Ana SayfaArşivSayı 49Lanka Kaplanları

Lanka Kaplanları

Lanka Kaplanları: Delikanlılardan Gerillalara Dönüşüm

 

M. R. Narayan Swamy

Çeviri: Özgür Yakupoğlu

Velupillai Pirabaharan, tam da Tamil-Singala ilişkilerinin adım adım bir parlama noktasına ilerlediği bir tarihte, 26 Kasım 1954’te Jaffna hastanesinde dünyaya geldi. Vallipuram Parvathi ile Thiruvenkatam Velupillai’nin dört çocuğunun en küçüğüydü. Tüm tipik orta sınıf ailelerde olduğu gibi bu ailenin de en küçüğü hepsinin sevgilisi idi. Pirabaharan’ın annesi, oldukça dindar bir kadındı ve oğluna çok düşkündü. İnce dudaklı babası, iki oğlu ve iki kızından mutlak bir disipline uymalarını bekleyen sert ve dürüst bir adamdı.

Aynı zamanda da şefkatli bir adam olan babaları, Sri Lanka hükümetindeki bölge tapu memurluğu görevinden elde ettiği maaşının imkan tanıdığı her konforu onlara sağladı. Pirabaharan onun da gözdesi idi ve geceleri sık sık babasına sarılıp uyurdu. Aile, bu ufaklığa “durai” yani efendi derdi.

Pirabaharan, öğrenciliğinin ilk iki yılını babasının görevlendirildiği doğudaki Batticaloa (Mattakalappu) şehrinde geçirdi. Daha sonra babası Sri Lanka’nın kuzey ucunda yer alan memleketi Valvettithurai’ye tayin olunca buradaki Chithambara Kolejine devam etti.

Hareketli ve bazen de haşarı bir öğrenciydi ve derslerde ortalama bir başarı gösteriyordu. Bu durum, eğitime büyük değer veren tüm Tamiller gibi babasını da çok endişelendiriyordu. Velupillai, yedinci sınıfın sonunda oğlunu da yanına alarak tayin olduğu Vavuniya’ya gitti. Bu sayede delikanlı, gözünün önünde olacaktı. Daha sonra, Pirabaharan’ın eğitimine devam edebilmesi için Valvettithurai’ye (kısaca VVT) geri götürdü. Oğluna tutkun olan baba, okul saatleri dışında oğluna ders vermesi için özel bir öğretmen de ayarladı.

Pirabaharan’ın komşuları ve okul arkadaşları onu sevgiyle hatırlıyor. “Pirabaharan, dinsel törenler sırasında ailesine yoğun olarak yardım ederdi, komşuların ve akrabaların günlük işlerine hiç mızmızlanmadan koşardı”.

Pirabaharan, dedesinin ölüm yıldönümlerinde aile bir araya geldiğinde yapılan işlerde yetenekli ve gayretli bir yardımcıydı. Törenler sona erdiğinde, akrabalarına öğle yemeği taşırdı.

Gençlik yıllarının büyük bir kısmını geçirdiği VVT, bir Katolik kilisesi ve üç Hindu tapınağı bulunan ve yaklaşık 10 bin Tamil’in yaşadığı küçük ve sıkışık bir sahil şehriydi. Bu tapınaklardan biri Tanrı Shiva’ya adanmıştı ve neredeyse Velupillais’in aile mülkü haline gelmişti. Genç Pirabaharan tüm büyük festivaller sırasında yardımcı olmak için oraya giderdi. VVT’de yaşayanlar, girintili çıkıntılı sahil şeridi ve Hindistan’a yakınlık nedeniyle devlet memurlarından, tüccarlardan, balıkçılardan veya basit kaçakçılardan oluşuyordu.

Hem yasal hem de kaçak kargolarıyla tekneler, Rangoon, Chittagong, Rameshwaram, Nagapattinam ve Cochin’e yelken açıyordu.

VVT politik açıdan muhafazakardı ve görece ılımlı bir parti olan Tamil Kongresine daha açıktı. Jaffna’da Federal Parti’nin 1961’de “satyagragha” kampanyasını organize etmediği birkaç yerden biriydi. Bunun dışında, VVT diğer Tamil bölgelerinin özelliklerine sahipti. Sakinleri, Sri Lanka’nın kuzey doğusundaki diğer bölgelerde bulunan Tamiller gibi, Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinden son derece etkileniyordu ve Mahatma Gandhi, Jawaharlal Nehru, Swami Vivekananda ve Subash Chandra Bose gibi Hindistanlı liderlerin fotoğrafları pek çok evi süslüyordu.

Hindistan’ın bağımsızlık günü olan 15 Ağustos, şehirde büyük bir coşkuyla kutlandı ve bu olaya yoğunlaşan özel eklerle çıkan Tamil gazeteleri ile Jaffna dergileri VVT’de inanılmaz bir ilgiyle okundu.

Velupillai, ülkede giderek kötüleşen etnik ilişkiler üzerine arkadaşlarıyla Tamiller’in kaderine lanet okuduğu sonu gelmez tartışmalar yapan, sevilen bir adamdı. Görüş alışverişi Tamilce ve İngilizce dillerinde yapılıyordu ve her kelimeyi anlamıyor olsa bile Pirabaharan, babasının yanında oluyor ve dikkatli bir şekilde dinliyordu. Bu, onun politika ve Tamil-Singala çatışmasıyla ilk tanışmasıydı. Pirabaharan belki de bu tartışmalar sırasında sabırlı bir dinleyici olma alışkanlığını kazandı.

Ancak, onu heyecanlandıran okul değil başka şeylerdi. Pirabaharan, iki Hindistanlının hayatı ve yaptıklarından büyülenmişti: Sırasıyla Subash Chandra Bose ve Bhagat Singh. Bose’nin doğuştan militanlığı, Mahatma Gandhi’yi gönülden kabul edişi, Hindistan’dan dikkatli bir şekilde planlanmış kaçışı, hızla kurulan Hindistan Ulusal Ordusuyla İngilizlere karşı savaşı, Bengalli karizmatik ulusalcının yaptığı neredeyse her şey onu Pirabaharan’ın kahramanı yaptı. Bose ile ilgili kitaplardan sık sık alıntılar yapıyor, özellikle de savaş sloganı gibi olan şu alıntıyı sık sık yineliyordu: “Ülkemin özgürlüğü için kanımın son damlasına kadar savaşacağım”.

Ayrıca, Napolyon’un askeri kahramanlıkları, Swami Vivekananda’nın öğretileri, Mahabharata’nın hikayesi ve yılda bir kez Tamil Nadu’dan VVT’ye gelen aziz mertebesindeki Kirupanandha Variyar’ın dinsel söylemleri vardı. Pirabaharan, ailesine paralel olarak son derece dindardı ve en sevdiği ilah, Tanrı Subramania idi.

VVT’de aynı zamanda Pirabaharan’ın da katıldığı ve konuşmacıların Singala vahşetini ayrıntılarıyla gözler önüne serip Tamil direnişini örgütlemeye çağırdığı politik toplantılar da oluyordu.

Birisi Pirabaharan’a, 1958 isyanlarında bir Singala gangsteri tarafından yakalanan ve uyuduğu karyolaya bağlandıktan sonra üzerine gazyağı dökülüp yakılarak öldürülen Panadura’lı bir Hindu rahipten bahsetmişti. “Bizimki Tanrıdan korkan bir toplumdu ve insanlar inanç sahibi idi. Yaygın kanı şöyle idi: onun gibi bir rahip canlı canlı yakıldığında neden karşılık verme yeteneğine sahip değildik?” Pirabaharan bir gün bunu soracaktı.

Geleceğin gerilla savaşçısı bu tür hikayeleri okul arkadaşlarına anlatıyordu. Diğer çocuklar spora daha fazla ilgi duyarken onun sapana duyduğu sevgi efsanevi bir boyuttaydı ve onu nişancılık dünyasına taşıdı.

İlk kurbanları çakıl taşlarıyla düşürdüğü veya öldürdüğü bukalemunlar, sincaplar ve kuşlardı. Ölmeyen bazı kuşları ise eve götürüyordu. Sapanı olmadığında ise, bir ağaçtan herhangi bir eşyayı asıp ona lastik oklar atıyordu –veya basitçe bir taşı havaya atıp yere düşmeden önce başka bir taşla onu vurmaya çalışıyordu.

İlk gençlik döneminde ilgi alanları ve arkadaşları

Babası, Pirabaharan’ın eve gelen arkadaşlarından çoğuna pek de nazik davranmıyordu. Bu yüzden Pirabaharan, başlarda genellikle yalnızdı, kızlara karşı utangaçtı ve her zaman huzursuzdu. Yalnız olduğu zamanlarda, “Veerapandia Kattabomman” adlı Tamil filminden diyaloglar canlandırıyor, kendisini efsanevi savaşçı olarak hayal ediyordu… Temel judo ve karate hareketlerini de öğrendi ve delikanlının dövüş becerileriyle ilgili en ufak şeye dahi ilgi gösterdiğini fark eden ailesi ona “veeravan”, yani “cesur adam” diye takılmaya başladı.

Arkadaşlarından biri, sonradan TEKK’nin (Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları) Jaffna’daki korkulan askeri komutanı olacak olan Sathasivam Krishnakumar (Kittu) idi. Pirabaharan ve Kittu, boş gazoz şişelerini okuldan çaldıkları kimyasal maddelerle doldurup patlatma deneyleri yapıyordu. Bir defasında Pirabaharan ve arkadaşları, ucunu yaktıkları bir tütsü çubuğunu bir paket alev hızlandırıcı kimyasal maddeye takıp okul tuvaletine sakladı. “Saatli bomba” tam da bekledikleri anda patladı. “Gülmekten yerlere yattık”, diyordu Chithambara okulundakilerden biri. “Müdür bizden şüphelendi ancak hiçbirimiz bunu yaptığımızı kabul etmedik.”

Aynı esnada, 70’lerde ilk militanlık hisleri ortaya çıktıkça, Pirabaharan ileride karşılaşacağını hissettiği ilk savaşlara hazırlanmaya başladı. Kendisini bağlayıp bir çuvalın içine giriyor ve tüm gün güneşin altında yatıyordu. Ayrıca, gidip acı biber torbalarının üzerine yatıyordu. Tırnaklarına iğne bile batırıyordu.

Diğer Tamil bölgelerinde olduğu gibi, hükümet tarafından ırk ayrımcılığını meşrulaştırma girişimi kabul ettikleri “Standardizasyon”un başlangıcı, öğrencileri ve gençleri geleneksel militarist parlamento politikalarına karşı durmak için VVT’ye sürükledi. Pirabaharan, eğitime duyduğu o küçük ilgiyi de kaybediyordu ve arkadaşlarına, “Singala baskısından” daha sık bahsediyordu.

Pirabaharan’ı ve ailesini yakından tanıyan yaşlı bir VVT sakini şunları anlatıyor: “Delikanlılara protestolara katılmamalarını ve derslerine çalışmaya devam etmelerini salık veriyorduk. Ama standardizasyondan sonra tek bir kişiyi bile ikna edemedim”. Aynı yaşlarda olduğu pek çok kişi gibi Pirabaharan da “standardizasyon”a ve ayrıca 1972 Cumhuriyetçi anayasasına karşı sokak gösterileri düzenleyen Tamil Öğrenci Birliği (TSL) ve Tamil Gençlik Birliğine (TYL) yöneldi.

TYL, Tamil Birleşik Cephesinin (TUF) gençlik kanadı olarak hareket ediyordu. Pirabaharan’ın kendi çevresi dışındaki ilk temasları, çoğu kendisinden yaşlı olan bu iki birliğin üyeleriydi. Bu kişiler arasında, her ikisi de VVT’den olan Thangathurai ve Kuttimani ile “periya” Sothi olarak bilinen bir kuzen vardı.

Bu günlerden sonra Pirabaharan, başlarda günlerce ve daha sonra haftalarca eve gelmemeye başladı. Genç adam enerji doluydu ve Jaffna’da kısa pantolonla dolaşıyor, yeni kişilerle tanışıp Tamil politikalarını, Hindistan ve Sri Lanka’daki antik Tamil krallıklarını ve tıpkı Bose’ninki gibi bir silahlı mücadelenin olasılıklarını tartışıyordu.

“Bir konuşmaya başladığında onu susturmak çok zordu. Hiç durmadan devam ederdi” diyor Pirabaharan’ın eski bir yardımcısı. 1972’de, Thangathurai ve diğerleriyle bir palmiye ağacının altında yaptıkları bomba aniden patlayınca bacağından yaralandı. Bu kaza ona “Karikalan” (kara bacaklı adam) unvanını kazandırdı ve polis Pirabaharan’ı aramaya başladığında, yakalanması zor asiyi teşhis etmek için genç adamların bacaklarına bakmaya başladı.

1973’de polis, Sathiyaseelan’ın tutuklanmasından sonra TYL aktivistlerine karşı şiddetli önlemler aldığında, dedektifler Pirabaharan’ın evine geldiler. Bir karnavalda Jaffna valisi Alfred Duraiyappah’a suikast girişiminin şüphelisiydi…

Ama Pirabaharan çoktan kaçmış ve Kuttimani ile Thangathurai de dahil olmak üzere en az dört kişiyle birlikte tekneyle Hindistan’a geçmişti. En sonunda Periya Sothi ile Madras’a ulaştı ve Sri Lanka’daki Tamil etnik krizi hakkında bir kitap yazmış olan yerel bir politikacı T. R. Janardhanan’ın yardımıyla Kodambakkam’da küçük bir ev kiraladı.

Janardhanan, Pirabaharan’ı büyük delici gözlere sahip, her zaman eylem arzusu içinde olan, utangaç ve sessiz bir genç adam olarak hatırlıyor. Ancak Pirabaharan’ın neredeyse hiç parası yoktu ve Madras’ta yaşam pek de kolay değildi. Janardhanan, yanına gelen Sri Lanka’lı Tamillere ev sahipliği yapmaya gönüllü bir bekardı ve Pirabaharan da parasız yemek ve politik tartışma fırsatını kullandı.

Ama Pirabaharan huzursuzdu ve kısa bir süre sonra Madras’ta kalmaktan memnun görünen Periya Sothi ile yan yana olmaktan sıkıldı. Jaffna’lı bir genç olan Chetti de o zamanlarda Sri Lanka’daki bir hapishaneden kaçmış ve en sonunda Madras’a gelip şehrin Mylapore bölgesine yerleşmişti. Chetti aynı zamanda bir eylem adamıydı ve doğal olarak o ve Pirabaharan anında dost oldular.

Periya Sothi bu ikili arasında yeni kurulan dostluktan hoşlanmadı ve onu dinlemeye gönüllü herkese Pirabaharan’ın kötü bir arkadaş edindiğinden yakınmaya başladı. Pirabaharan, Periya Sothi’nin “Madras’ta sadece yemek yapıp yediğini” ve kendisinin (Prabha) Chetti’nin suç dosyasını çok iyi bildiğini söyleyerek buna karşı çıktı. “Ama Chetti ve etrafındaki kişiler aktif” diyordu arkadaşlarına. “Bana gelince, ben asla kimliğimi kaybetmeyeceğim”.

Thangathurai ve Kuttimani da Pirabaharan’ı Chetti ile arkadaşlık etmekten caydırmaya çalışmaktan sıkılmıştı. Ama o tavsiyeleri geri çevirdi ve neredeyse VVT’li ikiliyle bağlarını kopararak yeni silah arkadaşıyla birlikte olmak için Jaffna’ya yelken açtı.

Yeni Tamil Kaplanlarının kuruluşu

Pirabaharan şimdi tümüyle yer altındaydı, güvendiği bazı akrabaları ile iletişimini korumakla birlikte ailesiyle de bağları kesilmişti. Hindistan’da geçirdiği aylar onu çok daha sertleştirmişti. Bir Tamil Nadu sahil şehri olan ve tekneyle gelen Sri Lanka Tamillerinin varış noktası olarak bilinen Vedaraniyam’da Pirabaharan ve Thangathurai ile diğerleri zor bir hayat sürdü.

Grup çoğunlukla açtı ve yerel tapınakta dağıtılan “prasadam”ı dört gözle bekliyordu. Ucuz yoğurtlu pilav, satın alabildikleri tek yemekti. Pirabaharan ve diğerlerinin açlığı bastırabilmek için umutsuzca uyku hapı aldığı zamanlar oluyordu.

Pirabaharan’ın Jaffna’ya vardığı günlerde 1974 Uluslararası Tamil Konferansı kanlı bir pusulayla sona erdi. Ve Tamil gençliğinin sevgilisi olan Sivakumaran, intihar ederek Pirabaharan’a siyanürün neler yapabileceğine dair ilk pratik örneği sundu. Pirabaharan, Sivakumaran’ın yiğitliklerinden etkilenmiş ve onunla tanışmak istemişti.

Artık, Thangathurai’yle ilişkisi de kesilmişti ve daha önce saklandığı yerler polis tarafından bilindiği için yeni saklanma yerleri bulması gerekiyordu.

Ekim 1974’de Başbakan Srimavo, Jaffna’yı ziyaret edecekti ve Pirabaharan ile Chetti de ona sıcak bir karşılamada bulunmaya karar verdi. İkili, Kankesanthurai polis karakolu, Jaffna’nın ana marketi vb. de dahil olmak üzere yarım düzine hedefte bombalar patlatarak bir şiddet silsilesine kalkıştı. Patlamalar çok hasar yaratmadı ancak beklendiği üzere paniğe yol açtı.

Chetti kısa bir süre sonra yeniden tutuklanarak Pirabaharan’ın üzerindeki baskının daha da artmasına neden oldu. Chetti daha önce Jaffna’daki bir kooperatif dükkanını soymuş ve sessizce bir araba satın almıştı. Arkadaşları ona yeni yaşam tarzını sorduğunda ise tutarsız cevaplar vermişti.

Pirabaharan, polis Chetti’yi yakaladıktan sonra bir kez daha kendisini para sıkıntısı içinde buldu ve bir yıldan kısa bir süre içerisinde ikinci kez yeni ilişkiler kurma, yeni gizlenme yerleri bulma sürecine girmek zorunda kaldı. Bu, mükemmel derecede başarılı olduğu bir iş olmakla birlikte Chetti tarafından aldatıldığını fark etmesi biraz zaman aldı.

Pirabaharan o günleri yabani meyveler ve yakın arkadaşlarının onunla paylaştığı yiyeceklerle geçirdi. O zamanlar yeraltında olmayan eski bir TEKK üyesi, “Ona mutfağımızdan gizlice yiyecek götürüyordum” diyor.

Ancak Pirabaharan, uğruna evini terk ettiği davadan asla sapmadı. Sürekli barınma ve gizlenme yerleri arıyor olması, onu Tamil politikasını tutkuyla vazetmekten alıkoymadı.

Bir defasında sarılığa yakalanmıştı ama doktora gidemiyordu; mucizevi bir şekilde, ve arkadaşlarını şaşkınlık içerisinde bırakarak iyileşti. Ama bunun dışında Pirabaharan eski Pirabaharan’dı.

Hindistan bağımsızlık mücadelesi ve Tamil tarihi hakkında bir monoloğa başladığında onu durdurabilecek kimse yoktu. Ve paraya çok ihtiyacı olduğunda arkadaşlarından VVT’ye gidip sempatizanlardan borç para almasını isterdi. Kendisi memleketine gitmekten kaçınıyordu. Ancak tüm zorlu çalışmalara rağmen Pirabaharan, Duraiyappah vurulana kadar Jaffna’da kimsenin tanımadığı bir varlık olarak kaldı.

27 Temmuz 1975’teki suikasttan bir gün önce, Pirabaharan boş ve neredeyse paslanmış bir tabanca, bir miktar kibrit kutusu ve çeşitli malzemelerle bir arkadaşının evine girdi. Arkadaşı şaşkınlık içerisinde Pirabaharan’ın kibrit çöplerinin uçlarını toplayıp onlardan topaklar yapışını izledi.

Arkadaşı dalga geçerek “Bununla ateş edebilir misin?” diye sordu. Aklı, öldürecek kurşunlar yapma sanatıyla meşgul olan Pirabaharan, herhangi bir görsel duygu belirtisi göstermeden cevapladı: “Sessiz ol. Yarın olacakları görürsün”.

Sonraki gün Pirabaharan şafakta yola çıktı. Arkadaşının, nereye gittiğine dair hiçbir fikri yoktu. Ama Duraiyappah’ın bir tapınağı ziyaret ederken vurulduğunu duyduğunda, doğru bir biçimde –ve kolayca- kimin sorumlu olabileceğini tahmin etti…

Bu öldürme eyleminde rol alan üç suç ortağı yakalanmış olmakla birlikte Pirabaharan -tıpkı taptığı fantom gibi– takipçilerinin bir adım önünde olmayı başardı. Hiç yakalanamadı, hiç polis işkencesi görmedi ve Sri Lanka’da hiç hapse girmedi. Çok az konuşurdu ve hareketleri ve gelecekle ilgili planları hakkında hiç ipucu vermezdi…

O günlerde Jaffna’da “delikanlılar”a” saygı duyulmakla birlikte çok da sempatizanları yoktu. Tamiller’in çoğu şiddetten nefret ediyordu.

Pirabaharan, öldürme eyleminden sonra arkadaşlarını evlerinde uyumamaları için uyardı, ama onlar bu tavsiyeyi dikkate almadı. Pirabaharan ise bu konuda hataya düşmedi. Yanından hiç ayırmadığı arkadaşı, uyurken bile yastığının altında tuttuğu tabancası idi.

İster bir ekmek bıçağı ister basit bir biber tozu olsun, arkadaşlarından her zaman silahlı olmalarını isterdi. Yeni Tamil Kaplanları’nın cephaneliği, birisi çalıntı parayla satın alınmış olan iki tabanca ile sınırlıydı.

Pirabaharan’ın güvenlik takıntısı o boyuttaydı ki, militan harekete katılması muhtemel kişilerle, onlar hakkında en ufak bir şüphe duysa görüşmüyordu. Gerçek kimliğini gizleyerek görüştüğü başka kişiler vardı.

TEKK’nin başlangıcı

Pirabaharan, evden ayrılmadan önce aile albümündeki tüm fotoğrafları yırtmış ve yok etmişti. Ancak poliste bir resminin olmadığının garantisi yoktu.

Pirabaharan artık çoğu uzun ömürlü olan yeni temaslar kurmuştu. Ancak, polis kuşatmasından kaçmak için Hindistan’a gitmeyi reddetti. Tamil politikası yavaş ancak kaçınılmaz bir biçimde Colombo ile bir karşı karşıya gelişe doğru gidiyordu.

1976’da, kendi başına küçük bir militan grup kurmuş olan S. Subramaniam, Pirabaharan ile birleşti. Sonraki yıllarda, Pirabaharan çok daha fazla dost edinecekti ancak Subramaniam, takma adıyla Baby (Bebek), paha biçilmez bir varlık ve sadık bir dost olarak kalacaktı.

5 Martta, Pirabaharan, Jaffna’da Putter’deki Halk Bankasına baskın düzenledi ve 500,000 rupi nakit, 200,000 rupi değerinde mücevher ile kaçtı. Para, 5 Mayısta kurulan TEKK’nin inşa edilmesine ve Killinochi ile Vavuniya ormanındaki gizli eğitim kamplarına gitti.

Pirabaharan, TUF’nin kendisini TULF’ye dönüştürdüğü ve bağımsız bir Eelam devleti için savaşma niyetini beyan ederek Tamil politikasını elektriklendirdiği Vaddukoddai’deydi. Amirthalingam geleneğin kahramanıydı ve Tamil mücadelesinin “Thalapathy”si (general) olarak anılıyordu.

Pirabaharan onu tanıyor ve saygı duyuyordu. TULF’nin Tamil bölgelerini silip süpürdüğü 77 Temmuz seçimlerinden sonra ilişkileri hızla gelişti. Politik çalışmalara ilgisi çok düşük olmakla birlikte Pirabaharan, Amir ve diğer TULF liderleriyle onların evlerinde sessizce buluşuyordu. Pirabaharan yavaş yavaş kendini onca yıldır gizlediği kabuğundan çıkıyordu.

TEKK, 1977’ye Jaffna’nın Maviddapuram bölgesinde 14 Şubat’ta bir polis memurunu vurarak girdi. 18 Mayısta Jaffna’ya yaklaşık 7 km uzaklıktaki Inuvil’de iki polis daha vuruldu. TEKK eylemcileri polislere bisikletlerle yaklaşmış, ateş açmış ve pedallara basarak uzaklaşmıştı. Bu, Jaffna’da yavaş yavaş TEKK’nin imzası haline gelen bir yöntemdi.

Eş zamanlı olarak, Pirabaharan, Vavuniya şehrinden 3 km kadar uzakta olan Poonthottam adlı sapa bir yerde, güvenilir genç adamları alıp eğiterek TEKK’yi inşa etmeye başladı. Aynı zamanlarda, Thangathurai, Mullaitivu bölgesinde başka bir eğitim kampı açtı.

Pirabaharan, Tamil Nadu’ya yaptığı gizli ziyaretlerden biri sırasında Madurai’deki bir sanatçının yardımıyla TEKK için bir logo hazırlamıştı. Kükreyen bir kaplanın kafası, uzatılmış pençeler, iki tüfek ve kaplanın kafasının etrafında bir daire oluşturacak şekilde dizilmiş 33 kurşun. Kaplan, antik Tamil Chola krallığının simgesiydi ve Pirabaharan, logo kendisine ilk gösterildiğinde gözle görülür bir şekilde heyecanlanmıştı.

TEKK’nin beş kişiden oluşan merkez komitesini kurdu ve kendisini, liderlik konseyinin bir üyesi yaptı. Tüm üyelerin imzalayıp kabul etmesi beklenen bir tüzük belirledi. Silahlı mücadele yoluyla kastsız bir Tamil toplumu kurmaya davet ediyor, üyeleri TEKK’ye sadakatlerinin aile bağları veya aşk ilişkileri nedeniyle bozulmasına karşı uyarıyordu.

Eğitim ya Poonthottam’daki çiftlikte kartondan yapılmış bir adam maketiyle veya ağaçların hedef olarak iş görebileceği ormanlık alanlarda yapılıyordu… Kaplanların lideri sadece iyi bir nişancı değildi; titiz bir plancıydı da. Bir banka soyulacaksa, ilgili yeri haftalarca, gerekirse aylarca gözlem altına alırdı. Operasyonun planı sistematik bir şekilde yapılırdı. Tartışmalarda başı çekerdi ancak operasyonla ilgili sırları yalnızca bilmesi gerekenler temelinde paylaşırdı. Pirabaharan, büyük bir operasyon başlamadan önce gerilir, elleri arkada kavuşturulmuş halde yukarı aşağı yürürdü. Yenilgiyi sevmez ve kabul etmezdi… Felsefesi şöyle özetlenebilir: Davandan asla vazgeçme.

Eğitim için EROS ile işbirliği

1977’de, Uma Maheswaran katıldı ve aniden dünya Kaplanların önüne serildi. O tarihe kadar TEKK’ye katılan herkes pek tanınmayan genç insanlardan oluşuyordu. Uma farklıydı. Yalnızca Pirabaharan’dan 10 yaş kadar büyük olmakla kalmayıp TULF’un Colombo örgütünün sekreteri ve ünlü bir hatipti.

Londra’da, EROS, FKÖ’den askeri savaş sanatını öğrenmeleri için Lübnan’a zaten iki grup göndermişti. O zamanlarda, sonraki yıllarda Tamil mücadelesine damgasını vuracak acı iç çekişmeler yoktu. Bu yüzden EROS yetkilileri, eğitimi diğerlerine de açmaya karar verdi ve TEKK de dahil oldu.

Lübnan’a giden ilk üç Tamil’den biri, kod adı Arular olan Arul Pragasam’dı. 1976’da, yerleşip eğitimli sınıfı EROS’a katılmaya ikna etmek için bir üs kurma niyetiyle Vavuniya’da bulunan Kannady’ye ulaştı. Onu, TEKK ile ilk teması kuran başka bir kurucu üye, Londra’dan Shankar Rajee izledi.

Kannady çiftliği Pirabaharan’ın gizlenme yerinden yalnızca 53 kilometre uzakta olan Arular, Eylül 1976’dan başlayarak TEKK lideriyle defalarca buluştu. Mühendislik eğitimi ve Lübnan’da yeni edindiği bilgiler sayesinde, Arular, Pirabaharan’a patlayıcı yapımıyla ilgili yeni fikirler verdi. Sonrasında ise Pirabaharan, Arular’a yangın bombası yapımında kullanılan kimyasal maddeler sağlamayı kabul etti.

Bir defasında Kannady çiftliğine nitrik asit taşıyan bir TEKK kuryesi Vavuniya ormanında neden bulunduğuna dair inanılır bir açıklama yapamayınca polis tarafından yakalanmıştı. Tutuklamayı duyarak Jaffna’dan aceleyle gelen Arular, polise asidi yılan yuvalarına dökmek için kendisinin sipariş ettiğini söyledi. Şükürler olsun ki polis bu açıklamaya inandı ve kuryeyi serbest bıraktı. Ancak Pirabaharan kanıt bırakamazdı; ilk fırsatta polis karakolu basıldı ve tutuklamayla ilgili tüm belgeler alındı. Kurye de hemen Tamil Nadu’ya kaçtı…

Normal zamanlarda Pirabaharan tüfek taşımayı sevmiyordu. Tabancalara hayrandı ve yanında her zaman bir tane olurdu. Ve bununla talim yapma fırsatını asla kaçırmazdı. Pirabaharan, on ikiden art arda vurabilen mükemmel bir nişancıydı. Bazen, bu yeni gerilla ziyaretçilere dostça bir atıcılık müsabakası yapmayı bile teklif ederdi.

Bu tür davetlerden biri, başta tereddüt eden ve Pirabaharan’ın 22’lik tabancasını pek bilmediğini söyleyen Shankar Rajee’ye yapılmıştı. Ama Pirabaharan ısrar etti ve Rajee’den yaklaşık 7 metre uzaklıktaki çamur bir duvara yerleştirilmiş boş bir “süt” tenekesinde yeteneklerini sergilemesini istedi.

TEKK eğitim kampının Lübnan ve Suriye’deki Fetih kamplarından büyük oranda farklı olduğunu düşünen Rajee önce ateş etti. Kurşun teneke kutuyu sıyırdı ve devirdi. Pirabaharan düşen tenekeye yürüdü, yerden aldı ve tekrar duvarın üzerine koydu. Rajee’nin durduğu yere geri yürüdü, arkasını döndü, nişan aldı ve ateş etti. Tam isabet.

Rajee doğal olarak etkilenmişti. Pirabaharan’ın nişancılığının nereden geldiğini soruşturduğunda cevabı hemen buldu: Odada Londra’da basılmış olan “Kendi Kendine Atıcılık Eğitimi” adlı bir kitap gördü. Ne biliyorsa kendi başına öğrendiği açıktı.

TULF – TEKK anlayışı

1977’de, Kaplanlar, Amir ve Co.’nun bir avuç burjuva politikacısından başka bir şey olmadığını düşünen EROS ve diğer sol kanat Tamiller’in hayal kırıklığına rağmen TULF’a yakın ve hatta sempati duyan bir ekip olarak kabul ediliyordu.

Genel seçimlerden sonra bile militanların şiddeti devam ettikçe TULF endişelendi. Amir, Kasım 1977’de TEKK liderliğini Moolai köyündeki evinde bir toplantıya davet etti. Pirabaharan, Uma ve Baby de dahil olmak üzere 7 TEKK üyesi katıldı.

Amir yavaşça ama kararlı bir şekilde konuştu. Kaplanlara TULF’un seçimi kazandığını ve bir şansı hak ettiğini hatırlattı. Öldürme olaylarının arttığını ve en azından şimdilik durması gerektiğini de ekledi. “Sizden şiddeti bırakmanızı istemiyorum, ama biraz sakinleşmelisiniz” dedi.

Pirabaharan sessizdi. Aslında TEKK üyelerinin hiçbiri münakaşa eder şekilde cevap vermedi. Amir, 1977’de Jaffna’nın süper starıydı ve kimse onu üzmeye cüret edemezdi…

Üç ay sonra, TEKK’in ormandaki gizlenme yerine Chellakili tarafından yapılan ani bir saldırıda Bastiampillai ve diğer 3 polis memuru vuruldu. Uma da oradaydı ancak ölümlerde hiçbir rolü olmadı, adamın gizlendiği ağacın tepesinden düşerek ölmesini seyretti.

TEKK’nin bir birimi, o zamana kadar grubun yapmış olduğu her şey için sorumluluğu üstlenmeye karar verdi. Bunun ardından Uma, yeniden yapılandırılan dokuz üyeli merkez komitenin başkanı oldu. Pirabaharan’ın kendisi onun adını önerdi; teknik olarak Uma’nın TEKK’de bir numara olduğu anlamına gelse de etkin askeri liderlik Pirabaharan’ın elinde kaldı.

Hükümet, Tamil bölgelerinde giderek artan şiddet nedeniyle alarma geçti, TEKK ve diğer benzer örgütlerin yasaklanması yönünde bir yasayı hızla geçirdi ve tüm Tamil militan gruplarını yasa dışı ilan etti. Mayıs ayında, polis, 38 kişilik bir “aranan” adamlar listesi hazırladı. İlk isim V. Pirabaharan’dı. Artık bilinmeyen biri değildi.

Amir, TEKK’nin iddiasına karşı sertti. Görece tanınmamış bir grup genç adamın, TULF’a gölge düşürmeye çalışmasını sindiremezdi. Partiden arkadaşları hoşnutsuzluklarını dile getirdiğinde öfkesi katlandı. “Delikanlıların kontrolün altında olduğunu söyledin” deniyordu sürekli olarak. “Bak şimdi neler oluyor.” Kızgın Amir, Uma’yı çağırdı ve hoşnutsuzluğunu ona açık bir şekilde bildirdi.

1979 yazında, Havana’da 11. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali düzenlendi. TEKK, Küba’nın başkentinde dağıtılmak üzere Tamil mücadelesini anlatan 6 dilde -İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Almanca, Portekizce ve Tamilce- bir broşür hazırladı. TULF kutlamaya davet edilmişti ve TEKK bundan yararlanmaya karar verdi. Ancak talih Kaplanlardan yana değildi. Londra’da yaşayan ve broşürleri Küba’ya taşıyacak olan bir TEKK delegesinin vize talebi Madrid’deki Küba elçiliği tarafından reddedildi ve delege Londra’ya geri dönmek zorunda kaldı. Broşürler buradan Havana’daki festival sekreterine postalandı.

Pirabaharan bu tanıtım atağının uzağında durdu. Daha önemli olduğunu düşündüğü adam kazanma, eğitim, silah ve cephane bulma ve depolama işleriyle meşgul olmayı sürdürdü.

1978’de Kittu, Mahatthaya ve Raghu TEKK’ye katıldı. Her üçü de VVT’dendi. Raghu polis olmayı istemiş ancak VVT’nin yerlisi olduğu için reddedilmişti.

1979’da, Kaplanlar, dişlerini doğu eyaletine, delifişek bir Katolik olan ve Trincomalee’den paha biçilmez bir katılım olduğunu ispat eden Charles Lucas Anthony’nin yaşadığı yere geçirdi. Yeni üyelerin TEKK tüzüğünü imzalaması ve bu tüzüğe bağlılıklarını beyan etmesi istendi. Ön eğitim nerdeyse hemen başlamıştı.

Uma – Pirabaharan anlaşmazlığının başlangıcı

5 Aralık 1979’da, TEKK, Halk Bankasını soydu ve iki polisi öldürüp bir üçüncüsünü de yaraladıktan sonra 1,2 milyon rupi ile kaçtı. Polis çok saldırgan bir baskı başlattı ve çok sayıda militan Tamil Nadu’ya kaçmak zorunda kaldı. Pirabaharan da bunlardan biriydi.

Güvenlik avı, “delikanlılar”ı dağıttı ve örgütsel ağlarını ciddi biçimde bozdu. Ama TEKK, bu durumu, EROS’un öğrettiklerinde ustalaşmak amacıyla eğitim için Lübnan’a adam göndermekte fırsat olarak kullandı. Kaplanlar, EROS’a, 16 adamı Lübnan’a ulaştırması için 100,000 rupi ödedi; FKÖ de TEKK’ye eğitim için kadro göndermesi yönünde baskı yaptı. TEKK liderlik konseyi ilk grupta Chellakilli ve Uma da dahil olmak üzere dört üyeyi göndermeye karar verdi. Grubun başkanı sıfatıyla Uma, Pirabaharan’ın daha sonra gitmesini karara bağladı. Lübnan’a gitmek üzere seçilen dört kişiden hiçbirinin pasaportu yoktu. Ancak harekete sempati duyan bir Tamil Nadu askeri polisi onlara Hindistan pasaportu almalarında yardımcı oldu.

Pasaportlar, oradaki FKÖ misyonunun yardımıyla Suriye vizesi alınması için Londra’ya götürüldü; ancak TEKK’in korkulu rüyası, İngiliz gümrüğü onları ele geçirdi. Pasaportlar bir Tamil daktilosunun içine saklamış halde bulunmuş ve kurye bu durumu açıklayamamıştı. TEKK bunu pek de umursamadı. Derhal Madras’ta dört pasaport daha yaptırdı.

Ancak en sonunda yalnızca Uma ve başka bir TEKK eylemcisi, temas kuracakları kişi Londra’dan zamanında gelemediği için bir geceyi bir tren istasyonunda geçirmek zorunda kaldıkları Paris üzerinden Lübnan’a gidebildi. Eğitim üç ay sürdü. Ama Kaplanlar mutlu değildi. Pirabaharan, eğitim görenlerin yanlarında çeşitli silahlar getirmesini de istedi. Uma bunu yapamadı. Üstelik Uma, eğitimin berbat olduğundan şikayet etti. Yolculuğun mali yönü de TEKK ile EROS arasında, özellikle de Pirabaharan ile Rajee arasında esaslı bir kavganın kıvılcımını yaktı.

Pirabaharan, TEKK’nin aldatıldığını düşünüyordu ve Rajee’den TEKK’nin merkez komitesinin huzuruna çıkmasını istedi. Rajee reddetti. Amir’in anlaşmazlığa müdahalesi de herhangi bir yatıştırıcı etki sağlamaya yetmedi. Rajee, 285 poundu TEKK’ye geri ödemeyi kabul ettiğinde sorun çözüldü. Bu olay, uzun bir süre boyunca Pirabaharan’ın Rajee ile ilişkisinde tatsız bir nokta olarak kalacaktı.

Pirabaharan ile Uma’nın tartışmaya başlaması da yine bu zamanlara rastlıyordu. Tamil militanlığının geleceği üzerinde son derece etkili sonuçları olacak fikir ayrılığının ana nedenlerinden biri Urmila etrafında dönüyordu. Pirabaharan, Uma’nın Urmila (bir militan kadro) ile cinsel ilişki içerisinde olduğundan şüpheleniyordu ve bu, TEKK’nin kitabında ciddi bir suçtu.

Pirabaharan TEKK tüzüğünü oluştururken aile yaşantısını ve aşk ilişkilerini devrimci politikanın ayak bağları olarak kabul ettiğini açık bir şekilde belirtmişti. Uma-Urmila ilişkisine dair ilk dedikodular kulağına geldiğinde, Pirabaharan önce inanmadı. Ama inandığında, Uma’dan derhal Urmila ile birlikte TEKK’den ayrılmasını istedi. Uma reddetti.

Yıllar sonra yapılan röportajlarda, Pirabaharan, asla Urmila’nın adını anmadı ve Uma’yı sadece TEKK’nin ahlak kurallarını ihlal etmekle suçladı. “Bu, bir birey ile Kaplanlar hareketi arasındaki bir sorundu” dedi 1984’te. “Sorunla ilgili hiçbir sorumluluğum bulunmamaktadır. Sorunu yaratan Uma’dır… Bir devrimci hareketin lideri, kendisini tümüyle örgütün disiplinine adamalıdır. Eğer bir lider temel kuralları ve ilkeleri ihlal ederse, kaos ortaya çıkar ve örgüt çöker.”

Ancak ayrışma o kadar çabuk yaşanmadı. Acılı ve uzun bir süreçti…

Anton Balasingham’ın TEKK’ye girişi

O tarihten sonra TEKK’nin Londra temsilcileri Kaplanların saflarına Londra’da yaşayan Sri Lankalı bir Tamili katmaya karar verdi. Adam Marksistti, sağlam bir ideolojik zemine sahipti, Tamil bağımsızlık davasına sadıktı ve daha aktif bir rol oynamak istiyordu. O zaman kadar, devletin verdiği evinde çalışıyor, kendisine yaklaşan tüm Sri Lankalı Tamil grupları için Tamilce ve İngilizce broşürler yazıyordu. Ve neredeyse herkes ona gidiyordu: TEKK, GUES (EROS’un öğrenci kanadı) ve Tamillerin en büyük sürgün grubu olan Tamil Kurtuluş Örgütü (TKÖ). TEKK’nin şimdi peşinden koştuğu adam Anton Stanislaus Balasingham’dı.

Balasingham eski bir gazeteciydi ve 1978’de TEKK’nin ilk basın açıklamasını yayınlayan ve Sri Lanka’nın kuzey doğusundaki olayları kapsayışı açısından dikkat çekici olan Colombo merkezli Tamil gazetesi “Veerakesari” için çalışmıştı. Daha sonra, South Bank Polytechnic’e kaydolduğu Londra’ya taşınmadan önce Colombo’daki İngiliz Yüksek Komisyonuna tercüman olarak girdi. TEKK kendisine sıradışı bir taleple geldiğinde Adele adında Avustralyalı genç bir kadınla yaşıyordu: Acaba Madras’a gidip TEKK üyelerine ideolojik dersler verebilir miydi ve belki de süreç içerisinde Kaplanlara kendi iç fikir ayrılıklarının üstesinden gelmelerinde yardımcı olabilir miydi? Balasingham kabul etti.

Elbette TEKK liderliği Balasingham’dan habersiz değildi. 1978’de yayınlanmış olan Tamilce ilk TEKK belgesi onun tarafından kaleme alınmıştı. Havana toplantısının broşürünü de o yazmıştı. TEKK ona istediğini söylerdi; Balasingham bir taslak hazırlar, düzeltmeler ve değişiklikler için Uma’ya gönderir ve ardından bu belge TEKK belgesi olarak yayınlanırdı.

1979’da, TEKK’nin “Sosyalist Tamil Eelam’a Doğru” adlı ilk ana teorik eserini yazdı. Önce Tamilce ardından da İngilizce yayınlandı ve Jaffna entelijensiyası arasında anında popüler oldu. Balasingham doğal olarak büyük saygı görüyordu. 1979’da Madras’a kaçtığında, büyük bir heyecan ve beklenti vardı.

Bala coşkulu biriydi. Otel odasında tanıştırıldıklarında Pirabaharan, Uma ve diğerleriyle nazikçe el sıkıştı. Pirabaharan’ın ona gösterip öldürülen polis memuru Bastiampillai’ye ait olduğunu söylediği tabancayı dikkatli bir şekilde inceledi. Bala silahı gülümseyerek Pirabaharan’a geri verdi; TEKK için ders vermeye hazır olduğunu bildirdi.

Her ikisi de Marksizme yoğun ilgi duymakla birlikte Uma ve Bala nasıl olduysa birbirine uzak durdu. Diğer taraftan, Bala, daha genç olan Pirabaharan ile anında bir ilişki geliştirdi. Ve bu durum, Bala’ya yaklaşmanın temel amaçlarından birini ortadan kaldırarak yalnızca Uma-Pirabaharan yarılmasını ateşledi.

Bala, dersleri sırasında Uma’nın sorularından bıkmıştı. Hiç şüphe yok ki Uma iyi okumuştu ama aynı zamanda çok soru sorma alışkanlığı da vardı. Bu alışkanlığı daha sonra ona Hindistan resmi yetkilileri nezdinde büyük sorunlar çıkaracaktı. Eğer Uma, Bala’nın söylediklerinden tatmin olmazsa, ki bu sık sık yaşanıyordu, memnuniyetsizliğini çok açık bir şekilde ifade ediyordu. Bala, Uma’nın Londra’da hazırladığı belgelerdeki düşüncelerini üst üste koyduğunu biliyordu. Bunun aksine Pirabaharan, makul bir dinleyiciydi ve neredeyse hiç soru sormuyordu.

Pirabaharan’ın davranışının bir nedeni de Marksist politika ve ideolojiye neredeyse toptan ilgisizliğiydi. Pratik bir adamdı, yalnızca kendi militan grubunu kurmayla ilgileniyordu. Kendisi hastalandığında hiç umursamazdı; ama bir arkadaşı hastalandığında, sağlığı hakkında sayısız istekte bulunurdu. Bir arkadaş haber vermeden kampa gelip yemek istediğinde Pirabaharan kamptan çıkıp vahşi bir tavuk avlamakta ve zevkle pişirmekte tereddüt etmezdi.

Okumaya duyduğu ilgi, askeri konularla sınırlıydı (çoğunlukla arkadaşlarından ona uzun makaleler okumasını isterdi); diyalektik materyalizm ona göre değildi. Bazen, Tamil romanlarına ve dergilerine ve bazen de diğerlerini çok şaşırtan bir olay olarak çocuklara yönelik “Ambulimama” (chandamam) dergisine gömülürdü.

Ama Bala’yı dikkatli bir şekilde dinlerdi. Bala da genç adamın bir grup Eelam’ı bir araya getirme yeteneğinden ve silahlı bir mücadele verme kararlılığından etkilenmişti. Vavuniya’da aynı tarihlerde Pirabaharan ile tanışan Jaffna’lı bir akademisyen de benzer bir sonuca ulaşmıştı; pratik bir adam ama “Sosyalist Eelam’a Doğru” adlı eserin aktarmaya çalıştığı ideolojiyi hiçbir şekilde anlamamış. “Sosyalizm hakkında hiçbir şey bilmiyorum” diyordu Pirabaharan. “Ama tüm bu kast farklarının yok olmasını istiyorum.”

Akademisyen, silahları ele almadan önce insanları politize etmenin önemli olduğunu öne sürdüğünde Pirabaharan çok öfkelenmişti… Akademisyen ısrar ettiğinde, Pirabaharan gizlemediği bir küçümseme ile şu yorumda bulundu: “Siz koltuk entelektüelleri kandan korkuyorsunuz. Öldürmenin olmadığı hiçbir mücadele olmaz. Ne yapmamı istiyorsunuz? Sizler konfor içerisinde yaşayıp benim hatalı olduğumu ispatlamaya çalışıyorsunuz. Peki ne yapmalıyım? Siyanür içip ölmeli miyim?”

Büyüyen anlaşmazlık

Pirabaharan, bir mücadelede öldürmenin önemli, hatta zorunlu olduğunu düşünüyordu; bu ayrıca devrimcilere kendilerini çelikleştirmede yardımcı oluyordu. Herhangi bir neden olmadan öldürmedi; ama öldürmesi gerektiğinde tereddüt etmezdi. Pirabaharan’ın en sonunda Uma ile yollarını ayırmaya karar vermesi çok doğaldı.

Bala Londra’ya firar ettikten sonra Pirabaharan, Uma’ya karşı suçlamalarını sürdürdü. Uma, onu bunu yapmaya Bala’nın kışkırttığını düşünüyordu. Uma, Pirabaharan ile aralarında, TEKK’nin, 1977 seçimlerinden sonra etkisiz hale geldiğini düşündüğü TULF’a karşı tutumu üzerinden gelişen fikir ayrılıklarını korudu.

Uma TEKK’den kendisi ayrılmadı; Pirabaharan’ın isteği üzerine merkez komite tarafından atıldı. Ama politikacı olan Uma kolay vazgeçmeyecekti. Kendini TEKK’nin lideri olarak göstermeye devam ederek Pirabaharan’ı daha da çileden çıkardı. Uma’nın sırdaşlarından S. Sivashanmugamurthy, TEKK’nin silahlarından bazılarıyla ortadan kayboldu. Pirabaharan hızla tepki göstererek Uma’nın eline düşmesini önlemek için diğer gizli yerlerdeki silahları aldı.

Pirabaharan kızmıştı. TEKK tüzüğü, hizipleri veya eski üyelerin yeni gruplar kurmasını yasaklıyordu. Burada, başkaları değil bizzat Pirabaharan tarafından TEKK’nin başkanı olarak adlandırılmış olan kişi kendisini gerçek TEKK olarak ilan ediyordu…

Ama Pirabaharan, Uma’nın ihanetinin sorunun sonu olduğunu düşünüyorsa yanılıyordu. Uma’nın gidişi sorunsuz olmadı; Pirabaharan’ın, Uma’nın atılması ısrarından herkes memnun olmadı…

Beş kişilik yeni bir merkez komite seçildi ancak Pirabaharan, örgütte son sözü söyleyecek kişinin kendisi olmasını talep etti. Bunu herkes kabul etmedi. Bir grup yeterince yeraltında kaldıklarını söyleyerek bir “Tamil Koruma Birliği” kurmak üzere ayrıldı. Bir başka grup ise, TEKK’nin kendisini kitle örgütüne dönüştürmesini talep etti. Bir noktada, Pirabaharan’ın yanında kalan tek kişi Baby Subramaniam gibi görünüyordu.

Bu, Eelam için gençlik yıllarında evini terk etmiş bir adam için çok fazlaydı. Kurduğu ve büyük bir özenle geliştirdiği grubunun yavaş ama kesin dağılışını görüyordu.

Uma Maheswaran’ın ihracı

Pirabaharan, kısa bir süre sonra, Jaffna’nın Thirunelveli şehrinde bir akrabasının evinde, yüzü keder içerisinde TELO’dan Thangathurai, Kuttimani ve Nadesuthasan ile görüştü. “Seni bir ‘Thambi’ (genç kardeş) olarak bıraktım. Bir thambi olarak geri döndüm”, dedi VVT’den akrabası Thangathurai’ye…

Thangathurai onu kucaklamaya hazırdı. Ama TELO içerisinde farklı farklı görüşler vardı. Sri Sabaratnam da dahil olmak üzere en az üç kişi Pirabaharan’ı TELO’da istemedi. Kuttimani, Pirabaharan’a biraz silah verilip bağımsız bir şekilde çalışmasının sağlanmasını önerdi. Thangathurai son kararı verdi. Diğerlerinin isteksizliğine rağmen, Pirabaharan’ı Tamil Nadu’da gerçekleştirilmesi planlanan bir TELO askeri eğitiminden sorumlu kıldı. TEKK daha sonra Pirabaharan’ın TELO ile ilişkisini iki grup arasında bir “çalışma ittifakı” olarak açıklayacaktı.

Pirabaharan eski Kaplan arkadaşlarıyla temas kurmaya devam etti; karizması, sadece birkaç hafta önce safları terk etmiş olan bazılarını geri getirdi. Pirabaharan etrafında toplanan tükenmiş TEKK grubu kısa bir süre içerisinde 10’dan fazla tabanca, iki AK-47, iki G-3 tüfeğe sahip olacaktı. Daha önce, Tamil Nadu’da eski Hindistan ordusu askerlerinden bazı kullanılmış silahlar satın almışlardı.

Bunları kuşanan Pirabaharan ve arkadaşları, sahip olduklarını TELO ile birleştirdi… Mart 1981’de, TELO, Neerveli banka soygununu başarıyla gerçekleştirdi ve iki polisin öldüğü kanlı baskının sonrasında grup, inanılmaz bir rakam olan 8.1 milyon rupi daha zengindi. Operasyonun komutası Kuttimani’deydi.

Bu silahlı soygun Kuttimani’’nin kaderini belirledi. 5 Nisanda o ve Thangathurai ile Jegan, Tamil Nadu’dan kaçmaya çalışırken yakalandı. Pirabaharan şanslıydı. Onları deniz kenarından alacaktı ancak iş, son dakikada Sri Sabaratnam’a verildi. Üçlünün beklenmedik yakalanışı, yine Pirabaharan’ın en iyi bildiği işlerden birini yapmasına neden oldu. Hiç zaman kaybetmeden gizli silahları yeni zulalara aktarmaya başladı. Bazı yerler silahlar taşındıktan hemen sonra polis tarafından basıldı.

Eş zamanlı olarak, polis, kısmen TELO’yu bitirmek, kısmen de 4 Haziran’da yapılması planlanan Bölge Gelişim Konseyi (DDC) seçimleri sırasında huzuru korumak için şüpheli militanları ve sempatizanları takibe ve yakalamaya başladı. Ama Uma’nın başka fikirleri vardı. Uma, Pirabaharan’la ayrıldıktan sonra TEKK mirasının varisi olduğunu iddia etti. Ancak, hem Sri Lanka hem de Tamil Nadu’daki arkadaşlarından, TEKK’nin adı üzerinde hak iddia etmeye son vererek Pirabaharan ile arasındaki anlaşmazlığı bitirmesi yönünde baskı görüyordu.

Uma da zaten, kendisini Pudhiya Padai (Yeni Yol) adlı bir Tamil dergisi ile ilişkilendirerek o yönde hareket etmeye başlamıştı. Derginin editörlüğü, ateşli bir solcu olan ve en nihayetinde Tamil Eelam Halk Kurtuluş Örgütü’nde (PLOT) başkan yardımcısı olacak olan Uma’nın güvenilir teğmeni Sivasanmugamurty tarafından yapılıyordu. Daha sonra Uma, DDC seçimlerine katıldığı için TULF’a şiddetle karşı çıktı ve Pirabaharan’a karşı yumuşak davrandığını düşündüğü Amir’e sinirlendi.

Uma, DDC seçimlerini sabote etmeye kararlıydı. 24 Mayıs’ta PLOT, UNP adayı A. Thiagarajah’ı vurdu. Bir hafta sonra, silahlı bir PLOT üyesi -muhtemelen de Uma’nın kendisi- Jaffna şehri yakınlarındaki bir TULF mitinginde ateş açarak iki polisi öldürdü. Bu ölümler, Jaffna’da ve Sri Lanka’nın diğer bölgelerinde kitlesel Tamil karşıtı ayaklanmalara neden oldu. Polis ve askeriye çılgına döndü, Jaffna’daki şiddet olaylarında alevler içinde kalan binalardan biri de şehrin halk kütüphanesiydi.

Paha biçilmez koleksiyonlarıyla birlikte Tamil ihtişamını gösteren bu abidenin yanıp kül olmasını gören yüzlerce kişiden biri de Pirabaharan’dı.

Madras’a geçiş

Artık Pirabaharan’ın temel kaygılarından biri de ne zaman kaçacağı idi. Thangathurai ve Kuttimani’nin tutuklanmasından sonra, Jaffna’da yaşamak bir kez daha neredeyse imkansız hale gelmişti. Polis tarafından biliniyor olabileceği endişesiyle normal gizlenme yerlerine gitmiyordu. Neerveli soygunundan sonra, Sri Sabaratnam ile birlikte Vavuniya’nın batısındaki Mannar ormanlarında gizlendi ve orada bir süre kaldı. Daha sonra tekrar Jaffna’ya döndüğünde, çalılıklar ve tarlalar da dahil olmak üzere bulabildiği her yerde uyudu ve gündüz vakti hareket etmekten kaçındı.

Annamalai Varatharaja Perumal yardım etmeyi önerdi ve Pirabaharan’ın isteği üzerine güvenli bir ev ayarladı. Perumal bir ev kiralayıp annesinin orada kalmasını istedi. Kirayı Kaplanlar ödedi. Pirabaharan orada hiç kalmadı ama istediği zaman gidip geliyordu.

Ancak polis takibi devam ediyordu ve 5 Temmuz’da Pirabaharan, en güvendiği adamlardan biri olan Raghu’yu, güvenli bir ev isteğiyle VVT’teki TELO aktivisti Shivaji Lingam’a gönderdi. Shivaji hiç gecikmeden güvenli bir ev ayarladı. Ev, VVT ordu karargahının yakınındaydı ama kimse şüphelenmedi.

Pirabaharan, o gece yaklaşık 10 kişiyle birlikte, bir G-3, bir AK-47, bir SMG, bir av tüfeğiyle silahlanmış olarak geldi. Grupta ayrıca tabancalar da vardı. Ev, hepsini barındıracak kadar büyüktü ve kendi tuvaleti vardı; böylece kimsenin herhangi bir nedenle dışarı adım atması gerekmiyordu. Ancak Pirabaharan kalmak niyetinde değildi. Shivaji’ye güvenilir bir sandalcının kendisini ve arkadaşlarını Tamil Nadu’ya götürüp götüremeyeceğini sordu.

1983’e kadar hiçbir Tamil militan grubunun kendisine ait teknesi yoktu. “Delikanlılar”, dost ve o zamanlar şüphe çekmeyen, “Otti” olarak adlandırılan sandalcılar tarafından taşınıyordu. Otti’ler, Palk Boğazını çok iyi tanıyorlar, hem havayı hem de gümrük ve donanma teknelerinin hareketlerini çok iyi biliyorlardı.

Sert adamlardı ve militanların çoğu onlardan korkardı. Her biri Tamil Nadu sahiline 100-200 rupi karşılığında gidiyordu; bazı Otti’ler ise hiç ücret almazdı. Daha sonra çok sayıda Otti militan gruplara katıldı.

6 Haziran’da Pirabaharan ve grubu için bir tekne hazırlandı. O gece, tüm ekip Shivaji’nin gizli evinden çıktı. Tam evden çıkarken, hala evde olan birinin elindeki silah yanlışlıkla patladı. Kurşun yatağa saplandı.

Gizliliğe düşkünlüğüyle bilinen Pirabaharan çılgına dönmüştü. Ancak sesin çok uzağa gitmiş olamayacağından emin olduktan sonra sakinleşebildi.

Grup tekrar yola çıktığında başka bir tehlikeyle daha karşılaştı. Bir ordu jipi, farları sönük halde, bulundukları yöne doğru geliyordu. Pirabaharan da dahil herkes, tam zamanında yere yatarak jip geçene kadar bekledi. Pirabaharan ayağa kalktı, gözden kaybolan jipin ardından baktı ve sahile doğru yürümeye devam etti. Birkaç dakika içinde Hindistan’a doğru yol alıyordu.

Tamil Nadu’daki yaşam da gül bahçesi değildi. Neerveli ganimetinden elde edilenleri Kuttimani’nin yakalanması ile kaybeden Pirabaharan’ın adamları bu gidişatta çok zorlandı. Ancak küçük bir Tamil Nadu politikacısı çevresi ve dost orman muhafızları, Maduri’deki bir orman şeridini temizledikten sonra 25 kişilik bir eğitim kampı açmasında Pirabaharan’a yardımcı oldular.

Emekli bir Hindistan Hava Kuvvetleri subayı da Sri Lanka’lıların eğitimine destek oldu. Atış talimlerinde yalnızca tabancalar ve av tüfekleri kullanıldı, çünkü grubun otomatik silahlara ait cephanesi azdı.

Pirabaharan ve diğerleri, düşük bir standartta yaşıyordu ve paralarının çok azını yiyecek için harcıyorlardı. Paradan sorumlu arkadaşları, harcanan her rupinin hesabını istiyor ve titizlikle tutuyordu. Bir kişinin günlük harcama sınırı 12 Sri Lanka rupisidir.

Bu arada Jaffna’da, PLOT, Temmuz’da Anaikottai polis istasyonunu, üç ay sonra da Killinochi’deki Halk Bankasını bastı.

15 Ekim’de, Jaffna’da Pirabaharan’dan sonraki en yüksek profilli TEKK suikastçısı olan, Seelan kod adlı Charles Lucan Anthony, Kankesanthurai yolunda bir ordu jipini pusuya düşürerek iki askeri öldürdü. Bu, Tamil militanlarının Sri Lanka ordusuna ilk saldırısıydı.

1982’de, Uma’nın sağ kolu Sivashanmugamurthy, vurularak öldürüldü. Jaffna’daki basına göre, bunu yapanın Seelan olduğuna inanılıyordu.

Keder içerisindeki Uma, Pirabaharan’la ilk kavgaları sırasında ona destek olan iki adam eşliğinde Tamil Nadu’ya gitti: Kannan kod adlı Somasundaram Jyotheeswaran ve Kaka kod adlı Thuraiarajah Sivaneswaran. Ancak Pirabaharan çok hazırlıklıydı. Herhangi bir muhalefete tahammül edecek biri değildi.

Sivashanmugamurthy’nın katli zaten Madras’ta sorunlara yol açmıştı. EROS’tan ayrılmış olan Kandasamy Padmanabha, Madras’ta katliamı lanetleyen bir bildiri yayınladı.

Pirabaharan ve Sri Sabaratnam bir arabayla Pathmanaba’nın evine geldi, ancak Pathmanaba evde değildi. Buna rağmen, Pirabaharan’ın adamları evi kontrol etmekte ısrar etti ve girmelerine izin verilmediğinde hemen silaha sarıldılar.

Uma ve Pirabaharan’ın tutuklanması

Uma savaş istiyorsa, Pirabaharan ona bunu vermeye çoktan hazırdı. Eelam kampanyasını destekleyen Hindistanlı bir Tamil olan Pavalar Perum Chitranar, Uma ile Pirabaharan arasındaki fikir ayrılıklarını düzeltmeyi denedi ancak başarısız oldu. İkili yüz yüze geldiklerinde, Pirabaharan, bir liderlik karmaşasının ardından TELO ile bağlarını resmi olarak kesti ve TEKK’nin tartışmasız lideri haline geldi.

19 Mayıs’ta, Uma ve Kannan, Madras’taki Pondy Pazarında bir restoranın önünde motosiklete binerken Kanna Pirabaharan’ı ve eski kurtlardan biri olan Raghavan’ı gördü.

Uma ve Pirabaharan silahlarını neredeyse aynı anda çekti ancak ilk tetiği çeken, daha atik Kaplan şefiydi. Pirabaharan en az altı mermi yaktı. Ancak, Uma kurtulmayı başardı. Kannan ise o kadar şanslı değildi; beş yerinden yaralanmıştı ve yakalandığında kanaması vardı.

Pirabaharan ve Raghavan da kaçmayı denediler, ancak girdikleri kalabalığın içerisinde, olay yerine koşmuş olan polisler tarafından yakalandılar. Uma, altı gün sonra, bir tren istasyonunun yakınında sıkıştırıldı ancak kendisini sıkıştıran polise ateş etmeden teslim olmadı.

Her şey bir anda sütliman olmuştu. Tamil Nadu polisi, Sri Lanka’nın en çok aranan iki adamını ele geçirmişti ve hızla onları çeşitli suçlarla itham ettiler.

Zaman, Sri Lanka yetkililerinin Madras’a uçup Kuttimani’yi kelepçeler içerisinde geri getirdikleri 1973 değildi. Her ikisi de o zamanlarda Tamil Nadu politikacılarının bazılarıyla bağlar geliştirmiş olan Pirabaharan ve Uma’nın yakalanışı farklıydı.

Sri Lanka hükümeti elbette çok memnundu. Sri Lanka Savunma Bakanı Yardımcısı T. B. Weerapitya, tutuklamalardan dolayı Tamil Nadu polisine bir milyon rupi ödül verileceğini duyurdu. Pirabaharan’ın yakalanışı, çok sayıda üyesi Tamil Nadu’da olan TEKK için büyük bir geri düşüştü. Bu defa, Kaplanlar kapana kısılmıştı. En yaşlıları olan Subramaniam’a danışmadan, Kittu, Pandithar ve Pulendren de dahil olmak üzere diğerleri Pirabaharan’ın iadesini önlemek için çarpıcı bir şeyler yapmaya karar verdiler.

Madras’ın en uzun gökdeleni olan LIC binasının çatısına çıkıp liderleri serbest bırakılmazsa toplu intihara kalkışmayı planlıyorlardı. Subramaniam bu saçma planı duyduğunda dehşete düştü. “Unutun bu aptal fikri” dedi, kızgınlık içerisinde. “Pirabaharan’ın serbest bırakılmasını sağlamak benim görevim. Bunu bir şekilde yaptıracağım.”

Genelde Subramaniam olarak tanınan Baby, görevi metodolojik olarak ele aldı. O tarihe kadar, TEKK’nin Tamil Nadu’daki alçakgönüllü halkla ilişkiler adamıydı. Yeni kişilerle tanışıyor, onları adadaki Tamil mücadelesi hakkında eğitiyor ve eyalette adım adım, yıllar sonra Hindistan ordusuyla kapıştıklarında bile Kaplanları destekleyecek bir destek ağı kuruyordu.

Pirabaharan, Tamil Nadu’dayken bile geride durdu ve kendisini gerekmedikçe ifşa etmedi. Baby, bir şeyler yapması için Nedumaran’a başvurdu. Nedumaran’a çok ısrar etmeye gerek yoktu zaten.

Kongre Partisinden ayrılmış ve Tamil Nadu Kamaraj Kongresini (TNKC) kurmuş olan Nedumaran, 1 Haziran’da Madras’ta tüm partileri kapsayan bir toplantı düzenledi ve burada, Tamil Nadu hükümetini ve Yeni Delhi’yi, Uma ve Pirabaharan’ı sürgüne göndermeye davet etti. DMK toplantıya katılmadı ancak başbakan MGR bir temsilci gönderdi. Subramaniam da gözlemci olarak katıldı.

Ancak, Karunanidhi de sessiz değildi. Daha geçen yıl, Sri Lanka’daki Tamil karşıtı ayaklanmayı kınamak için kitlesel sokak protestoları örgütlemişti. Şimdi de, Pirabaharan ve Uma’nın Colombo’ya geri gönderilmeleri halinde idam edileceklerini iddia ederek iade işlemine karşı kampanya yürüttü.

Kurnaz rakip MGR, politik riskleri gördü ve polisten soğukkanlı olmasını istedi. Polis kuvvetindeki sadık uşağı K. Mohandas, adamlarının ödülle de iade işlemiyle de ilgilenmediğini beyan etti.

Kefaletle serbestler

Tutuklama haberleri Jaffna’da sarsıcı etki yaptı. Bir avukat ve efsanevi lider Chelvanayagam’ın oğlu olan S. C. Chandrahasan, Pirabaharan’ın kendisini bekleyen babasını bulmak için eve döndü. Veluppillai, Chandrahasan’dan Madras’a gitmesini ve oğlunun güvenliğini sağlamasını istedi.

Chandrahasan, Madras’ta, başkanı olduğu DMK partisi o dönemlerde Başbakan Indira Gandhi’nin müttefiki olan Karunanidhi ile buluştu. Karunanidhi, derhal Gandhi’ye bir elçi gönderdi ve Uma ile Pirabaharan’ın Sri Lanka’ya dönmeye zorlanmayacakları sözünü aldı.

Bir Tamil olan Sri Lanka’lı Başmüfettiş Rudra Rajasingham, aranan adamları eve geri getirme emriyle Madras’a geldikten sonra, üzgün bir adam olarak geri dönmek zorunda kaldı.

6 Ağustos’ta, Madras mahkemesi suçluları kefaletle serbest bıraktı ve Tamil Nadu’da farklı şehirlerde kalmalarını ve bulundukları yer hakkında polisi bilgilendirmelerini emretti. Pirabaharan Madurai’ye, Uma ise Madras’a verildi. Her iki yerde de onları barındıracak sempatizanlar vardı.

Bu, Pirabaharan için çok verimli bir dönemin başlangıcıydı. Madurai’yi önceden biliyordu. 1981’de, TELO ile birlikteyken oraya gelmişti. TEKK’yi tekrar canlandırdıktan sonra çoğu onun safına geçti.

Nedumaran ile kalmaya karar verdi. Bir müfettiş ve iki memur onu koruyacaktı. Ama Nedumaran nüfuzlu biriydi ve polis, Pirabaharan’ın yeni arkadaşlar bulmak, eski bağları yeniden kurmak ve hatta Madurai’de dolaşmak için Nedumaran’ın evinden çıkmasına göz yumacak kadar hoş görülüydü.

Madurai, Pirabaharan’a, neredeyse on yıl önceki militanlık hayatının başlangıcından o güne kadar tüm başarılarını ve tüm başarısızlıklarını gözden geçirecek bolca zaman sundu. İçe dönme, okuma ve gelecek yıllara hazırlanma zamanıydı. Burada Hindistan politikasına, onun nasıl işlediğine ve doğru bağlantılarla nasıl kullanılabileceğine dair de iyi bir anlayış edindi.

Nedumaran’ın etkilenecek gerekçeleri vardı. Pirabaharan’ı 1981’de Jaffna’da gördüğünü hatırladı, ancak Pirabaharan o zaman kimliğini açık etmemişti. Doğal olarak hapiste Pirabaharan’ı görünce şok geçirmişti. “Pek çok nedenle sana (kim olduğumu) söylemedim” dedi Pirabaharan. Bu, gizli işlere inanan bir adam için olumlu bir yöndü.

Baby ve Chellakili de dahil bazı TEKK üyeleri Madras’taki TNKC bürosunda kalıyorlardı ve Pirabaharan ile temas halindeydiler. Kaplanlar çoğunlukla aç ve uykusuzdu, ancak gazetelere, Hint ve yabancı dergilere ve geniş bir yelpazedeki sol literatüre bolca para harcamaktan hiç çekinmiyorlardı. Silahlar ve cephanelerle ilgili kuşe kağıttan kitaplar da alıyorlardı. Baby içlerinde titizleriydi ve bir baba figürü olarak hareket ediyordu.

Bu esnada Pirabaharan, esaslı bir şifreli dil denemeye başladı. Bunu, Tamil alfabesindeki her bir harfe bir sayı vererek başka biçimlerde daha önce Jaffna’da denemişti. “Bu, güvenlik için” diyordu arkadaşlarına.

Şimdi, daha çok kişinin kafa kafaya verdiği Tamil Nadu’da, şifrenin anlaşılması veya çözülmesi çok daha zor görünüyordu. Deneye tanık olan bir Hintli, şifreli dilin Çince veya Japonca olduğunu düşündü.

Para sorun olmaya devam ediyordu. Pirabaharan ve arkadaşları, genellikle ekmek ve reçelle yaşıyordu. Bu durum, Pirabaharan’ın özellikle yengeç olmak üzere vejetaryen olmayan yemeklere sevgisini bastırması anlamına geliyordu. Nedumaran, Kaplanların gözlerinde ve yüzünde sık sık açlık ifadesi görüyordu, ancak yemek yeyip yemedikleri sorulduğunda, Kaplanlar gerçeği söylemeye utanıyorlardı.

Pirabaharan, Eelam hakkında hayaller kurmadığı ve Nedumaran’la Kaplan bayrağı veya üniformaları hakkında tartışmadığı zamanlarda, Tamil edebiyatının, özellikle de Subash Chandra Bose, Fidel Castro ve Che Guevara hakkında veya doğrudan bu kişiler tarafından yazılmış kitapların zevkini çıkartıyordu. Hatta yardım almadan okuyabilmek için Che’nin bir kitabını İngilizce’den Tamilce’ye çevirtmişti.

Aşırı dindar değildi ancak arada bir Madurai’deki tarihi Meenakshi Amman tapınağına giderdi. Temiz ve basit giyinirdi ve diğerlerinin de öyle yapmasını beklerdi. Her gün tıraş olur ve olmayanları azarlardı.

Temel kuralı, az konuş çok duy idi.

Ama bunlar dışında arkadaşlarına saygılı davranırdı. Kabadayılık yapmazdı, o konuşurken diğerleri dinlerdi. “Thambi” (kardeş) olarak çağrılmakta hiç mahsur görmezken; Uma, “thalaivar’ (lider) olarak çağrılıyor ve böyle olmasını istiyordu.

Chavakachcheri Polis Karakoluna saldırı

Pirabaharan’ın ilgi duyduğu temel şey, Tamil Nadu’da eski arkadaşlara ve yeni katılanlara silah kullanma eğitimi verebileceği ve gerilla savaşının kurallarını öğretebileceği merkezler kurmaktı. Hindistan’da üsler olursa çok daha iyiydi. Sri Lanka yetkilileri baskın yapamazdı ve bir sorun çıkarsa, Tamil Nadu’daki arkadaşların yardımına güvenebilirdi.

Sirumalai, Pollachi ve Mettur’da, Kaplanlara telsiz ve silah kullanımının öğretildiği gizli evler oluşturdu.

Pirabaharan, yakınındaki Kaplanlara Jaffna’da TEKK üniformaları içinde en az 100 genç adam görme yönündeki ciddi isteğini anlattı. Ama Pirabaharan, sonsuza kadar Tamil Nadu’da kalacak biri değildi. Madurai’de yedi ay geçirdikten sonra Jaffna’nın onu beklediğine karar verdi. Nedumaran’a, gidip gidemeyeceğini sordu. TEKK lideri, istediği onayı aldıktan sonra bir gün Madurai’den Madras’a seyahat ederken birden bire ortadan kayboldu.

Polis, başta, gözetimi altında olan adamın Sri Lanka’ya kaçtığını kabul etmeyi reddetti. Bangalore ve Pondicherry’de onun için bir insan avı başlattılar. Ama o zamana kadar Pirabaharan çoktan Jaffna’ya ulaşmıştı.

Tamil yarımadası pek değişmemişti. Madras’taki Uma-Pirabaharan silahlı çatışmasından yalnızca bir hafta sonra, kimliği bilinmeyen adamlar, iki Tamil gencini Jaffna’daki evlerinden aldıktan sonra vurmuştu. TEKK sempatizanı olduğu düşünülen iki adamın kurşunlarla delik deşik olmuş bedenleri, Jaffna şehrinden yaklaşık 16 kilometre uzakta bir pirinç tarlasında bulundu. Katillerin PLOT’dan olduklarına inanılıyordu.

Cinayetler Tamil topluluğunu sarsmıştı. Ocak 1982’de Sundaram’ın katledilmesinden bu yana, insanlar, “delikanlılar”ın “delikanlılar”ı öldürdüğünü fısıldar olmuştu. Uma-Pirabaharan çatışması yeterince kötüydü. Ancak, Jaffna’da iki Tamil’in soğukkanlı bir biçimde öldürülmesi daha sarsıcı idi.

Cinayetler yalnızca Pirabaharan’ın öfkesini arttırdı. Uma ve Pirabaharan kefaletle serbest bırakıldıktan sonra, Perum Chitranar onları tekrar bir araya getirmeyi denedi. Pirabaharan, avukatları aracılığıyla, “Bundan sonra aramızda bölünme olmamalı. Her iki grup bir araya gelmeli” şeklinde bir açıklama yayınladı.

Ayrıca o ve Uma, avukat Chandrahasan’a artık Hindistan’da birbirleriyle kavga etmeyeceklerine dair ayrı ayrı güvence verdiler. Perum Chitranar, Dravida Kazhagam bölünüp Dravida Munnetra Kazhagam kurulduğunda Tamil Nadu’da yaşanan durumu Pirabaharan’a hatırlattı. DMK lideri C. Annadurai, bölünmeye rağmen her iki partinin çift namlulu bir silah gibi olacağını beyan etmişti. Perum Chitranar’ın vurguladığı gibi, Pirabaharan ve Uma da DK ve DMK gibi olmalıydı.

TEKK lideri, Uma’nın kendine ait bir grubu olmasına izin verdi, ancak hiçbir koşulda kendisinin bir Kaplan lideri olduğunu iddia etmeyecekti. Madurai’ye gitmek üzere ayrılmadan önce Perum Chitranar, Pirabaharan ve Uma’dan bundan böyle asla birbirlerini öldürmeye çalışmayacakları yönünde söz aldı. Perum Chitranar ve Pirabaharan bir daha asla karşılaşmadı.

Pirabaharan’ın yokluğunda, TEKK, Sri Lanka güvenlik kuvvetlerini aralıklı da olsa meşgul ediyordu. 2 Temmuz’da Kaplanlar, Jaffna’ya yaklaşık 30 km uzaklıkta küçük bir şehir olan Nelliady’de bir polis devriyesini pusuya düşürerek dört Singala polisini vurdu ve diğer üçünü de ciddi şekilde yaraladı.

İki ay sonra, TEKK, Başkan J. R. Jayawardene’nın Jaffna’ya ziyareti sırasında Ponnalai’de bir donanma konvoyuna mayın saldırısı düzenledi, ancak mayın sadece bataklık yoluna zarar verdi.

En cüretkar TEKK operasyonu 27 Ekim 1982’de geldi. Seelan’ın komutasındaki sekiz kişilik Kaplan grubu gasp ettikleri bir minibüsle, bir G-3, bir makineli tüfek, iki tabanca, bir SMG ve el bombalarıyla silahlanmış olarak Chavakachcheri polis karakoluna geldi.

Polis karakolu iyi korunuyordu ve ele geçirilemez olduğu düşünülüyordu. Seelan’ın yanında Aruna, Shankar, Pulendran, Raghu, Mahathaya, Santhosam ve Bashir Kaka vardı. Bu aslında o zamanlar TEKK’nin Jaffna’daki çekirdeği idi.

Minibüs polis karakoluna ulaştığında Seelan ve Raghu iki katlı binaya yönelerek dışarıdaki muhafızlara ateş açtı. Biri anında öldü. Ardından Kaplanlar hızla ilk kata yöneldi. Seelan, askeri olarak çok iyi durumdaydı, odadan odaya sıçrıyor, masanın altına saklanmış bir polisi vuruyor ve iletişim cihazlarını kırıyordu.

Shankar ve Santhosam, karakolun arka tarafındaki lojman kanadına saldırdı. Aruna ve Bashir Kaka, iki SMG, dokuz tüfek, bir tabanca, 19 makineli tüfek ve iki av tüfeğinden oluşan cephaneliği boşalttı. Çatışmada, silah seslerini duyduktan sonra çılgınca hareket eden bir polis şüphelisi de vurulmuştu. Bir polis, kurşunla yaralandıktan sonra balkondan atlayarak bacağını kırdı. İki memur, tuvalete saklanarak kurtuldu.

Ancak bir polis karşı ateş açtı ve üç kişiyi vurdu, ama vurulanların hiçbiri ölmedi. Bir kurşun Pulendran’ın omzunu deldi, bir diğeri Raghu’ya isabet etti ve sağ el kemiğini kırdı, üçüncüsü ise Seelan’ın diz kapağına girerek onu ciddi bir şekilde yaraladı. Onu minibüse Aruna taşıdı.

Pirabaharan’ın yokluğunda TEKK’nin iki numaralı adamı olan Seelan’ın komutanlık görevini üstlenmesi Kaplanlar için ciddi bir soluktu. Kaplan saflarındaki en iyi atıcılardan biriydi ve Pirabaharan’ın güvenilir bir dostuydu. Dayanıklı bir adamdı, ancak o gün, aşırı kan kaybından bayılmıştı. Daha sonra tedavi için Tamil Nadu’ya gönderildi.

Pirabaharan ve Seelan’ın Jaffna’ya geri döndüğü 18 Şubat 1983’e kadar TEKK başka hiçbir askeri operasyon yapmadı. O gün, silahlı bir TEKK üyesi, Point Pedro’da bir Singala polis müfettişi ile şoförünü vurdu.

1982 sonunda Jaffna’daki tek etkin grup TEKK olmasına rağmen polis açıkça endişe duyuyordu. Ordu, askeriyeye karşı operasyonlarda polise yardımcı oluyordu, ancak halk arasındaki destekleri ihmal edilebilir düzeyde olmasına rağmen, hiçbir önde gelen TEKK üyesi yakalanamamış veya öldürülememişti.

Polis istihbarat birimleri hiçbir işe yaramıyordu; aslında polis ağı o düzeydeydi ki TEKK kadroları, şüphe çekmemek için dükkanlardan iki paketten fazla yiyecek almaya çekiniyordu. Yalnızca üç yıl önce Jaffna’da dikkate değer başarılar elde etmiş olan Colombo’daki ordu komutanı Tümgeneral Tissa Weeratunga, durumun büyük oranda değiştiğini itiraf ediyordu. “Üstte olan biz değiliz” dedi bir röportajda David Selbourne’a.Yeri ve zamanı onlar seçiyor. Biz sadece tepki gösteren tarafız.”

Subayın içinde bulunduğu zor durum anlaşılırdı. Seelan’ın yaralanmasına rağmen, Chavakachcheri saldırısı tam bir başarı olmuş ve adanmış küçük bir grubun neler yapabileceğini kanıtlamıştı. Saldırıdan sonra, yetkililer Jaffna’da merkeze uzak 16 polis karakolunu kapattı.

Militanlığın artmasının bir nedeni de, nükseden Tamil karşıtı şiddet ve hükümetin bölgesel özerklik talebini kabul edemeyişiydi. Ilımlı Tamil politik kuvveti TULF’a oy vermiş olanlar, giderek artan bir şekilde bu örgütü oportünist kabul ediyor ve “delikanlılar”ın savaştığı JR ile bir anlaşma yapmaya gönüllü olduğunu düşünüyordu.

TULF zaten bölünmüştü ve kitle desteğine sahip olmasa da ayrılan TELF’nin kuruluşu bile kendi başına önemliydi. Ancak, hükümet propagandasıyla beslenen ortalama Singala, TULF’yi ayrılıkçı görüyor ve adanın kuzeyindeki şiddetin sorumlusu kabul ediyordu.

JR, parlamentonun ömrünü altı yıl daha uzattıktan bir ay sonra Aralık 1982’de bir “ulusal hükümet” önerdiğinde, yapacak başka hiçbir şeyi kalmayan TULF, önerinin üzerine atladı. “Ulusal hükümet”in Tamil halkının temel sorunlarına kalıcı bir çözüm arama yolundaki müzakereler için bir “fırsat” yaratabileceğini söyledi. Etkilenen Tamillerin sayısı çok azdı.

Doğal olarak, Tamiller’in bir zamanlar sevgilisi olan Amir, halk içerisinde eylemlerini savunma konumuna düşmüştü. Ekim 1982’de Jaffna, TELF ve Genel Eelam Öğrencileri Birliği (GUES) öncülüğünde JR’nin ziyaretini protesto etmek için başlatılan yoğun bir genel grevle sarsıldı. Jaffna hastanesine yapıştırılan bir posterde “Eelam halkı çok misafirperverdir ancak işgalcilere değil” yazıyordu.

22 Şubat’ta TEKK, TULF milletvekili M. Alalasundaram’ı, Kaplanlara karşı bir karalama kampanyası yürüttüğü suçlamasıyla Jaffna’daki evinde vurdu ve bu hareket Amir tarafından büyük bir lanetleme ile karşılandı. M. Alalasundaram o olayda ölmedi. Killinochi’de beş askerin yaralandığı iki ordu aracına atılan pusu da dahil olmak üzere Mart ayında daha büyük bir şiddet yaşandı.

TULF’un gerileyişi

Kaplanlar, Tamil bölgelerindeki ruh halini anlamıştı. Bu yüzden, TULF 1983 Mayıs’ındaki yerel hükümet seçimlerine katılmaya karar erdiğinde TEKK, Amir’e doğrudan karşı çıkmaya karar verdi.

Önceki yıl Pirabaharan, TULF’un patronuyla Madurai’de Sri Lanka’daki durum hakkında bir toplantı yapmıştı. Ancak, kendisini Eelam’a adamış gerillanın, politikacının bir başka seçim zaferinin şöhretiyle yakasını kurtarmasına izin vermeye niyeti yoktu.

O tarihten sonra TEKK çok daha uluslararası bir boyut kazandı. Mart ayında grup, Yeni Delhi’deki Bağlantısızlar zirvesinde silahlı mücadelesini gerekçelendiren bir belge sundu. Ülkede ise, TEKK, Jaffna’da TULF’un seçim kampanyasına karşı halkı belediye konseyi seçimlerini boykot etmeye çağıran yüzlerce açık mektup yayınladı.

29 Nisan’da, bisikletli bir tetikçi, seçim kampanyasındaki baş UNP adayı K. V. Ratnasingam’ı, Point Pedro’da bisikletle evine giderken vurdu. İki saat sonra, üç genç bir başka UNP adayı olan S. S. Muthiah’ı vurdu. O gece ilerleyen saatlerde, silahlı adamlar VVT’den bir UNP adayının minibüsünü durdurdu, korumasını dışarı çıkardı ve adamı vurdu.

Tüm olaylarda suikastçılar, kurbanların, TEKK’nin seçimlere katılmama çağrısına karşı çıktıkları için idama mahkum edildiklerini söyleyen notlar bıraktılar.

Bunun ardından, tüm UNP ve Tamil Kongresi adayları yarışmadan çekildi. Ancak hükümet tarafından seçim organizasyonu çoktan yapılmıştı.

Tamil seçmenler, seçim günü harika bir karara vardılar. Kuzeydeki nüfusun neredeyse yüzde 90’ı seçim sandıklarından uzak durdu. TULF, Point Pedro’da ve Pirabaharan’ın memleketi VVT’de oyların yalnızca yüzde 2’sini aldı.

TULF yüzde 10’un altında oy aldı. Önceki yıl DDC seçimlerinde yüzde 80 katılım gözlenmişti. Oylama sona ermeden yaklaşık bir saat önce, Seelan, Jaffna’daki Kandarmadam kentinde bir oy verme merkezinin bahçesindeki bir duvarın arkasına sürünerek bir el bombası fırlattı ve ayrıca ateş açarak bir askeri öldürdü. Hiç zaman kaybetmeyen Chellakili, ölen askerin T-56 suikast silahını aldı. Ardından Seelan saldırıya son verdi ve Kaplanlar her zaman olduğu gibi ortadan kayboldu.

Bir başka mükemmel iş daha yapılmıştı ve öfkeli Singala askerleri talana girişerek 64 evi, üç minibüsü, 9 arabayı, üç motor bisikleti ve üç düzine bisikleti üç saat içerisinde ateşe verdi.

Seelan’ın ölümü

Temmuz 1983 TEKK’ye kötü şans getirdi. 15 Temmuz’da, askerlerle dolu bir minibüs ve iki jip, en çok aranan kişilerden Seelan’ın orada olabileceğine dönük bir ipucu üzerine (Jaffna şehrine 16 kilometre uzaklıktaki) Chavakachcheri yakınlarındaki Meesalai’ye geldi. Gerçekten de oradaydı ve askerler köye ulaştığında Hindistan cevizi suyunun tadını çıkarıyordu.

Ancak askerler hemen fark edildi ve iki çocuk koşarak Seelan’ı uyardı. Seelan hiç vakit kaybetmedi. SMG’sini bir çantaya tıktı ve dinlenmekte olduğu evden dışarı koştu. Öğleden sonraydı. Diğer iki TEKK üyesi Aruna ve Ganesh de Seelan’la birlikte bisikletle yola düştü. Aruna’da bir tüfek vardı, Ganesh ise birkaç el bombası taşıyordu.

Ama askerler onları fark etti ve ateş açtı. Üçlü, bisikletlerini bir kenara atıp pirinç tarlasının içinden koşmaya başladı. Ancak Seelan için diğerlerinin hızına yetişmek zordu; Chavakachcheri polis karakoluna saldırı sırasında dizine aldığı yara iyileşmemişti ve Aruna ile Ganesh’e yetişmeye çalıştıkça büyük acı çekmesine neden oluyordu. Mücadele etmekten vazgeçmeye karar verdiğinde kurşunlar zaten onu sıyırmaya başlamıştı.

Yaralı, yorgun ve daha fazla koşamayacak olan Seelan, Trincomalee’den çocukluk arkadaşı Aruna’dan onu vurup SMG ile kaçmasını istedi.

Bu, Aruna için hiç beklenmedik bir durumdu. TEKK’nin fiilen ikinci adamını öldürmesi isteniyordu. Aruna, Seelan’ın bir köye sığınmak için yalnızca çok az daha koşması gerektiğini söyledi. Ama Seelan daha fazla dayanamayacağı konusunda ısrarlıydı ve Aruna’ya onu hemen orada öldürmesini emretti.

“Ateş et! Ateş et diyorum sana!” diye bağırdı bir pirinç tarlasının ortasında ayakta duran ve daha fazla yara almaktan sakınmayan Seelan. Askerler dikkatli bir şekilde adım adım yaklaşıyordu.

“Neye bakıyorsun?” diye sordu Seelan, Aruna tereddüt ettiğinde. “Beni vur ki ellerine canlı geçmeyeyim. Bu bir emirdir. Vur ve kaç.”

Aruna tüfeğini aldı ve Seelan’ın yüzüne doğrulttu. Ölüme dik dik bakan adamın gözlerindeki gözyaşlarını gördü. Aruna bir kez daha tereddüt etti.

“Ateş et!” diye yalvardı Seelan. “Yalvarıyorum lütfen ateş et”.

Aruna namluyu Seelan’ın alnına, iki kaşının tam ortasına dayadı ve ateş etti. Seelan hareketsiz bir şekilde yere yığıldı.

Gözlerine inanamadan sahneyi uzaktan izleyen Anand da hemen ardından yaralandı. Aruna Seelan’ın SMG’sini alıp tekrar koşmaya başladığında Anand da benzer bir istekle karşısına dikildi: beni vur ve kaç! Bu defa Aruna tereddüt etmedi.

Seelan’ın ölümü TEEK’ye vurulmuş çok kötü bir darbeydi. Sri Lanka güvenlik kuvvetleri ceset tanımlandığında büyük bir coşku içindeydi. Son iki yıl içerisinde Seelan, TEKK için belki de diğer herkesten daha çok şey yapmıştı. İki kez yaralanmış ama savaş alanına geri dönmüştü. Çelikleşmiş bir Pirabaharan taraftarıydı. Pek çok okur, Pirabaharan’ın, oğluna Seelan’ın asıl adı olan “Charles Lucas Anthony” adını verdiğini bilecektir.

Pirabaharan, Seelan’ın ölüm haberini aldığında Neerveli’deki bir saklanma yerinde Kittu, Chellakili ve Pandithar ile TEKK’nin mali durumunu tartışıyordu. Pirabaharan bir süre sessiz kaldı. “Neler hissettiğini anlamak imkansızdı. Ama çok derin düşüncelere dalmıştı” diye anlattı daha sonra Kittu.

Thirunelveli’de pusu ve 1983 Soykırımı

Pirabaharan elbette intikam alacaktı. Seelan’ın ölümünün cezalandırılmaması mümkün değildi. Gerçekten de bu ölüm, Tamil militanlığının gerçek yolunu değiştirecek bir zincirleme reaksiyon tetikleyecekti.

20 Temmuz’da Sri Lanka hükümeti, Tamil militan eylemlerini duyuran basına yasaklama getirdi. Aynı gün TULF, Jayawardane tarafından tüm partilerin çağrıldığı ve etnik çekişmenin görüşüleceği toplantıya, 23-24 Temmuz’da Mannar’daki kongresine hazırlandığını söyleyerek katılmayı reddetti.

TULF, bir zamanlar cesaretlendirdiği “delikanlılar” üzerinde artık hiçbir kontrole sahip değildi… Chellakilli ve Kittu, Thirunelveli’de, Jaffna Üniversitesinin yakınında bir askeri konvoyu pusuya düşürmek için bir plan hazırladı. Seçilen nokta, iletişim hatlarını döşemek için kazılmış olan dar bir yoldu. Pirabaharan, noktayı kendisi gördükten sonra alanı ve Chellakilli’nin planını onayladı. Neredeye TEKK’nin tüm üst düzey elemanları -Pirabaharan, Kittu, Chellakilli, Iyer, Victor, Pulendren, Santhosam ve Appaiah ve diğerleri- dikkatli bir şekilde hazırlanmış operasyona katılacaktı.

Ordu kendi dünyasında yaşıyordu. Seelan’ı ortadan kaldırmakta başarılı olduktan sonra, ne yapacağını kestiremediği Chellakilli’yi arıyordu.

23 Temmuz gecesi, “Four Four Bravo” kod adlı 15 kişilik bir ordu devriyesi, bir jip ve kasası açık bir kamyonla Jaffna şehri yakınlarındaki Gurunagar kampından ayrıldı. Saat 23.28’de Urumpirai’ye doğru hareket ettikleri ve çok sessiz oldukları rapor edildi.

Birkaç dakika sonra devriye, Thirunelveli’ye, Kaplanların yatıp beklediği yere yaklaştı. Chellakilli, Victor ve Appaiah yola detonatörler döşemişti ve devriye bölgeye yaklaştığında son hazırlıkları yapıyorlardı.

Kimse onları izliyor gibi görünmüyordu. Birkaç meraklı sakin daha önce pencerelerinden dışarı bakmış ancak ordu üniformaları giymiş olan Chellakilli ve Victor, hemen Singalaca bağırmıştı. Hile işe yaramıştı. Ordu korkusu, meraklı olanları evlerine girmeye ikna etmeye yetmiş, ışıkları yanan birkaç ev ise hızla ışıklarını söndürmüştü.

Mayını yerleştiren Chellakilli idi. Gök gürültüsü gibi bir patlama oldu ve jip havaya uçup tok bir sesle yere indi. Beklemekte olan Kaplanlar SMG’lerini, G-3’lerini ve tüfeklerini hemen ateşlediler ve çok sayıda el bombası ve molotof kokteyli attılar.

Askerlerin çoğu kamyonlarından sürünerek inip silahlarını ateşlemeye çalışırken öldü. Pirabaharan, bir duvarın arkasından G-3’üyle kamyona ateş etti. Ama bir asker kamyonun altına sürünmeyi başardı ve duvara ateş açtı.

Pirabaharan’a, kamyonda hayatta kalanların işini bitirme görevi verilmişti çünkü mayının esasen kamyonu havaya uçurması planlanmıştı; Chellakilli’nin neden mayını jipin altında patlattığını kimse bilmiyordu. Pusu kısa ve şiddetli idi. 13 asker katledilmişti. Bu, Sri Lanka ordusunun Tamil militanlarının elinde verdiği en büyük kayıptı.

Muzaffer Kaplanlar saldırıdan sonra Pirabaharan’ın etrafına toplanıp heyecanla konuşmaya başladı. Pirabaharan, bu başarılı işten dolayı herkesi kutladı. Kittu aniden, pusuyu planlayan ve saldırı grubunu alana getiren Chellakilli’nin kayıp olduğunu fark etti. Victor, Chellakilli’nin pozisyon aldığı bir dükkana doğru koştu. Chellakilli’nin gövdesi orada kanlar içinde yatıyordu. Bir kurşun göğsünü delmişti.

Bu, iki hafta içerisinde TEKK’nin aldığı ikinci büyük darbeydi. Zafer, yerini hüzne bıraktığında Thirunelveli’deki gruba sessizlik çöktü. Ama devam etmek zorundaydılar, çünkü askerlerden biri kaçmayı başarmıştı ve ana karargahı alarma geçiriyor olabilirdi. Askerlerin silahları ve Chellakilli’nin cesedi bir minibüse konuldu ve çok da uzaklaşmadan, çiselemeye başlayan yağmur altında toprağa verildi.

Gizlenme yerlerine döndüklerinde Pirabaharan yıkılmıştı. Minibüste sessizliğini bozmamıştı. Ama şimdi feryat içinde ağlıyordu. Onu gören hemen herkes ağlamaya başladı. Bu Kittu’nun Pirabaharan’ı ağlarken ilk ve de son görüşüydü.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar