Devrimci Melankoliye Davet
Akın Aras Karasu
1995’te yayınlanan Taslak’tan[1] 2008’te yayınlanan ‘Post-Devrimcilik Dönemi’ başlıklı 46. sayımıza kadar dergimizden birkaç istisna sayı hariç[2] ilk bakışta kötümser sonuçlar çıkarılabilir. Taslak yirmi yıllık bir başarısızlıktan bahsediyordu. Hala başarısızlıktan bahsediliyor. Hakim olan “köle” havaya, “tamahkar hür” havaya rağmen; Teori ve Politika “özgürlüğü”, “kanaatkar köle”liği tercih etmişti.[3] İşçi sınıfının yorucu bir gün ardından tatlı sözlere ne ihtiyacı olabilir. Gerçekçiliği edebiyat ile Nazım’ın ‘Yapıcılar’ı, Hasan Hüseyin’in ‘Yolcu’su ile ikame edip gerçek meselelerde edebiyat yapmak biraz takati olsa “tamahkar hür” solcuların işidir. Bu gün o takat dahi mumla aranıyor. “Kanaatkar köle” ise “olmayan şeye övgüler düzmenin gerçekte var olanı kötülemek” olduğunu bilir.[4] Her şeye rağmen gerçeğe sıkı sıkı yapışır, bırakmaz.
Daniel Bensaid’in romantik-melankolik ayrımını benimsersek kötümserliğimiz melankolik[5] olmakla eleştirilebilir. Bensaid “bu karşıtlığın hiçbir gizemi yoktur” diyor, “Nostaljik, restorasyonist romantizm, muhafaza etmek için dönüştürme yönündeki devrimci iradeye sırt çevirir. Bu ahlaki romantizm ne geçmişin geleneksel inancına ne de bugünün rasyonel inancına sahiptir ve ‘kendine bir inanç yaratmaya yönelik kaygılı bir arzuyla kıvranan ve bunu gerçekleştirebilecek güce sahip olmayan bu inanç eksikliği’ telafiyi bir Ortaçağ dininde veya ‘kendine özdeş ırk dininin’ belirdiği ‘romantik maskaralıklarda’ arar.”
Bensaid, Baudelaire’in “işsiz Herküller için bir sıkılma teorisi” olarak gördüğü romantizmi “Temmuz monarşisi” döneminin mutluluk içindeki borsasına bağlar. Zafere rağmen sıkıntı.
Oysa devrimciler melankoliktir. “Bitlerin sosyalizmi alt edeceğine kanaat getirmiş, hareketsizliğe mahkum edilmiş” Lenin’in melankolisinden bahseder. “Mayıs 1918: ‘felaket bizi gözlüyor, çok yakında, eli kulağında.’ Temmuz 1918: ‘Halk bayıltılmış, yarı ölü bir adama benziyor.’ Ocak 1919: ‘Umutsuz bir krizden geçiyoruz.’ Aralık 1920: ‘Durum dehşet verici.’ Nisan 1921: ‘Bu durum çıkışsız görünüyor.’ Haziran 1921: ‘Ülkenin yıkımı olağanüstü düzeyde’.”
Bir gece anasının gümüş takımlarını çalarak evinden kaçan[6] Saint-Just’un ve hayatını zindanlarda geçiren Blanqui’nin melankolisini “Antikite’den gelecek için silahlar arayan[7], klasik bir melankoli, aktif bir melankoli” olarak tanımlar Bensaid. “Ne birinin ne de diğerinin Ortaçağ harabelerine merakı vardır.” Bensaid, 27 yaşında idamı öncesi son gecesinde Saint-Just’un sessizliğe gömülüşünden bahseder. “Mantıklı bir çılgınlığa varan askeri ve siyasi zorunluluk”lardan bahseden ama eylem imkansız hale geldiğinde susan bir devrimci. Blanqui’nin “kendini, Taureau kalesindeki hücresinde ‘bir masada, bir kalemle giysiler içinde, tümüyle benzer koşullarda’ yazdıklarını tekrar ve tekrar, sonsuza dek yazar” hayal edişinden bahseder. “Fakat bu, bir diğer mümkünün, istisnai bile olsa bir kavşaktan geçerken meydana gelmesini, Grouchy’nin Waterloo’ya zamanında yetişmesini, Spartacus’un Crassus’e üstün gelmesini, Münzer’in köylüleriyle başarıya ulaşmasını, Komün’ün Versailles’ı yenmesini engelleyemez.”
Sub-comandante Marcos’un “devrimimizin sonu yaklaşıyor. Size çok yoğun bir parlama, güneşin gözleri kamaşana kadar parlama sözü veriyoruz, sonsuza dek yok olmadan önce” sözünü aktarıyor melankoli örneği olarak.
“Lenin ile (ya da daha doğrusu Turgenyev ile) elli beş yaşını geçmekten daha büyük bir kusur olmadığı konusunda hemfikirim” diyen Troçki’nin melankolisini aktarıyor.
Bensaid’e göre, “klasik melankoli kendine masal anlatmaz, (…) bir haz açlığını değil, azla yetinme ruhunu tercüme eder. Soğukkanlı ve uzgörülü olan, boyun eğmeyen ve vazgeçmeyen bu melankolinin büyüsünü yitirmiş bir dünyaya dair –yine romantik– estetikleştirmelerle, ereklilikten yoksun postmodern sızlanmalarla hiç ilgisi yoktur.”
Bensaid “geçici bir yavaşlamanın değil, kaçınılmaz devrimci yavaşlığın” olduğu zamanlarda yeni olana yönelmek gerektiğini belirtiyor. 1917’de Peru’da sıkılan genç gazeteci Mariategui’nin “birkaç ay sonra hayata döndürücü hadiselere susamış bu köşe yazarının, bu hadiselerin arayışında, savaş ve devrimlerle karşı karşıya bulunan Eski Avrupa’ya” gelişinden bahseder. Bensaid’e göre miras, “alıp da bankaya koyduğumuz bir mal, bir servet değildir. Meşru mirasçılardan çok gayri meşru olanlar tarafından kimi zaman yeniden canlandırılıp yeniden teyit edilebilen, seçici, aktif bir onaylamadır.”
1966’da FKP’den ayrılarak uzun yıllar 4. Enternasyonal’in militanı ve yöneticisi olan Bensaid’in fikirleri kimilerince anakronik biçimde Troçkistliğinden ötürü görmezden gelinebilir. Bunları önemsemiyoruz. Yalnız ilerlemeciliğe, modernizme karşı romantik-melankolik ayrımı devrimci saflarda farklı bir tarih yazımını işaret ediyor.
Romantizm meselesine gelince, Attila İlhan, Hangi Batı’da[8] Fransız Marksist-Leninistlerin işçi sınıfının gittikçe fakirleşeceği günleri beklerken İspanyol, Portekizli, Arap ve Türklerin Fransız işçi sınıfının helalarını temizlediğini, anlı şanlı Fransız grevlerinin bu yüzden bir şey ifade etmediğini söylüyor. ML’ler Jean Jaures’in reformculuğunu eleştiriyordu ama hiç olmazsa adam haklı nedenlere dayanarak Fransız işçi sınıfının sistem içinde bir şeyler kazanabileceğini gördü diyor. Özneciliğe bu denli iman, teolojik değildir de, sıkı sıkıya bir dine (Özne’ye: bu ister Tanrı olsun, ister Ulus, ister İşçi Sınıfı) sarılmış romantizm değildir de nedir?
Devrimci Hareketin geri düşüşünün romantik değerlendirmesinin bir örneği Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak’ın 14 Kasım 2008 tarihli sayısında yer verilen, “Devrimci Harekette İdeolojik ve Moral Kırılma” yazısında verildi. Deniyor ki orda: “Bizim hiç değilse bir bilincimiz ve bununla uyumlu bir yönelimimiz var. Toplumda belli bir devrimci sınıfa dayanmadan, onu devrimci eksen haline getirmek iradesi ve pratik çabası göstermeden, bu konuda mesafe almadan, politik mücadelede de ciddi bir rol oynama şansı yok, biz bunun bilincindeyiz.” Bekle dur; Türk proletaryası ayağa kalksın! Kızıl Bayrak’ı örnek göstermemizi sağlayan bu satırlardaki psikoloji, devrimci saflarda yaygın biçimde paylaşılıyor.
Felsefe bilgilerini talihsiz biçimde Orhan Hançerlioğlu’ndan alan ‘tamahkar hür’lere göre romantizmde ilerici bir yön vardır. Bu ilericilik bir ah ile bu dünyayı viran edebileceğini zanneden söze dayalı bir iradeciliktir. Tamahkar hür bir bakıma Berkeley’i çürütmek için taşa tekme atan Doktor Johnson’un romantizmini taşır.[9] Böylece materyalistliğini sürdürdüğünü sanırken kapıdan kovduğu idealizm özne yoluyla bacadan geri döner. Kendi taşına tekme atamaz. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olur.
Tarih bilimi tamahkar hür’ün nevrotik hak iddiasını ussallaştırma vesilesinden başka bir anlam ifade etmemeye başlamıştır. Tarih biliminin yerini idealist tarih felsefesi almıştır. Tarih biliminden olunduğu gibi ‘şimdi’den de olunmuştur. Bir ‘şimdisizlik’ sorunu içindeki “nevrotik kişi kendinde olmayabiliyor ve yaşayabileceği şimdiyi yaşayacak kadar rahat hissetmiyor kendini. Bastırılmış dürtülerin yarattığı tedirginlik ve Ben’in sağlıksız gelişmesi onu geçmişe hapsediyor. Öte yanda onun bunları dengelemeye yönelik fantazmaları onu gelecekten mucize beklemeye itiyor.”[10] Şimdide olması gereken devrimci irade tarihe havale edilirken, burjuva gazetelerde bile ekonomik krizin Marx’ı haklı çıkardığının tartışılması nevrotik ihtiyaçlarını karşılıyor.
Romantizmin dorukta olduğu çağımızda melankolik çığlıklar da duyuluyor. Açıkça söylemek lazım; durum hiç olmadığı kadar kötüdür. Teori ve Politika devrimcileri devrimci melankoliye davet ediyor.
[1] Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995.
[2] Bu istisnalardan biri “Mücadelenin Yeni Dönemi” başlıklı 2002 tarihli 26. sayıdır. O sayıda dahi ezilenlerin iktidar olabilirliğinde geriye düşmüşlük, programatik boyutun işgal ettiği alanın gerilemesi tespitleri “tamahkar hür”lerin kabul edemeyeceği düzeyde kötümserdi. En kötümser yazımız kabul edilebilecek “Post-Devrimcilik Dönemi” başlıklı 2008 tarihli 46. sayı ile eş zamanlı olarak, ezilenlerin mücadeleleriyle ilişkilenmek, Marx’tan uzaklaşmak ve Marksizmin devrimci diyalektiği gibi kabul edemeyecekleri ölçüde iyimser yönelimlerimiz vardı.
[3] “Tama’kar hür: köledir, kanaatkar köle: hür.” (Belirsiz bir şairden aktaran: Cemil Meriç, Mağaradakiler, İletişim Yayınları, İstanbul 2007)
[4] Bkz: Spinoza, Tractatus Politicus, Çeviri: Murat Erşen, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2007
[5] Bkz: Daniel Bensaid, Köstebek ve Lokomotif: Tarih, Devrim ve Strateji Üzerine Denemeler, Çeviri: U. Uraz Aydın, Yazın Yayıncılık, İstanbul 2006.
[6] Bkz: Robespierre, Saint-Just, Marat, Danton, Babeuf, Devrim Yazıları, Hazırlayan: Vedat Günyol, Belge Yayınları, İstanbul 1989.
[7] Saint-Just bir söylevinde, “Kartacalı bir askerin, Annibal’e söylediğini, bizler halka söyleyebiliriz: siz yenmesini biliyorsunuz ama, zaferden yararlanmasını bilmiyorsunuz” der.
[8] Attila İlhan, Hangi Batı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2005.
[9] “Halk arasında, Berkeley’in, maddenin varolmadığı yolundaki saçma düşünceyi önerdiği sanılır. Doktor Johson da bunu işitince taşa tekme atarak onu çürütmeye girişmiş. Ama Doktor Johnson bunu yapmakla, felsefeden anlamayan akılsız bir filisten sayılmayı hak etmiştir.” W. T. Stace, Hegel Üstüne, Çeviri: Murat Belge, Birikim Yayınları, s.19.
[10] Hans Heimann, “Psikopatolojide Zaman Yapılanmaları”; Zaman Nasıl İçimizde, Niçin Dışımızda, derleyen: Yılmaz Öner, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 1994 içinde.