G Ö R Ü Ş
IŞİD’in Gücünü Hor Görmeyin
Rajan Menon
Çeviri: A. Ercüment Özkaya
İD’ye karşı Amerikan askerî gücünü kullanmayı meşrulaştırmaya gerekçe olarak Hilafetin ABD’ye karşı ciddî bir tehdit oluşturduğu gösteriliyor. Oysa, el Kaide’nin aksine İD zehrini ve şiddetini esas olarak kâfir ilân ettiği öbür Müslümanlara, her şeyden önce de Şiilere yöneltmiş bulunuyor.
Evvad İbrahim Ali al Bedri el Samarrai, ya da daha iyi bilinen savaş mahlası ile Ebubekir el Bağdadi’nin korkması gerekiyor mu? Lehine ve aleyhine olan güçlere şöyle kabaca bakınca öyleymiş gibi. Ama görüntüler yanıltıcı olabilir. Bağdadi’nin Emir ül Müminin’i olduğu İslam Devleti son zamanlarda bazı darbeler aldı, ne var ki yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya değil.
İslam Devleti zorlu düşmanlarla karşı karşıya. Ve bu düşmanları Bağdadi ile çömezlerinin Suriye ile Irak’ın bazı kesimlerinde kurmuş oldukları Hilafeti yıkmak için bir araya geliyor. ABD, Britanya, Fransa, Avustralya, Ürdün, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Türkiye, İran ve Rusya Hilafeti ortadan kaldırmakta görüş birliğine vardılar. Suriye, Irak ve Türkiye Kürtleri de aynı fikirde.
Bu devletler ve topluluklar bir arada karşı konulması güç kaynaklara sahip. Söylenen o ki, sırf ABD tek başına, geçen sonbaharda İD’ye karşı hava kampanyasının başlattığından beri günde yaklaşık 9 milyon dolar harcamış.
ABD, Suudi Arabistan, BAE ve Türkiye, Suriye’deki İD mevzilerini bombalamakta. ABD, Britanya, Fransa ve Avustralya’ya ait uçaklar da Irak’ta aynı şeyi yapmakta. Ürdün jetleri ise hem Irak’ta hem Suriye’de İD hedeflerini vurdu.
Bu birleşik hava harekâtından gayrı, Hilafet karadan da saldırı altında. ABD Irak ordusunu desteklerken, İran tarafından eğitilip donatılmış ve Haşd el Şaabi (Halk Seferberlik Kuvvetleri) kolektifi ile ilintili Şii milisleri kuzeye çoğunluğu Sünni olan bölgelere doğru ilerledi. Suriye’den ve Irak’tan ve ara ara da Türkiye’den gelen Kürt savaşçıları Hilafetin kuzey kanadına karşı harekete geçti.
Sonuç olarak İD bazı önemli kayıplara uğradı. Kürt savaşçılar (Suriyeli ve Iraklı) Türkiye sınırına yakın Kobane (öbür adıyla Ayn el Arab) ve Tel Abyad’dan İD’i sürüp çıkarttı. Irak’ta, İD askerleri bir Sünni kalesi ve petrol zengini, bu arada da Saddam Hüseyin’in doğum yeri olan Tikrit kentini bırakmak zorunda kaldı. Halifelik 2014 Haziran’ında ele geçirdiği Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u elde tutmayı sürdürse de Musul barajını iki ay sonra elinden kaçırdı.
Bu başarısızlıklar, başka etkileri hiç hesaba katılmasa bile, imaj takıntılı, medyaya önem veren Hilafetin yaratmış olduğu ve hem adam toplamak hem korku saçmak için araç olarak kullandığı yenilmezlik hâlesini delik deşik etti. İD 7. yüzyıl Arabistan’ının Müslüman toplumunun yüceltilmiş bir tasvirine dayanan Selefî ilhamlı bir öğretiyi benimsemiş olsa da, 21. Yüzyıla ait İnternet ağırlıklı bir PR (halkla ilişkiler) mekanizması işletmekte.
Kayıplarına rağmen, İD’in yıkımı öyle yakın değil. Hasar görmüş olsa da önemli güç, direnç ve hatta cazibe kaynaklarına sahip olmaya devam ediyor.
Bunların başında, el Kaide’nin aksine, terimin her türlü tanımına uygun bir devlet kurmuş olması geliyor. Başkenti Suriye’deki Rakka olan Halifelik kuzeybatı Suriye’den Bağdat yakınlarına, kuzeyde de Irak Kürdistanı sınırlarına uzanan topraklarda yaklaşık 8 milyon nüfusa hükmediyor. Yüzölçümüne dair tahminler 11.000 milkareden (ki Belçika’ya eşit) 81.000 milkare (Kuzey İrlanda hariç Britanya’nın yüzölçümüne yakın) gibi inanması güç rakamlar arasında değişiyor. Bu farklılık hesaplama yönteminden Irak ile Suriye’nin meskûn kısımları hesaba katıldığında daha küçük, bu iki ülkedeki meskûn olmayan topraklar ve İD’ye biat etmiş İslamcı grupların denetimindeki uzaktaki başka yerler de hesaba katıldığında daha büyük bir rakam ortaya çıkıyor. Ama küçük rakam dikkate alındığında bile İD’nin ancak 2013 yılında ortaya çıktığı, Bağdadi’nin de ancak bir yıldan biraz uzun bir zaman önce halifeliğini ilân ettiği düşünüldüğünde, etkileyici.
İD, ülkesini yöneteceği merkezî ve bölgesel hükümet kurumlarını da oluşturmuş bulunuyor. (Kan dondurucu cezaların yardımıyla) Şeriat hükümleri yorumlanıp uygulanıyor. Vergiler toplanıyor. Çeşitli toplumsal hizmetlerin yanı sıra – Vahabi ilkelerine dayalı – okul eğitimi sağlanıyor. Kaçırmalar, kelle uçurmalar ve el kol kesmelerle bir dehşet aygıtı işletiliyor ve bütün bunlar tuhaf dinsel hükümlerle meşrulaştırılıyor.
Gelgelelim, itaat sağlamak için sırf vahşete dayanan küçük bir sosyopatlar çetesi tarafından yönetiliyor olsaydı, Halifelik bu başardıklarını asla başaramazdı. İslam Devletinde mide bulandırıcı zalimliklerinin akla getirdiğinden daha fazlası var. Anarşi ve şiddetle dolu Suriye ve Irak’ta insanlara – daha doğrusu, sert dinsel kurallarına uyan, isyan etmeyen ve düşmanlarına yardım ve destek sağlamaktan kaçınan insanlara – güvenlik, işleyen kurumlar ve temel ekonomik hizmetler sağlayarak bir toplumsal taban kazanmış bulunuyor. İD’nin hâkimiyetinde yaşayanların çoğunun başka seçeneği olmadığında kuşku yok, ama İslamî bir yönetim kurma ve geçmişin dindarlığıyla görkemini ihya etme misyonuna kapılan başkaları da var.
Devlet kurmaktaki başarısı İD’nin pek çok ülkeden taraftar kazanmasının sebebini kısmen açıklıyor. Ki bu taraftarların çoğu cihadcılığı seçenler hakkındaki klişeyi boşa çıkarıyor: Bunlar dışlanmış, tutunamayan, eğitimsiz ve mesleksiz tipler değil. Ulus-aşırı bir halifeliği yeniden yaratma hedefine bağlılığı, İD’nin Pakistan’dan Libya’ya hatta daha güneyde Nijerya’ya dek pek çok İslamcı gruptan bağlılık yemini (biat) almasını da açıklıyor.
İD’nin başka güç kaynakları da var. Faaliyetlerini, vergileri, doğal kaynakları satmayı, fidye paralarını ve Basra Körfezi’ndeki karanlık kaynaklardan gelen nakit akışını içeren pek çok farklı gelir kaynağıyla finanse ediyor. İyi silahlanmış, deneyimli gerçek müminler olan savaşçıları sayıca daha kalabalık ve daha iyi silahlanmış düşmanlara alışık.
Kısacası, Hilafet küçük çekirdek hücrelerini dünyaya yaymış göçebe bir terörist merkez değil. El Kaide’yi gölgede bırakmasının nedenlerinden biri bu.
Evet, hava saldırıları liderlerini öldürerek, siyasal altyapısını tahrip ederek ve gündelik kamu hizmetlerini yerine getirme yeteneğine zarar vererek İD’ye hasar verebilir ve şimdiden vermiş bulunuyor.
Ama, ABD Başkanı Obama’nın yapmaya ant içtiği gibi İD’yi imha etmek ise başka bir mesele. Kobane, Tel Abyad ve Tikrit’ten çekilmiş olsa da İD başka yerlerde, her ikisi de Mayıs ayında düşen Ramadi de dâhil Irak’ın Anbar eyaletinde ve antik Suriye kenti Palmira’da ilerleme kaydetti.
Pentagon şu ân İD’nin Irak’ta bir yıl öncesine göre üçte bir oranında küçülmüş bir araziyi kontrol ettiğini hesaplasa da, birçok cephede birden sürdürülen inişli çıkışlı bir savaşta bu tür istatistiklerin kalıcı bir önemi olmayabilir. Halifeliği geriletmek değil çökertmek isteniyorsa bu iş, denetimindeki toprakları geri alma ve toplumsal desteğini kesme yeteneğinde, iyi silahlandırılmış ve iyi eğitilmiş kara kuvvetleri gerektirecek.
Bu da, İran destekli Şii milislerin, (şu ân Suriye’de çarpışmakta olan) Hizbullah’ın, Kürt güçlerinin ve münhasıran Şii hâkimiyetindeki Bağdat hükümetinin denetimindeki Irak ordusunun ezici ağırlığıyla Sünni Araplara dayanan İD’ye karşı uzun bir savaşta ne kadar etkili olacağı sorusunu doğuruyor.
İD ile savaşan yerel güçler savaş alanına ağır bir siyasal yükle geliyor –Dünyanın yakın yıllarda Şiiler ile Sünni Araplar arasında muazzam bir şiddete ve Araplar ile Kürtler arasında çatışmalara tanık olduğu bir bölge burası. Buna bir de hâlâ ağırlığını hissettiren Türkler ile Araplar, Araplar ile İranlılar arasındaki tarihsel sürtüşmeler ekleniyor. Amerikan ateş gücü ne miktarda kullanılırsa kullanılsın, bu dezavantajları ortadan kaldıramaz.
Batılı askerleri kullanmaya gelince, Avrupalılardan hiç söz etmeyelim, Irak’ta ve Afganistan’da yıllarca savaştıktan ve özellikle de bu iki ülkede ulus kurma artı isyan bastırma maceralarının akıbetini gördükten sonra ABD’lilerin Müslüman topraklarında yeni bir uzatılmış savaşa girmeye yüreği yetmeyecektir.
Bu deneyimlerin sonucunda müdahaleciliğe karşı gelen isteksizlik iyi bir şey. (Önderliği çoğunlukla Iraklı olmaya devam eden) İD’nin Irak El Kaide’sinden doğduğunu, onun da 2003’te ABD’nin kotardığı Irak işgalinin ardından gelen ve (hâlâ süren) Sünni-Şii şiddet patlamasının ürünü olduğunu hatırlamak iyi olur. Hilafete karşı ne yapmak gerektiğine dair süregiden tartışmada bu savaştan çıkarılan derslerden biri geçerliliğini korumakta: Askerî yenilmezlikten doğan boş gurur uzun vâdeli belâlara yol açacak yanlış kararlara yol açabilir.
İD’ye karşı Amerikan askerî gücünü kullanmayı meşrulaştırmaya gerekçe olarak Hilafetin ABD’ye karşı ciddî bir tehdit oluşturduğu gösteriliyor. Oysa, el Kaide’nin aksine İD zehrini ve şiddetini esas olarak kâfir ilân ettiği öbür Müslümanlara, her şeyden önce de Şiilere yöneltmiş bulunuyor.
Evet, Hıristiyanlara ve başta Yezidiler olmak üzere öbür dinsel azınlıklara karşı tarif edilmez bir zalimlikle davrandı. Sadizm unsurunu bir yana bırakırsak, bunun başlıca dürtüsü kendi püriten İslam yorumlarına dayanan bir Hilafet kurma saplantısıydı. Evet, Batılıların ve başka yabancıların kellelerini kestiler, ama bu sadece hava saldırılarına karşı misilleme ve merhametsizliklerinin reklamını yapmak amacıylaydı, yoksa Batı’ya karşı savaş adına değil. Bunlar sarsıcı ve tiksindirici eylemler olsa da, İD Huntington’ın kehânet ettiği türden bir uygarlıklar savaşına girişmeye değil, Suriye ile Irak’ta bir Selefi Halifeliği yaratmaya, pekiştirmeye ve genişletmeye odaklanmış bulunuyor.
Buna rağmen ABD, İD’den esinlenen hatta ondan gelen terörizmden kaygılanmalı mı? Değil galiba, bazı uzmanlar bu yöndeki uyarıların “yaygara”dan ibaret olduğunda ısrarlılar. Bu uzmanlar görece pek az sayıda Amerikalının Halifeliğin savaşlarına katılmaya koştuğuna ve bunu yapanların da terörist saldırılarda bulunmak üzere eve dönmeye sabırsızlandığına dair pek az kanıt bulunduğuna işaret ediyor.
Öyledir belki, ama (Müslüman doğanlar kadar sonradan olanları da) birçok Avrupalı İD’nin fedakârlık, kıyamet, selâmet ve Ütopya hikâyesiyle büyülenmiş durumda. Her yıl Avrupa’dan ABD’ye milyonlarca kişi seyahat ettiğinden Avrupa ile ABD’nin terörizme karşı bağışıklığı arasında su sızdırmaz engeller olamaz. Uzmanlar oturdukları yerden ABD topraklarında İD saldırılarının gerçekleşme olasılığı konusunda ahkâm kesebilir ama aklı başında hiçbir ABD hükümeti planlamasını ve politikasını böyle keyfe keder kurgular üzerine kuramaz.
Ne var ki bundan çıkacak sonuç, İD’ye karşı verilecek zorunlu olmak şöyle dursun, etkili yanıtın hava saldırılarıyla sınırlı kalsa bile askerî güç kullanımı olduğu değil. Tersine: Böyle keskinlikten uzak bir araca başvurmak, İD bir misilleme gerekçesi olarak kullanacağından, terörizm riskini artıracaktır. Dahası, cerrahî hava saldırıları, sivil kayıplar, ekonomik yıkım ve nüfus yer değiştirmeleri hakkındaki bütün bu gevezelikler kaçınılmaz olarak, öç eylemlerini teşvik ederek Amerikan karşıtlığını körükleyecektir. Bu terörist saldırılardan bir kısmı dışarıdan gelecek olsa da, ABD topraklarındaki son olaylar radikalleşmenin yabancı gruplarla bağlantılı olmayı gerektirmediğini gösteriyor.
ABD içinde terörizmi engellemenin en iyi yolu yurttaşlık haklarına saygıyı elden bırakmadan istihbarat toplamayı, kanunî şiddeti ve vatan güvenliğini birleştiren birleşik ve kalıcı bir stratejiden geçer. Bu önlemlerin yanı sıra çok inançlı ve çok kültürlü Amerikan toplumunda birlik ve beraberliği, toplumsal hareketliliği ve paydaşlığı güçlendirecek politikalar geliştirilmelidir. Bu, günübirlik yaklaşım savaşın teatralliğinden yoksun olabilir ama daha az etkili değildir.
Halifelik devleti, gündemi nedeniyle içinde faaliyet gösterdiği ve komşuluğunda bulunan ülkeler için ciddî bir tehdit oluşturuyor. Bu tehdide karşı başı çekecek olanlar bu ülkeler olmalıdır. ABD bu ülkelere askerî müdahale dışında birçok yolla yardımcı olabilir, bunların başında Suriye’de siyasal bir çözüme yardımcı olmak ve Irak hükümetine Sünnileri siyasal kurumlara dâhil etmesi için baskıda bulunmak geliyor. Bu iki cephede ilerleme kaydetmek zorunludur çünkü Irak ile Suriye’deki mezhep ayrılıkları ve kan banyosu İD için nimettir.
ABD askerî gücü muazzam olsa da İD’yi ortadan kaldıramaz, ve hatta terörizme karşı ne kadar etkili olduğu bile tartışmalıdır. Bunu aklınızda tutun. Başkanlık kampanyası bir kez kızıştı mıydı rakiplerinin aksine Halifeliği ezmekte ne kadar kararlı olduğunu iddia eden adayların yarattığı kakafoniden kimse kimseyi işitemeyecek.
The National Interest internet medyasından alınmıştır.
24 Ağustos 2015 / teorivepolitika.net