Ana SayfaSayı 3Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda

Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda

Marksizmin Krizi, Türkiye Devrimci Hareketi ve Hareket Tarzı

 

“Aslolan devrimciliktir. Herkes kendini,

devrimciliğini var edebileceği yerde ifade etsin.

Gerekirse devrimciliği için kendini yaksın.”

                                                        Mehmet Akdağ [1]

 

Ali Osman Alayoğlu

Tuncay Yılmaz

Cafer Özdemir

Gül Akkaya

 

Giriş

    Devrimcilik, ahlaki zeminden yola çıkılırsa, mütevazı olabilmeyi gerektirir. Her şeyi bilirim, edasıyla dolaşanlar daha baştan öğrenmeye ve üretmeye kapıları kapatmışlar­dır. Kısaca; ne kendini dev aynasında görmeli ne de küçümsemeli. Özgün olma saplantısına kapıl­maktansa, mütevazı bir tavırla, emek harcamak ve ürün çı­kartmak yeğdir.

Biz bu çalışmamızda, tüm sorunlarını bilinçli ya da bi­linçsiz yaşadığımız Marksizme, bulunduğumuz yerden bakmayı amaçladık. Kendimizi, baktığımız bütünselliğin dı­şında görmeyerek, hatta birçok noktada kendimizden yola çıkarak yaptık bunu. Bir yönüyle ürünümüz, bulunduğu­muz konumu somutlama çabasıdır. Yarın dönüp bakabile­ceğimiz, sorgulayacağımız, değiştirip eleştireceğimiz elle tutulur şeylerimiz olsun istedik. Söz uçar yazı kalır.

Yanlış yapmaktan hiç korkmadık, ama olur olmaz her­ şeyi yazmadık da… Sorun yanlış yapma, bir yerlere sapma değil, yanlışı görebilme, sapmayı saptayabilme soru­nudur. Yanlış yapmayan hiçbir şey yapmayandır. Riski göze al(a)mayanlar, sadece oldukları yerde oturabilirler.

Olduğumuz yerde oturmaya hiç niyetimiz yok!. Bu ne­denle görebildiğimiz kadarıyla çeşitli sonuçlara ulaşmayı hedef bildik. Her tür pratik (teori de bir tür pratiktir) sorumlu­luk almak demektir. Sorumluluğu bilerek hareket etmeyi amaçladık.

Yazıyı, temel bir önermenin üstüne yerleştiriyoruz: Te­orik-politik faaliyet, bugün en zor ve gerekli pratiktir. Bu önermeye ulaşma ve onu geliştirme sürecimizi kısaca açma­k yararlı olacaktır.Nereden yola çıktığımız ve nerelere gel­diğimiz, açımlamamızdan çıkarılabilir.

Siyasal Hareketimizden sezgisel, kavramsallaştırılama­mış kimi rahatsızlıklar sonucu koptuk.Yaşam koşullarının yok olduğu bir ortamda durmanın anlamsız olduğu, yeni ya­şam alan­ları tanımlamanın gerektiği sonucuna ulaştık. Yeni yaşam alanlarının ancak eskinin analizi yapılarak oluşturu­labile­ceğini düşündük. Hedefimiz, siyasetimiz özelinde Türkiye Devrimci Hareketinin analiziydi; genelde ise Marksizmin analizi hedefimiz oldu. Yaşanan karmaşadan çı­kabilmek için tutulacak ilk halkanın teori olduğunu düşün­müştük. Bakışımız bizi ister istemez benzer vurguyu yapan­ları ince­lemeye itti. Mehmet Yılmazer’in “yeniden doğu­şun gerekti­ği”ne yönelik yazılarıyla önceden tanışıktık. Türkiye Devrimci Hareketini iki karakteristik döneme ayırı­yordu Yılmazer, ve artık ikinci dönemin bittiğini, üçüncü dönemin doğuş sancı­larının yaşandığını söylüyordu. Söylenenler bizi araştır­maya yöneltti. İlk olarak Haluk Yurtsever’in benzer tarzda yazılarına ulaştık. 87’de o da “yeniden doğuş”, di­yordu. Yurtsever’in, gerek 87’deki ge­rekse günümüzdeki yazılarında özneye yüklediği idealist anlam, tarihin özneli anlatımı bizi itti. Sosyalist devrimcilerden bu nedenle uzaklaştık. Sorun Yayınları‘nın krizden çıkış teorileri ve Marksist Eleştiri‘nin Yeni Dünya Düzeni incele­meleri oldukça önemli bilgiler içerse ve birçok olgusal kay­nak verse de, bu ürünlerde “bütünsel Marksist kavrayış”ı gö­remedik. Olayı, tüm bu saydıklarımızdan farklı bir düzeyde ele alan, ve kav­ramsallaştıramadığımız birçok sorunu kav­ramsallaştıran Teori ve Politika Dergisine, nitelik olarak farklı bir anlam yükledik. Aynı çevrenin çıkardığı Bütünsel Mark­sist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Tas­lağı, benimsediğimiz bir çalışma olarak yazımıza bir­çok önermesini verdi.

(Bir giriş notu: Yazı boyunca söylediklerimizin biz­den önce herhangi bir kişi ya da grup tarafından söy­lenmiş olması, bizi hepsini ayrı ayrı belirtme zorunluluğuna itmedi.)

Genel Çerçeve: Marksizm Krizdedir

Dünya; sosyalist ülkelerin birer birer çöküşü, yeni dünya düzeni martavalları, milliyetçi savaşlar ve birkaç yerde birkaç önemli mücadele ile anlatılabilecek kaotik bir görüntü çizi­yor. Marksistler olarak bu kaosun düzenini kav­rayabilecek ve müdahalelerde bulunacak yetkinliği epeydir kaybetmişe benziyoruz. Marksizm şiddetli bir kriz yaşıyor! Krizin nasıl oluştuğu ve nasıl çözüleceği cevaplanmayı bekliyor. Krizin çözümünü Marksizm-dışı yollarda arama­yanlar, Marksizmin krizden çıkabilecek iç-dinamiği barındır­dığını savunanlar (Marksistler), cevapları da bulma sorumlu­luğunu taşımakta­dırlar.

Krizi anlamlandırabilmek ve çözüm için izlenmesi gere­ken yolları belirleyebilmek için öncelikle Marksizmden ne anladığımızı ortaya koymamız gerekiyor.

1. Marksizm

Marksizmin tarihsel olarak teorik-pratik bir bütünsellik teşkil ediyor olması, onun saf bir teori ya da kaba bir pratik olmadığını ortaya koyar. Teori ile pratiğin diyalektik birliği­nin ifadesi olan Marksizm sürekli bir gelişim, dönüşüm için­dedir. Kimilerinin algıladığı gibi, kuramsal bütünlüğü gökten inen kutsal kitap gibi tamamlanmış bir durağanlık değildir.

Marksizm, Marx ile başlatılıp, günümüzdeki herhangi bir geleneğin herhangi bir üyesine kadar genişletilebilecek bir tarihselliğe sahiptir. O, işçi sınıfı ve kitlelerle kurduğu bağ sayesinde tarihi değiştirme, dönüştürme işlevine sa­hip olabildi. Tarihsel bağdan yoksun bir Marksizm düşünü­le­mez; ama Marksizmin farkı, kurduğu tarihsel bağla da açık­lanamaz!

Marksizm ontolojik boyutta, teori-pratik bütünselliği ola­rak ifade olunabilir. Bu bütünsellik, politika ile ilişkilendiril­miş iki alanı kapsar. Marksizmin epistemolojik boyuttaki ifade­siyse felsefe-bilim-politika üçlüsüdür. Her ayağın ayrı ayrı incelenmesi ve birbirleriyle ilişkileri ancak bir sürecin ko­nusu olabilir. Biz bu düzeylere elinizdeki yazıyı ilgilendiren oranda değindik. Düzeyler içinde özellikle “bilim” önemli bir yere sahiptir.

Marksizmin temel ayıracı bilimdir. Eğer temel ayıraç gö­zardı edilirse; Marksizmi burjuva akımlarından radikal bir tarzla ayıran unsur atılmış olur. Marx, Weydemeyer’e mek­tubunda bu gerçeği çok net bir şekilde ortaya koyar:

Benim yeni olarak yaptığım; sınıfların varlığının ancak üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağımlı oldu­ğunu; sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatör­lüğüne vardığını; bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıf­ların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını tanıtlamak olmuştur“. [1]

Marx’ın “zorunlu olarak” diyerek ortaya koyduğu, yeni bir bilimin, tarih biliminin vargısının anlatımıdır. Kuşkusuz Mark­sizm, sadece bilim değildir, bütünsellikten bahsediyo­ruz. Ontolojik ve epistemolojik düzeylerde ifade olunabilen bir bütünsellikten…

Kısaca “Marksizm temeli bilim, merkezi felsefe, do­ruğu, zirvesi politika olan açık uçlu bir bütünsel yapı­dır;bütünlüğün açık ucunu politika teşkil eder.” [2]

2. Marksizmin Krizi

Marksizmin krizine birçok farklı bakış var ve her bakışın oturduğu bir sapma, sapıklık veya uygun hat görünüyor. Bakış tarzları arasında ayrıştırmalar yapmak hem krizi, hem de krizin yarattığı tepkileri ortaya koyabilmek için gereklidir.

Marksizmin durumuna ilişkin üç temel bakış belirleyebili­riz:

a.”Marksizm krizde değildir” diyenler: Marksizmin krizde olmadığını öne sürenler daha çok Marksizmin dev­rimci, ahlaki yapısını korumak isteyen ve bu istem doğrul­tusunda tepkisel bir savunmaya geçen gele­neksel hare­ketler oluyor. Samimiyetleri, politik olarak Marksizmi ko­ruma tavırları nedeniyle övgüyü ve saygıyı ha­keden bu ha­reketlerin -nesnel bir bakış altında incelemeye alınırsa-, Mark­sizmi değişmez, dönüşmez bir dogma duru­muna getirdik­leri kolayca kavranabilir. Krizlerin olmadığı za­manlarda bir yönüyle gerekli olan bu tarz radikal ısrar, kriz dönemlerinde ister istemez değişmeye karşı direnç anla­mına geliyor.

Kendi ideolojik tutunmalarını en doğrunun, en iyinin kendileri olduğuna, gerçek Marksizmin ancak kendi hare­ketleri ve belki birkaç harekette daha bulunduğuna dair söylemlerle sağladıkları için “Marksizmin krizde olduğunu söyleyenler Marksizmi yıpratmak isteyenlerdir” diyorlar. Bu bakış, Marksizmin krizde olduğunu kabul eden kimilerinde de, söyleyen­lerde de “Marksizm krizdedir ama bu krizi an­cak bizim ge­leneğimiz çözebilir” şeklindeki söylemleri do­ğuruyor. Farklı bir tarzda olsa dahi, aynı ideolojik görev üstleniliyor.

b. Marksizmin sadece bir bölümü krizdedir” diyenler: Bu tarz yaklaşımlar daha çok ortayı bulma ya da sorunu geçiştirme, küçümseme anlamını barındırıyor. “Marksizm sadece politik sorunlar taşıyor. Yaşanan Marksizmin krizi değil, geçici bir politik krizdir” gibi ifadelerle kriz yumuşak bir tarzda reddediliyor.

c. “Marksizm krizdedir” diyenler: Marksizmin krizde ol­duğunu söyleyenleri ikiye ayırmak zorunlu. Bir, ‘Marksizm krizdedir yani bitmiştir’ diyenler; iki, ‘Marksizm krizdedir ve krizin çözümü Marksizm-içi bir çözüm olacaktır’ diyenler. Marksizmin krizini, Marksizmin bitişi ilan eden ba­kışları, beceriksiz marangozun suçu aletine yüklemesiyle anlat­mak gerekir. Bu bakışlarla amansız bir mücadele şarttır. Marksizmin krizini gören ve Marksizm-içi çözüm arayanlar ise uygun hattı yakalayanlardır. Kendimizi bu hattın içine koyu­yoruz ve bu hattı, Marksizm-dışı çözümler önerenlerle net bir çizgiyle ayırıyoruz.

Marksizmin krizde olduğunu söylemek ve Marksizm-içi çözüm aramak bize büyük sorumluluklar yüklüyor. Önce­likle Marksizmin krizini ortaya koymak gerekir. Ardından kri­zin aşılmasına yönelik izlenecek yöntem ve çözümü… Bi­zim duruşumuz, bu sorulara verdiğimiz cevaplarla belir­len­miştir.

3. Krizin niteliği ve ortaya çıkışı

Marksizm bilim-felsefe-politika veya teori-pratik diye ifade olunabilecek bir bütünsellik olarak varoluşunu gerçek­leştirdi. Tarihte ilk kez bir teori, işçi sınıfı ve kitlelerle bu denli büyük oranda kucaklaşmayı başardı.Teori ve toplum ilk kez bu kadar kaynaştı. Kuşkusuz, tarih felsefesini alaşağı ederek yerine tarih bilimini koyanlar tarihte yeni bir dönüm nokta­sına işaret ettiler. Marksizmin özelliği, işçi ve kitle ha­reketleriyle buluşması değil, işçi ve kitle hareketleriyle bu­luşan diğer tüm akımlardan farklı olarak bilimsel bir temelde varolması ve işçi hareketiyle teorik bir bağa sahip olmasıydı. “Alt­husser, Marksist teoriyle işçi hareketin birleşmesini ‘insan­lık tarihinin en büyük olayı’ olarak niteler. Lukacs’a göre, tarih boyunca üstesinden gelinmeye çalışılan teori-pratik ayrılığı nihayet Marksizmle ortadan kaldırılır. Gramsci için Marksizm, teori-pratik birliğini sağlamış olmak bakımın­dan tanımlanmayı haketmiş ‘Praxis Felsefesi’dir.” [3]

Marksizmin bilimsel-felsefi-politik veya teorik-pratik geli­şimi ve özellikle Lenin’le beraber Marksizmde gerek teorik-politik, gerekse pratik-politik alana gelen yetkinlik Mark­sizmin, en olmadık yerdeki en olmadık hareketin bile sahip­lendiği bir ideoloji olmasını sağladı. Bizzat burjuvazi Mark­sizm için “Aydınların afyonu” tanımını kullandı. Marksist ideoloji tüm dünyayı sarstı. Kitleler birçok kez bu ideoloji ile kendini ifade etti.

Tüm bu anlattığımız gelişim bugün büyük bir erimeyle karşı karşıyadır. Marksizmi tanrısal bir vaad olarak görme­di­ğimize göre dağılmanın, anatomik bozukluğun sebeple­rini açıklamamız ve acil tedavilere girişmemiz şart!..

Marksizmin işçi sınıfı ve kitlelerle kurduğu tarihsel bağ bugün erimiş durumda. Bu erime, politik ve ideolojik düz­lemde ağır bir kriz olarak ortaya çıkıyor. Artık kitleler Mark­sist ideolojinin etkisinden iyice sıyrıldılar. Politik hamleleri­mize fazlaca ilgi duymuyorlar. Bu görüntü bizi, Marksizmin ide­olojik ve politik bir sorunla karşı karşıya bulunduğu so­nu­cuna ulaştırıyor ve “sorun ideolojiktir, kriz politik krizdir” de­yiveriyoruz. Ortada ideolojik bir sorun ve politik bir kriz ol­duğu kesin ama bu, krizi sadece politik krizle sınırlayıp, daha içsel ve önemli sorunlarla karşılaşmaktan kaçınmayı meşrulaştırmaz. Mark­sizmin epistemolojik-ontolojik bütün­selliğini derinliğine ince­lemek gerekli, ideolojik sorun ve politik krizin yani gö­rüntünün içine girmek şart!.

Marx-Engels ve Lenin dönemlerinde teorisyenler aynı zamanda politik hareketin içindeydi. Bugün bu birlik da­ğıldı. Partilerdeki, hem bilim insanı, hem filozof, hem de politikacı olan militanlara pek rastlanmıyor. Özellikle Lenin­’den bu yana bilimini, felsefesini, teorisini pratiğe ve politi­kaya koşmayan teorisyenler ve politikasını teoride tamam­lamayan politikacılar daha çok görüldü.

Marksizmin tarihinde Marksist teorik bütünlük; Marx-En­gels ve Lenin tarafından iki dönemde kurulmuştur. Bu Marksistler dışındaki tüm Marksistler, Marksizmin sadece belirli bölümlerini tutup geliştirebildiler, bütünlük yakalaya­madılar. Oysa Marksizm yeniden ve yeniden oluşturula­cağı bütünlüklere gereksinim duyar.

Marx’ı Marx yapan, teorisi olduğu kadar militan kişiliği, işçi sınıfı ve kitlelerle kurduğu tarihsel bağdır. “Tarihsel bağ te­orik bağa referans olamaz. Ancak bu, tarihsel bağın ge­rekli ve zorunlu olduğunu karartmaz”. [4] Uzun süredir ya­kalana­mayan bütünsel Marksist bakış, Marx-Engels ve Lenin za­manlarında kurulan tarihsel bağın da erimesinin nedeni ve sonucu oldu.

Marksizmin ezilenlerle teori arasında ilk kez kurduğu ba­ğın erimesi büyük bir tehlikeyi, tekrar Marx’tan önceki dö­neme dönmeyi, içinde barındırıyor. Ezilenlerin kendili­ğin­den ideolojilerinin yarattığı, bugünü incelemeden, olum­suz anlamıyla reddediş, tekrar canlanıyor. Dolayısıyla fel­sefe içinde kaybolan bilim, stratejiler içinde yo­kolan taktik, ilkeler içinde tükenen politika ve üretilen politikasızlığın po­litikası tarih sahne­sine doluşuyor.

Kısaca Marksizm, felsefe-bilim-politika bütünselliği ola­rak yılların biriktirdiği sorunların sonucu bir krize girmiştir. Bütünsellik birbirini itmeye, dönüşmeye başlamıştır. Kuru­lan tarihsel bağın yıpranması, ideolojik sorun ve politik kriz şeklinde de ortaya çıkan Marksizmin krizinin epistemolojik düzeydeki, özsel, sebeplerini bulmak zorunludur. Bu se­bepleri üç şekilde ifade edebiliriz:

a. Bilimsel yetersizlik: Tarih bilimi uzun süreden beri, or­taya çıkan yeni gelişmeleri tanımlayamaz, sorunlara çözümler üretemez durumda­dır. Bugün, büyümesi gere­ken bir yapının körelmesi ve durması sonucu ortaya çıkan anatomik bozukluklarla karşı karşıyayız. Bu durağanlığın ve ortaya çıkan yeni gelişme­lere cevap verilemiyor oluşunun, karşı cephenin saldırı ola­naklarını da sürekli arttırdığı bir gerçektir . Yeni bir kapita­lizm eleştirisi yapmak, emperyalist ülkelerde ortaya çıkan değişimleri,enformasyonu, kafa-kol emeği ilişkisini, sınıfla­rın durumu ve sınıf ilişkilerini, emper­yalizmin neden hâlâ gebermediğini vb. açıklamak zorunlu­dur. Açıklanamayan her değişiklik, burjuva cephesinden gelen, sınıf ve kafa-kol emeği çelişkisinin kaybolduğu, em­peryalizmin yeni bir dünya yaratmış olduğu vb. ideolojik saldırıların etkisini artı­rıyor.

Kapitalizmin gelişimine yönelik bilimsel ilginin azalma­sında, sosyalist ülkeler döneminde ortaya çıkan, kapitalizm ha yıkıldı ha yıkılacak, anlayışının yarattığı psikolojinin et­kisi büyüktür. Bugün de gene, kapitalizm incelemesinin önüne sosyalizm deneylerinin yıkılışının yarattığı güçlü etki geçe­biliyor. Elbette, Marksizm sosyalizm deneylerinin açıklama­sını henüz yap(a)mamıştır ve önünde bu açıklama büyük bir görev olarak durmaktadır. Fakat Yeni Dünya Düzeni diye ifade olunan günümüz kapitalizminin açılımı ve analizi, öncelikli olarak şarttır.

Bu analiz sadece akademik içerikli olamaz! Aksine kimi Marksist olmayan yazarların ürünleri de ısrarla incelenmeli ve ürünlerin bilimsel yanlarıyla ideolojik yanları ayrıştırılmalı, bilimsel olanlar Marksizm cephesine kazandırılmalıdır.

Günümüzde yaşadığımız bilimsel yetersizliğin aşılması yerine, temel önlem olarak politik müdahaleler hayata ge­çi­riliyor. Lenin’in yaratmış olduğu o müthiş politik güç yüz­lerce kavgayı kazanmamızı sağladı ve hâlâ sağlıyor. Fakat bu güç tek başına kesinlikle yetersizdir.

Marksistler, bilimsel yetersizliklerini, “dünya aynı dünya”, “sömürü aynı sömürü” türü politik müdahalelerle ikame et­meye çalışarak onurlu bir görevi yerine getiriyorlar. Fakat çekilen setler saldırılara bir yere kadar dayanabilir. Politi­kanın, bilim ve felsefeyi geliştirdiği gibi bizzat bilim ve felse­feden beslendiğini de unutmamak gerekir.

Marksizm, dünyayı tanımadan ve açıklamadan politika yapamaz. Politik tavrın yetmediği momentler vardır ve ana­liz, olmazsa olmaz bir gerek durumundadır.” [5] Öyleyse gün, yeni bir teorik-politik açılım gerçekleştirme günüdür. Aydınların afyonu olmaktan çoktan çıkıldı. Yeniden afyon olabilmek gerekiyor, hem de çok daha etkili bir afyon!.

b.Felsefenin epistemolojik konumu: Kriz dö­nemleri, felsefe kavramlaştırmasında da belirttiğimiz gibi, felsefenin yardıma veya sömürmeye geldiği dönemlerdir. Felsefe eğer sömürmeye gelirse kriz felsefesi doğar ve Marksizmi reddetmekten Marksizmin felsefe yönünü öne çıkarıp, bi­limselliğini silikleştirmeye kadar birçok idealist ba­kış türer. Oysa yardıma gelecek olan diyalektik materyalizm krizin çözümünde çok önemli işlevler üstlenebilecektir, ama krizi biraz daha şiddetlendiren sorun, felsefenin epistemo­lojik düzlemdeki konumunun yeniden tanımlanmaya duy­duğu ihtiyaçtır. Felsefenin bilim ve politikayla ilişkilerinin te­orisinin yapılması gerekmektedir.

c. Politik yetersizlik: Sorunlu felsefe ve yetersiz bi­limin varolduğu bir dönemde, politikanın sadece Lenin’in kattığı güçle uzun süre ilerleyebilmesi elbette olanaksızdır. Bü­tünselliğin zayıflaması, aradaki bağların bozulması ya da diyalektik olması gereken ilişkinin mekanikleşerek dönüştü­rücü, geliştirici olmak yerine kriz üretir hale gelmesi politika­nın iş­levini yitirmesi sonucunu doğuruyor. Bilim ve felsefe­den beslenememenin doğurduğu açlık, politik bütünlüğü de dağıtıyor. Teorik-politik alanda körelme ve pratik-politik alanın körleşmesi ortaya çıkıyor. Bugün dar, ilkel, kör bir politik varoluşla karşı karşıyayız. Strateji-taktik diyalektiği mekanikliğe dönüştü. Düzeyler iyice karıştırıldı. Politik ha­reketin bu güçsüzlüğü, işçi sınıfı ve kitlelerle bağlarının ko­puşu, politikasının uygulandığı alanı daraltıyor ve birçok yan­lış politik yaklaşımın ya da politikasızlığın politika’nın or­taya çıkmasına sebep oluyor. Politika bugün sadece kendi ka­palı alanlarımız için yapılır hale geldi ve bırakın kitleleri, Marksistleri bile etkileyemez oldu. Tarih teorik-politik-pratik bütünselliği yakalamış politikacılara ihtiyaç duyuyor.

4. Krizin aşılması için önermeler

Marksizmin ne olduğuna ve nasıl bir kriz içinde bulun­duğuna ilişkin tüm anlattıklarımız bize temel önermemizin öncel olduğunu açıkça gösteriyor: Teorik-politik faali­yet, bugün, en zor ve gerekli pratiktir.                  

Kriz dönemlerinde Lenin’in önerdiklerine bakarsak kriz­den çıkışa yönelik görüşlerimiz biraz daha netleşir: “Dev­rimci teori olmadan devrimci hareket olmaz” (1902); “Sos­yalizmin buhranı ciddi sosyalistlerin en azından, teoriye bir kat daha önem vermelerini (…) zorunlu kılmaktadır”(…); “Marksizmin bunalım döneminde, temel sorunların yeni bir incelenmesi, teoriye, politikanın belli başlı sorunlarına ve ABC’sine karşı yeni bir ilginin doğması doğal ve kaçınıl­mazdı”; mücadeleciler, “yeni bir eğitim görmeden, eylem­lerini sür­düremezlerdi”(1910); “meydan savaşlarından ve savaş­tan uzak geçirdiğimiz her özgürlük anımızdan öğren­mek ve başından başlayarak öğrenmek için yararlanmalı­yız.”(1922) [6] Rus Marksizminin her bunalım döneminde ya­kala­nacak moment diye teorinin gösterilmesi önemli bir so­nuç­tur.

Bir müsibet bin nasihate yeğdir, deyişini geve­leyip durmak, anlamsızlığını bugünlerde daha açık ortaya koyuyar. Krizden çı­kış için teorinin öncelliğinin görülmeyişi ve hiçbir şey yok­muş gibi, samimiyetle ufkun, siyasal -örgütsel mekaniz­maya, mekanizmaların işleyişine, günlük dar- politikalara gömülmesi sadece krizin içinde varolabilmeyi sağlıyor. Kimi bakışların müsibette aradığı iyilik, daha büyük müsibetlerin ortaya çıkmasından başka sonuç doğur(a)maz. Eğer ya­pıl­ması gereken bilinmiyorsa, genel hatlarıyla çizilmiş bir rota yoksa, zor denizlere gemileri tam yol sürmek kaçınıl­maz ola­rak karaya oturma sonucuna ulaşır. Bile bile yola çıkmak ve birçok hasarla kalakalmak anlamsızdır. Kaptanlık zor za­naat!

Alışılagelmiş hareket tarzıyla; sadece politik tutum, ör­gütlenme ve ajitasyon çalışmalarıyla kriz ortamında varlığını koruma ve sürdürme sağlanabilir, ama krizin bu şekilde alt edilemeyeceği, onu aşma yoluna girilemeyeceği kesindir. Krizin üstesinden gelmenin ön koşulu, teorik kuruluş, edi­nim ve gelişim mücadelesi vermektir.” [7] Kriz dönemle­rinde teori pratiğe göre niteliksel olarak daha fazla önem kazanı­yor. Lenin’in değnek bükme esprisini teori alanına da so­kabilmek gerekiyor. Günümüzde değneği teoriye bükmek zorunludur. Çünkü teorinin olmadığı yerde taktik­lerden değil, ancak kendiliğindenlikten, güne kapı­lıp gitmekten sözedilebilir.

Öyleyse Marksizmin tıkanıklıklarını aşacak ve taktiksel, pratik vb. hareketliliğe olanak sağlayacak bir teorik-politik çalışma şarttır. Teorinin de taktikler gibi değişebilir, değiş­mesi gereken bir düzey olduğu artık öğrenilmelidir. Her pratik ardından teorinin sorgulanmasını getirmeli, nasıl her teorik bulgu pratikte denenmeyi gerektiriyorsa…

Öyleyse acil çözüm teorik-politik çalışmayı ana halka ola­rak kavrayan bir oluşumdur. Bu oluşum örgüt değildir ve ör­gütlerin günümüzde böyle bir bakış genişliklerinin ol­mamasından dolayı oluştu­rulmak zorundadır. Tarihin yarat­tığı bir zorlamadır.

Genel Çerçevenin Özeli:

Türkiye Devrimci Hare­keti Krizdedir!..                                                                                                    

Türkiye Devrimci Hareketinin krizi, her şeyden önce Marksizmin krizidir. Marksizmin krizinin aşılmasına yönelik çalışmalar Türkiye Devrimci Hareketinin krizden çıkabilme­sinin temel şartıdır.

Bugün hiçbir (Marksist) yapılanma (siyasi parti, hare­ket, gelenek, okul, vb.) Marksizmi bütünsel olarak kavrayama­makta ve edinememektedir. Bu sadece bugünün değil, Marx, Engels, Lenin’den sonraki tüm Marksist girişimlerin soru­nudur. Lenin’den sonra bütünsel Marksizmin özellikle teori (bilim, felsefe, teori-politika) cephesinde önemli mevziler kaybe­den devrimci yapılar, bütünsel bir Marksizm kavrayı­şından uzak olmanın zorunlu sonucu olarak ancak pratik politika sahnesinde varolabilme mücadelesi verir duruma düşmüş­tür. Türkiye Devrimci Hareketi tüm tarihinde de bu eksik kavrayıştan dolayı tarihe müdahale eder tarzda de­ğil, ancak kendini varetme çabası içerisinde görülmektedir.    

1920’lerde Bolşevik Devrimin etkisi ve teorik-pratik-poli­tik yönlendirmeleriyle kendini varetmeye başlayan Türkiye Devrimci Hareketi, tüm tarihi boyunca teorik yapısını ithal devrim stratejileri kalıplarında kurmaya çalışmıştır. Türkiye özgülünü kavrayamamanın sonucu olarak, Mark­sizmin kitle­lerle buluşmasını sağlayamamış, kendiliğinden varolan halk hareketlenmelerinin üzerinden politika yapar duruma gel­miştir.

Öyle ki, her bunalım dönemi (Marksizmin krizinin kendini ciddi şekilde hissettirdiği dönemler) bir halk hareketlenme­siyle atlatılmıştır. Bu yüzden Türkiye Devrimci Hareketi kriz dönemlerinde hiçbir zaman köklü bir hesaplaşma yaşaya­mamıştır. Halk hareketlenmeleri politik arenayı canlandırmış ve bir yandan yapılara moral verirken, öte yandan yapıların kendilerini yenilemesi için kaynak olmuştur.

Buna rağmen Bolşeviklerin etkisindeki 1920-1950’lerin birçok teorik ve pratik kazanımı kaydedilmelidir. Şefik Hüsnü‘nün yazıları dikkate değerdir. ’60 sonrasına da biri­kimini taşı­yan Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye Devrimci Hareketinde önemli bir yer tutar. Daha 1930’larda TKP MK’sine Yol1-2 şeklinde sunulan ürün, hem Kemalizmden kopan hem de Kürt sorununa ilişkin sömürge tahlili koyup, izlenebilecek politikaları öngören gelişkinliğe sahiptir. Kıvılcımlı, bu üründe kıvrak bir politik öngörü göstermiştir. Fakat Yol1 ve 2, TKP’de yaşam bulamamıştır. Kıvılcımlı’nın aynı çalışmada ortaya koyduğu taktik-strateji bağı ve legaliteyi istismarın önemine ilişkin görüşleri kendini yeral­tıyla sınırla­yan ve ufkunu bir türlü genişletemeyen TKP için legal çı­kış politik öngörüsünü taşımaktaydı. Bu taktiği biz­zat ken­disi, kurduğu yayıneviyle hayata geçiren Kıvılcımlı, Türkiye Solu için önemli bir eğitsel işlev görmüştür. Marksizmin klasikleri yanında Türkiye kapitalizmine yönelik ürünler yayınlayan yayınevi yeni kuşakların yetişmesinde okul görevi üstlen­miştir.

Bütünsel kavrayıştan yoksunluk kendiliğindenliği doğu­rur. Türkiye Devrimci Hareketinin tarihi kendiliğindenliğin anlatımı olmuştur. Kitle hareketi yükselince kendiliğinden yükselen, düşünce düşen bir rota izlenmiştir.Bizzat politik hat çizip yönlendirici olabilmek yoktur Türkiye Devrimci Ha­reketinde. Kitle hareketi ard arda gelen dalgalarsa, bu dal­gaları görebilen ve bu dalgalara müdahale edebilen düz bir çizgi olabilmelidir Leninist Parti. Ama Türkiye Devrimci Hareketi hep dalganın götürdüğü yere gitti.

Bütünsel kavrayıştan yoksunluk kendiliğindenliği do­ğurduğu gibi, kendiliğindenlik de taktiksizliği doğurur. Tür­kiye Devrimci Hareketi an’a müdahale eder gelişkinliğe bir türlü ulaşamadı. Taktik olarak görülen ve atılan her adım reddedilmek için yılları bekledi.

Taktiksizlik bir başka deyişle politikasızlıktır. Biz yıllarca politikasızlığın politikasını yapıp durduk. Öyle bir politikaydı ki bu, uygulanacağı kitle yoktu.

Türkiye Devrimci Hareketinin teorisizlik, kendiliğindenlik ve politikasızlık gibi hayati problemleri var. Bu problemlerin içinde varolan örgütler sözkonusu. Sorunlar örgütleri sa­dece kendileri için örgüt olma konumuna getirdi. Oysa ör­güt devrime giden yolda, sadece politika yapabilmek için ge­rekli bir araçtır. Politika için örgüt gerekirken örgüt için poli­tika yapılır oldu. Bu konumun doğal sonucu örgüt için te­ori, örgüt için analiz, örgüt için tarihti.

Türkiye Devrimci Hareketinde, genel olarak, ge­niş bir teorik kavrayış ardından pratiğe atılmak şeklinde bir sürecin olmadığını görürüz. Bizde birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Leninist, Troçkist, Maoist, Luxemburgcu vb.. ayrımlar teorik sınır çizgileriyle belirlenmiş değildir. Bugün tüm dün­yada bu sınırlar silikleşti.

“Parti, teorik hareket, politik hareket, işçi hareketinin öz­gül tarihsel birliğidir.” [8] Türkiye Devrimci Hareketi kendisini sadece pratik-politik düzeyde gerçekleştiren poli­tik hareket niteliğindedir. Üstelik, bu kadarıyla bile, birçok yönden kan­serlenmiş durumda. Türkiye Devrimci Hareketi işçi hareke­tini görene ka­dar yıllar geçti. 15-16 Haziran’da işçi, Marksistlerin gözüne gözüne girince farkedilebildi. Politik darlık işçi hareketiyle buluşamama, taşıma teoriler vb. birçok olumsuzluk içinde bir yığın parti kuruldu. Hepsi de işçi sını­fını, kitleleri çeşitli eylemlere çağırdı. Sen tepeden milleti eyleme çağıracak­sın, o da gelecek. Doğu toplumunun te­peden inmeciliğinin yarattığı tepeden inmeci mantıklı dev­rimci hareketi aşma­nın zamanı geldi.

Tüm bu anlatılanların yarattığı sonuç ne? Kendine ka­panmış bir örgüt ve oturmuş bir iç-ritim.

Oluşan örgütsel yapılar, kendilerini yarına ulaştırma fa­aliyetini politika sanıyorlar. Örgütsel işleyişin yarattığı dar pratikte boğulmak, devrime gidecek yolu açacak tek ça­lışma olarak düşünülüyor. “Pratik öğreticidir, pratikten öğ­renmeli” mantığının egemenliği sürüp gidiyor. Her örgüt kendini dev aynasında görüyor. Devrimi yapacak yegane örgüt oluveriyor ve çevresin­dekilerin hepsi ya sağa ya sola ama mutlaka bir yere sapmış oluyor. Her şeyi en iyi benim örgütüm yapar, en iyi benim örgütüm yürüdü, en iyi sloganlar benim örgütümün slogan­larıydı gibi savları hiç de az duymamışız­dır. Yapılan hatalar kabul edilmek yerine hemen kimi de­ğişikliklerle örtbas edilmeye çalışılır. Gerekçe basittir. “O zaman öyle gereki­yordu, bugün böyle gerekiyor”.

Tarihe bakış ve politika örgüt için olduğundan subjek­tif­tir. “Tarih zaten benim örgütümü doğrulamak için vardır” deyişiyle ifadelendirilebilecek bir bakış Türkiye Devrimci Hareketinde hakimdir.

İçinde mücadele yürüttüğü ülkenin özgül koşullarını bir bütünlük içerisinde analiz etmeyen Türkiye Devrimci Hareketi, devrime ulaşan ülkelerin devrimci hareketlerin­den yararlanmayı da becerememiştir. Onları canlı birer ör­nek olarak almak yerine, cansız birer olgu olarak algılamış ve stratejilerinin üzerinde birkaç küçük oynama yaparak, -çoğu zaman hiç değiştirmeden- kopyalamaya çalışmış­tır. Türkiye Devrimci Ha­reketi içinde Marksizmin canlı doku­sunu kavrayan ve buna göre hareket etmeyi başaran ve yine Türkiye Devrimci Hareketi tarafından yok sayılan Hikmet Kıvılcımlı, tüm yaşantısı boyunca ülke gerçek­liğini kavrayıp, buna göre davranmaya çalışan aykırı ses ol­muştur. Kıvılcımlı’nın Tür­kiye Devrimine yaklaşımı şu cüm­leler üzerine oturtulabilir : Her toplum ancak kendi üretici güçleri temelinde ele alın­malıdır. Tarihsel olanın dışında hiçbir kategorik yaklaşım, toplumları açıklayamadığı gibi, bir­takım tablet devrim stra­tejileri toplumların derdine deva ol­maz.

Hikmet Kıvılcımlı, bu yaklaşımlarıyla Türkiye Devrimci Hareketi içinde farklı (daha bütünsel kavrayabilen) bir yere sahiptir. Kıvılcımlı’nın teorik mirasının devamcısı olan “dok­torcu” gelenek, bu farklılığın yarattığı avantajlara sahip ola­rak siyaset sahnesine girdi. TKP reformizmine ve TİP oportünizmine tepkiyle ortaya çıkan ve döneme dam­gasını vuran küçük-burjuva sapıtmaları, TKP ve TİP’i olum­suz bir reddedişe tabi tuttu. Yaşanmış tarihin olumlu yanla­rını almak yerine tüm tarihi kenara atma çocukluğu, gele­cekte bize çok pahalıya ma­loldu. TKP ve TİP’ten kopuşlar bir yönüyle Küçük Burjuva Devrimciliğinin önlenemeyecek nüfuzunun ortaya çıkma­sıyken, diğer yönüyle, kendini ya­karak da olsa, devrimci mücadelenin nasıl verilmesi gerek­tiğine ilişkin önemli bir dersti. Kıvılcımlı, anılarında 60 son­rası gençliğini pencerenin alt kanadı açıkken ısrarla kapalı olan üst camdan çıkmaya çalışan, aşağıya inmeyi kendine yakıştıramayan bir arıya benzetmişti. Prole­tarya sosyalizmi anlayışından ödün vermeyen Kıvılcımlı’nın çevresinde toplananlar, ileride Doktorcu Geleneği oluşturacak­lardı. Ancak, sahip oldukları teorik mirası yaşatamayan Doktorcu Gele­nek, Kıvılcımlı’dan kaynaklanan avantajını bugün yitirmiştir.

Kıvılcımlı, Türkiye Devrimci Hareketinin genel karakte­rine aykırı olarak, teorik gelişkinliği ve ürettik­lerini pratik-po­litikaya uygulama ısrarıyla, Türkiye Devrimci Hareketi coğ­rafyasında hemen dikkati çeken bir tepe ola­rak durur.

Doktorcu Gelenek bu tepenin üstünde olma avantajı ile yola çıkmıştır. Doktorcu Hareketin, diğer geleneklerin ter­sine, pratiğe teoriden dolayımlanarak gelememek değil, teoriyi pratikte varedememek gibi bir sorunu vardır. Elde bulunan teorik gelişkinlik kendini bir türlü pratik-politik dü­zeyde varedemedi. (Bu yetkinlik Kıvılcımlı’dan geliyordu ve ondan beri hemen hemen hiç geliştirilemedi. Geliştirilme­yen şeyler erimeye ve yokolmaya mahkumdur. Bugün böyle bir sorun yaşanıyor.) Geleneğimizin teorik-politik kav­rayış yetkinliği, pratik-politik bir hatla taçlandırılamadı. Tür­kiye Devrimci Hareketinin diğer mensuplarına göre daha gelişkin bir teorik mirasa sahip olmanın yaratabileceği avan­tajlar bir türlü elde edilemedi. Teorik miras, teoriyle aynı şey değildir.

Geleneğin, özellikle Kıvılcımlı şahsında ürettiği teori, bu­gün teorik mirastır. Teorik mirası, teorimiz diye göster­mek anlamsızdır. Teorik miras bir değer olmakla beraber ancak teori varsa anlam kazanır ve pratik bir güce dönüşür. Ge­leneğimiz teorik mirası, teori olarak algılamış ve onun üs­tünden ideolojik tutunma sağla­mıştır. Böyle bir teorik mi­rasa sahip olmak, dikkate değer teori üretmeyi sorumluluk olarak üstümüze yüklemeli; mirasyedilik yapmamalıyız. TKP döneminde atılan legaliteyi istismar taktiği ve Va­tan Partisi deneyimi [9] Doktorcu Geleneğin legal çalışmaya daha eği­limli olmasına yol açtı. Doktorcu gelenekten olan TKP-Kıvılcım, sürekli olarak böyle bir gerilim yaşar. Legalle illega­lin diyalektiğini kurmak gele­neğimizde hiçbir zaman yeterli bir karşılık bulamadı. Geleneğimizin tarihi, açık varoluştan kapalı varoluşa doğru evrilmeyle ifade olunabilir.

Geleneğimiz, deyim yerindeyse, sürekli olarak, devrimci hare­ketin trafik polisliğini yaptı; “sen doğru yaptın, sen ha­talı­sın, sen şuraya saptın” diye yüzlerce tahlil koydu ama sa­dece eliyle koluyla yol göstermekle yetindi. Sonuçta ula­şı­lan nokta gene örgüt fetişizmi, kendiliğindenlik, taktiksiz­lik, politikasızlık oldu ve gene dar-pratikçi kadrolar ve kitleye benzemeyen kitleler doğdu.

Peki, bugün durum Türkiye Devrimci Hareketi için neyi gösteriyor?

Türkiye Devrimci Hareketi, genelde Marksizmin krizi, özelde kendi sorunları nedeniyle iyice sancılanmaya baş­ladı. 1987’lerde 80 öncesi benzeri bir yükseliş deneyen ve geleneklerin yeniden tarih sahnesindeki yerini alışıyla so­nuçlanan hareketlenme, yaşanan krizi bir süre erteleyebil­mekten fazla bir işlev yüklenemedi. Tarihi küçük-bur­juva devrimciliğinin egemenliğinde geçen Türkiye Devrimci Hareketi, artık bir sıçrama noktasında. Küçük-burjuva dev­rimciliği bitiyor, bitmek zorunda ve yeni çıkış şart.

Belirli gele­neklerin yıllardır süren çabası, bir türlü teorik-pratik bütün­sellik yakalayamadı, bu başarıyı hiçbir gelenek sağlaya­madı ve artık tek başına böyle bir başarıya imza atabilecek hiçbir gelenek yoktur, diyebileceğimiz bir nok­taya gelindi.

İçinde bulunduğumuz dönemde, gelenekler arasındaki sınır çizgileri iyice be­lirsizleşmeye başladı. Tarihte ilk kez farklı gelenekler, birbir­lerinden bu kadar çok etkilenebilen, birbirleriyle bu ka­dar çok ilişkiye geçebilen bir noktaya geldi.

Marksist örgütler için geliştirici olabilecek çelişkiler, bu­gün, daha çok birbiriyle barışamaz, birbirini Marksist ol­ma­makla suçlayan, kapalı kutular yaratıyor. Gelenekler arasın­daki sınır çizgilerinin, yaşanan genel krizle birlikte, iyice silik­leşmeye başlaması, geleneklerin sa­vunucusu örgütlerde ters tepiyor. Ama şunu iyi bilmek gerekir ki, yeni bir Marksist bütünselliğin yaratılması yönündeki hareketlenme bu ge­leneklerin ürünü olacaktır. fiimdiden birçok geleneğin içinde çeşitli alternatif birikmeler, oluşumlar ortaya çıkıyor. Kapılarını başka geleneklere de açan ya da en azından açma olasılığı olan kümelenmeler görülüyor. Gelenekler arası etkileşim elbette basit bir üstüste getirme, eklektik bir birleştirme olmayacaktır. Oluşması gereken sentez, parça­sız bir bütünsellik değil, silikleşmiş sınır çizgilerini kaldırıp, yeni sınır çizgileri çizen bir bütünselliktir.

Geleneklerin bugüne kadar yarattıkları bilinç, varoluş şekli ve iç-ritim, krizi aşabilecek sıçramayı yapabilme olana­ğını onlardan alıyor. Bizzat kendilerini inceleyebilme bilin­cine sahip olamayan, tarihi kendiyle açıklayan ve kendi dar pra­tiğinde gömülüp kalan oluşumlar söz konusu. Ya iç-ritimle­rini değiştirecekler ya da bu işi yapacak ayrı bir alan ta­nım­lamak gerekecek. Bugün iç-ritimini değiştirmeye çalışan ya da buna meyilli olan bir gelenek görünmüyor. Eski, bili­nen oyun oynanıyor. Marksizmin krizini aşmanın yolunu belirlemek için yeni bir alan tanımlamak zorunludur.

Öyle bir tarihsel döneme geldik ki, her örgütsel yapı iç sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalıyor. Birçok bölünme, parçalanma ortaya çıkıyor ve bilinç eksikliği, özeleştiri ver­mekten yoksunluk, kopuşları ve iç tartışmaları ilkelleştiriyor. Her kriz kendini teorik düzlemlerdeki ayrıştırmalarla değil politik-örgütsel yozlaşmayla gösteriyor. Dedikodu, iftira alıp başını yürüyor, sorunlar her nasılsa seçilen bir ya da birkaç günah keçisi ile açıklanıyor. Ardından cezalandırmalar, kav­galar…. Herkes karşısındakini karşı-devrimci ilan ediyor. Bunca olumsuzluğa rağmen, olumlu yönde adım atmaya açık birçok kümelenme ve kopuşun ortaya çıkışı gelecek için umut verici.

Devrimci hareketin krizinin aşılma noktaları

Türkiye Devrimci Hareketinin krizi, genel krizin özeli olma konumuyla, teorinin öncelliğini içinde barındırıyor. Teorinin öncelliği, geleneklerin iç-ritimlerinin yarattığı durum nede­niyle yeni bir alan tanımlamayı zorunlu kılıyor. Yeni alan ve nasıl hareket edilmesi gerektiği düşüncemizi ortaya koy­madan önce, yapılması amaçlananların Türkiye Devrimci Hareketine özgü olanlarına değinelim.

Türkiye sürekli olarak taşıma teorilerle döndürülmeye çalışılan bir değirmen oldu. Artık Türkiye özgüllüğünün gözönüne alınması, atılacak taktiksel adımlar için zorunlu­dur. Günü­müzde teori, taktik için olmazsa olmaz bir koşul olarak kendini da­yatıyor. Üretilecek teorinin Türkiye’ye öz­gülüğü büyük bir öneme sahip. Öyleyse Anadolu Tarihi geleceğe dönük bir bakışla analiz edilmek zorunda. Analizde, Kıvılcımlı’nın ça­lışmaları ve Tezinin ele alınması, eleştiriye tâbi tutulması gereklidir. Türkiye Devrimci Hareketinde teorik girişim ve te­orik derinlik yönünden önemli bir yer tutan Kıvılcımlı’yı gör­meden atılan adımları, eksiklik ya da samimiyetsizlikle suçlamanın meşru olduğu düşüncesindeyiz. Kimilerinin “yoldan geçerken bir uğ­raya­yım bari” mantığı ile Kıvılcımlı’yı şöyle bir bahisle geçiştir­meleri, kabul edilebilir değildir. [10]

Anadolu tarihi incelenmesi yanı sıra Türkiye Devrimci Hareketinin geniş bir analizi yapılmalıdır. Lenin’in her sap­mayla, teorik ayrım koymaya ısrarla önem vererek, hesap­laşması örnek alınmalıdır. Türkiye Devrimci Hareketindeki sapmalar, küçük burjuva devrimciliğinin ülke üzerindeki et­kisi vb. tahlil edilemedikçe silik bir tabloya sahip olaca­ğız. Tahlil edilenleri yeniden yeniden tahlil etmeliyiz. Unutmamak gerekir ki, mahkum edilen her sapma daha in­celmiş bir şekilde yeniden tarihe döner. Uyanık olmak zo­rundayız.

Ne Yapmalı ?

“İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme bir düzine programdan daha önemlidir. Teorik kargaşalık döneminde bu sözcükleri yinelemek tıpkı bir cenazede yaşlılara gözünüz aydın demeye benzer.”

V. I. Lenin

Yazı boyunca anlattıklarımızın ve iki ana başlığın so­nunda gösterdiğimiz çözüm yollarının bize sunduğu zorlu bir görev var.

1. Marksizm krizdedir ve krizden çıkış dinamiğini kendi içinde taşımaktadır.

2. Kriz, ilk elde, politik-ideolojik alanda görülmüştür. Kriz Marksizme içseldir ve bir bütünlük yitimidir. Sorunlu fel­sefe, yetersiz bilim ve dar, ilkel politikanın ürünüdür.

3. Marksizmin kitlelerle ve işçi sınıfıyla kurduğu tarih­sel bağ erimiştir.

4. Kriz dönemlerinde teori nitelik olarak öncel bir ko­numa gelir. (Teori sadece tutulması gereken ilk halkadır.) Krizi teori aşamaz. Felsefe-bilim-politika ve teori-pratik bü­tün­lüğü yeniden sağlanmalıdır.

5. Marksizm kendini yenilemek için Bütünsel Mark­sist Oluşumlara ihtiyaç duyar. Marksizm, Lenin’den beri böyle bir bütünsellikle beslenememiştir.

6. Hiçbir gelenek Marksizmi Bütünsel yorumlaya­mamış ve artık gelenekler bu şansını yitirmiştir.Örgütlerin iç-ritmi böyle bir görevi üstlenebilecek titreşimde değildir. Geleneklerin savunucusu örgütler devrimciliği koruyan onurlu kaleler olma ve devrimciliğin sürekliliğini sağlama misyonuna sahiptir.

7. Bütünsel Marksist Oluşumun uzun bir dönem bo­yunca sağla­namaması gelenekler arası sınır çizgilerini be­lirsizleştirmiş­tir. Tarihte ilk kez gelenekler bir­biriyle ilişkiye geçebilme olanağına bu kadar çok sahip olmuştur.

Bu saptamalar bize yeni bir alan ta­nımlamayı dayatıyor:

1. Teorik-politik misyonu üstlenecek örgüt olmayan kollektifler yaratılmalıdır. Marksizm bugün böyle bir işbölü­müne ihtiyaç duymaktadır.

2. Örgütler ve teorik-politik kollektifler şeklindeki işbö­lümü birbirini yadsımayan bir varoluş tanımlamasıdır. Ta­rih bu işbölümünü değiştirene kadar ayrıştırma geçerlidir.

Biz kendimizi, teorik-politik çalışma hedefleyenlerin içine yerleştiriyoruz. Marksizmin krizi böyle bir işbölümünü zorunlu kılıyor. Bugün örgüt dışı olmak Marksizm dışı ol­mayı doğurmamaktadır. Günümüzde her örgütün Mark­sizm içi tanımı kendi geleneği, kendi örgütü, hatta örgü­tündeki egemen görüşe kadar darlaşmıştır. Biz böyle bir bakışı yadsıyor ve Marksist olmayı herhangi bir gelenekle sınırla­mıyoruz.

Bugün Marksizm içi olmak bir örgütte olmakla özdeşleş­tirilemez. Marksizm, bir geleneğe mensup olmaya da hap­sedilemez. Ne Troçkistlerin ne Stalinistlerin ne de başka bir geleneğin Marksizm dışı olduğunu teorik dü­zeyde kanıtla­yan yeterli veri bulunmuyor elimizde. Yeni ayrım çizgilerinin çizilme zamanıdır. Ayrım çizgileri çizebil­mek, her türlü akımla hesaplaşma cesaretini gösterebil­mekle olasıdır. Polemik bilgi doğurur. Marksizm içi ve dışı tüm akımlarla mücadele etmek zorunludur. Leninizm en başta kendi iç sapmalarına karşı teorik, politik, pratik mü­cadele vererek yetkinleşti. Elbette Marksizm içi çatışma­larla Marksizm dışı çatışmalar arasında fark gözeterek yaptı bunu. Bugün böyle bir he­saplaşma her zaman olduğun­dan daha fazla dayatıyor.

Teorik-politik kollektifler örgüt değildir. Dolayısıyla pratik politika yapmaz. Hedef, krizi aşacak oranda bilim, felsefe yapmak ve her şeyden çok teorik-politik platform oluştur­maktır. Taktiksel yetkinleşme için artık teorik-politik gelişim olmazsa olmaz bir koşuldur. Bugün örgüt kurmak geçersiz­dir. Kafalar karışıkken kurulmaya çalışılan örgütler kafa ka­rı­şıklığının örgütlenmesi dışında bir sonuç doğuramazlar.

Her komünist, politik yaşam koşullarını sağlayabildiği yerde bulunmalıdır. Teorik-politik çalışmada bulunma kara­rını verenler, Leninist partide tanımlanan kendi başına parti olabilecek, tek başına bile kalsa partiymiş gibi davra­nabile­cek kadro tanımlamasına uymalı; kendi başına Marksist olabilen, tek başına devrimciliğini koruyabilen ni­telikte olma­lıdır. En ufak pratik-örgütsel gereksinim duyan, (ezilenlerin yanında olma değil, pratik-politika yapmak an­lamında) hiç duraksamadan örgütlere yönelmeli ve kendini örgütlerde varetmelidir. Örgütsel yapıların çerçeveleri içinde yaşam koşullarını bulamayanlar da hiç duraksama­dan örgütlerden ayrılmalıdır ve kendilerini teorik-politik kol­lektiflerde varet­melidir. Bütünsel Marksizmi yaratmanın te­ori düzleminden koşulu örgütlerden çıkmaktır.

Teorik-politik kollektifler teori-işi yaparlar. Ancak teori-işi yapmak akademizmle eşleştirilmemelidir. Marksizm akade­mik ürünlere ihtiyaç duyar ama bu, günümüzde kesinlikle teorik-politik çalışma ihtiya­cından daha fazla değildir.

Teorik-politik kollektiflerin pratik-politika yapmamaları kesinlikle ezilenlerin yanında yeralmamak olarak algılana­maz. Kişi bulunduğu yerde bir ezilen olarak, ezilen hare­ke­tinden olmak zorundadır. Marksist olabilmek için ezilen­lerin yanında olmak şarttır ama yeterli koşul değildir. Te­orik-poli­tik kollektiflerde bulunmak kaf dağına çıkıp, oradan dün­yaya bakmak anlamına gelmez. Teorik-politik kollektif­ler sü­rekli günceli takip etme, güncelle iç içe olma göreviyle de karşı karşıyadır. Ama bu görev, güncele yönelik pratik-poli­tika üretmek anlamına gelmez.

Teorik-politik kollektifler, Marksizmin organik-aydınlara ihtiyacı olduğunu saptar. Korkulması gereken, aydınlanma değil, kör pratikçiliğe kapılmak olmalıdır. Marksizmin orga­nik aydını, bilgiyi akademik düzeyde ele alan değil, onun politik sonuçlarını yaratan ve izleyendir. Teorik-politika ala­nına sü­rülememiş her bilgi geçersizdir.

Ne koca dağlar yarattığımızı düşünüyoruz, ne de koca dağlar yaratarak tüm dünyayı değiştireceğimizi.

Amacımız, Bütünsel Marksist Oluşumu sağlama yolun­daki çabaların içinde olmak, tarihin yüklediği sorumlulukları hiç duraksamadan yüklenerek Marksist varoluşumuzu ge­reken tarzlar içinde sür­dürmektir. Kendimizi tanımladığımız alanın yükümlülükleri­nin ağırlığını biliyoruz. Bu ağırlığı yüklenmekten korkmuyo­ruz. Leninistlik, mütevazı olmayı bilmek kadar, tarihin önüne yıktığı sorunlara hiç çekinme­den cesaretle atılabilecek yü­reğe, iddialılığa sahip olmaktır da…



[1] Marx-Engels, Felsefe İncelemeleri, Çev.: Sevim Belli, Sol Yayınları, 3. Baskı, s.181.

[2] Metin Kayaoğlu, “Sunuş”; Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çevrçeve Taslağı (Taslak), Ankara 1995, s. 16.

[3] Metin Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, Teori ve Politika 1,kış 96, s.5

[4] A.g.e., s.7

[5] Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Taslak, s. 69.

[6] A.g.e s., 85

[7] A.g.e s., 86

[8] A.g.e., s.39

[9] TKP’nin bitişiyle birlikte 1960 sonlarına kadar, Vatan Partisi dışında bir hareketlenme görülmez. Vatan Partisi deneyi, bayrağı yere düşürmeme kavgasıdır. En olmadık zamanda kurulan legal parti, şiddetli akıntıya rağmen setler örme girişimidir. Bu deneyin, taktik-strateji diyalektiğine yö­nelik birçok ipucu verdiğini düşünüyoruz.

[10] Mesela Haluk Yurtsever’in bir yazısında, Tarih Tezi çok­tan yanlışlanmıştır, anlamına gelen iki-üç satır döktürmesi samimiyetsizlik örneğidir. Tarih Tezinin eleştirisi nerede yapılmış da biz görmemişiz?

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar