Marksizmin Krizi, Türkiye Devrimci Hareketi ve Hareket Tarzı
“Aslolan devrimciliktir. Herkes kendini,
devrimciliğini var edebileceği yerde ifade etsin.
Gerekirse devrimciliği için kendini yaksın.”
Mehmet Akdağ [1]
Ali Osman Alayoğlu
Tuncay Yılmaz
Cafer Özdemir
Gül Akkaya
Giriş
Devrimcilik, ahlaki zeminden yola çıkılırsa, mütevazı olabilmeyi gerektirir. Her şeyi bilirim, edasıyla dolaşanlar daha baştan öğrenmeye ve üretmeye kapıları kapatmışlardır. Kısaca; ne kendini dev aynasında görmeli ne de küçümsemeli. Özgün olma saplantısına kapılmaktansa, mütevazı bir tavırla, emek harcamak ve ürün çıkartmak yeğdir.
Biz bu çalışmamızda, tüm sorunlarını bilinçli ya da bilinçsiz yaşadığımız Marksizme, bulunduğumuz yerden bakmayı amaçladık. Kendimizi, baktığımız bütünselliğin dışında görmeyerek, hatta birçok noktada kendimizden yola çıkarak yaptık bunu. Bir yönüyle ürünümüz, bulunduğumuz konumu somutlama çabasıdır. Yarın dönüp bakabileceğimiz, sorgulayacağımız, değiştirip eleştireceğimiz elle tutulur şeylerimiz olsun istedik. Söz uçar yazı kalır.
Yanlış yapmaktan hiç korkmadık, ama olur olmaz her şeyi yazmadık da… Sorun yanlış yapma, bir yerlere sapma değil, yanlışı görebilme, sapmayı saptayabilme sorunudur. Yanlış yapmayan hiçbir şey yapmayandır. Riski göze al(a)mayanlar, sadece oldukları yerde oturabilirler.
Olduğumuz yerde oturmaya hiç niyetimiz yok!. Bu nedenle görebildiğimiz kadarıyla çeşitli sonuçlara ulaşmayı hedef bildik. Her tür pratik (teori de bir tür pratiktir) sorumluluk almak demektir. Sorumluluğu bilerek hareket etmeyi amaçladık.
Yazıyı, temel bir önermenin üstüne yerleştiriyoruz: Teorik-politik faaliyet, bugün en zor ve gerekli pratiktir. Bu önermeye ulaşma ve onu geliştirme sürecimizi kısaca açmak yararlı olacaktır.Nereden yola çıktığımız ve nerelere geldiğimiz, açımlamamızdan çıkarılabilir.
Siyasal Hareketimizden sezgisel, kavramsallaştırılamamış kimi rahatsızlıklar sonucu koptuk.Yaşam koşullarının yok olduğu bir ortamda durmanın anlamsız olduğu, yeni yaşam alanları tanımlamanın gerektiği sonucuna ulaştık. Yeni yaşam alanlarının ancak eskinin analizi yapılarak oluşturulabileceğini düşündük. Hedefimiz, siyasetimiz özelinde Türkiye Devrimci Hareketinin analiziydi; genelde ise Marksizmin analizi hedefimiz oldu. Yaşanan karmaşadan çıkabilmek için tutulacak ilk halkanın teori olduğunu düşünmüştük. Bakışımız bizi ister istemez benzer vurguyu yapanları incelemeye itti. Mehmet Yılmazer’in “yeniden doğuşun gerektiği”ne yönelik yazılarıyla önceden tanışıktık. Türkiye Devrimci Hareketini iki karakteristik döneme ayırıyordu Yılmazer, ve artık ikinci dönemin bittiğini, üçüncü dönemin doğuş sancılarının yaşandığını söylüyordu. Söylenenler bizi araştırmaya yöneltti. İlk olarak Haluk Yurtsever’in benzer tarzda yazılarına ulaştık. 87’de o da “yeniden doğuş”, diyordu. Yurtsever’in, gerek 87’deki gerekse günümüzdeki yazılarında özneye yüklediği idealist anlam, tarihin özneli anlatımı bizi itti. Sosyalist devrimcilerden bu nedenle uzaklaştık. Sorun Yayınları‘nın krizden çıkış teorileri ve Marksist Eleştiri‘nin Yeni Dünya Düzeni incelemeleri oldukça önemli bilgiler içerse ve birçok olgusal kaynak verse de, bu ürünlerde “bütünsel Marksist kavrayış”ı göremedik. Olayı, tüm bu saydıklarımızdan farklı bir düzeyde ele alan, ve kavramsallaştıramadığımız birçok sorunu kavramsallaştıran Teori ve Politika Dergisine, nitelik olarak farklı bir anlam yükledik. Aynı çevrenin çıkardığı Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, benimsediğimiz bir çalışma olarak yazımıza birçok önermesini verdi.
(Bir giriş notu: Yazı boyunca söylediklerimizin bizden önce herhangi bir kişi ya da grup tarafından söylenmiş olması, bizi hepsini ayrı ayrı belirtme zorunluluğuna itmedi.)
Genel Çerçeve: Marksizm Krizdedir
Dünya; sosyalist ülkelerin birer birer çöküşü, yeni dünya düzeni martavalları, milliyetçi savaşlar ve birkaç yerde birkaç önemli mücadele ile anlatılabilecek kaotik bir görüntü çiziyor. Marksistler olarak bu kaosun düzenini kavrayabilecek ve müdahalelerde bulunacak yetkinliği epeydir kaybetmişe benziyoruz. Marksizm şiddetli bir kriz yaşıyor! Krizin nasıl oluştuğu ve nasıl çözüleceği cevaplanmayı bekliyor. Krizin çözümünü Marksizm-dışı yollarda aramayanlar, Marksizmin krizden çıkabilecek iç-dinamiği barındırdığını savunanlar (Marksistler), cevapları da bulma sorumluluğunu taşımaktadırlar.
Krizi anlamlandırabilmek ve çözüm için izlenmesi gereken yolları belirleyebilmek için öncelikle Marksizmden ne anladığımızı ortaya koymamız gerekiyor.
1. Marksizm
Marksizmin tarihsel olarak teorik-pratik bir bütünsellik teşkil ediyor olması, onun saf bir teori ya da kaba bir pratik olmadığını ortaya koyar. Teori ile pratiğin diyalektik birliğinin ifadesi olan Marksizm sürekli bir gelişim, dönüşüm içindedir. Kimilerinin algıladığı gibi, kuramsal bütünlüğü gökten inen kutsal kitap gibi tamamlanmış bir durağanlık değildir.
Marksizm, Marx ile başlatılıp, günümüzdeki herhangi bir geleneğin herhangi bir üyesine kadar genişletilebilecek bir tarihselliğe sahiptir. O, işçi sınıfı ve kitlelerle kurduğu bağ sayesinde tarihi değiştirme, dönüştürme işlevine sahip olabildi. Tarihsel bağdan yoksun bir Marksizm düşünülemez; ama Marksizmin farkı, kurduğu tarihsel bağla da açıklanamaz!
Marksizm ontolojik boyutta, teori-pratik bütünselliği olarak ifade olunabilir. Bu bütünsellik, politika ile ilişkilendirilmiş iki alanı kapsar. Marksizmin epistemolojik boyuttaki ifadesiyse felsefe-bilim-politika üçlüsüdür. Her ayağın ayrı ayrı incelenmesi ve birbirleriyle ilişkileri ancak bir sürecin konusu olabilir. Biz bu düzeylere elinizdeki yazıyı ilgilendiren oranda değindik. Düzeyler içinde özellikle “bilim” önemli bir yere sahiptir.
Marksizmin temel ayıracı bilimdir. Eğer temel ayıraç gözardı edilirse; Marksizmi burjuva akımlarından radikal bir tarzla ayıran unsur atılmış olur. Marx, Weydemeyer’e mektubunda bu gerçeği çok net bir şekilde ortaya koyar:
“Benim yeni olarak yaptığım; sınıfların varlığının ancak üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağımlı olduğunu; sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını; bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını tanıtlamak olmuştur“. [1]
Marx’ın “zorunlu olarak” diyerek ortaya koyduğu, yeni bir bilimin, tarih biliminin vargısının anlatımıdır. Kuşkusuz Marksizm, sadece bilim değildir, bütünsellikten bahsediyoruz. Ontolojik ve epistemolojik düzeylerde ifade olunabilen bir bütünsellikten…
Kısaca “Marksizm temeli bilim, merkezi felsefe, doruğu, zirvesi politika olan açık uçlu bir bütünsel yapıdır;bütünlüğün açık ucunu politika teşkil eder.” [2]
2. Marksizmin Krizi
Marksizmin krizine birçok farklı bakış var ve her bakışın oturduğu bir sapma, sapıklık veya uygun hat görünüyor. Bakış tarzları arasında ayrıştırmalar yapmak hem krizi, hem de krizin yarattığı tepkileri ortaya koyabilmek için gereklidir.
Marksizmin durumuna ilişkin üç temel bakış belirleyebiliriz:
a.”Marksizm krizde değildir” diyenler: Marksizmin krizde olmadığını öne sürenler daha çok Marksizmin devrimci, ahlaki yapısını korumak isteyen ve bu istem doğrultusunda tepkisel bir savunmaya geçen geleneksel hareketler oluyor. Samimiyetleri, politik olarak Marksizmi koruma tavırları nedeniyle övgüyü ve saygıyı hakeden bu hareketlerin -nesnel bir bakış altında incelemeye alınırsa-, Marksizmi değişmez, dönüşmez bir dogma durumuna getirdikleri kolayca kavranabilir. Krizlerin olmadığı zamanlarda bir yönüyle gerekli olan bu tarz radikal ısrar, kriz dönemlerinde ister istemez değişmeye karşı direnç anlamına geliyor.
Kendi ideolojik tutunmalarını en doğrunun, en iyinin kendileri olduğuna, gerçek Marksizmin ancak kendi hareketleri ve belki birkaç harekette daha bulunduğuna dair söylemlerle sağladıkları için “Marksizmin krizde olduğunu söyleyenler Marksizmi yıpratmak isteyenlerdir” diyorlar. Bu bakış, Marksizmin krizde olduğunu kabul eden kimilerinde de, söyleyenlerde de “Marksizm krizdedir ama bu krizi ancak bizim geleneğimiz çözebilir” şeklindeki söylemleri doğuruyor. Farklı bir tarzda olsa dahi, aynı ideolojik görev üstleniliyor.
b. “Marksizmin sadece bir bölümü krizdedir” diyenler: Bu tarz yaklaşımlar daha çok ortayı bulma ya da sorunu geçiştirme, küçümseme anlamını barındırıyor. “Marksizm sadece politik sorunlar taşıyor. Yaşanan Marksizmin krizi değil, geçici bir politik krizdir” gibi ifadelerle kriz yumuşak bir tarzda reddediliyor.
c. “Marksizm krizdedir” diyenler: Marksizmin krizde olduğunu söyleyenleri ikiye ayırmak zorunlu. Bir, ‘Marksizm krizdedir yani bitmiştir’ diyenler; iki, ‘Marksizm krizdedir ve krizin çözümü Marksizm-içi bir çözüm olacaktır’ diyenler. Marksizmin krizini, Marksizmin bitişi ilan eden bakışları, beceriksiz marangozun suçu aletine yüklemesiyle anlatmak gerekir. Bu bakışlarla amansız bir mücadele şarttır. Marksizmin krizini gören ve Marksizm-içi çözüm arayanlar ise uygun hattı yakalayanlardır. Kendimizi bu hattın içine koyuyoruz ve bu hattı, Marksizm-dışı çözümler önerenlerle net bir çizgiyle ayırıyoruz.
Marksizmin krizde olduğunu söylemek ve Marksizm-içi çözüm aramak bize büyük sorumluluklar yüklüyor. Öncelikle Marksizmin krizini ortaya koymak gerekir. Ardından krizin aşılmasına yönelik izlenecek yöntem ve çözümü… Bizim duruşumuz, bu sorulara verdiğimiz cevaplarla belirlenmiştir.
3. Krizin niteliği ve ortaya çıkışı
Marksizm bilim-felsefe-politika veya teori-pratik diye ifade olunabilecek bir bütünsellik olarak varoluşunu gerçekleştirdi. Tarihte ilk kez bir teori, işçi sınıfı ve kitlelerle bu denli büyük oranda kucaklaşmayı başardı.Teori ve toplum ilk kez bu kadar kaynaştı. Kuşkusuz, tarih felsefesini alaşağı ederek yerine tarih bilimini koyanlar tarihte yeni bir dönüm noktasına işaret ettiler. Marksizmin özelliği, işçi ve kitle hareketleriyle buluşması değil, işçi ve kitle hareketleriyle buluşan diğer tüm akımlardan farklı olarak bilimsel bir temelde varolması ve işçi hareketiyle teorik bir bağa sahip olmasıydı. “Althusser, Marksist teoriyle işçi hareketin birleşmesini ‘insanlık tarihinin en büyük olayı’ olarak niteler. Lukacs’a göre, tarih boyunca üstesinden gelinmeye çalışılan teori-pratik ayrılığı nihayet Marksizmle ortadan kaldırılır. Gramsci için Marksizm, teori-pratik birliğini sağlamış olmak bakımından tanımlanmayı haketmiş ‘Praxis Felsefesi’dir.” [3]
Marksizmin bilimsel-felsefi-politik veya teorik-pratik gelişimi ve özellikle Lenin’le beraber Marksizmde gerek teorik-politik, gerekse pratik-politik alana gelen yetkinlik Marksizmin, en olmadık yerdeki en olmadık hareketin bile sahiplendiği bir ideoloji olmasını sağladı. Bizzat burjuvazi Marksizm için “Aydınların afyonu” tanımını kullandı. Marksist ideoloji tüm dünyayı sarstı. Kitleler birçok kez bu ideoloji ile kendini ifade etti.
Tüm bu anlattığımız gelişim bugün büyük bir erimeyle karşı karşıyadır. Marksizmi tanrısal bir vaad olarak görmediğimize göre dağılmanın, anatomik bozukluğun sebeplerini açıklamamız ve acil tedavilere girişmemiz şart!..
Marksizmin işçi sınıfı ve kitlelerle kurduğu tarihsel bağ bugün erimiş durumda. Bu erime, politik ve ideolojik düzlemde ağır bir kriz olarak ortaya çıkıyor. Artık kitleler Marksist ideolojinin etkisinden iyice sıyrıldılar. Politik hamlelerimize fazlaca ilgi duymuyorlar. Bu görüntü bizi, Marksizmin ideolojik ve politik bir sorunla karşı karşıya bulunduğu sonucuna ulaştırıyor ve “sorun ideolojiktir, kriz politik krizdir” deyiveriyoruz. Ortada ideolojik bir sorun ve politik bir kriz olduğu kesin ama bu, krizi sadece politik krizle sınırlayıp, daha içsel ve önemli sorunlarla karşılaşmaktan kaçınmayı meşrulaştırmaz. Marksizmin epistemolojik-ontolojik bütünselliğini derinliğine incelemek gerekli, ideolojik sorun ve politik krizin yani görüntünün içine girmek şart!.
Marx-Engels ve Lenin dönemlerinde teorisyenler aynı zamanda politik hareketin içindeydi. Bugün bu birlik dağıldı. Partilerdeki, hem bilim insanı, hem filozof, hem de politikacı olan militanlara pek rastlanmıyor. Özellikle Lenin’den bu yana bilimini, felsefesini, teorisini pratiğe ve politikaya koşmayan teorisyenler ve politikasını teoride tamamlamayan politikacılar daha çok görüldü.
Marksizmin tarihinde Marksist teorik bütünlük; Marx-Engels ve Lenin tarafından iki dönemde kurulmuştur. Bu Marksistler dışındaki tüm Marksistler, Marksizmin sadece belirli bölümlerini tutup geliştirebildiler, bütünlük yakalayamadılar. Oysa Marksizm yeniden ve yeniden oluşturulacağı bütünlüklere gereksinim duyar.
Marx’ı Marx yapan, teorisi olduğu kadar militan kişiliği, işçi sınıfı ve kitlelerle kurduğu tarihsel bağdır. “Tarihsel bağ teorik bağa referans olamaz. Ancak bu, tarihsel bağın gerekli ve zorunlu olduğunu karartmaz”. [4] Uzun süredir yakalanamayan bütünsel Marksist bakış, Marx-Engels ve Lenin zamanlarında kurulan tarihsel bağın da erimesinin nedeni ve sonucu oldu.
Marksizmin ezilenlerle teori arasında ilk kez kurduğu bağın erimesi büyük bir tehlikeyi, tekrar Marx’tan önceki döneme dönmeyi, içinde barındırıyor. Ezilenlerin kendiliğinden ideolojilerinin yarattığı, bugünü incelemeden, olumsuz anlamıyla reddediş, tekrar canlanıyor. Dolayısıyla felsefe içinde kaybolan bilim, stratejiler içinde yokolan taktik, ilkeler içinde tükenen politika ve üretilen politikasızlığın politikası tarih sahnesine doluşuyor.
Kısaca Marksizm, felsefe-bilim-politika bütünselliği olarak yılların biriktirdiği sorunların sonucu bir krize girmiştir. Bütünsellik birbirini itmeye, dönüşmeye başlamıştır. Kurulan tarihsel bağın yıpranması, ideolojik sorun ve politik kriz şeklinde de ortaya çıkan Marksizmin krizinin epistemolojik düzeydeki, özsel, sebeplerini bulmak zorunludur. Bu sebepleri üç şekilde ifade edebiliriz:
a. Bilimsel yetersizlik: Tarih bilimi uzun süreden beri, ortaya çıkan yeni gelişmeleri tanımlayamaz, sorunlara çözümler üretemez durumdadır. Bugün, büyümesi gereken bir yapının körelmesi ve durması sonucu ortaya çıkan anatomik bozukluklarla karşı karşıyayız. Bu durağanlığın ve ortaya çıkan yeni gelişmelere cevap verilemiyor oluşunun, karşı cephenin saldırı olanaklarını da sürekli arttırdığı bir gerçektir . Yeni bir kapitalizm eleştirisi yapmak, emperyalist ülkelerde ortaya çıkan değişimleri,enformasyonu, kafa-kol emeği ilişkisini, sınıfların durumu ve sınıf ilişkilerini, emperyalizmin neden hâlâ gebermediğini vb. açıklamak zorunludur. Açıklanamayan her değişiklik, burjuva cephesinden gelen, sınıf ve kafa-kol emeği çelişkisinin kaybolduğu, emperyalizmin yeni bir dünya yaratmış olduğu vb. ideolojik saldırıların etkisini artırıyor.
Kapitalizmin gelişimine yönelik bilimsel ilginin azalmasında, sosyalist ülkeler döneminde ortaya çıkan, kapitalizm ha yıkıldı ha yıkılacak, anlayışının yarattığı psikolojinin etkisi büyüktür. Bugün de gene, kapitalizm incelemesinin önüne sosyalizm deneylerinin yıkılışının yarattığı güçlü etki geçebiliyor. Elbette, Marksizm sosyalizm deneylerinin açıklamasını henüz yap(a)mamıştır ve önünde bu açıklama büyük bir görev olarak durmaktadır. Fakat Yeni Dünya Düzeni diye ifade olunan günümüz kapitalizminin açılımı ve analizi, öncelikli olarak şarttır.
Bu analiz sadece akademik içerikli olamaz! Aksine kimi Marksist olmayan yazarların ürünleri de ısrarla incelenmeli ve ürünlerin bilimsel yanlarıyla ideolojik yanları ayrıştırılmalı, bilimsel olanlar Marksizm cephesine kazandırılmalıdır.
Günümüzde yaşadığımız bilimsel yetersizliğin aşılması yerine, temel önlem olarak politik müdahaleler hayata geçiriliyor. Lenin’in yaratmış olduğu o müthiş politik güç yüzlerce kavgayı kazanmamızı sağladı ve hâlâ sağlıyor. Fakat bu güç tek başına kesinlikle yetersizdir.
Marksistler, bilimsel yetersizliklerini, “dünya aynı dünya”, “sömürü aynı sömürü” türü politik müdahalelerle ikame etmeye çalışarak onurlu bir görevi yerine getiriyorlar. Fakat çekilen setler saldırılara bir yere kadar dayanabilir. Politikanın, bilim ve felsefeyi geliştirdiği gibi bizzat bilim ve felsefeden beslendiğini de unutmamak gerekir.
“Marksizm, dünyayı tanımadan ve açıklamadan politika yapamaz. Politik tavrın yetmediği momentler vardır ve analiz, olmazsa olmaz bir gerek durumundadır.” [5] Öyleyse gün, yeni bir teorik-politik açılım gerçekleştirme günüdür. Aydınların afyonu olmaktan çoktan çıkıldı. Yeniden afyon olabilmek gerekiyor, hem de çok daha etkili bir afyon!.
b.Felsefenin epistemolojik konumu: Kriz dönemleri, felsefe kavramlaştırmasında da belirttiğimiz gibi, felsefenin yardıma veya sömürmeye geldiği dönemlerdir. Felsefe eğer sömürmeye gelirse kriz felsefesi doğar ve Marksizmi reddetmekten Marksizmin felsefe yönünü öne çıkarıp, bilimselliğini silikleştirmeye kadar birçok idealist bakış türer. Oysa yardıma gelecek olan diyalektik materyalizm krizin çözümünde çok önemli işlevler üstlenebilecektir, ama krizi biraz daha şiddetlendiren sorun, felsefenin epistemolojik düzlemdeki konumunun yeniden tanımlanmaya duyduğu ihtiyaçtır. Felsefenin bilim ve politikayla ilişkilerinin teorisinin yapılması gerekmektedir.
c. Politik yetersizlik: Sorunlu felsefe ve yetersiz bilimin varolduğu bir dönemde, politikanın sadece Lenin’in kattığı güçle uzun süre ilerleyebilmesi elbette olanaksızdır. Bütünselliğin zayıflaması, aradaki bağların bozulması ya da diyalektik olması gereken ilişkinin mekanikleşerek dönüştürücü, geliştirici olmak yerine kriz üretir hale gelmesi politikanın işlevini yitirmesi sonucunu doğuruyor. Bilim ve felsefeden beslenememenin doğurduğu açlık, politik bütünlüğü de dağıtıyor. Teorik-politik alanda körelme ve pratik-politik alanın körleşmesi ortaya çıkıyor. Bugün dar, ilkel, kör bir politik varoluşla karşı karşıyayız. Strateji-taktik diyalektiği mekanikliğe dönüştü. Düzeyler iyice karıştırıldı. Politik hareketin bu güçsüzlüğü, işçi sınıfı ve kitlelerle bağlarının kopuşu, politikasının uygulandığı alanı daraltıyor ve birçok yanlış politik yaklaşımın ya da politikasızlığın politika’nın ortaya çıkmasına sebep oluyor. Politika bugün sadece kendi kapalı alanlarımız için yapılır hale geldi ve bırakın kitleleri, Marksistleri bile etkileyemez oldu. Tarih teorik-politik-pratik bütünselliği yakalamış politikacılara ihtiyaç duyuyor.
4. Krizin aşılması için önermeler
Marksizmin ne olduğuna ve nasıl bir kriz içinde bulunduğuna ilişkin tüm anlattıklarımız bize temel önermemizin öncel olduğunu açıkça gösteriyor: Teorik-politik faaliyet, bugün, en zor ve gerekli pratiktir.
Kriz dönemlerinde Lenin’in önerdiklerine bakarsak krizden çıkışa yönelik görüşlerimiz biraz daha netleşir: “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz” (1902); “Sosyalizmin buhranı ciddi sosyalistlerin en azından, teoriye bir kat daha önem vermelerini (…) zorunlu kılmaktadır”(…); “Marksizmin bunalım döneminde, temel sorunların yeni bir incelenmesi, teoriye, politikanın belli başlı sorunlarına ve ABC’sine karşı yeni bir ilginin doğması doğal ve kaçınılmazdı”; mücadeleciler, “yeni bir eğitim görmeden, eylemlerini sürdüremezlerdi”(1910); “meydan savaşlarından ve savaştan uzak geçirdiğimiz her özgürlük anımızdan öğrenmek ve başından başlayarak öğrenmek için yararlanmalıyız.”(1922) [6] Rus Marksizminin her bunalım döneminde yakalanacak moment diye teorinin gösterilmesi önemli bir sonuçtur.
Bir müsibet bin nasihate yeğdir, deyişini geveleyip durmak, anlamsızlığını bugünlerde daha açık ortaya koyuyar. Krizden çıkış için teorinin öncelliğinin görülmeyişi ve hiçbir şey yokmuş gibi, samimiyetle ufkun, siyasal -örgütsel mekanizmaya, mekanizmaların işleyişine, günlük dar- politikalara gömülmesi sadece krizin içinde varolabilmeyi sağlıyor. Kimi bakışların müsibette aradığı iyilik, daha büyük müsibetlerin ortaya çıkmasından başka sonuç doğur(a)maz. Eğer yapılması gereken bilinmiyorsa, genel hatlarıyla çizilmiş bir rota yoksa, zor denizlere gemileri tam yol sürmek kaçınılmaz olarak karaya oturma sonucuna ulaşır. Bile bile yola çıkmak ve birçok hasarla kalakalmak anlamsızdır. Kaptanlık zor zanaat!
“Alışılagelmiş hareket tarzıyla; sadece politik tutum, örgütlenme ve ajitasyon çalışmalarıyla kriz ortamında varlığını koruma ve sürdürme sağlanabilir, ama krizin bu şekilde alt edilemeyeceği, onu aşma yoluna girilemeyeceği kesindir. Krizin üstesinden gelmenin ön koşulu, teorik kuruluş, edinim ve gelişim mücadelesi vermektir.” [7] Kriz dönemlerinde teori pratiğe göre niteliksel olarak daha fazla önem kazanıyor. Lenin’in değnek bükme esprisini teori alanına da sokabilmek gerekiyor. Günümüzde değneği teoriye bükmek zorunludur. Çünkü teorinin olmadığı yerde taktiklerden değil, ancak kendiliğindenlikten, güne kapılıp gitmekten sözedilebilir.
Öyleyse Marksizmin tıkanıklıklarını aşacak ve taktiksel, pratik vb. hareketliliğe olanak sağlayacak bir teorik-politik çalışma şarttır. Teorinin de taktikler gibi değişebilir, değişmesi gereken bir düzey olduğu artık öğrenilmelidir. Her pratik ardından teorinin sorgulanmasını getirmeli, nasıl her teorik bulgu pratikte denenmeyi gerektiriyorsa…
Öyleyse acil çözüm teorik-politik çalışmayı ana halka olarak kavrayan bir oluşumdur. Bu oluşum örgüt değildir ve örgütlerin günümüzde böyle bir bakış genişliklerinin olmamasından dolayı oluşturulmak zorundadır. Tarihin yarattığı bir zorlamadır.
Genel Çerçevenin Özeli:
Türkiye Devrimci Hareketi Krizdedir!..
Türkiye Devrimci Hareketinin krizi, her şeyden önce Marksizmin krizidir. Marksizmin krizinin aşılmasına yönelik çalışmalar Türkiye Devrimci Hareketinin krizden çıkabilmesinin temel şartıdır.
Bugün hiçbir (Marksist) yapılanma (siyasi parti, hareket, gelenek, okul, vb.) Marksizmi bütünsel olarak kavrayamamakta ve edinememektedir. Bu sadece bugünün değil, Marx, Engels, Lenin’den sonraki tüm Marksist girişimlerin sorunudur. Lenin’den sonra bütünsel Marksizmin özellikle teori (bilim, felsefe, teori-politika) cephesinde önemli mevziler kaybeden devrimci yapılar, bütünsel bir Marksizm kavrayışından uzak olmanın zorunlu sonucu olarak ancak pratik politika sahnesinde varolabilme mücadelesi verir duruma düşmüştür. Türkiye Devrimci Hareketi tüm tarihinde de bu eksik kavrayıştan dolayı tarihe müdahale eder tarzda değil, ancak kendini varetme çabası içerisinde görülmektedir.
1920’lerde Bolşevik Devrimin etkisi ve teorik-pratik-politik yönlendirmeleriyle kendini varetmeye başlayan Türkiye Devrimci Hareketi, tüm tarihi boyunca teorik yapısını ithal devrim stratejileri kalıplarında kurmaya çalışmıştır. Türkiye özgülünü kavrayamamanın sonucu olarak, Marksizmin kitlelerle buluşmasını sağlayamamış, kendiliğinden varolan halk hareketlenmelerinin üzerinden politika yapar duruma gelmiştir.
Öyle ki, her bunalım dönemi (Marksizmin krizinin kendini ciddi şekilde hissettirdiği dönemler) bir halk hareketlenmesiyle atlatılmıştır. Bu yüzden Türkiye Devrimci Hareketi kriz dönemlerinde hiçbir zaman köklü bir hesaplaşma yaşayamamıştır. Halk hareketlenmeleri politik arenayı canlandırmış ve bir yandan yapılara moral verirken, öte yandan yapıların kendilerini yenilemesi için kaynak olmuştur.
Buna rağmen Bolşeviklerin etkisindeki 1920-1950’lerin birçok teorik ve pratik kazanımı kaydedilmelidir. Şefik Hüsnü‘nün yazıları dikkate değerdir. ’60 sonrasına da birikimini taşıyan Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye Devrimci Hareketinde önemli bir yer tutar. Daha 1930’larda TKP MK’sine Yol1-2 şeklinde sunulan ürün, hem Kemalizmden kopan hem de Kürt sorununa ilişkin sömürge tahlili koyup, izlenebilecek politikaları öngören gelişkinliğe sahiptir. Kıvılcımlı, bu üründe kıvrak bir politik öngörü göstermiştir. Fakat Yol1 ve 2, TKP’de yaşam bulamamıştır. Kıvılcımlı’nın aynı çalışmada ortaya koyduğu taktik-strateji bağı ve legaliteyi istismarın önemine ilişkin görüşleri kendini yeraltıyla sınırlayan ve ufkunu bir türlü genişletemeyen TKP için legal çıkış politik öngörüsünü taşımaktaydı. Bu taktiği bizzat kendisi, kurduğu yayıneviyle hayata geçiren Kıvılcımlı, Türkiye Solu için önemli bir eğitsel işlev görmüştür. Marksizmin klasikleri yanında Türkiye kapitalizmine yönelik ürünler yayınlayan yayınevi yeni kuşakların yetişmesinde okul görevi üstlenmiştir.
Bütünsel kavrayıştan yoksunluk kendiliğindenliği doğurur. Türkiye Devrimci Hareketinin tarihi kendiliğindenliğin anlatımı olmuştur. Kitle hareketi yükselince kendiliğinden yükselen, düşünce düşen bir rota izlenmiştir.Bizzat politik hat çizip yönlendirici olabilmek yoktur Türkiye Devrimci Hareketinde. Kitle hareketi ard arda gelen dalgalarsa, bu dalgaları görebilen ve bu dalgalara müdahale edebilen düz bir çizgi olabilmelidir Leninist Parti. Ama Türkiye Devrimci Hareketi hep dalganın götürdüğü yere gitti.
Bütünsel kavrayıştan yoksunluk kendiliğindenliği doğurduğu gibi, kendiliğindenlik de taktiksizliği doğurur. Türkiye Devrimci Hareketi an’a müdahale eder gelişkinliğe bir türlü ulaşamadı. Taktik olarak görülen ve atılan her adım reddedilmek için yılları bekledi.
Taktiksizlik bir başka deyişle politikasızlıktır. Biz yıllarca politikasızlığın politikasını yapıp durduk. Öyle bir politikaydı ki bu, uygulanacağı kitle yoktu.
Türkiye Devrimci Hareketinin teorisizlik, kendiliğindenlik ve politikasızlık gibi hayati problemleri var. Bu problemlerin içinde varolan örgütler sözkonusu. Sorunlar örgütleri sadece kendileri için örgüt olma konumuna getirdi. Oysa örgüt devrime giden yolda, sadece politika yapabilmek için gerekli bir araçtır. Politika için örgüt gerekirken örgüt için politika yapılır oldu. Bu konumun doğal sonucu örgüt için teori, örgüt için analiz, örgüt için tarihti.
Türkiye Devrimci Hareketinde, genel olarak, geniş bir teorik kavrayış ardından pratiğe atılmak şeklinde bir sürecin olmadığını görürüz. Bizde birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Leninist, Troçkist, Maoist, Luxemburgcu vb.. ayrımlar teorik sınır çizgileriyle belirlenmiş değildir. Bugün tüm dünyada bu sınırlar silikleşti.
“Parti, teorik hareket, politik hareket, işçi hareketinin özgül tarihsel birliğidir.” [8] Türkiye Devrimci Hareketi kendisini sadece pratik-politik düzeyde gerçekleştiren politik hareket niteliğindedir. Üstelik, bu kadarıyla bile, birçok yönden kanserlenmiş durumda. Türkiye Devrimci Hareketi işçi hareketini görene kadar yıllar geçti. 15-16 Haziran’da işçi, Marksistlerin gözüne gözüne girince farkedilebildi. Politik darlık işçi hareketiyle buluşamama, taşıma teoriler vb. birçok olumsuzluk içinde bir yığın parti kuruldu. Hepsi de işçi sınıfını, kitleleri çeşitli eylemlere çağırdı. Sen tepeden milleti eyleme çağıracaksın, o da gelecek. Doğu toplumunun tepeden inmeciliğinin yarattığı tepeden inmeci mantıklı devrimci hareketi aşmanın zamanı geldi.
Tüm bu anlatılanların yarattığı sonuç ne? Kendine kapanmış bir örgüt ve oturmuş bir iç-ritim.
Oluşan örgütsel yapılar, kendilerini yarına ulaştırma faaliyetini politika sanıyorlar. Örgütsel işleyişin yarattığı dar pratikte boğulmak, devrime gidecek yolu açacak tek çalışma olarak düşünülüyor. “Pratik öğreticidir, pratikten öğrenmeli” mantığının egemenliği sürüp gidiyor. Her örgüt kendini dev aynasında görüyor. Devrimi yapacak yegane örgüt oluveriyor ve çevresindekilerin hepsi ya sağa ya sola ama mutlaka bir yere sapmış oluyor. Her şeyi en iyi benim örgütüm yapar, en iyi benim örgütüm yürüdü, en iyi sloganlar benim örgütümün sloganlarıydı gibi savları hiç de az duymamışızdır. Yapılan hatalar kabul edilmek yerine hemen kimi değişikliklerle örtbas edilmeye çalışılır. Gerekçe basittir. “O zaman öyle gerekiyordu, bugün böyle gerekiyor”.
Tarihe bakış ve politika örgüt için olduğundan subjektiftir. “Tarih zaten benim örgütümü doğrulamak için vardır” deyişiyle ifadelendirilebilecek bir bakış Türkiye Devrimci Hareketinde hakimdir.
İçinde mücadele yürüttüğü ülkenin özgül koşullarını bir bütünlük içerisinde analiz etmeyen Türkiye Devrimci Hareketi, devrime ulaşan ülkelerin devrimci hareketlerinden yararlanmayı da becerememiştir. Onları canlı birer örnek olarak almak yerine, cansız birer olgu olarak algılamış ve stratejilerinin üzerinde birkaç küçük oynama yaparak, -çoğu zaman hiç değiştirmeden- kopyalamaya çalışmıştır. Türkiye Devrimci Hareketi içinde Marksizmin canlı dokusunu kavrayan ve buna göre hareket etmeyi başaran ve yine Türkiye Devrimci Hareketi tarafından yok sayılan Hikmet Kıvılcımlı, tüm yaşantısı boyunca ülke gerçekliğini kavrayıp, buna göre davranmaya çalışan aykırı ses olmuştur. Kıvılcımlı’nın Türkiye Devrimine yaklaşımı şu cümleler üzerine oturtulabilir : “Her toplum ancak kendi üretici güçleri temelinde ele alınmalıdır. Tarihsel olanın dışında hiçbir kategorik yaklaşım, toplumları açıklayamadığı gibi, birtakım tablet devrim stratejileri toplumların derdine deva olmaz.“
Hikmet Kıvılcımlı, bu yaklaşımlarıyla Türkiye Devrimci Hareketi içinde farklı (daha bütünsel kavrayabilen) bir yere sahiptir. Kıvılcımlı’nın teorik mirasının devamcısı olan “doktorcu” gelenek, bu farklılığın yarattığı avantajlara sahip olarak siyaset sahnesine girdi. TKP reformizmine ve TİP oportünizmine tepkiyle ortaya çıkan ve döneme damgasını vuran küçük-burjuva sapıtmaları, TKP ve TİP’i olumsuz bir reddedişe tabi tuttu. Yaşanmış tarihin olumlu yanlarını almak yerine tüm tarihi kenara atma çocukluğu, gelecekte bize çok pahalıya maloldu. TKP ve TİP’ten kopuşlar bir yönüyle Küçük Burjuva Devrimciliğinin önlenemeyecek nüfuzunun ortaya çıkmasıyken, diğer yönüyle, kendini yakarak da olsa, devrimci mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğine ilişkin önemli bir dersti. Kıvılcımlı, anılarında 60 sonrası gençliğini pencerenin alt kanadı açıkken ısrarla kapalı olan üst camdan çıkmaya çalışan, aşağıya inmeyi kendine yakıştıramayan bir arıya benzetmişti. Proletarya sosyalizmi anlayışından ödün vermeyen Kıvılcımlı’nın çevresinde toplananlar, ileride Doktorcu Geleneği oluşturacaklardı. Ancak, sahip oldukları teorik mirası yaşatamayan Doktorcu Gelenek, Kıvılcımlı’dan kaynaklanan avantajını bugün yitirmiştir.
Kıvılcımlı, Türkiye Devrimci Hareketinin genel karakterine aykırı olarak, teorik gelişkinliği ve ürettiklerini pratik-politikaya uygulama ısrarıyla, Türkiye Devrimci Hareketi coğrafyasında hemen dikkati çeken bir tepe olarak durur.
Doktorcu Gelenek bu tepenin üstünde olma avantajı ile yola çıkmıştır. Doktorcu Hareketin, diğer geleneklerin tersine, pratiğe teoriden dolayımlanarak gelememek değil, teoriyi pratikte varedememek gibi bir sorunu vardır. Elde bulunan teorik gelişkinlik kendini bir türlü pratik-politik düzeyde varedemedi. (Bu yetkinlik Kıvılcımlı’dan geliyordu ve ondan beri hemen hemen hiç geliştirilemedi. Geliştirilmeyen şeyler erimeye ve yokolmaya mahkumdur. Bugün böyle bir sorun yaşanıyor.) Geleneğimizin teorik-politik kavrayış yetkinliği, pratik-politik bir hatla taçlandırılamadı. Türkiye Devrimci Hareketinin diğer mensuplarına göre daha gelişkin bir teorik mirasa sahip olmanın yaratabileceği avantajlar bir türlü elde edilemedi. Teorik miras, teoriyle aynı şey değildir.
Geleneğin, özellikle Kıvılcımlı şahsında ürettiği teori, bugün teorik mirastır. Teorik mirası, teorimiz diye göstermek anlamsızdır. Teorik miras bir değer olmakla beraber ancak teori varsa anlam kazanır ve pratik bir güce dönüşür. Geleneğimiz teorik mirası, teori olarak algılamış ve onun üstünden ideolojik tutunma sağlamıştır. Böyle bir teorik mirasa sahip olmak, dikkate değer teori üretmeyi sorumluluk olarak üstümüze yüklemeli; mirasyedilik yapmamalıyız. TKP döneminde atılan legaliteyi istismar taktiği ve Vatan Partisi deneyimi [9] Doktorcu Geleneğin legal çalışmaya daha eğilimli olmasına yol açtı. Doktorcu gelenekten olan TKP-Kıvılcım, sürekli olarak böyle bir gerilim yaşar. Legalle illegalin diyalektiğini kurmak geleneğimizde hiçbir zaman yeterli bir karşılık bulamadı. Geleneğimizin tarihi, açık varoluştan kapalı varoluşa doğru evrilmeyle ifade olunabilir.
Geleneğimiz, deyim yerindeyse, sürekli olarak, devrimci hareketin trafik polisliğini yaptı; “sen doğru yaptın, sen hatalısın, sen şuraya saptın” diye yüzlerce tahlil koydu ama sadece eliyle koluyla yol göstermekle yetindi. Sonuçta ulaşılan nokta gene örgüt fetişizmi, kendiliğindenlik, taktiksizlik, politikasızlık oldu ve gene dar-pratikçi kadrolar ve kitleye benzemeyen kitleler doğdu.
Peki, bugün durum Türkiye Devrimci Hareketi için neyi gösteriyor?
Türkiye Devrimci Hareketi, genelde Marksizmin krizi, özelde kendi sorunları nedeniyle iyice sancılanmaya başladı. 1987’lerde 80 öncesi benzeri bir yükseliş deneyen ve geleneklerin yeniden tarih sahnesindeki yerini alışıyla sonuçlanan hareketlenme, yaşanan krizi bir süre erteleyebilmekten fazla bir işlev yüklenemedi. Tarihi küçük-burjuva devrimciliğinin egemenliğinde geçen Türkiye Devrimci Hareketi, artık bir sıçrama noktasında. Küçük-burjuva devrimciliği bitiyor, bitmek zorunda ve yeni çıkış şart.
Belirli geleneklerin yıllardır süren çabası, bir türlü teorik-pratik bütünsellik yakalayamadı, bu başarıyı hiçbir gelenek sağlayamadı ve artık tek başına böyle bir başarıya imza atabilecek hiçbir gelenek yoktur, diyebileceğimiz bir noktaya gelindi.
İçinde bulunduğumuz dönemde, gelenekler arasındaki sınır çizgileri iyice belirsizleşmeye başladı. Tarihte ilk kez farklı gelenekler, birbirlerinden bu kadar çok etkilenebilen, birbirleriyle bu kadar çok ilişkiye geçebilen bir noktaya geldi.
Marksist örgütler için geliştirici olabilecek çelişkiler, bugün, daha çok birbiriyle barışamaz, birbirini Marksist olmamakla suçlayan, kapalı kutular yaratıyor. Gelenekler arasındaki sınır çizgilerinin, yaşanan genel krizle birlikte, iyice silikleşmeye başlaması, geleneklerin savunucusu örgütlerde ters tepiyor. Ama şunu iyi bilmek gerekir ki, yeni bir Marksist bütünselliğin yaratılması yönündeki hareketlenme bu geleneklerin ürünü olacaktır. fiimdiden birçok geleneğin içinde çeşitli alternatif birikmeler, oluşumlar ortaya çıkıyor. Kapılarını başka geleneklere de açan ya da en azından açma olasılığı olan kümelenmeler görülüyor. Gelenekler arası etkileşim elbette basit bir üstüste getirme, eklektik bir birleştirme olmayacaktır. Oluşması gereken sentez, parçasız bir bütünsellik değil, silikleşmiş sınır çizgilerini kaldırıp, yeni sınır çizgileri çizen bir bütünselliktir.
Geleneklerin bugüne kadar yarattıkları bilinç, varoluş şekli ve iç-ritim, krizi aşabilecek sıçramayı yapabilme olanağını onlardan alıyor. Bizzat kendilerini inceleyebilme bilincine sahip olamayan, tarihi kendiyle açıklayan ve kendi dar pratiğinde gömülüp kalan oluşumlar söz konusu. Ya iç-ritimlerini değiştirecekler ya da bu işi yapacak ayrı bir alan tanımlamak gerekecek. Bugün iç-ritimini değiştirmeye çalışan ya da buna meyilli olan bir gelenek görünmüyor. Eski, bilinen oyun oynanıyor. Marksizmin krizini aşmanın yolunu belirlemek için yeni bir alan tanımlamak zorunludur.
Öyle bir tarihsel döneme geldik ki, her örgütsel yapı iç sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalıyor. Birçok bölünme, parçalanma ortaya çıkıyor ve bilinç eksikliği, özeleştiri vermekten yoksunluk, kopuşları ve iç tartışmaları ilkelleştiriyor. Her kriz kendini teorik düzlemlerdeki ayrıştırmalarla değil politik-örgütsel yozlaşmayla gösteriyor. Dedikodu, iftira alıp başını yürüyor, sorunlar her nasılsa seçilen bir ya da birkaç günah keçisi ile açıklanıyor. Ardından cezalandırmalar, kavgalar…. Herkes karşısındakini karşı-devrimci ilan ediyor. Bunca olumsuzluğa rağmen, olumlu yönde adım atmaya açık birçok kümelenme ve kopuşun ortaya çıkışı gelecek için umut verici.
Devrimci hareketin krizinin aşılma noktaları
Türkiye Devrimci Hareketinin krizi, genel krizin özeli olma konumuyla, teorinin öncelliğini içinde barındırıyor. Teorinin öncelliği, geleneklerin iç-ritimlerinin yarattığı durum nedeniyle yeni bir alan tanımlamayı zorunlu kılıyor. Yeni alan ve nasıl hareket edilmesi gerektiği düşüncemizi ortaya koymadan önce, yapılması amaçlananların Türkiye Devrimci Hareketine özgü olanlarına değinelim.
Türkiye sürekli olarak taşıma teorilerle döndürülmeye çalışılan bir değirmen oldu. Artık Türkiye özgüllüğünün gözönüne alınması, atılacak taktiksel adımlar için zorunludur. Günümüzde teori, taktik için olmazsa olmaz bir koşul olarak kendini dayatıyor. Üretilecek teorinin Türkiye’ye özgülüğü büyük bir öneme sahip. Öyleyse Anadolu Tarihi geleceğe dönük bir bakışla analiz edilmek zorunda. Analizde, Kıvılcımlı’nın çalışmaları ve Tezinin ele alınması, eleştiriye tâbi tutulması gereklidir. Türkiye Devrimci Hareketinde teorik girişim ve teorik derinlik yönünden önemli bir yer tutan Kıvılcımlı’yı görmeden atılan adımları, eksiklik ya da samimiyetsizlikle suçlamanın meşru olduğu düşüncesindeyiz. Kimilerinin “yoldan geçerken bir uğrayayım bari” mantığı ile Kıvılcımlı’yı şöyle bir bahisle geçiştirmeleri, kabul edilebilir değildir. [10]
Anadolu tarihi incelenmesi yanı sıra Türkiye Devrimci Hareketinin geniş bir analizi yapılmalıdır. Lenin’in her sapmayla, teorik ayrım koymaya ısrarla önem vererek, hesaplaşması örnek alınmalıdır. Türkiye Devrimci Hareketindeki sapmalar, küçük burjuva devrimciliğinin ülke üzerindeki etkisi vb. tahlil edilemedikçe silik bir tabloya sahip olacağız. Tahlil edilenleri yeniden yeniden tahlil etmeliyiz. Unutmamak gerekir ki, mahkum edilen her sapma daha incelmiş bir şekilde yeniden tarihe döner. Uyanık olmak zorundayız.
Ne Yapmalı ?
“İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme bir düzine programdan daha önemlidir. Teorik kargaşalık döneminde bu sözcükleri yinelemek tıpkı bir cenazede yaşlılara gözünüz aydın demeye benzer.”
V. I. Lenin
Yazı boyunca anlattıklarımızın ve iki ana başlığın sonunda gösterdiğimiz çözüm yollarının bize sunduğu zorlu bir görev var.
1. Marksizm krizdedir ve krizden çıkış dinamiğini kendi içinde taşımaktadır.
2. Kriz, ilk elde, politik-ideolojik alanda görülmüştür. Kriz Marksizme içseldir ve bir bütünlük yitimidir. Sorunlu felsefe, yetersiz bilim ve dar, ilkel politikanın ürünüdür.
3. Marksizmin kitlelerle ve işçi sınıfıyla kurduğu tarihsel bağ erimiştir.
4. Kriz dönemlerinde teori nitelik olarak öncel bir konuma gelir. (Teori sadece tutulması gereken ilk halkadır.) Krizi teori aşamaz. Felsefe-bilim-politika ve teori-pratik bütünlüğü yeniden sağlanmalıdır.
5. Marksizm kendini yenilemek için Bütünsel Marksist Oluşumlara ihtiyaç duyar. Marksizm, Lenin’den beri böyle bir bütünsellikle beslenememiştir.
6. Hiçbir gelenek Marksizmi Bütünsel yorumlayamamış ve artık gelenekler bu şansını yitirmiştir.Örgütlerin iç-ritmi böyle bir görevi üstlenebilecek titreşimde değildir. Geleneklerin savunucusu örgütler devrimciliği koruyan onurlu kaleler olma ve devrimciliğin sürekliliğini sağlama misyonuna sahiptir.
7. Bütünsel Marksist Oluşumun uzun bir dönem boyunca sağlanamaması gelenekler arası sınır çizgilerini belirsizleştirmiştir. Tarihte ilk kez gelenekler birbiriyle ilişkiye geçebilme olanağına bu kadar çok sahip olmuştur.
Bu saptamalar bize yeni bir alan tanımlamayı dayatıyor:
1. Teorik-politik misyonu üstlenecek örgüt olmayan kollektifler yaratılmalıdır. Marksizm bugün böyle bir işbölümüne ihtiyaç duymaktadır.
2. Örgütler ve teorik-politik kollektifler şeklindeki işbölümü birbirini yadsımayan bir varoluş tanımlamasıdır. Tarih bu işbölümünü değiştirene kadar ayrıştırma geçerlidir.
Biz kendimizi, teorik-politik çalışma hedefleyenlerin içine yerleştiriyoruz. Marksizmin krizi böyle bir işbölümünü zorunlu kılıyor. Bugün örgüt dışı olmak Marksizm dışı olmayı doğurmamaktadır. Günümüzde her örgütün Marksizm içi tanımı kendi geleneği, kendi örgütü, hatta örgütündeki egemen görüşe kadar darlaşmıştır. Biz böyle bir bakışı yadsıyor ve Marksist olmayı herhangi bir gelenekle sınırlamıyoruz.
Bugün Marksizm içi olmak bir örgütte olmakla özdeşleştirilemez. Marksizm, bir geleneğe mensup olmaya da hapsedilemez. Ne Troçkistlerin ne Stalinistlerin ne de başka bir geleneğin Marksizm dışı olduğunu teorik düzeyde kanıtlayan yeterli veri bulunmuyor elimizde. Yeni ayrım çizgilerinin çizilme zamanıdır. Ayrım çizgileri çizebilmek, her türlü akımla hesaplaşma cesaretini gösterebilmekle olasıdır. Polemik bilgi doğurur. Marksizm içi ve dışı tüm akımlarla mücadele etmek zorunludur. Leninizm en başta kendi iç sapmalarına karşı teorik, politik, pratik mücadele vererek yetkinleşti. Elbette Marksizm içi çatışmalarla Marksizm dışı çatışmalar arasında fark gözeterek yaptı bunu. Bugün böyle bir hesaplaşma her zaman olduğundan daha fazla dayatıyor.
Teorik-politik kollektifler örgüt değildir. Dolayısıyla pratik politika yapmaz. Hedef, krizi aşacak oranda bilim, felsefe yapmak ve her şeyden çok teorik-politik platform oluşturmaktır. Taktiksel yetkinleşme için artık teorik-politik gelişim olmazsa olmaz bir koşuldur. Bugün örgüt kurmak geçersizdir. Kafalar karışıkken kurulmaya çalışılan örgütler kafa karışıklığının örgütlenmesi dışında bir sonuç doğuramazlar.
Her komünist, politik yaşam koşullarını sağlayabildiği yerde bulunmalıdır. Teorik-politik çalışmada bulunma kararını verenler, Leninist partide tanımlanan kendi başına parti olabilecek, tek başına bile kalsa partiymiş gibi davranabilecek kadro tanımlamasına uymalı; kendi başına Marksist olabilen, tek başına devrimciliğini koruyabilen nitelikte olmalıdır. En ufak pratik-örgütsel gereksinim duyan, (ezilenlerin yanında olma değil, pratik-politika yapmak anlamında) hiç duraksamadan örgütlere yönelmeli ve kendini örgütlerde varetmelidir. Örgütsel yapıların çerçeveleri içinde yaşam koşullarını bulamayanlar da hiç duraksamadan örgütlerden ayrılmalıdır ve kendilerini teorik-politik kollektiflerde varetmelidir. Bütünsel Marksizmi yaratmanın teori düzleminden koşulu örgütlerden çıkmaktır.
Teorik-politik kollektifler teori-işi yaparlar. Ancak teori-işi yapmak akademizmle eşleştirilmemelidir. Marksizm akademik ürünlere ihtiyaç duyar ama bu, günümüzde kesinlikle teorik-politik çalışma ihtiyacından daha fazla değildir.
Teorik-politik kollektiflerin pratik-politika yapmamaları kesinlikle ezilenlerin yanında yeralmamak olarak algılanamaz. Kişi bulunduğu yerde bir ezilen olarak, ezilen hareketinden olmak zorundadır. Marksist olabilmek için ezilenlerin yanında olmak şarttır ama yeterli koşul değildir. Teorik-politik kollektiflerde bulunmak kaf dağına çıkıp, oradan dünyaya bakmak anlamına gelmez. Teorik-politik kollektifler sürekli günceli takip etme, güncelle iç içe olma göreviyle de karşı karşıyadır. Ama bu görev, güncele yönelik pratik-politika üretmek anlamına gelmez.
Teorik-politik kollektifler, Marksizmin organik-aydınlara ihtiyacı olduğunu saptar. Korkulması gereken, aydınlanma değil, kör pratikçiliğe kapılmak olmalıdır. Marksizmin organik aydını, bilgiyi akademik düzeyde ele alan değil, onun politik sonuçlarını yaratan ve izleyendir. Teorik-politika alanına sürülememiş her bilgi geçersizdir.
Ne koca dağlar yarattığımızı düşünüyoruz, ne de koca dağlar yaratarak tüm dünyayı değiştireceğimizi.
Amacımız, Bütünsel Marksist Oluşumu sağlama yolundaki çabaların içinde olmak, tarihin yüklediği sorumlulukları hiç duraksamadan yüklenerek Marksist varoluşumuzu gereken tarzlar içinde sürdürmektir. Kendimizi tanımladığımız alanın yükümlülüklerinin ağırlığını biliyoruz. Bu ağırlığı yüklenmekten korkmuyoruz. Leninistlik, mütevazı olmayı bilmek kadar, tarihin önüne yıktığı sorunlara hiç çekinmeden cesaretle atılabilecek yüreğe, iddialılığa sahip olmaktır da…
[2] Metin Kayaoğlu, “Sunuş”; Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çevrçeve Taslağı (Taslak), Ankara 1995, s. 16.
[9] TKP’nin bitişiyle birlikte 1960 sonlarına kadar, Vatan Partisi dışında bir hareketlenme görülmez. Vatan Partisi deneyi, bayrağı yere düşürmeme kavgasıdır. En olmadık zamanda kurulan legal parti, şiddetli akıntıya rağmen setler örme girişimidir. Bu deneyin, taktik-strateji diyalektiğine yönelik birçok ipucu verdiğini düşünüyoruz.