika kategorisine yaptığı vurgu ile tanınmaktadır. Birinci yaklaşım kendisini Kautsky ile temsil ederken, karşısında Lenin’le temsil edilen bütünsel yaklaşımı bulmuştur. İkinci yaklaşım Gramsci ve Lukacs şahsında temsil ediliyor ve Leninizm doruktayken ortaya çıkıyor. Lenin’in bütünsel yaklaşımı, Marksizm bakımından temel önemde bir teorik-tarihsel olaydır.
Kaustky ve İkinci Enternasyonal çizgisinin sonuç olarak nereye vardığı tarihsel olarak bellidir, savrulma Marksizmden tarihsel bir kopuşla sonuçlanmıştır.. Gramsci ve Lukacs çizgisinin ise “praksis” felsefesi olarak, pratik-politik Marksist akımlar ve devrimci hareketler şahsında devam ettiği ve bugün de gerilimli bir konumda durduğu söylenebilir.
Gramsci, Marksist bütünlüğü türdeş kategorilerin birbirine çevrilebilir, tercüme edilebilir ilişkisi içinde kavrıyor; bu şekilde her bir kategori ayrı ayrı bütünü temsil edebiliyor, içkinlik birbirine dönüştürülebilme imkanı sağlıyor.[2] Bu anlayış içinde, bilim kategorisi “sınıf bilimi” olarak algılanıp tanımlanıyor ve politikanın emrine veriliyor.
İki eğilim dışında teorik-politik Marksizme farklı bir yaklaşım, bütün sorunlarına rağmen Althusser cephesinden geliyor. Althusser, Marksizme, “yeniden-üretim” adını verdiği bir bakış açısından yaklaşıyor.[3]
Teorik-politik Marksizme Türkiye’de ilk defa ve farklı bir yaklaşım denemesi Melik Kara ve arkadaşları tarafından Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı ile geldi. Teori ve Politika ise bu alandaki teori işi çizgisini sürdürüyor. M. Kayaoğlu, Marksizmin bütünselliğini temelde bilim, merkezde felsefe, zirvede “açık uçlu” politika olmak üzere zorunlu kategorik ilişkiler ağı içinde algılayıp tanımlama çabasında.[4]
Orhan Gökdemir’in bilim vurgusu, felsefeyi kategori olarak bütünlüğün dışına atacak kadar ileri gidiyor.[5] Edebi entellektüel dilinin, teorik söylemini örttüğü yazılarıyla Teori ve Politika içinde ayrık bir çizgiyi sürdürüyor.
Marksizmi, pratik-politik Marksizme, ideolojik sınıf savaşımının yöntemine indirgeyen yaklaşımları ile pratik- politik Marksistler ise, bilim kategorisine araçsal yaklaşarak, dillerine de yansıyan ideolojik algılama düzeyleriyle epistemolojik alandan düştüklerini, Marksizmi ontolojiye hapsettiklerini gösteriyorlar.[6]
Burjuva ideolojisi ve felsefesinin ürettiği ve post-modernizmin izdüşümü olan, tarihsel olarak Marksizm çıkışlı post-Marksizm ise Marksizmle ve onun kategorileriyle göbek bağını çoktan kesmiş durumda.
Bilim Kategorisinin Ayırıcı Özelliği
Marksist bütünlük içinde, bilim kategorisi, tarihsel süreçten ödünç alınmamış olması (Marksizm öncesi tarih biliminden söz edilemeyeceği anlamında) ve ayırt edici niteliklere sahip oluşu bakımından ayrıcalıklı bir konuma sahip.
Marksizmin burjuva düşünce ve felsefe dünyasından kopuşunu imkanlı kılan öğe de bilim kategorisidir. Bu nedenle kopuşun, felsefi ve ideolojik alanda anlamlı bir karşı duruş ile başlayıp, tarih biliminin kuruluşu ile sonuçlandığını söyleyebiliriz.
Marx ve Engels’ten önce de sınıflı topluma ideolojik ve pratik karşı çıkışlar (ütopik sosyalistler, anarşizm), tarih felsefesi ve ekonomi üzerine incelemeler (burjuva tarih felsefecileri, İngiliz klasik iktisatçıları), felsefede idealizm-materyalizm karşıtlığı ve materyalist felsefe vardı. Marx ve Engels’i tüm bu ideolojik-felsefi düşünce dünyasından ve pratiğinden ayırıp, başka bir yere koymamıza olanak veren, onların bambaşka bir temelde (bilim) ilerlemeleri, tarih felsefesini bir bilime dönüştürmeleridir.
Yukarıda sayılan düşünsel ve politik akımlar ile Marx arasında tarihsel bir ilişki vardır, o kadar. Marx ve Engels’in pozitivizmden etkilendiği, son yapıtlarına kadar Hegel felsefesiyle flörtlerinin devam ettiği iddiasının tartışılması mümkündür, ancak bu, hiçbir zaman onların teorik-politik eserlerinin reddi için malzeme yapılamaz.
Marx ve Engels, tarih kıtasını bilimsel bilgiye açmakla da kalmamış, ardılları tarafından tanımlanmaya çalışılan Marksizmin epistemolojik bütünlüğünün pratiğini yapmışlardır. Yapıtlarında, içinde, tereyağının süte yedirilmiş niteliği tarzında, bulup tadına varabileceğimiz bir teorik eyleyiş örneği vermişlerdir.
Marx ve Engels’te kopuş bilincinin bulunup bulunmadığı, yanlış ortaya konulmuş bir sorundur. Nasıl ki Galileo ve Newton’un fizik bilimindeki kopuşun bilincine sahip olup olmadıkları bugün bilim-içi tartışmanın konusu değilse, Marx ve Engels’in kopuşun bilincine sahip olup olmadıkları da tartışma dışı tutulmalıdır.
Fizik biliminde böyle bir tartışma açılırsa; Newton’un ışığın yapısı konusundaki teorisini açıklamak için muarızlarının ölmesini beklemesi karşısında[7], tereddütsüz bir teorik eyleyiş içinde bulunan Marx ve Engels’in, kopuşun bilincinde oldukları pekâlâ iddia edilebilir.
Marx ve Engels, fizikte Newton mekaniğinin yol açtığı pozitivizm ile proletaryanın, Avrupa’da burjuva devrimleri ertesinde ortaya çıkan teorisiz sınıf mücadeleleri ortamında yaşadılar.
Bilim felsefecilerince fizik biliminin başlangıcı Galileo’ye götürülür. Engels, doğabiliminin (fiziğin) gelişmesini iki evrede açıklamaya çalışır. 17. yüzyılda ampirik bir bilim olarak başlayan doğabiliminin, 18. yüzyıldaki gelişmelerle teorik bir bilim haline geldiğini iddia eder. Fiziğin ampirizmden kurtulup teorik bilim haline gelmesi sürecini, feodalizmin burjuvazi tarafından tasfiye edildiği ve burjuva devrimlerinin yaşandığı tarihsel süreçle bağlantılandırmaya çalışır.[8]
Marx-Engels’in ardılları tarafından da, tarih biliminin başlangıcı 19. yüzyılın ikinci yarısına götürülür, Marx’a bağlanır. Kopuşun bilincinin Marx ve Engels’te bulunup bulunmadığı meselesi tartışmalıdır.[9]
Yorumsamacılar, kopuşun olmadığını, tarih üzerine çalışmaların (Marksizm ve pozitivizm) tarih felsefesinin etkisinden kurtulup fizik biliminin etkisine girmekle sonuçlandığını iddia etmektedirler.[10] Yorumsamacılar bu eleştirinin sonucunda, tarih üzerine bilimin fizik bilimi niteliğinde olmayacağını, tarih biliminin ayrı bir bilim kategorisi olarak “kültür bilimleri” şeklinde tanımlanmasının uygun olacağını ileri sürerler.
Marx’a göre, doğabilimi-insanbilimi ayrımı tarihsel niteliktedir. Tarihsel süreçte ikilik yok olarak, tek bir bilime dönüşecektir. “Tarihin kendisi doğa tarihinin, doğanın insan durumuna dönüşmesinin gerçek bir parçasıdır. Daha sonra, insan biliminin doğa bilimlerini kapsayacağı gibi, doğa bilimleri de insan bilimini kapsayacaklardır: sadece bir tek bilim olacaktır.” [11]
Burjuvazi Fransız Devrimi sırasında (Marx’ın deyişiyle) Roma’nın dilini kullanmıştır. Ta ki, sistemini kurup feodaliteyi tasfiye edinceye dek. Gerçek dilini ancak o zaman bulmuştur. Aradaki süreçte burjuva düşüncesi de psikolojik ve bireyselci, değişmez insan doğasını konumlayan araştırmalarına devam etmiş tarih felsefesinde “doğal durum”; klasik iktisatta “R. Crousoe” tarzında varsayımlar temelinde felsefi dilini kurmuştur. Marx da başlangıçta buna karşı çıkarak, “Tüm toplumlara uygulanabilir doğal ekonomik yasaların olduğunu” ileri sürmenin doğru olmadığını, “maddi üretimdeki belirli sosyal ilişkilerin, şeylerin üretim sürecine nasıl gireceğini yönlendirdiğini” ileri sürmüştür.[12]
Marx’a göre burjuvazinin yaptığı gibi proletaryanın ödünç alabileceği bir dil yoktur; proletarya kendi dilini kurmalı ve kendisiyle harekete geçmelidir.[13] Marx ve Engels’in tüm teorik-politik mücadelesinin bu dili oluşturmak üzerine kurulduğunu iddia etmenin fazla ileri gitmek olmayacağını sanıyorum. Bugün epistemolojik ve ontolojik düzeyde Marksizmin bütünlüğünü kurmakta zorlanmamızın ana nedeni, bu ayrıntıyı anlamamamızda yatıyor olabilir. Marx sonrası dönemde yapılagelen Marx’ın dilinin tercüme edilmesidir. Oysa Marx’ı tercüme etmek değil, dilini öğrenmek ve onu kendi dilinden anlamak ve öylece konuşmak gerekiyor. Bütünlük arayışları ancak o zaman hedefine varacaktır.
Kopuş Bir Süreçtir
Althusser, Marksizm ve tarih bilimi bakımdan ani bir kopuştan söz edilemeyeceğine, Marx’ın son dönem eserlerinde bile Hegelci felsefeyle flörtünü devam ettirdiğine dikkat çeker. Kopuş, tarih kıtasının bilimsel bilgiye açılmasıyla başlamış bir süreçtir. Engels’in fiziğin evriminde dikkat çektiği türden bir süreç. Marx, Engels ve Marksizmi, burjuva ideolojisi ve idealist felsefenin karşısına koyan, tarih üzerine bilimi imkanlı kılan teorik bir süreç.
Althusser, kopuşun bilim kategorisinde yaşandığını ve “geri dönülmezlik” niteliğinde olduğunu; felsefe ve ideolojide olanın ise “devrim” olduğunu, devrimin özelliklerini gösterdiğini iddia eder.[14] Kopuş ve devrim arasındaki fark geri dönülmezliktir. Tarih biliminin kuruluşu kopuştur. Felsefe ve ideolojide ise devrimin bütün özellikleri görülür ve karşı devrimin olanaklılığı gündeme gelir. Burjuva ideolojisinin müdahalesi de bu noktadadır. İdeoloji ve idealist felsefenin, fizik bilimine olduğu gibi (Kuantum teorisinin idealist yorumları ile fiziğe yapılan müdahale hatırlanmalıdır), tarih bilimine de müdahale ettiği tarihsel örneklerle yeterince açıktır.
Bütünlük, Bütünlük Yitimi, Bütünlüğün Tekrar Kuruluşu
Marksizmin bütünsel yapısı, bütünlük yitimine uğradığı, bütünlüğün tarihsel süreçte belirli zamanlarda kurulduğu iddiası, karşılanması gereken bazı sonuçlar yaratıyor:
a) Marksizmin bütünlüğü geçicidir, b) Tarihsel süreçte yeniden ve yeniden sürekli kurulması gerekir, c) Ontolojik bütünlük, “olan” niteliğinde, “Marx adlı Almanya Yahudisinden bugün sağda-solda koşuşturan militana kadar” ampirik olarak algılanabilen bir “gerçek” bütünlüktür. Epistemolojik bütünlük ise kategori ve kavramlarla işleyen “kurulması gereken” teorik bütünlüktür.
Bilimsiz Politika Olanaklı mı?
Fizik biliminden önce de insanlık kusursuz teknolojik yapılar üretmiştir. Ancak, fizik biliminin kuruluşundan ve vardığı aşamadan sonra geriye dönüş ve bilimin reddi ile bilimsiz teknoloji üretmek mümkün değildir. Bilimsel bilginin kullanımı, yeni teknoloji üretiminde zorunludur. Başka bir deyişle, insanın, fizik bilimini unutması ve doğayı başka bir kategori ile açıklaması artık mümkün değildir.
Politikayı teknolojiye indirgememek koşuluyla, tarih bilimi ile politika arasında da benzer bir ilişki kurabiliriz Tarihsel süreçte toplumsal ilişkiler değişik toplumsal formasyonlarda kurulmuştur. Başka bir deyişle, üretici güçlerin gelişkinlik düzeyine uygun üretim tarzları oluşmuştur. Bu üretim ilişkilerinin kuruluşunda bilime ilişkin bilincin katkısı yoktur.
Gelmiş geçmiş üretim tarzlarının bilgisinin edinilmesi ve bilimsel açıklaması, Marx tarafından tarih biliminin kurulması ile mümkün olmuştur. Ezenler-ezilenler karşıtlığındaki sınıf savaşımı, her zaman yeni bir ezen sınıfın üretim tarzının kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Tarihte ilk defa ezilenler safında, kendini bilimle tanımlayan bir teori Marksizmle gündeme gelmiştir. Bundan sonra da toplumu açıklamayı amaçlayan her çaba, teorisinin temeline bilim kategorisini almak zorundadır.
Burjuva ideolojisi ve idealist felsefe bilimsiz yapabilir ve “olan”ın bilgisi ile, apaçık gerçeklikle idare edebilir. Veya fizik ve tarih bilimlerinin idealist sömürüsü yapılır. Marksizm ise, bilim kategorisini temel almak, politikasını materyalist felsefe dolayımıyla üretmek zorundadır.
Tarihsel süreçte pratik-politik Marksizm, Marksizmi son sözünü söylemiş bir dogma olarak algıladı ve tüm argümanlarını bu dogmatik bütünsel yapıdan tümdengelim yoluyla üretti. Bu anlayışa karşı güzel bir eleştiri de Engels’ten: “Gün ışığına çıkarılan aykırılıklardan kurtulmanın araçları da, değişmiş üretim tarzlarının kendilerinde, epeyce gelişmiş halde bulunmak gerekir. Bu araçlar, tümdengelim yoluyla temel ilkelerden çıkarılmamalı, ama yürürlükteki üretim sisteminin çetin olgularında aranıp bulunmalıdır.”[15]
İşçi sınıfı ideolojisi, Lenin’in pratik eseriyle, ontolojik bir gerçeklik olma imkanına kavuşmuştur. 70 yılı aşan pratik sosyalizm deneylerinde görülen odur ki, materyalist felsefe ve işçi sınıfı ideolojisi de tarih bilimini sömürmüştür.
Marksist Olmak, Marksist Kalmak ve Yeniden Marksist Olmak
İşçi sınıfı tarih sahnesine burjuvazi ile birlikte (eş zamanlı) çıkmıştır. Ezilenlerin tarihsel ideolojilerine sahiptir. Burjuva devrimlerinde burjuvazinin askeri tüm ezilenlerle birlikte proletaryadır.
Burjuva devriminin sloganları “özgürlük, eşitlik, kardeşlik”tir. Burjuvazinin temel bildirgesi olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin içinde fazla göze batmadan, başını fazla ileri uzatmadan, gizlice ve sinsice sırıtarak halen duran bir temel kavram daha vardır: “Mülkiyet Hakkı”. Althusser, “burjuva ideolojisinin, en derin özünde, ekonomizm/hümanizm ikilisi ile kurulduğunu” söylerken haklıdır.[16] Burjuvazi, işçi sınıfı ve diğer ezilenlere hümanist söylem altında özgürlük, eşitlik ve kardeşliği ‘verirken’, kendi gerçekliğini kurmuş ve mülkiyet hakkını almıştır. Hem de kendisinden önceki ezenler gibi “şatonun kapılarını” herkese kapatarak değil, sınıflar arası geçişliliğe bile soyut olarak izin vererek. Marx’ın söylediği gibi “başı üzerinde duran” sadece Hegel diyalektiği değildir, burjuva ideolojisi ve kapitalist üretim tarzı içinde üretim ilişkileri de başı üzerinde durmaktadır artık.
Marx ve Engels, burjuva ideolojisi ve idealist felsefe karşısında öncelikle ideolojik bağlarını kopararak konumlanmışlar ve bu zeminde tarih bilimini kurmanın olanağını elde etmişlerdir. Marx ve Engels’in teorik-politik eseri, dost-düşman, içerideki ve dışarıdakilerle tüm çağını etkilemiştir. Ve etkilemeye devam ediyor.
Sartre, Marksizmin kendi kuşağı üzerindeki etkisini ve etkinin ortadan kalkmasıyla düştükleri durumu met-cezir olayıyla yorumluyor: “Marxçılık, ayın suları kendisine çekişi gibi bizi kendine çektikten sonra, bütün fikirlerimizi dönüştürüp, kentsoylu düşüncemizin bütün kategorilerini dağıttıktan sonra, bizi birdenbire yüzüstü bırakmıştır. Bulunduğumuz özgül durumda anlamaya duyduğumuz gereksinimi duyumsamamaktadır Marxçılık, bize öğretecek yeni bir şeyi yoktur, çünkü durmuştur.”[17]
Met-cezirin etkisinden çıkıp eski haline dönen ve dışarıda olduğunu ifade etmekten çekinmeyenler için söylenecek bir şey yok. Onlar, dünyanın dönmesini bekleyecekler ve Ayın tekrar suları çekmesiyle kendilerine gelecekler. Sorun daha çok, Marksizmin içinde olup, burjuva ideolojisi ve idealist felsefenin etkisine açık olanlardan kaynaklanıyor. Marksizmin tarihi, bir anlamda “burjuva ideolojisi”, “idealist felsefe” ve “tarihsel idealizm”in etkisine girmiş eğilimlerin tarihidir. Bu eğilimler her tarihsel dönemde bir canlının vücuduna girmiş virüs gibi davranıyor. Virütük etkiler kriz dönemlerinde artıyor ve hastayı yatağa düşürüyor.
Althusser’in deyimiyle “biçimler değişebilir, ama iki yüzyıla dayanan süreçte temel aynı kalmıştır. Marksizmin muhatap olageldiği iç ve dış ideolojik felsefi etkilere karşı koymanın koşulları bellidir. “Marksist olmak, Marksist kalmak ve yeniden Marksist olmak için burjuva ideolojisi ile bağlarımızı koparmak zorundayız.”[18]
Biz de bugün dönüp diyebiliriz ki, Marksist olmak, Marksizm adı verilen bütünsel teorik yapının “organik” edinimini; Marksist kalmak, burjuva ideolojisinin tüm varyantlarına ve etkilerine karşı ideolojik konumlanışı; yeniden Marksist olmak, bilim temelinden hareketle Marksizmin bütünlüğüne katkıda bulunmak için uğraşmayı, gerektiriyor.
İçinde bulunduğumuz teorik eyleyişin niteliklerinin farkındayız. Niteliğimizi konumlanışımız belirliyor. Konumlanışımızın farkındayız. Uğraşacağız; uğraşmanın başlı başına bir sonuç olduğunu bilerek.
[1] Marksizmin “bilim-felsefe-politika” bütünlüğü olarak tanımlanmasında değişik yaklaşımlar için bak.: V.İ. Lenin, Marx Engels Marksizm, Çev.: Vahap Erdoğdu, Sol Yay., 2.Baskı, Ankara 1980, s.15-16; A. Gramsci, “Marksizmin Üç Bileştireni”, Hapishane Defterleri Seçmeler, Çev.: Kenan Somer, Onur Yay., İstanbul 1986, s.261-263; Metin Kayaoğlu, “Sunuş”, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995, s.15; M. Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, Teori ve Politika/1, Kış’96, s.11; Kenan Somer, …Ve Marksizm, Doruk Yay., Ankara 1996, s.5 vd.
[2] A. Gramsci, a.g.e., s.262
[3] Althusser, Marksist teoriye yöneltilecek “soruların yeniden-üretimin görüş açısı dışında sorulamayacağı ve dolayısıyla cevaplandırılamayacağı“nı temel tezi olarak ileri sürüyor. L.Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev.:Yusuf Alp, Mahmut Özışık, İletişim Yay., İstanbul 1994, s.27.
[4] M. Kayaoğlu, “Sunuş”, a.g.e., s.15 vd.
[5] Orhan Gökdemir, “Süreklilik ve Kopuş”, Teori ve Politika 4, Güz’96, s.
[6] Bunu, “bilimin sınıfsallığı”, ya da “sınıf bilimi” deyimleriyle haftalık ajitasyon ve propaganda dergilerinde bile görmek mümkündür.
[7] Cemal Yıldırım, Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1983, s. 122.
[8] F. Engels, Doğanın Diyalektiği, Çev.: Arif Gelen, Sol Yay., s.216.
[9] Yılmaz Sezer, “Tarih Biliminin Devrimcileştirilmesi Sorunu”, Teori ve Politika 2, s.: 4; Orhan Gökdemir, “Süreklilik ve Kopuş”, a.g.y., s. 59-60.
[10] Doğan Özlem, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, s.114.
[11] K. Marx, “Özel Mülkiyet ve Komünizm”, 1844 El Yazmaları, Çev.: Kenan Somer, Sol Yay., Ankara 1993, s.181.
[12] R.Keat, J. Urry, Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev.: Nilgün Çelebi, İmge Yay., Ankara 1995, s.119.
[13] Marx’ın “dil” üzerine analojisi için bak.: Louis Bonapart’ın 18. Brumaire’i, Çev.: Sevim Belli, Sol Yay., Ankara 1990, s.17 Marx analojisini kurduktan sonra şöyle demektedir: “19. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirsel anlatımını, geçmişten değil, ancak gelecekten alabilir. 19. yüzyıl devrimi, geçmişin bütün hurafelerinden kendisini sıyırmadan, kendisiyle harekete geçemez. Daha önceki devrimlerin kendi öz içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinmeleri vardı. 19. yüzyılın devrimi ise, kendi öz nesnesini gerçekleştirmek için kendi ölülerini gömsünler diye ölüleri bırakmak zorundadır. Eskiden söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.”
[14] L. Althusser, John Lewis’e Cevap, Çev.: Müntekim Ökmen, V Yay., Ankara 1987, s.60.
[15] F. Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Çev.: Ömer Ünalan, Sol Yay., Ankara 1993, s.81.
[16] L. Althusser, John Lewis’e …, s.60.
[17]J.P. Sartre, Yöntem Araştırmaları / Diyalektik Aklın Eleştirisi, Çev.: Serdar Rıfat Kırkoğlu, Yazko Yay., İstanbul 1981; s.31.
Bu anoloji, Ender Ataşman tarafından, “ışık-pervane” olarak çevrilmiştir. (Karş.: Fritz J. Raddatz, George Lukacs, Çev.: Ender Ataşman, Alan Yay., İstanbul 1984, s.70.)
[18] “Marksist teoriyi bir ‘insan felsefesi’, Marksizmi teorik hümanizm olarak gösteren sağ-idealistlere karşı; Marksist bilim ve felsefenin alttan alta, pozitivist (olgucu) ya da subjektivist (öznelci) bir anlam karışıklığına sürüklenmesine karşı; maddeci diyalektiğin evrimci bir indirgemeyle “Hegelci” diyalektiğe kaydırılmasına karşı; ve genel olarak burjuva ve küçük burjuva konumlarına karşı her şeyi, patavatsızlıklara, yanlışlıklara düşmeyi bile göze alarak, ne olursa olsun deyip birkaç canalıcı fikri savunmaya kalkıştım, kalkıştık ki, bu fikirlerin tümü bir tek fikirde özetlenebilir. Bu, Marx’ın burjuva ve küçük burjuva ideolojisi karşısındaki radikal özgüllüğü ve aynı zamanda hem politik, hem de teorik nitelikte olan devrimci yeniliğidir; o komünist olmak zorunda idi, bugün bizler de Marksist olmak, Marksist kalmak ve yeniden Marksist olmak için bu ideoloji ile bağlarımızı koparmak zorundayız. (L. Althusser, John Lewis’e …, s.60)