Vedat Aytaç
Marksizm Üzerine Sorular
Marksist literatürde birçok yazı, Marksizmin tümleyenlerini[1] birbiriyle ve bütünle karşı karşıya getiren sorularla başlar: Marksizm nedir? İlk bakışta, Marksizmin ne olduğunu masumane sorduğu izlenimi veren, fakat okuyucunun, hiçbir zaman cevabını apaçıklıkla bulamadığı sorulardır bunlar.
Colletti sorar: “Marksizm, bilim olarak mı, devrim olarak mı? Bu alternatif vardı, hâlâ vardır. Sanıldığı kadar kolay değil bunu çözüme bağlamak.” [2] Gerçekten de kolay değildir ve Colletti’nin yazısında da bu soruya cevap bulamayız.
Althusser, Marksist teorinin tarihinde yaşanan “güçlüğün” bu tartışmalara yansıdığını ve tartışmalara verilen “adlar”ın da tanımlanmamış bir sorunun arazları[3] olduğunu söyler ve bir dizi soru sorar: “Marksist teorinin temeli nedir? Bilim mi yoksa felsefe mi? Marksizm özünde bir felsefe midir, “praxis felsefesi mi, –peki o zaman Marx’ın ileri sürdüğü bilimsel iddialar neyin nesi?– yoksa Marksizm özünde bir bilim midir, yani tarih bilimi, tarihi maddecilik midir; peki o zaman felsefesi, diyalektik maddecilik neyin nesi? Ya da tarihi maddecilikle (bilim) diyalektik maddecilik (felsefe) arasındaki klasik ayrım hâlâ kabul ediliyorsa, bu ayrımı nasıl düşünmeli: geleneksel terimlerle mi, yeni terimlerle mi? Ya da, diyalektik maddecilikte, diyalektikle maddecilik arasındaki ilişki nedir? Ve gene, diyalektik nedir: basit bir yöntem mi, yoksa bütün olarak bir felsefe mi?”[4]
Althusser bu tür sorularla başlayan tartışmaların Marksizmin klasik formülasyonları ile yapılmasının, sorunu felsefî bir soru haline getirdiğini, soru’nun bilimsel sorun olarak incelenmesi gerektiğini iddia ederek, sorular karşısında teorik bir duruş önerisi getiriyor. Bu bağlamda, Marksist teorinin tarihi, bu tür soruların ikilem biçiminde sorulduğu ve çoğunlukla tümleyenlerden birine yapılan indirgemeci bir vurguyla ortaya çıkan teorik sapmaların tarihidir.
Althusser, “Marksist teorinin aslında bir bilim ve felsefe olduğuna ve felsefe, bilime nazaran zorunlu olarak gecikeceğine bu nedenle de frenlenmiş bulunduğuna göre, temelde bu teorik sapmaların kaçınılmaz olduğunu düşünmeye eğilimli olabiliriz: Yalnız sınıflar mücadelesinin teori üzerinde ve içindeki etkileri değil, fakat bizzat teorinin içsel karışıklıkları da buna sebep olabilir” diyerek, tümleyenlerden felsefenin “gecikmesine” atıfta bulunuyor. Marksist teorinin sorunlarının dışsal mı, yoksa içsel mi olduğu bu yazının tartışmasının dışındadır. Balibar, Althusser’i izleyerek, “Marksist felsefe yoktur ve asla olmayacaktır; buna karşılık Marx’ın felsefe için önemi, asla olmadığı kadar büyüktür” tezini “paradoksal” olsa da savunacağını söylüyor.[5]
Gramsci, bu türden sorulara, tümleyenlerin “her birinin öbüründe örtükçe içkin” olduğu ve “hep birlikte türdeş bir alan” oluşturdukları şeklinde cevap veriyor.[6] Kenan Somer, sadece terimleri öztürkçeleştirilmiş ama bildik bir söylemle, her şeyi ‘diyalektik’le açıklıyor![7]
Elimizde Marksizmin teorik bütünlüğünü, parçaların nitelikleri ile birlikte bir anda görebileceğimiz sinoptik[8] bir tablo bulunmuyor. Marksist bütünlüğün tümleyenlerini, tümleyenler arasındaki kategorik ayrımları izleyerek analitik bir incelemeye tâbi tutmak zorunluluğuna işaret etmek istiyoruz. Kategorik ayrım ihtiyacı, tümleyenlerin nesne (konu), dil ve işleyiş (pratik) farklılıklarından doğuyor. Marksist bütünlüğü tek bir tümleyenle açıklama çabaları, sorunun tümleyenler arasında bir ikilem (paradoks) gibi algılanması ve felsefî bir pratikle çözülmeye çalışılması Marksist terminolojide muammaya yol açıyor.
Bu yazının amacı, bilim vurgusu öne çıkan Marksizm yorumlarının, ya da felsefî ve ekonomist sapmaların analizini yapmak değil. Marksizmin tümleyenlerine yönelik ve genel olarak “Marksizm nedir?” başlığı altında toplayabileceğimiz tüm sorular, Marksizmin epistemolojisinde aşılmamış bir sorunun varlığını gösteriyor. Bugün, sözü edilen sorun karşısında Marksist teorik duruş ve tavrın, sorunun çözümü kadar önemli olduğunu düşünüyoruz. Amacımız, Marksist bütünlüğün tümleyenlerinin kategorik ayrımlarına dayanak sağlayabilecek bulgulara işaret edebilmek ve hipotezler üretmektir.
1) Tümleyenlerin nesne karşısında farklı konumlanışları
An ve süreç, politika ve bilim pratiğinin gerçekleştiği, kategorik ayrıma tâbi tutularak incelenmesi gereken iki farklı nesnel durumdur. Marksizmin iki ayrı tümleyenine nesne oluştururlar.
Politika, nesnesini an’daki gerçeklikte bulur ve geleceğe ilişkin politik ‘tasarım’larla yapılırken; tarih bilimi, sürece tahvil olmuş nesnel durumu, kavramlaştırarak açıklar. Politikanın birtakım hedef ve programlarla yapılıyor olması; politikaya, geleceği öngörme ya da biliminkine benzer geleceğe ilişkin bir öndeyide bulunma tarzında, bilimsel bir nitelik kazandırmaz. Başka bir deyişle, ansal eyleyişin (praksis), hedef ve programın sonuçlarını garanti etmesi söz konusu değildir.
Metin Kayaoğlu, “Toplumsal varlığın kavranabilir bir tarihsel bütünlüğü ve hareket yasaları olmasıyla, aynı toplumsal varlığın, içinde bulunulan andaki oluşu, kategorik bir ayrıma tâbidir ve birincisi bilimin, ikincisi politikanın konusudur”[9] diyerek, Marksizmin iki tümleyeni arasında ayrım noktalarından birine işaret ediyor: Konu.
Marksizmin bu iki tümleyeni farklı nesnelere sahiptirler. Politika, gerçek nesne ile dolaysız bir ilişki içindeyken; bilim, gerçek nesneden farklı olan, kendi kavramsal nesnesiyle ilişkidedir.
Kavramsal nesne, gerçek nesnenin “arındırılmış” halidir. Gerçek ilişkilerin kendi kavramlarına denk düştüğü varsayımdır. Fizik dahil, bilimin bilgi nesnesi kavramsal sistematizasyona sahip olarak doğada bulunmaz. “Bilgilenme süreci, bizzat kendi nesnesinde bitimsizdir.”[10]
Üçüncü tümleyen felsefenin ise, politika ve bilim tümleyenlerinin nesneleri olduğu anlamda bir nesnesi yoktur. “Felsefe, gerçekliği nesnede değil, fikirde bulur; fikri hakiki nesne olarak koyar.”
O halde Marksizm, farklı nesnelere sahip iki ve nesnesi olmayan bir olmak üzere üç tümleyene sahiptir.
2) Her bir tümleyenin ayrı dili ve düşünüş tarzı
Politika kavramsal sistematizasyonu olmayan terimlerle konuşur. İdeolojik nosyonların etkisi altındadır. Politika, an’ı, an’daki gerçekliği pratik olarak gerçekleştiği güç ilişkileri ve özgül siyasal koşullar içinde kavrar.
Politika, bilim kategorisi tarafından açıklanan tarihsel bütünlüğü ve onun hareket yasalarını doğrudan doğruya siyasal biçimler aldığı anda kavrar. Marx, 1848 yılında, “sınıf savaşları ve ulusal mücadelelerin maddi temelini oluşturan ekonomik ilişkileri açıklamamış olmakla kınandıklarını” vurgular; “bu ilişkilere, kasıtlı olarak, sadece doğrudan doğruya siyasal çatışma biçiminde patlak verdikleri yerde değiniverdik”lerini açıklar.[11]
“Şimdi artık okurlarımız, 1848 yılında, sınıf mücadelesinin, koskoca siyasal biçimler alarak geliştiğini görmüş olduklarına göre, burjuvazinin varlığının ve sınıf egemenliğinin olduğu kadar işçi sınıfının köleliğinin de dayandığı ekonomik ilişkileri derinleştirmenin zamanıdır”[12] diyerek, bilimsel pratiğin zamanının geldiğine işaret eder.
“İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.”[13] Marx’ın bu sözü politik eyleyiş yerine, ilkeler üzerinden pazarlığa girişenlere karşı söylenmiştir. Ve an’ın siyasal olguları karşısında ilke ve program tartışmalarının bırakılması, siyasal programın bir hareket programına, ortak hareket için örgütlenme planı olarak ele alınması gerektiğine işaret eder.
Bilim, kaplam ve içlemi tarihsel olarak değişen, belirli bir sistematizasyona sahip “kavram”larla konuşur ve düşünür. Bilimsel pratiğin amacı, “toplumsal varlığı” açıklamaktır. Bilim, ilkeseldir. Sahip olduğu kavramsal sistematizasyonu terkedemez.
Althusser, “Lenin’in felsefe pratiği”ni Lenin’e atfettiği birtakım tezler aracılığıyla ortaya koyar. O, Lenin’in birinci felsefî tezinin felsefe-bilim ayrımı olduğunu ve bunun felsefî kategoriler ile bilimsel kavramların farklılığına dayandığını söyler: “Bilimsel madde kavramları bilimlerin, nesneleri üzerine, gene bu bilimlerin tarihi durumuna göre olan bilgileri tanımlar. Bilimsel madde kavramının içeriği, bilimsel bilginin ilerlemesi, daha doğrusu derinleşmesiyle değişir. Hiçbir bilim nesnesine dayanmayıp, ancak bir nesne hakkındaki tüm bilimsel bilginin nesnelliğini belirten felsefî madde kategorisinin anlamı değişmez.O mutlaktır … (Lenin’in) Felsefeyle bilimler, felsefî kategorilerle bilimsel kavramlar arasındaki ayrımı, temelde, ampirizm ve pozitivizmin tüm biçimlerine karşı bir tavır alış teşkil eder.”[14]
Buradaki “bilimlerin tarihi durumu”, politikanın karşı geldiği ansal bir durum değildir; bilim pratiğinin gerçekleştiği, epistemolojik kopuşu takip eden bilimsel bir süreci ifade eder.
Felsefe ise, bir nesneye karşılık gelmeyen en genel soyut kategorilerle konuşur ve düşünür.
3) Tümleyenlerin farklı işleyiş ve pratikleri
Politika, an’daki gerçeklikle (gerçek nesne) doğrudan ilişki içindedir. Bulunduğu momentteki gerçekliği ve verili güç ilişkilerini kullanır. Kendine özgü araçları ve pratiği vardır.
Bilim de politika gibi kendi nesnesiyle doğrudan ilişkili bir pratiğe sahiptir. Bilim, gerçek nesneden tipik ve kavramlaştırılabilir niteliklerin soyutlanmasıyla (kavramsal sistematizasyon), bilgi nesnesine ulaşır. Bu işlem, bilgi nesnesini, gerçek nesneden farklılaştırır. Söz konusu farklılık, felsefî bir müdahaleden değil, tarihsel bütünlüğün (bilgi nesnesi) kavranılabilirliğini sağlamak zorunluluğundan kaynaklanır.
Marksizmin merkezî tümleyeni felsefenin işlev ve pratiği ise, ileride tümleyenlerin ilişkisi konusunda değineceğimiz gibi, ikili bir karaktere sahiptir. Bir yandan uslamlama yapar, diğer yandan savaşır.
4) Tümleyenlerin bütünle ve birbirleriyle ilişkisi sorunu
Bilim ve politika birbirlerinin nesnelerine yabancı ve hatta kör olmalarına rağmen, aynı bütünün tümleyenleri olarak zorunlu bir ilişki içindedirler. Ancak, bu ilişki doğrudan değildir. Politika, bilimin zorunluluklarını yerine getiren “emir eri” olmadığı gibi; bilim de, politika için “an”daki gerçeklikte bir veri değildir.
Bilim ve politika arasındaki ilişki felsefe dolayımıyla kurulur. Kategorilerle düşünen felsefenin, Marksist bütünlük içindeki merkezi konumu buradan gelir. Felsefe, bir yandan kategorik uslamlama yoluyla bilim öğesiyle dolayıma girerken; diğer yandan idealizmle girdiği savaşta (düşman arazisinde kılıç sallayarak) politika ile dolayıma girer. Felsefenin bu ikili yapısına Althusser, “Bir Devrim Silahı Olarak Felsefe” başlıklı söyleşisinde şöyle değinir: “Bilimsel ve felsefî muhakemede kavramlar (terimler, kategoriler) bilgi ileten ‘araçlar’ durumundadır. Ama politik, ideolojik ve felsefî savaşta kavramlar hem silah ya da patlayıcı maddedir, hem de uyutucu bir nesne ya da zehirdir. Bazan bütün sınıf çatışmaları bir kavramın bir başka kavramla savaşı olarak özetlenebilir.” [15]
Engels, W. Sanbort’a 1895 yılında yazdığı bir mektupta şöyle der: “… Mantıksal usavurmalar belli bir tarihsel koşutluğa ya da bizim bilincimizin dışında varolan belli bir gerçekliğe sahip oldukları ölçüde, … bu gerçekliği kazanırlar. Ama bu süreç nesnel olarak, olayların içinde, bilinçsiz bir biçimde oluşur, ve onun doğru kavrayışına erişmek için katlanılması gereken çalışma üzerine [süreç sonunda] ancak şimdi bir kanıya varabiliyoruz.” Ve ekler: “Marx bakımından, tarihin tüm gidişi –önemli olaylar sözkonusu– bilinçsiz olarak gerçekleşmiştir, yani olaylar ve sonuçları insanların iradesine bağlı değillerdi; tarihin figüranları ya erişilmiş bulunan şeye taban tabana karşıt bir şey istiyorlardı, ya da bu erişilmiş bulunan şey önceden hiç düşünülmemiş sonuçlara yol açıyordu.”[16] Bu aktarmada özellikle vurguladığımız ifadeler, an-süreç, politika-gerçek gerçek (an), bilim-bilgi nesnesi (süreç) eşlemesini apaçık görmemizi imkanlı kılıyor. Engels, bu mektupta an’a ilişkin bilinçsizliğin (teorik bilinçsizlik) salt politikada değil, üretim sürecinde de yaşandığını, bir kapitalistin “ortalama kar haddi” yasasını bilmeden üretim yaptığını söylüyor.
Yukarıda değinilen, toplumsal varlığın kavranabilir bir tarihsel bütünlüğü ve hareket yasaları olmasıyla, aynı toplumsal varlığın, içinde bulunulan andaki oluşu arasındaki kategorik ayrımın yapılmaması ya da görülememesi, bilimle politika arasında ve dolayısıyla bu ikisini felsefe ile birlikte bütünsel bir teorik yapı olarak algılama iddiasındaki Marksist teoride bir paradoksa yol açtığı iddiasının gündeme gelmesine sebep olur.
5) Paradoks iddiaları karşısında teorik duruş
Marksist parametrelerin bir kısmını veya tamamını terkederek, sorunu Marksizmin dışında çözme eğilimleri bugün tarihsel olarak güçlü durumdadır. Bu güçlülük, pratik-politik düzeyde gerçekleşen Marksizmin “yenilgileri” ve “teorinin krizi”yle yakından bağlantılıdır. Ancak, tüm göstergeler, bilim-felsefe-politika üçlüsünün ve bütünlüğün kurulması zorunluluğunun teorik olarak reddinin mümkün olmadığını gösteriyor.
Varlık ve oluş arasındaki ilişki sorunu her zaman teorinin önemli sorunlarından olagelmiştir. Zorunluluk ve özgürlük ilişkisi, Spinoza’da önemli bir sorun olarak ortaya konuyor.. Spinoza, özgürlük “tasarım”ı ve özgürlük “kavramı” ayrımı yapar ve bunların bir ve aynı şey olmadığını söyler. Ona göre, “insanlar kendilerini özgür görmede aldanırlar, ve bu sanılarının biricik nedeni eylemlerinin bilincinde iken, onları belirleyen nedenlerin bilgisizi olmalarıdır. Buna göre özgürlük iddiaları eylemlerinin nedenini bilmemeleri anlamına gelir.”[17]
“Anlıkta ne saltık ne de özgür irade vardır; ama anlık şunu ya da bunu istemeye bir neden tarafından belirlenir, ve bu da bir başkası tarafından belirlenir … ve bu sonsuza dek böyle gider.”[18]
Doğan Özlem, Comte ve Hegel’le birlikte Marx’ın (dolayısıyla Marksizmin) da, tarihte ve toplumda bir zorunluluk-özgürlük paradoksuna düştüğünü iddia ederken[19] bilim ve politikanın konu ve pratikleri arasındaki kategorik ayrımı nazara almıyor. Paradoks iddiasının, politikayı bilimsel bulguları gerçekleştirmenin aracı olarak gören veya tarihsel oluşu bilimin zorunlu yasalarının eline terkeden Marksist yorum ve akımlar nezdinde haklılığından belki sözedilebilir. Paradoks iddiası, ancak, Engels’in yukarıda alıntıladığımız sözleri bağlamında karşılanabilir. Üstelik Özlem’in Hegel’e atfen söylediği gibi “aklın hilesi”ne başvurmadan. Başka bir deyişle, Marksist epistemolojinin teorik gerilimlerinin olduğu, epistemoloji-ontoloji ilişkilerinde çözülmemiş sorunların bulunduğu söylenebilir, ancak bunun bir paradoks, Marksist epistemoloji dışına çıkmadan çözülemeyecek, terkedilmesi gereken bir sorunsal olduğunu iddia edilemez. Bugün, madde-bilinç, yapı-üstyapı, bilim-praxis (bilim-devrim) ikili kategorilerinin tümünde, Marksizmin tümeller teorisinde bir krizin varlığı saptanabilir. Kriz karşısında ortaya konulması gereken Marksizm içi bir teorik duruş ve tavır, bugün için sorun’un kendisinden daha önemlidir. Paradoks iddiaları karşısında uygun teorik duruş, sorunun çözülmesi anlamına gelmiyor; ancak, ilkesel bir zorunluluk. Aksi bir duruş, bilim felsefesinde idealist tarafa geçmek anlamına geliyor ki, “aklın hilesi”ne başvurmaktan başka bir şey yapamaz.
Paradoks iddiasını kabul edip, başka bir kuramı düşüncenizin merkezine koyarak, Marksizmi kuramsal olarak reddedebilirsiniz. Bu durumda, Marksizmle ve materyalizmle kategorik olarak ayrı yere düşersiniz.
Balibar, Marx’ın sağlığında yaşanan iki krizi ele alarak soruna “kriz” teşhisi koymaktadır. Ona göre birincisi “1848 devrimleri öncesi Marx’ın kapitalizmin pek yakında bir genel buhrana gireceği ve bu sayede Avrupa’nın tüm ülkelerinde ezilen sınıfların başına geçen proletaryanın kısa sürede sınıfların ortadan kaldırılmasına ve komünizme yönelecek bir radikal demokrasiyi kuracağına dair inancı’nın devrimlerin yenilgisi ile”; ikincisi, “1871 Paris Komününün yenilgisi”nin Marx’ta bir ruh çöküntüsüne yolaçtığını ve onda “tarihin kötü yanı“nın mahiyetinin hatırlanması olarak yankılandığını söylüyor. Balibar, her iki durumda da teori’nin yeniden kuruluş pahasına “kurtarılabildiğini” iddia etmektedir.[20]
Gramsci, “politika ile ideolojinin her dalgalanmasını yapının dolaysız bir dışavurumu olarak gösterme ve sergileme tutkusuyla, teorik bakımdan ilkel bir çocukluk olarak, pratik bakımdan da siyasal ve tarihsel yapıtların yazarı Marx’ın gerçek tanıklığına dayanarak savaşmak gerekir” diyor, ve 18. Brumaire ile Doğu Sorunu, Almanya’da Devrim ve Karşı Devrim, Fransa’da İç Savaş’ta bu tür tanıklıkların bulunabileceğine işaret ediyor.[21]
Gramsci’nin teorik bütünlüğünün praxis felsefesi ile kurulduğu ve tarihsel Marksizmde tartışmasız olarak bir eğilimi temsil ettiği açıktır. Ama bu, Gramsci’de bilim-politika ilişkisine dair satır aralarında söylenmiş doğruları bulmamıza engel değildir.
Diğer taraftan, ‘bilim” ve Marksizmin bütünlüğü vurgusu ile Batı Marksizminde başta Althusser tarafından temsil edilen akımların, sorunun çözümü için daha fazla teorik uygunluk taşıdığını tespit etmek gerekir.
Balibar, kriz karşısında teorinin yeniden kuruluşu pahasına çıkışın mümkün olduğunu Marx’ı örnekleyerek işaret ediyor. Genel Çerçeve Taslağının işaret ettiği gibi Marx-Engels’i örten ve onlara başvurmadan hareket edebileceğimiz Lenin dışında yükselti bulunmuyor. Başka bir deyişle, Marx-Engels, bizim için hâlâ ‘sonra gelen’ ve önce gelenleri örten etkileneceğimiz ‘yakın’ öncellerimiz.[22] Pratik-politik Marksizmin sürece tahvil olmuş bir tarihi ve teorik Marksizmin hareket noktası yapabileceğimiz bir teorik zemini var.
Victor Hugo’nun Sefiller’deki piskoposu, “Bir evi tanrı korumazsa, onu koruyanlar boş yere uykusuz kalırlar”der; bütünlük yitimi iddiaları karşısında Marksistler bugün uykusuzdurlar, ama boş yere değil. Marksizmin, teorik bütünlüğe ulaştırılabilecek hareket noktaları vardır ve izlenmesi gerekir.
Sonuç
Marksizmin epistemolojisine yönelik içerden ve dışardan iddialara ve bu iddialara verilen cevaplara şöyle bir genel bakışta bile ortaya çıkan yapı-üstyapı, zorunluluk-özgürlük, bilim-devrim, vb. iddialarını bir arada taşıyan “bilim-politika” ilişkisinde “belirleyicilik sorunu” vardır.
Bilim ve politika; nesne farkı, pratik farkı, tasarım ve öndeyi farkı, doğrudanlık-dolayım farkı gibi kategorik olarak farklı ele alınması gereken unsurlara sahiptirler.
Buna rağmen bilim-politika ikilisi, Marksizmin birbirinden ayrılmaz ‘siyam ikizleri’ gibidirler. Balibar’ın, Hegel’in Fenomenoloji’sinden aktardığı, (Marx’ın nazara aldığını söylüyor) gibi, “olmak zorunluluğunun, oluş eylemi olmaksızın hiçbir gerçekliği yoktur”. Bu ikisinin konu ve pratiklerindeki kategorik farkı gözönünde bulundurarak ama, birini diğerine feda etmeden teorileştirmek zorunludur.
Farklı bir tavır, Marksizmin ikileme düşmesine yol açacak, böyle bir Marksizm yorumu “paradoksal teori” iddialarıyla malül olacaktır. Bu tür yorumlardan biri, Marksizmin erken çağlarında “ekonomizm” olarak açığa çıkmış ve Marksizm alanının dışına düşmüştür. Diğer eğilimler ise halen pratik-politik varlıklarıyla, Marksist politikanın pratiği içindedirler. Bunların, politik olarak reddedilmesi ve Marksizm alanının dışına atılması mümkün değildir. Çünkü, tam da politikanın “oluş” alanında yer almaktadırlar ve teorinin krizde olduğu anda pratik-politik Marksizm için belirleyici işlevleri vardır. Bu eğilimlerin teorik redde tâbi tutulması, ve pratik-politik bakımdan aşılmaları, ancak Marksizmin teorik-pratik bütünlüğünün sağlanması ile mümkündür.
[1] Daha önce “bileşen” olarak adlandırdığımız ve literatürde “öğe”, “oluşturucu öğe”, “kategori” gibi çeşitli adlarla karşılanan Marksist bütünlüğün parçalarını, “tümleyen” olarak adlandırmayı öneriyoruz.
[2] Colletti, “Marksizm: Bilim mi? Devrim mi”, Çev.: Orhan Koçak, Birikim, S.26, Nisan 1977, s.34-40.
[3] E. Tulpar, Althusser’in metnindeki Fransızca “symptomale” karşılığında “belirtisel” ve “belirti” terimlerini öneriyor ve belirti’yi kullanıyor. (Bak.: Althusser, Lenin ve Felsefe, Çev.: B.Aksoy, E.Tulgar, M.Belge, İletişim Yay., İstanbul 1989, s.61)
[4] L. Althusser, a.g.e., s.33.
[5] E. Balibar, Marx’ın Felsefesi, Çev.: Ömer Laçiner, Birikim Yay., İstanbul 1996, s.7
[6] “Eğer bu üç etkinlik aynı bir dünya görüşünün oluşturucu öğeleriyseler, bunların teorik ilkelerinde, birinden öbürüne bir değiştirilebilirliğin, her oluşturucu öğenin, herbiri kendi özgül dilinde, karşılıklı bir çevirisinin kaçınılmaz olarak varolması gerekir: biri öbüründe örtükçe içkindir ve hep birlikte türdeş bir alan oluştururlar.” (Gramsci, Hapishane Defterleri-Seçmeler, Çev.: Kenan Somer, Onur Yay., İstanbul 1986, s.261)
[7] “… Mantıksal düşünme yolu olarak diyalektiğe dayanan Marksizmin (1) devrimci, (2) evrimci, (3) istenççi ve (4) belirlenimci olmak üzere dört bileştireni vardır. Karşıtların savaşım ve birliğini simgeleyen ve ayrılmaz iki çift oluşturan bu dört bileştirenden hiçbiri ötekini dışlamaz. İstenççilik belirlenimciliği dıştalamaz. Çünkü özgürlük ve zorunluluk Marksist düşüncede diyalektik bir birlik oluşturur.” (Kenan Somer, “Marksizm ve …”, Ve Marksizm, Doruk Yay., Ankara 1996, s.20)
[8] Sinoptik: Bir bütünün genel bir görünümünü sunan ve bir bakışta tüm bölümlerinin kavranmasını sağlayan şey. (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, C.20, s.10575)
[9] Metin Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, Teori ve Politika 1, Kış 1996, s.18-19.
[10] Althusser, a.g.e., s.80.
[11] Marx, “Ücretli Emek ve Sermaye”, Ücret, Fiyat Kar/Ücretli Emek ve Sermaye, Çev.: Sevim Belli, Sol Yay., Ankara 1975, s.27 (Kitabın sonraki baskılarında çeviri farklılıkları için bak.: a.g.e., Ankara 1992, s.24)
[12] A.g.e., s.24.
[13] Marx’tan V. Bracke’ye mektup; Marx-Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Çev.: M. Kabagil, Sol Yay., Ankara 1989 içinde, s.20.
[14] Althusser, a.g.e., s.80-91.
[15]Althusser, a.g.e., s.33.
[16] Engels’ten Berlin’deki W. Sombart’a Mektup, Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, C.3, Sol Yay., Ankara 1979, s.613, vurgular sonradan.
[17] Spinoza, “Anlığın Doğası ve Kökeni Üzerine”, Törebilim, Çev.: Aziz Yardımlı, İdea Yay., İstanbul 1996, s.81.
[18] A.g.e., s. 94-95. Spinoza, nedeni “sonsuzluğa” götürür, “ilk nedene” bağlamaz.
[19] “… Marx, geleceğin sınıfsız toplumunu hem zorunlu tarih yasalarının bir sonucu olarak görüyor ve hem de bu topluma ulaşmak için insanların bilinçli ve iradeli eylemlerine ihtiyaç olduğunu söylüyordu ki, bu bir paradokstu.” (Doğan Özlem, “Tarihselci Bilim Felsefesi Açısından Bilim”, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, Remzi Kitabevi Yay., İstanbul 1986, s.115)
Özlem, sözünü ettiği paradoksu Hegel’in “akıl’ın hilesi” formülünü ortaya atarak metafiziksel-spekülatif yoldan gidermeyi denediğini söylerken, Marx’ı ve Marksizmi takip etmiyor ve mensubu olduğu yorumsamacı bilim felsefesinin dayanak noktalarını aramak üzere yoluna devam ediyor.
[20] E. Balibar, a.g.e., s.14-15.
[21] Gramsci, Hapishane Defterleri – Seçmeler; Çev.: Kenan Somer, Onur Yay., İstanbul 1986, s.267-269. Gramsci, bu tür tanıklıklara ilişkin örnekler sunuyor:
“1) Her durumda, dural olarak (enstantane bir fotoğrafik resim gibi), yapıyı saptama güçlüğü; politika, her belli uğrakta yapının gelişme eğilimlerinin zorunlu olarak doğrulanacakları söylenemeyecek bu gelişme eğilimlerinin yansımasıdır gerçekte. Yapısal bir evre, kendi gelişme süreci sırasında değil, ama ancak bu gelişme sürecinin sonuna geldikten sonra, ya da ancak varsayım yoluyla ve söz konusu olanın varsayım olduğunu da açıkça bildirmek koşuluyla, somut olarak irdelenip çözümlenebilir.
2) Belirli bir siyasal eylemin, egemen sınıflar yöneticilerinin bir hesap yanılgısı, tarihsel gelişmenin yönetici sınıflar hükümetinin parlamenter “bunalım”ları arasından düzeltip aştığı bir yanılgı olabileceği sonucu çıkarılır bundan: Mekanik tarihsel materyalizmse yanılgı olanağını gözönünde bulundurmaz, ama her siyasal eylemi doğrudan doğruya yapı tarafından belirlenmiş olarak, yani yapının (olmuş bitmiş anlamda) gerçek ve sürekli bir değişikliğinin yansıması olarak görür. …
3) Birçok siyasal eylemin örgütsel bir nitelik taşıyan içsel zorunluluklardan ileri geldikleri, yani bir partiye, bir gruba, bir topluluğa bir tutarlılık kazandırma gereksinmesine bağlı bulundukları yeterince gözönünde bulundurulmaz.”
[22] “Önce gelenin sonra geleni etkilemesi” ve “etkinin en yakın büyükten gelmesi” gerçeğini, Eyüboğlu “Vergilius Üstüne Birkaç Söz” adlı sunuş yazısında, Batı Şiiri ile Antik Yunan Şiiri arasındaki etkilenmelere değinirken çok güzel açıklıyor. (Vergilius, Sığırtmaç Türküleri, Çev.: İ. Zeki Eyüboğlu, Payel Yay., İstanbul 1994, s.7)