Ömür Yurtöze
Bir aylık Küba gezisinde edinilebilen sınırlı bilgi ve gözlemlere dayalı olan bu notlar, genelleme düzeyi tartışılır olmakla birlikte yayılma özelliği gösteren somut olgulara dikkat çekmek, Küba romantizmini biraz olsun gerçekle ilişkilendirmek ve buradan hareketle temel meselelere göndermelerde bulunmak amacıyla kaleme alındı.
Nasıl anlatmalı seni Küba? Sınırlı verilerle bilgiççe genellemelere mi gitmeli? Sosyalizmin timsali ilan edip politik pirimler mi çıkarmalı? Cebelleştiğin sorunları işleyerek sermaye egemenliğine karşı mecali kalmamış kesimlerden olmayacak destekler mi istemeli? Arada bir rüküş etkinliklere konu ederek “sol vicdanı mı” rahatlatmalı? Dahası, beşiğindeki “romantik ve maceraperest” devrimcilikten ruh mu çağırmalı? Yoksa kitabi ölçeklerle ideolojik hükümlere vararak fevkalâde bir iradeyle ayakta tuttuklarına burun mu kıvırmalı?
Hangi yönlerine vurgu yapmalı Küba? Kapitalist kuşatmaya ve tüm yoksunluklara rağmen sebatla sürdürülebilen sosyalist iktidarın sırrına mı? Yoksulluğu paylaştırma ve asgari ihtiyaçları karşılamak üzere kapitalist mekanizmaları kullanma yöntemlerine mi dikkat çekmeli? Kültürcü yaklaşımlara hapsetmediğin “yeni insan” söylemini, mı ön plana çıkarmalı? Böylece; zorunlu ihtiyaçların üstesinden gelen, kendisine yetebilen, becerikli, tamirci-usta-işçi aramayan, günlük yaşamda başardıklarının tadına varan, özgüveni yerinde, bir mesleğe sıkışıp kalmayan çok yönlü insanlarının varlığını mı irdelemeli? Özellikle eğitim ve sağlık alanında kapitalist dünyaya kabul ettirdiğin başarılarından, devrimin ihraç aracı düzeyine getirdiğin doktorlarından mı söz etmeli? Sıcak, samimi ve kendisiyle barışık insanlarını mı anlatmalı? Egzotik atmosferinde “bastırılmış ve kışkırtılmış bireyselliklerin” fütursuzca yaşanabilirliğine mi dem vurmalı?
İyisi mi sana güzellemeler düzen ve aleminin sarhoşluğuna kapılanlara mesafe koymalı. Payımıza seni sorgulamak, deneyimlerini süzmek, kalıplarımızı gözden geçirmek, içinde bulunduğun süreçten kaygılanmak ve “elimizi çabuk tutmak” düşmeli. Özellikle kör göze parmak misali ortaya koyduğun teori-politika ilişkisine gözlüğünle bakmalı. Ancak, tüm sorunlu varlığınla militanlığı yitirmeyenlerin propaganda malzemesi olduğunu, “ayağı yerden kesilenleri” duygusal düzeyde de olsa rehabilite ettiğini, methiyelerin ise gerçekliğine azımsanmayacak katkılar sunduğunu, aynı zamanda benliğine henüz kontrol edebildiğin virüsleri yaydığını da unutmamalı.
Methiyeler, tüketim çılgınlığıyla bitimsiz açlıklıklarını gidermek isteyenlerin tatil beldesi haline getiriyor seni. Senin ise; gözlenebilir ölçekteki insanlarını özentiye, bireyciliğe, para kazanmaya, dilenmeye, hırsızlığa, karaborsaya, fuhuşa, dolayısıyla ücreti düşük olduğu için devlete ait istihdam alanlarında çalışmamaya iten, eşitsizlik açısını büyüten turizm gelirine ihtiyacın var. Bu yaman çelişkiyi kontrol altında tutan iraden henüz var ancak üstesinden gelebilme düzeyi tartışılır gibi.
Mecbur kaldığın NEP benzeri uygulamalar, Miami’ye kaçan karşı devrimcilerin yakınlarına gönderdikleri dövizler ve özellikle kapıları açtığın turizm, kapitalist sistemin omurgası olan orta sınıfı ve piyasa tipi insanı geliştiriyor. Devlet mülkiyetinde olduğu halde belirli vergiler karşılığı işletilmesi özelleştirilen taksi, pansiyon, büfe, kafeterya, lokanta ve barların gelirleri cazip görünüyor. Garsonluk ve taksi şoförlüğünün revaçta olduğu belirtiliyor. Turizm sektörüyle bir biçimiyle ilişkili alanlar başta olmak üzere karaborsanın giderek yaygınlaştığı dillendiriliyor ve gözleniyor. En sarsıcı olanı, Havana’nın kenar mahallelerinin Devrimi Savunma Komitelerinde sorumluluk üstlenenlerin, rom ve puronun yanı sıra halka dağıtılması için verilen gıda maddelerini de çalarak karaborsada satabilmeleri, sokak ve pazar yerleri bir yana puro fabrikalarında ise tütün saran işçilerden bazılarının “el altından” puro satma çabasını denetçilerin görmezden gelmesi oluşturuyor.
İşsizlik sorunun yok ama çalışmak istemeyen ve gayrı meşru alanlara yönelen veya çalışıp da çalan insanlarınla boğuşuyorsun sebatla. Burjuva demokrasilerinde üst kademelerde hırsızlık arttıkça cezası ağırlaşan küçük hırsızlıklara ceza uygulamıyor senin yöneticilerin. Bilebildiğimiz proletarya diktatörlüğü uygulamalarından da farklı olarak sabırla gayrı meşru yönelim içinde olanların rehabilitasyonu için uğraşıyorlar. Çünkü, gasp ve örgütlü olmayan “sapmaları” tedavi edilebilir insani zaaf kapsamında değerlendiriyorlar.
İnsanların da sabır küpü doğrusu. Otobüs durağında, market-kafeterya önünde, kısacası ihtiyaçlarını giderebilecekleri herhangi bir yerde beklemekten bıkanlara, kavga bir yana asık suratla tartışanlara dahi tanık olmadık bir ay boyunca. Sanki zaman denilen boyutla hiç ilgileri yokmuş gibi. “Kara kara düşünenleri” görmediğimiz gibi lanse edildikleri gibi her an şen şakrak da değiller ama güleçler, her an iletişime açıklar. Sokakta etrafıyla ilgili yürürler, göz temasından kaçınmazlar. Kendileriyle barışık halleri, toplumsallıktan kopmayan, dolayısıyla bireyciliğin bunalım dehlizlerinde yüzmeyen kişilik yapılarından kaynaklı galiba. “İd-ego-süper ego” üçlüsünü taşımıyorlar. “İçi-dışı bir” insan tiplemesini temsil ediyorlar. Yaygın kiliselerine ve Katolik inançlarına rağmen din meselesini bireysel düzeye ve kilisenin dört duvarı arasına çekebilmişler. Irk, kültür, milliyet ve farklı ulusların varlığını sorun düzeyinde tartışılmasını anlamıyorlar. Cinsiyet ayrımıyla ilintili sorunlara, kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz gibi kavramlara yabancılar. Turizmle ilişkili sınırlı fuhuş dışında cinselliği, günlük yaşamın kendisine has bir yeri olan alelade bir ihtiyacı ve paylaşımı düzeyinde yaşıyorlar. Dolayısıyla, ne gereğinden fazla abartarak sadakat-aldatma gibi ahlaki çerçevede bakıyorlar, ne de yabancılaştırıcı bir tüketim nesnesine dönüştürüyorlar.
Devlet sektöründe çalışanlar ile güvencen saydığın Devrimi Savunma Komitelerinde görev üstlenenlerin yorgun düştüklerini, bürokrasinin gelişkinliğini gözledik Küba. Devlete ait bir büfeden yapılan küçük bir alış-verişin denetim adına iki-üç ayrı kayda tabi tutulduğunu ancak hiç de amaca hizmet etmediğini, çünkü önemlice bir bölümünün el altından satıldığını fark ettik. Hizmet ve mal üretiminin esas olarak devlet eliyle yürütülmesinin insanları tembelliğe ve hırsızlığa ittiği, onları üretkenliğe sevk edecek ve her şeyi sahiplenmesini sağlayacak gerekçelerin oluşturulamadığı, dolayısıyla gelişmenin sağlanamadığı, özel sektör olmadan da sağlanamayacağı teranelerini dinledik. Senin somutunda bu tür liberal ağızlara verdiğimiz cevaplar karın doyurmayan laf olarak kaldı. Zoraki çalışan alt kademedeki görevliler ve işçilerin nasıl motive edilebileceğine hazır cevaplar bulamadık. Dört yanın okyanus olduğu halde deniz ürünlerinin kıtlığı, hayvansal ve tarımsal ürünlerin hem yetersiz hem de kalitesiz oluşu, patlayan kanalizasyonun bir hafta süresince onarılmaması, hırsızlığa karşı tüm evlerin hemen fark edilebilir düzeyde korunaklı olması, çevre temizliğine özen gösterilmemesi gibi basit göstergeler üzerine düşündük. Devrime ait tüm varlığının turizm için seferber edilebilmesine, dolayısıyla pek karşı olduğumuz metalaştırılmasına şaşırdık. Her şeyi de zorunlu ihtiyaçların dayatması üzerinden açıklamada zorlandık. Kaynakların yetersizliğine ve ambargoya rağmen ayakta duruşuna saygıda kusur etmedik ama birazcık iradeyle turizm dışında da gerçekleştirilebilir olanların yapılamamasının temel nedenlerini sorguladık. SSCB ve diğer ‘Doğu bloku’ ülkeleriyle otuz yıllık bir ilişkinin altyapı düzeyine nerdeyse hiç yansımamasından hareketle sosyal emperyalizm tezinin bazı argümanlarını hatırladık.
Orta kademe yöneticilerin özgüveni ve umutlu halleri, kitlelerin gamsızlığını perdelemeye yetmiyor. Castro sonrası belirsizliğini koruyor. Miami’den beslenenler yakın gelecekte liberalizme geçmeyi umutla bekliyor. Çok uzaklarda esintisi hissedilen Chavez’in yanı başına rüzgar olamaması düşündürüyor. Başka ülkelere ilginin, turizm etkisiyle dolaşım özgürlüğü ile sınırlı kalması dikkat çekiyor.
Sözün kısası Küba, ayağımızı yerden kesmekten ziyade düşüncenin girdaplarına sürükledin. Kuşatılmışlık içinde bir nefessin, uygulama çabasında olduğun sisteme düşman olanların dahi sana saygı göstermek zorunda kalması ve methiyeler dizmesi soru işaretleri eşliğinde ruhumuzu okşuyor. Ancak, devrimi gerçekleştirme sürecinden başlayarak biriktirdiğin deneyimler ve yaşadığın sorunlar, meselelerimizin üzerinde daha çok kafa patlatmamıza ve dirayetli olmamıza işaret ediyor. Devrimin, mükemmel programlar ve dört başı mamur saf teorilerle gerçekleşmediğine, kuru-sıkı bir iradenin de yetmediğine, iktidarın da yaratıcılıkla beslenen ideolojik hegemonya ile sürdürebilirliğine dair sunduğun verilerle çıkınımız bir kez daha doluyor. Bu bildik tekerleme içinden koşullarımıza göre gerekenleri ayıklamak, birleştirmek ve yenilerini eklemek maharetimize kalıyor.
Kitabi anlamda bilebildiğimiz sosyalist sistemi uygulaman olanaksız gibi. Her şeyden önce işçi sınıfın, sanayin ve diğer altyapı özelliklerin kendisine mahsus. Sosyalist bir söylemin benimsenmesi, üretim araçları üzerindeki devlet mülkiyeti ve kapitalist üretim yöntemleri eşliğinde eşitliğin belirli açılarla korunması, sosyalist sistemin tanımına ilişkin tartışmaları zenginleştiriyor. Dolayısıyla, konu ile ilgili tartışmalara kazandırılan bir nitelemeyle[1] sosyalistlerin iktidarda olduğu Küba tanımı, bazı tartışma noktalarıyla birlikte daha açıklayıcı görünüyor. Sosyalistlerin iktidarı, nesnel dayanaklarını Küba’da yaşayanların belki Güney Amerika’ya özgü bazı özellikleriyle sosyalist kültüre yatkınlıklarında ve tarihsel anti-emperyalist bilinçlerinde buluyor. Bu varsayımın hükmü ise, eşitlik ve özgürlük dengesinin altyapı düzeyinde ne ölçüde sağlanacağında düğümleniyor.
[1] “Sosyalistlerin iktidarı” nitelemesi, bilgilerim dahilinde Teori ve Politika’nın yazarlarından Ali İhsan Topçu’ya ait.