Ana SayfaArşivSayı 12Türkiye Solunun Tarihsel ve Politik Gerilimleri

Türkiye Solunun Tarihsel ve Politik Gerilimleri

Çetin Konuk

Bu yazının amacı Türkiye Solunun ayrıntılı bir tarihçesini yazmak değildir. Yazı, Bütünsel Marksist Oluşum Younda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı‘nın[1] birinci bölümünde belirlenen ve açıklanan “Türkiye’de Marksizm; Tıkanma ve Yeniden Tanımlanma Süreci”ni biraz daha açıklayarak netleştirme amacını güdecektir.

Bir olgu ya da olayın anlaşılması için, aldığı son biçimi koşullandıran belli başlı faktörleri ortaya koymak ve onların kökenine inmek gerekir. Bu da, tarihsel gelişimi yakalamak; içsel gelişmenin seyrini ve bu gelişim seyrini koşullandıran faktörleri bilince çıkarmak demektir.

“Her ülke kendi özgüllüğünü, Marksizm gibi uluslararası bir teori ve harekete karşı da dayatmanın yollarını buluyor. Marksizm Türkiye’de (esasen 60’lı yıllarla başlarsak), kısa bir kültürel edinim (teorik, ideolojik vs. değil kültürel!) dönemi ardından, politik-örgütsel yanıyla 1970’li yılların başında anlatımını buldu.”[2]

Türkiye solunun, geleneksel açıdan iktidara talip olmayı değil,“Marksist muhalif” olarak rüştünü ispat çabası, yürütülen halkçı politikaya bağlı olarak halkın ‘baba’ olarak gördüğü devlete kendisini muhatap olarak kanıtlama temelinde oluşan kişiliği; bunu örgütüne ve mücadele anlayışına yansıtması bugüne ulaşan temel özelliği olagelmiştir.

1960’lar, sol hareketin, ikinci kez doğduğu ve günümüze kadar yansıyan etkilerini oluşturan yıllardır. Marksizmin Türk Solu içinde, bu dönemin ortalarına doğru, etkin olmaya başladığına tanık oluruz.

Sol hareketin gelişiminde dayandığı toplumsal taban, uluslararası gelişmeler; gerek kapitalizmin gelişimi, gerekse sosyalizm cephesinin durumu göz önüne alındığında, Türkiye’de sol hareket ve Marksizmin de, her ülkede olduğu gibi, siyasal-sosyal ortamın verili varlığı ve Türkiye’de özel olarak belirleyiciliği altında şekillendiği görülür. Bu anlamda uluslararası plandaki gelişmeler, sol hareketin şekillenmesinde aktif bir rol oynamıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dünyada sermayenin kendisini yeniden organize etmesi, periferi ülkelerdeki kapitalist gelişme ve sınıfsal ayrışmalarla birlikte, sınıf mücadelesi de güçlendi.

Devrimcilerin Devraldığı Miras

TKP’nin siyasal programı, klasik “kapitalist olmayan yol”, “üçüncü yol” perspektifine bağlı olarak yürüttüğü faaliyet içinde belirginleşmektedir.* Bu ve sonrası süreci, R. N. İleri şöyle anlatıyor: “Bu durum, yani Atatürk döneminin anti-emperyalist ve devrimci niteliği, solu bir dereceye kadar açmazlara sokuyordu. Köklü toprak reformu, halkın yararına yöneltilmiş ve halkın denetiminde bir endüstrinin ve rejimin kurulması, ağır endüstriye ağırlık verilmesi, politik hürriyetlerin yani sınıfa parti ve sendikalar kurma hakkının tanınması, işçilerin mesleki haklarının sağlanması ve tek dereceli nisbi seçim sisteminin kurulmasına yönelmiş ‘Milli Demokratik Devrimin’ tamamlanması amacını güden, sosyalizme açık bir mücadeleye girişen sol, bunu Kemalist Kamp’ın sol unsurlarıyla güç birliği içinde legal bir ortamda gerçekleştirmek istiyordu.”[3]

1925 sonrasında TKP, Kemalizmle arasına sınır çekmeye yönelmesine rağmen, R.N. İleri’nin belirttiği gibi, “Kemalist Kamp’ın sol unsurlarına sosyalist devrim koşulları olgunlaşıncaya kadar”, dolayısıyla “anti-emperyalist, anti-feodal devrim tamamlanıncaya kadar” ve ancak “bu devrimleri tutarlı sürdürmesi” kaydıyla bir yol göstericilik üstleniyordu. Bu hareket içerisinde olanlar resmi ideoloji ile yakın durarak, yaptıkları çalışmalarla Kemalist devrimleri yorumlamak ve onlara teorik bir temel oluşturmak amacı gütmüşlerdir. Kadro Dergisi etrafında ortaya çıkan ve eski TKP’lilerden oluşan hareket, bu yönelimin, sınırlarına varan bir örneğidir.

TKP’nin birkaç onyıllık ‘tarihi’nin ardından, ‘60’lar solda yeni bir yönelime tanık oldu. TİP (Türkiye İşçi Partisi), bu koşullar içinde 13 Şubat 1961’de M. Ali Aybar başkanlığında bir grup sendikacı tarafından kuruldu. Siyasal sahnede solun temsilciliğini üstlenen TİP, “TKP geleneğinden, biraz da onun pratik anlamda eleştirisinden güç alarak, ‘sol’ hareket tarihinde ilk kez kitlesel bir güce ulaşıyordu”[4]. Azınlık seçkin bir grup olarak aydın kimliğinden sıyrılamayan ve kitlelerle bağ kurmak konusunda zaafiyetler taşıyan TKP geleneği açısından bakıldığında, legal düzeyde sahnede yerini alan ve solu kitlelere taşıyan TİP, Türkiye sol tarihi açısından önemli bir mihenk taşını oluşturur.

TİP, seçim sisteminin de yardımıyla, Meclis’e 15 milletvekili taşıyacak bir güce erişmesine rağmen, programında “Kanun yolunda iktidara yürüyen siyasi teşkilat”[5] olarak somutlanan reformist, uzlaşmacı çizgisi, onu, kendisini tasfiye etmeye kadar götürmüştür.

“İşçiler arasında yapılan anketler, TİP’in yandaşlarının çoğunluğunun, (…) 30 yaşından aşağı, ilkokul veya daha üstü öğrenim görmüş, büyük kentlerde nitelikli işçi olarak çalışan bireylerden oluştuğunu göstermiştir.”[6] Oylarının niteliği göz önüne alındığında, TİP’in, halkın geniş yığınlarını kucaklayacak bir çizgi tutturamamış, daha çok kentlerde nitelikli işçiler arasında ve mezheplere dayalı kolaycı bir çalışma tarzı sürdürmüş olduğu anlaşılır. Bu durum, daha sonra ortaya çıkan devrimci solun kitle içerisindeki çalışma tarzına yansımıştır. 1970’lerde iktidar olmak hedefini güden TİP, kitle partisi olma yolunda köylücü bir çizgiye yönelmiş ve sosyalizm vurgusunu devreye sokmuştur. Bu politik tutum, Behice Boran’ın şu sözlerinde ifadesini bulmaktadır: “Demokratik yolu ve yığınları başa koymak gerekir, reformlar köklü değişikliklerden çıkarı olan sınıfların uyanması ve teşkilatlanması ile gerçekleşebilir.”[7]

“Sınıfsal ittifaklar yelpazesini süreç içinde derece derece oluşturup pekiştiren işçi sınıfı, böylesine geniş bir tabana dayanarak kendi partisi aracılığıyla iktidara gelecek ve kendisiyle birlikte tüm kol ve kafa emekçilerini, halk kitlelerini her türlü sömürüden, baskı ve şiddetten kurtararak, gene bir süreç içinde Türkiye’yi, dünyanın en ileri ülkeleri arasında yer alan tam bağımsız ve özgür toplum düzeyine çıkaracak olan sosyalizmi gerçekleştirecektir.”[8] Programındaki ilerici söylemlerine rağmen parlamentocu tutumundan vazgeçemeyen TİP’in, devrimci bir durumun olmadığı, sosyalistlerin ve işçi sınıfının, çıkarlarını parlamenter yoldan korumalarının dışında hiçbir seçeneklerinin olmadığı tutumunun ısrarlı savunusu kendi içinde karşıtını doğurmuştur. Gelişen muhalefet (Emek Grubu ve MDD’ciler), radikal çıkışları nedeniyle TİP yönetimi tarafından tasfiye edildi.

TİP’in ortaya çıkışı, Yön gibi yeni bir siyasal oluşumu da koşullandırmıştı. “Başını Doğan Avcıoğlu’nun çektiği Yön Dergisi ve bu dergi çervresinde oluşan Yön Hareketi bir anlamda Kadro’nun devamı gibidir.”[9]

Kapitalist gelişme doğrultusunda oluşan, sosyal ve sınıfsal ilişkilerin aydınlar üzerinde yansıttığı “etkilerin” bir ürünü olarak şekillenen Yön, ideolojik temelini Kemalizmden alıyordu. 1961 yılında yayımlanmaya başlayan dergi, Kemalizmin temel bakış açısına uygun olarak “çağdaş uygarlık”, “batılılaşma”, “devletçilik”, “sosyal adalet” gibi hedeflerle topluma yön verilmesi gerektiği düşüncesi taşıyordu. Bu noktadan bakıldığında ideolojik ve siyasal bakış açısından en güçlü ve hazırlıklı olan hareketin Yön olduğu görülecektir.

“Yön–Devrim çizgisi, 27 Mayıs darbesi ile birlikte açılan yeni siyasal ve entellektüel ortamın en karakteristik özelliklerini yansıtmakla kalmamış, aynı zamanda o dönemde dünyaya egemen olan başlıca reformcu düşünce ve siyaset akımlarının bir karmaşasını da temsil ederek Türkiye sol hareketinin başlıca eğilimleri üzerinde etkili olmuş ve günümüze kadar süregelen sonuçlar doğurmuştur.”[10]

Her ne kadar sol bir grup olduğu iddiasıyla hareket ediyor ve diğer gruplarca sol olarak tanınıyorsa da Yön Hareketi, ancak bir ‘sol’ Kemalist bir hareket olmanın ötesine geçmemiştir. “Yöncüler, kendi programlarını, ‘sosyal adalet içinde hızlı kalkınma’ olarak özetliyorlar, ve bu soyutlama ‘Anayasanın benimsediği bir formül’ olarak sunuluyordu. Devrim kavramının düzenin en temel belgesi açısından yozlaştırılmasını ifade eden bu tutum, dönemin Milli Demokratik Devrim teorisini kabul etmiş ‘en radikal’ silahlı hareketleri (THKO, TKP-ML ve THKP-C) tarafından da genel bir kabul görmüş durumdaydı.”[11]

1965’te şekillenmeye başlayan ve 1967’de yükselen MDD (Milli Demokratik Devrim) hareketi, bu dönemin, eski TKP mirası ile dolaysız bağları bulunan bir siyasi odağıdır. Önemli kadrolarının hemen hemen tümü eski TKP’li olan MDD, 1960-70 döneminde Yön ile aynılaşan politik bir tutum göstermiştir. Aralarındaki fark, MDD hareketinin Marksizan argümanları kullanması, alt sınıflara yakın olması ve Yön’ün geleceğe hiçbir miras bırakmadan yok olmasıdır. Yön’den farklı olarak MDD hareketi, 71 devrimci hareketinin içinde şekillendiği ve etkilendiği bir odak olmuştur.

MDD hareketi 1967 yılında politik arenaya, TİP’le aralarındaki temel ayrımın programatik değil, mücadele anlayışına ilişkin olduğunu deklere ederek çıktı. Onların mücadele anlayışlarına ilişkin ortaya koydukları sınıf önderliği ve sınıf partisi görüşleri, halkçı – cepheci anlayışın basit bir kopyasıydı. Aydınlık Dergisinde, TİP’in sosyalist bir parti olması için yapması gerekenler sıralanırken; kendi parti anlayışları da dile getiriliyordu: “TİP sosyalizmin bilimini temel alan, emekçileri parti içinde örgütleyip sosyalist kadrolar oluşturmak ve bütün milli sınıfları milli kurtuluş saflarında toplamaya yönelen parti olmalıdır.”[12] Bu bakış açısı, MDD hareketinin TİP’ten çok Yön hareketi ile örtüşmesini beraberinde getiriyordu. MDD’nin Yön’den bu anlamdaki farkı, darbeci beklentileri Marksist söylemlerle ifade ediyor olmasıdır.

MDD hareketi, savunduğu “Milli Demokratik Devrim”e kimin önderlik edeceği sorusuna net bir yanıt verememiştir. Diğer yandan “Bağımsızlık olmadan sosyalizm olmaz” söylemiyle, küçük burjuva radikallerini demokratik devrimde reddedilemez bir güç olarak görmüş, ve bu işi onlara, “bağımsızlığı savunmak işi esasen küçük burjuva radikallerine aittir” diyerek, havale etmiş, küçük burjuva radikallerinin ordu lehindeki propagandalarını ve darbe teşviklerini desteklemiştir.

“Küçük burjuvazi, milli burjuvaziden ayrı olarak ele alınmalıdır. Komprador kapitalizmi ile sınıf çıkarı asla bağdaşmayan küçük burjuvazi bilinçlendiği ölçüde devrimden yanadır. Hem demokratik devrimden yana, hem sosyalist devrimden yana.… Küçük burjuva kökten gelme asker-sivil-bürokrat, aydın küçük burjuvazi içindedir. …Asker-sivil-aydın zümre gerek kök bakımından gerek genel durum bakımından içinde sayılması gerektiği Türk küçük burjuvazisinin en bilinçli kolunu, bu sınıf öncü müfrezesini teşkil etmektedir. Kesin olarak demokratik devrimden yanadır, sosyalist devrime karşı olması için sınıf açısından bir neden yoktur.”[13]

MDD’nin askerci eğilimi, M. Belli’nin görüşlerinde net olarak dile getirilmektedir: “Türkiye’de iki ana ilerici akım vardır. İki devrimci kol, güçbirliği halinde Türkiye’nin gelecekteki tarihi kaderini tayin etmek durumundadırlar. Mustafa Kemal kolu ve sosyalist kol”[14]. “Öteki ülkelerin tarihinde sık sık görülen askerler tarafından bastırılan halkçı ilerici hareketler bizim tarihimizde yoktur. Ve bu gerçek bizim ilerici olarak Türk ordusuna karşı tutumumuzun batı anti-militaristlerin tutumunun tam karşısı olmasını gerektirir.”[15] MDD kuramcıları da, kendilerini Kemalizmin izinde gören Kadro’dan, 27 Mayısçılardan ve Kemalizm ile ilişki kurmak isteyen Yöncülerden sonra, önceki geleneğe bir anlamda bağlılıklarını sergilerler. Küçük burjuva aydınlar zamanla radikal düşüncelere yönelirken, çıkardıkları Aydınlık Dergisi sayesinde de düşüncelerini yaygınlaştırmaya çalışırlar. Böylelikle MDD hareketinin genel olarak ilk vardığı kuramsal sonuç, “burjuva demokratik devrim” ile “milli demokratik devrim”in birbirinden farklı olduğudur. Çünkü sömürge ve bağımlı ülkelerde “burjuva demokratik devrim” gerçekleşemez. Bağımlı ülkelerdeki devrimin karakteri anti-emperyalist ve anti-feodal olmak durumundadır. Ülkede sınıflar ve aydınlar üzerine yapılan araştırmalarda, küçük burjuvazinin burjuvaziye bağlılığı, köy küçük burjuvazisinin tutuculuğu, yerli burjuvazinin geliştikçe asker-sivil-aydın-bürokrat kesimin onun etkisinde kaldığı, bu kadroların emperyalizm yanlısı ve ona karşı olanlar olarak ikiye ayrıldığı gibi sonuçlara varırlar. Milli burjuvazinin ise, varlığı ortaya konmakla birlikte, toplumsal ve ekonomik yaşamda önemli bir güç olmadığı kanısı hakimdir. Sonuçta demokratik devrimi, küçük köylülerin ve küçük burjuvazinin en radikal gruplarının yardımı ile işçi sınıfının üzerine alabileceği görüşü hakim olur.

MDD hareketi Türk sol tarihi içerisinde, kullandığı terminoloji ile sol sapma gibi görülebilse de, bir küçük burjuva sağ sapma olarak nitelendirilmelidir. “MDD hareketi, yayınları ve çalışmalarıyla gelecek dönemlerin kadrolarının klasik Marksist literatür alanında olduğu gibi yurt gerçeklerinin araştırılmasında da kuramsal eğitimini sağlayacak ve özellikle gençliğin devrimci harekete katılmasına ön ayak olacaktır.”[16]

TKP, TİP ve MDD hareketleri genel bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda ortaya çıkan sonuç şudur: TKP, Şefik Hüsnü ile birlikte sınıf içinde faaliyet göstermeye özel bir önem göstermiştir, bu noktada Kemalizmle yakınlaşmışsa da örgüt fikri güçlü tutulmuştur. TKP legal olanaklardan yoksun olunan bir dönemde illegal siyasal faaliyet yürütmüştür. TİP, kullandığı legal ortam aracılığıyla örgütlülüğünü sürdürmüş, dar da olsa kendi anlayışı çerçevesinde sınıf tabanlı bir faaliyet yürütmüştür. MDD ise legal çalışmaya, her türlü legal çalışma ortamını “icazetçi” sayarak yanaşmadığı gibi, illegal anlamda da bir faaliyet yürütmek için özel bir çaba harcamamış, ‘hareket’ sınırını aşamamıştır.

Türkiye’de sosyalizmin “özgünlüğü”nü vurgulama ve bunun öncüsü olma misyonunu taşıma iddiaları, aşağıdaki açıklamalarda görülebileceği gibi, bu oluşumların ortak yanıdır.

“Türkiye’ye özgü sosyalist rotayı çizmek ve Türk sosyalist hareketini yüzde yüz bağımsız yabancı etkilerden uzak, …bir hareket olarak raya oturtmak mücadelesini vermektir.”[17]

“Türkiye İşçi Partisinin sosyalizmi, ‘Türkiye Sosyalizmi’ ithal malı değildir. Bu, ne Batıdaki, ne Doğudaki örneklerine benzer. Çünkü Türkiye ne Batıdır, ne Doğudur. Türkiye kendine özgü koşulları olan bir ülkedir.”[18]

“Türkiye sosyalizmi bilimsel toplumculuğun ışığında ama her türlü dogmacılıktan, taklitçilikten, tekerlemecilikten kaçınarak gaziler çağından ta İstiklal Savaşına kadar kendi milli tarihinden destek bulan Türkiye’nin…”[19]

“Türkiye emekçilerinin… çıkarları gereği, Sovyetler Birliği’ne bu ülkeyi yöneten partiye karşı olumlu bir tutumu benimsemek… başka şeydir, ‘Moskovacı’ olmak başka şey… Maocu, Kastrocu, Moskovacı yakıştırmalarına cevabımız şudur: Biz Türkiyeciyiz. Türkiye emekçilerinin davasının savunucusuyuz biz.”[20]

Bu dönemde farklılığı ile kendisini ortaya koymaya çalışan bir kişi vardır ve bu, eski bir TKP’li olan Hikmet Kıvılcımlı’dır. Sınıf ve parti kavrayışı açısından M. Belli’den daha ileri olan Kıvılcımlı, politik olarak çok özel bir yer işgal etmez gibi gösterilmeye çalışılır ve görmezlikten gelinir. “Kıvılcımlı’nın TKP içinde gerçekleştirdiği eleştiri ve öneriler, TKP’nin örgütsüzlüğünü, teorisizliğini, ve eylemsizliğini açığa çıkarır”.[21] TKP merkez komitesine sunduğu Yol adını taşıyan çalışmaları için Kıvılcımlı şunları söyler: “1930 yılına dek Türkiye’de geçirdiğim ilk on yıllık Marksist-Leninist pratik ve teori savaşına dayanarak, 40 yıl önce ‘Yol’ adı altında bir seri yerli orijinal araştırmalar yapmıştım. Burada her biri ayrı kitaplar halinde, ideoloji, sosyal gelişim, Parti Tarihi, Strateji Planında burjuvazi, proletarya, köylü ve ulus ve taktik problemleri ayrıntı ve eleştirileriyle ele alınıyordu.”[22] O zamana kadar bu derinlikte ele alınıp işlenmemiş konular olması anlamında bu çalışmalar oldukça büyük önem taşımaktadır.* 1930’lu yıllarda özellikle Kemalizm ve ulusal sorun konusunda TKP’den ayrıksı, ileri bir konuma sahip olan Kıvılcımlı, “TKP bünyesinin ‘yabancı’ unsurlarındandı.”[23]

Tüm aykırılığına rağmen Kıvılcımlı, 1930’larda aldığı ileri tutumları terkederek, 27 Mayıs darbesinin etkisi altında darbe umudu ve bekleyişi içerisine girdi. “Ordunun bizdeki ilerici rolü üzerine tezler”i ile Kemalizmin etki alanında, diğer anlayışlarla aynı noktaya düştü.

1968’lerde, Asya ülkelerindeki toprak mücadeleleri, Latin Amerika’da anti-emperyalist hareketler, Vietnam halkının ABD’ye karşı yürüttüğü başarılı mücadele, Küba zaferi dünyayı güçlü bir anti-emperyalist dalga ile sarsarken, Türkiye solu yeniden oluşumunu bu ortam içerisinde gerçekleştirmiş, ve bu gelişmenin bir parçası olmuştur. Özellikle Vietnam devrimi ve Latin Amerika’daki gerilla mücadeleleri Türkiye sol hareketi üzerinde güçlü etkiler bıraktı. MDD hareketinin bir kesiminin Maocu yorumları, diğer kesiminin SBKP’nin “kapitalist olmayan kalkınma yolu”, “ileri demokrasi” v.b. tezlerini sahiplenmeleri, yine TİP’in, SBKP’nin ”barışçıl geçiş”, “barış içinde bir arada yaşama” tezlerine sarılması karşısında sol hareketler reformizmle aralarında belirginleşen yol ayrımlarında kendilerine en yakın odağı yol gösterici olarak kabul edeceklerdi. Gençlik kesimleri de reformcu ve uzlaşmacı tavırlar karşısında kendilerine Guevera, Marieghella gibi Latin Amerika devrimciliğinden ve Çin devriminin etkisi ile Maoculuğun “devrimci yorumlarından” eylemlerine “meşru zemin” kazandıracak tarzda etkilenmişlerdir. Bu etkilerin temel yanı, bu dönem boyunca 60’lı yıllar sol hareketinin, Yön hareketinde kendisini ortaya koyan Kemalizm dışında, ‘ilerici ve devrimci’ bir geleneğin, kültür ve mirasının bulunmamasıdır.

Devrimci Kopuşa Doğru

Türkiye solu dünyayı, 1960 sonrası gelişiminde birçok problemle boğuşurken tanıyacaktır. Genç kuşağın önünde, örnek alınacak bir komünist gelenek dışında, her türlü sapma mevcuttur. Kemalizm, popülizm, reformizm, militarizm, vb. Bir yandan Latin Amerika ülkelerinde gelişen gerilla mücadeleleri, diğer yandan SBKP tarafından estirilen ‘modern revizyonist’ rüzgarlar… Genç sol hareket, dünyaya gözünü bu ortamda açıyordu.

1961-1971 döneminde belirginleşen yol ayrımları, sol hareketin mensuplarının düşüncelerindeki ana temaların ortak olmasına karşın, dünyadaki politik gelişmelerin etkisi altında farklı politik tarzlar edinmelerinden ve sınıfsal konumlarından kaynaklanarak belirginleşen bakış açılarında somutluk kazanır. 1969 sonrasında iktidarın artan saldırıları karşısında TİP yöneticileri bile parlamentarizme mesafeli yaklaşırken, Devrim Gazetesi etrafında toparlanan Yön aydınlarından arta kalanlar, MDD hareketini ilk kuranlarla birlikte ilerici subayların müdahalesini beklemeye koyulurlar. MDD hareketi içinde Aydınlık Dergisi etrafında toparlanan gençlik kesiminde, Marksist eserlerden çok, Sovyet devriminin etkisiyle okunan Lenin’in eserleri ve özellikle 1930-50 yılları arasında Çin devriminin deneylerini yansıtan ve “Milli Demokratik Devrim” tezlerini destekleyen Mao-Zedung düşüncesi yoğun ilgi görür.

Başını Sovyetler Birliği’nin çektiği sağcı çizginin etkileri ve emperyalizme karşı gelişen gerilla hareketleri, devrimcilikle reformizm arasındaki ayrışmanın ana çizgilerini oluştururken; dönemin devrimci hareketlerinin teorik ifadesi, kendisini Mao düşüncesinde bulmuştur. “Silahlı mücadelenin esas alınması” gerektiği yolundaki görüşlerin bütün devrimci çevreleri etkilemesi, ve bunun, reformizm ve uzlaşmacı akımlara karşı bir ayrım çizgisi olarak kabul edilmesi, dünyadaki gelişmelerden etkilenen Türkiye’deki radikal sol harekette kısa zamanda kabul gördü.

M. Çayan’ın Aydınlık Sosyalist Dergide yayımlanan, “Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori” başlıklı yazısı, genel olarak devrimci grupların ilkelerini ortaya koyar: “…şehir ve köy proletaryasının ve emekçilerinin hala önemli bir kısmının baş düşmanları olan emperyalizmin Türkiye’deki uzantısı AP. iktidarının ya da statükocu muhalefetin peşinden gittiği şehir ve köy proletaryasının geniş çevrelerinin öz devrimi sosyalist devrimden habersiz olması bir yana, ülkesinin işgal altında olduğunun bile farkında olmadığı bir evrede, proletaryanın fiili öncülüğünden bahsetmek, oportünizmin daniskasıdır.” “…işçi sınıfının öncülüğü olmadan ne anti-emperyalist savaş başarıya ulaşır, ne de sosyalizme geçiş olabilir. İşçi sınıfının öncülüğü olmadan sosyalizme geçişi mümkün görmek boş bir hayaldir.”[24]

Devrimci grupların kendilerine aradıkları strateji, her grubun eylemleri ile kazandığı pratik deneyime dayanır. Marighella ve Guevera’nın, bu dönemde Türkçeye çevrilen eserleri gerilla hareketinin gelişimine katkıda bulunurken, ‘Halk kurtuluş savaşı’ da bir ‘ilke’ olarak yerleşmeye başlıyordu. Halk savaşı düşüncesinde ilke olarak; düşmana karşı yıpratıcı bir mücadele vermek; devrimci mücadelenin en geliştiği bölgelerde parlayan iç savaş kıvılcımlarını aktif mücadeleyle ülkenin tüm alanlarına yaymak, mücadeleyi politikleşmiş bir askeri mücadele biçiminde yürütmek, ekonomik ve demokratik mücadeleleri asıl mücadeleye yardımcı olması bakımından önemsemek gerekmektedir. Karşı devrimin baskısına devrimci şiddetle cevap verilmeli, işçi ve köylü kitlelerine aktif mücadelenin gerekliliği gösterilmelidir.

’71 Devrimci Kopuşu

Türkiye’de örgütlerini yaratan silahlı hareketlerin tümü, MDD tezini savunan taraftan çıkmıştır. Bu hareketlerin yaptığı ülke tahlillerinde ve ileri sürdükleri savlarda; Türkiye’nin yarı-sömürge, yarı-feodal yapısının kabulü, esas mücadelenin emperyalizme karşı verilmesi gerekliliği, Mao’nun “halk savaşı stratejisine” bağlı olarak verilecek gerilla mücadelesinin esas alınması gerektiği düşünceleri göze çarpan unsurlardır.

Devrimci kopuşu simgeleyen hareketler içerisinde THKO, yalnızca pratik bir tavır olarak kaldı. THKO siyasi olmaktan çok askeri bir örgütlenme olarak şekillendi. “’Foko’ tipi örgütlenme, üzerinde fazlaca tartışılmadan benimsenmiş ve hareketin esas karakteri, örgütsel ifadesini ‘ordu’ kavramında bulan silahlı eylemcilikte yoğunlaşmıştı.”[25] Örgüt, geriye birkaç bildiri ve kısa bir sürede ele alınıp çalakalem Hüseyin İnan tarafından yazılan Türkiye Devriminin Yolu çalışması dışında hiçbir yazılı belge bırakmadı. THKO “halk savaşı stratejisi” içinde teorik olarak işçi sınıfının rolünü reddetmezken “üretimde bulunan proletaryanın savaşıma müsait olmadığı” gerekçesiyle “üretim dışı” proletaryayı (kır yoksulları ve küçük üreticiler) temel almıştır.

THKO, THKP-C ve TKP-ML, 1960’lar solculuğundan kapsamlı bir politik kopuşun denemeleridir. Bu üç örgüt, kendilerinden sonraki sol hareket üzerinde kalıcı etkiler bırakmışlardır.

THKP-C teorik temellerini MDD ve PDA çizgisinin eleştirisi temelinde oluşturmuştur. THKP-C, MDD hareketinden farklı olarak ulusal bir cephe içerisinde bir sınıf partisini şart koşuyordu. THKP-C lideri Mahir Çayan’a göre, “Leninist devrim teorisinde, ihtilalci inisiyatifin rolü (emperyalist dönemin özelliklerinden dolayı) Marx ve Engels’inkilerle kıyasla çok daha ağırlıklıdır. Emperyalist dönemde, devrimlerin maddi temeli hazır olduğu için, meseleyi çözmek ihtilalci inisiyatifin uygun zamandaki atılımına kalmaktadır.”[26]

“Parti-Cephe teorisyeni M. Çayan bu yaklaşımını demokratik devrim anlayışına dek uzatarak, gündemdeki devrimi işçi sınıfının ideolojik, politik, örgütsel öncülüğünde ve kesintisiz olarak sosyalizme yönelen bir süreç olarak tanımladı.(…) MDD çizgisi yerine, devrimi sınıfın öncülüğünde kesintisiz bir süreç olarak değerlendiren daha ileri bir formülasyon getirildi.”[27] Fakat gerilla mücadelesini esas alan THKP-C’ye göre devrimciler, M. Çayan’ın “çağımızın baş çelişkisi ezilen uluslar ve emperyalizm arasında”dır düşüncesine dayanarak savaş alanı olarak kırları seçmelidirler. Halk, “suni denge” sonucu, devlet karşısında pasifize bir konumda olduğundan, “silahlı propaganda” ile harekete geçirilecektir. “Profesyonel devrimcilerin teşkil ettiği savaş örgütünün objektif olarak proletaryanın devrimci iradesini temsil etmesi esastır. Ve proletaryaya bilinç dışarıdan verilecektir.”[28]

Marksizme dönük bütün yönelimlerine rağmen, gerek THKO, gerek THKP-C hareketleri mahkemelerde yaptıkları savunmalarda, Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni adlı çalışmasında ileri sürdüğü bütün tezleri olduğu gibi tekrarlamışlardır. Ülke tahlilleri, devlet, ordu üzerine düşünceleri Yön ve MDD hareketinin görüşlerine tamamen uygundu. THKO’nun sosyalizmi hedeflediğine ilişkin herhangi bir teorik belirti yoktur. Hareket, anti-emperyalist olmanın dışında bir özellik göstermez. “Milli Demokratik Devrim” ve kesintisiz sosyalizme geçiş (ilke olarak kabul edilmesine rağmen) söylemi, savunmalarında bile dile getirilmemiştir.

İbrahim Kaypakkaya, işkencedeki onurlu devrimci direnişi ile en çok, fakat 1971 kopuşunda ortaya koyduğu teorik yaklaşımları ile en az tanınan kişidir. Gerek 60 sol hareketi üzerinde Kemalizmin hegemonyasına ilişkin, gerek ulusal sorun konusundaki görüşleri ile Kaypakkaya, kopuş yaşayan bir devrimcidir.

TİİKP’den kopan TKP-ML, Kaypakkaya ve bir grup arkadaşı tarafından kuruldu. Kaypakkaya, işçi sınıfı ve halkın ayaklanması için devrimci örgütün gerekliliğine vurgu yaparken; “Şimdi işçi sınıfımızın ve yoksul köylülerimizin büyük çoğunluğu kurtuluşlarının ancak silahlı mücadele ile olacağını kavramış durumdadırlar”, “genel olarak dünyada özel olarak da Türkiye’de objektif şartlar devrime son derece elverişlidir” der.[29] TKP-ML, yarı-sömürge, yarı-feodal olan Türkiye’de devrimi, “kırlardan şehirlere doğru gelişen halk savaşı” yoluyla gerçekleştirmek için pratik adımlar atılmasını öneriyordu. Kaypakkaya da öncekiler gibi, proletarya partisinin kuruluşunu kırlardan başlayacak bir mücadele içinde olanaklı görüyordu. Bu görüş genel olarak 1971 hareketinin tüm kesimleri tarafından paylaşılıyordu.

71 hareketi kadrolarının tümü ideolojik gıdalarını Yön ve MDD hareketlerinden almışlardır. Yöneticilerin genç olması ve hareket tabanının özellikle gençliğe dayanması yanında, Marksist birikimin zayıflığı bu hareketler için önemli bir engel oluşturuyordu. Uluslararası planda yol gösterici olarak örnek aldıkları Gueveracılık, Çaru Mazumdarcılık ve Maoculuk, MDD’ciliğin alternatifi olarak kavrandı.

Toplumsal olarak işçi sınıfının barışçı bir mücadele çizgisi benimsemesi, 71 hareketini, işçi sınıfı vurgusuna rağmen, mücadelede yönelecek önemli bir unsurdan yoksun bırakıyordu. Bu dönemde, sınıf vurgusuna sahip TİP ve sınırlı bir etkiye sahip olsa da Hikmet Kıvılcımlı bir yana, gençlik hareketi, sosyalizm ve işçi sınıfı vurguları ile parlamentarizm ve reformizm arasında sıkışıp kalmıştır. 71’deki devrimci kopuştan geriye, alt sınıf ve tabakalara dayalı bir silahlı mücadele anlayışı sunmaktan fazla bir şey kalmamıştır.

1975 – 80’de Marksizme Ulaşma Çabaları

1971 hareketi, 12 Mart sonrasında örgütsel varlığı yanında, neredeyse tüm önder kadrolarını da yitirdi. Fakat başeğmez mücadelenin ardından gelen yenilginin geride kalan kadrolar üzerinde bıraktığı yüksek moral değerler sayesinde, bu hareketler kendilerini toparlama, yanılgılarını (kaba bir biçimde de olsa) değerlendirme, eleştirme ve giderme çabası içinde oldular. Bu samimi çabalar, hareketlerin toparlanmasını ve mücadeleye eğilimli kitleler tarafından desteklenmesini sağlamıştır.

1975 yılından sonra gelişmeye başlayan sol hareketin, Parti-Cephe geleneği bir tarafta tutulursa, Marksizme yakınlaşma çabaları daha da güçlendi. “İdeolojik önderlik” tezlerinin terk edilmesi ve “kitlelere gidilme” anlayışı hakim olmaya başladı.* Fakat Türkiye’de toplumsal siyasal sisteme karşı mücadele eden siyasi hareketlerin hiçbiri, devrimci demokrasi sınırını aşamamıştır. Bu durum, Taslak’ta farklı bir bakış açısından ifade edilir: “Türkiye komünist hareketinin bütün ömrü, küçük burjuva radikalizminin egemenliği altında geçmiştir.”[30] Her ne kadar bu siyasi hareketlerin her biri kendisini Marksist-Leninist kabul ederken, kendi dışındakileri Marksizmden şu ya da bu ölçüde sapma olarak görüp kıyasıya eleştirdiyse de, “devrimci demokrat hareket” tanımlaması genel bir yaygınlık kazandı.

İşçi sınıfının bağımsız siyasal kimliğini kazanamaması koşullarında “devrimci demokrasi” yalnızca demokrasi taleplerini ve özlemlerini değil sosyalizm özlemlerini de dile getirmiştir. “Çünkü Türkiye’de politik Marksizm, Rusya’da olduğu gibi küçük burjuva devrimciliğinden koparak değil, esasen, küçük burjuva sosyalizminden –yer yer ve politik eylem anlamında küçük burjuva devrimciliğiyle birlikte– koparak politik arenanın ‘aktör’leri arasında yerini almıştır. Bu tarihselliğin anlaşılması, tarih dışı spekülatif tarzların daha başlarken sakatlayıcı niteliğini bertaraf etmek bakımından tayin edicidir.”[31]

Bütün farklı yanlarına rağmen, hareketlerin ortak özelliği, MDD hareketinin teorik mirasçıları olmalarıdır. “Demokrasi ve bağımsızlık” ve “demokratik halk iktidarı” gibi temalar, tümünde ortaktır.

“Yeterli bir teorik olgunlaşma süreci yaşanmadan pratik-politik ifadelerini (örgütsel yapılarda) bulan Marksizm, o andan itibaren Türkiye’de Marksizme ilişkin kendine misyon biçenlerin önceliklerini de belirledi. Bu, kuşkusuz bir tarihsel kazanımdı, ama yirmi yılı aşkın bir sürenin ardından, hala ilk kazanım kategorisinin geride bırakılmamış olması, bugün çubuğun kazanım yönüne değil, kazanımın eksikliğine doğru bükülmesini zorunlu kılıyor.” [32]

Öncüllerinin reformist ve sağcı yaklaşımlarından kopmakla 1971 sonrası hareket halkçılığa devrimci bir içerik kazandırdı. Geçmişe yöneltilen eleştiriler, dönemin kitle hareketleri ile de birleşince ortaya çıkan teori ve programlar, burjuva reformizmi karşısında mücadele eden güçler için bir çekim merkezi oldu. 71 sonrası siyasi hareketler, bütün teorik ve siyasal eksiklere rağmen, 71 hareketinin bıraktığı devrimci direniş, devrimci moral ve etkiyle birleşerek hızla yaygınlaşan anti-faşist gençlik ve kitle hareketi ile birlikte ortaya çıkan gelişme ortamında birer çekim merkezi oldular. Fakat son yirmi yılın deneyimi de gösteriyor ki, bu hareketler, teorileri ve buna dayanan programları ile, devrimci demokrasi sınırlarını aşamayan halkçı hareketlerin düşünsel ifadeleri olmaktan öteye geçememişlerdir.

“Ne yazık ki Türkiye devrimci hareketi, Türkiye’nin devrimcisi dogmatiktir. Türkiye devrimci hareketinin yaptığı dogmalar, Marksizmin-Leninizmin değil, popülist ideolojinin dogmalarıdır.”[33]

Üç İnceleme

Bu alt-bölümde, 1980 12 Eylül’üne öngelen birkaç yıllık yoğun dönemde, sol harekette belli bir öbeği temsil eden ve Marksizme yönelim konusunda görece ileri bir konumda yer alan üç hareketi, temel ideolojik bilinçleri, tutarsızlıkları ve Marksizme ulaşamamanın yarattığı sancıları örneğinde, betimsel bir tarzda ele alacağız.

Taslak’ta belirtildiği üzere, bu hareketlerin “yirmi küsur yıllık tarihlerini, örgütsel olarak parti-öncesinde kilitlenme, politik olarak pratik-politikte kilitlenme, ideolojik-teorik olarak doktrinarizmde kilitlenme şeklinde soyutlayabiliriz. Bu üç düzlem aslında birbirlerine neden-sonuç anlamında sıkıca bağlıdır ve belirli bir dönemsel perspektif içerisinde, ancak üçlü (yani bir anlamda bütünsel) bir gerçekleşme mümkündür.”[34]

Halkın Yolu

Örgütsel olarak kendisini 1975 başlarında gösteren THKP-C/ML hareketi, 71 hareketinin halkçı devrim anlayışını reddetmeksizin, temelde küçük burjuva maceracılığına ve modern revizyonizme tavır aldı. Mücadele anlayışında, “öncü savaş” yerine “kitleler” konularak “devrim kitlelerin eseri olacaktır” şiarı öne çıkarıldı. Geçmişle kıyaslanınca, bu, mutlak bir ilerlemeyi belirtiyordu. Halkçı anti-emperyalist devrim kavramının ön kabulü Çin Devriminin etkisi altında şekillendi. 1976 yılında Halkın Yolu Gazetesinde yayımlanan “Örgüt Platformu”nda, devrim anlayışı Maocu halk savaşına ve üç dünya teorisine göre şekilleniyordu. Türkiye üzerine şu türden tahliller yapılıyordu:

“Türkiye emperyalizme bağımlı geri bir tarım ülkesidir.

“Ülkenin dünya çapında can çekişen kapitalizme bağımlılığın bir sonucu olan yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı sürdüğü sürece çözülmesi gereken temel çelişme (…) emperyalizmle emperyalizmin uzantısı tekelci burjuvazi, feodal toprak ağaları, ve tefecilerle çeşitli milliyetlerden halkımız arasındaki mücadelede yansıyan, üretici güçlerle, üretici güçlerin özgürce gelişmesini önleyen yarı-sömürge, yarı-feodal yapı arasındaki çelişmedir.

“…devrimin yolu uzun süreli halk savaşıdır.”[35]*

Platform, Mao-Zedung düşüncesi ve Çin’deki ekonomik sosyal yapının Türkiye koşullarına uygunluğu ön kabul alınarak oluşturulmuştur. Marksist teori ve birikim bakımından eksik olan hareket, “üç dünya teorisi”nin tartışıldığı bir ortamda lider kadrosunun büyük bir kısmının Aydınlık’a geçmesi ile birlikte oldukça geriledi. Geride kalanlar 1978 yılında hareketin ilk aşamasından kalan zaafları temizleme ve yeniden toparlanma çabasına girdiler. Yayımladıkları Devrimci Teorinin 2. Sayısında işe ilk kurucuların teorik anlayışlarını eleştirerek başladılar. Temelde yine eski teorik yapı olmak kaydıyla söylenen, “proleter devrimci hareket(in), önünde duran bir dizi meselede esas olarak doğru tahliller yaptı”ğıydı[36]. “HY’nin programı, doğrudur ve izlediği siyasete temel teşkil etmiştir. Bundan sonraki yayınlar için de teşkil edecektir”[37] deniliyor ve Halkın Yolu’nun, ”Esas yönüyle Marksizm-Leninizm yolunda ilerleyen”[38] politik niteliğine vurgu yapılıyordu.

Oldukça kısa sürede programatik görüşlerde başdöndürücü bir dönüşüm yaşanır. “Devrimci Teori’de yayınlanan… ifadelerimiz üç dünyacılığa tayin edici darbeyi indirmeye hizmet etti. M-L ve Mao-Zedung düşüncesi tabii ki oportünizmi reddediyordu.”[39]

Dönüşümde 1979 yılı önemli bir aşamayı temsil ediyor. Devrimci Teorinin 5. Sayısında şunlar söyleniyor: ”HY, Marksizm-Leninizmin klasiklerini incelemeye, işçi sınıfı ile birleşmeye büyük önem verdiği için, Mao-Zedung’u savunmaya çalışmasına rağmen … temel noktalarda Maoculuğun etkisini kırdı, doğru kavrayışı getirdi.”[40]* Halkın Yolu, bu dönemde, kendi Marksist gelişimini ve diğer siyasi hareketlerle ayrımını da ortaya koyuyor: “Eleştirilerimiz Maoculuğun, Aydınlık / TİKP revizyonizminin ideolojisini… Maoculuktan beslenen ‘Partizan’, ’DHB’, ’HK’ ve hatta ‘Devrimci Yol’ gibi akımların da teorik eleştirisidir.”[41]

Alıntılarda ele aldığımız tarihsel aralık oldukça ciddi zaaflar içermektedir. Hareketlerin dayandığı teorik temel, “ne olursa olsun her zaman en doğru şeyi söylemiş olmak” gerekliliğine inanan, dünyanın kendi eksenleri etrafında döndüğünü sanan bir grup “aydın”ın önünü görmeyen mantığından başka bir şey değildir. Önce bir dünya yaratılır ve sonra yaratılan bu dünyaya, inanmanın ötesinde tapınılmaya geçilir. Çünkü birbirine benzeyen gruplar arasında farklı olduğunu göstermek, grubu ayakta tutmanın ve eldeki kadroları harekete bağlamanın ana koşulunu oluşturmaktadır. Değişime yeni bir örnek; 1979 tarihli THKP-C/ML örgüt programıdır: “Üretim araçlarının tekelleşmesi, sermayenin hakimiyet alanı büyürken buna paralel olarak üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin sosyal karakteri arasındaki çelişki büyümektedir.”[42] Kapitalizmin geliştiği saptamasına ulaşmak için ne kadar uzun bir süreye ihtiyaç duyulduğu görülüyor.

Hareket, 12 Eylül sonrasında dağıtılır ve örgütsel faaliyet durdurulur. 1984 Haziranında yapılan 1. Genel Toplantı ile TKİH adı alınır ve yeniden toparlanma kararı alınır. İşçinin Yolu Dergisinde geçmiş şöyle değerlendirilmektedir: “Örgütümüzün geçmişine göz attığımızda, 1975’lerde Marksizme yönelme çabamıza rağmen 1979’da Mao-Zedung düşüncesinin mahkum edilmesi ile küçük burjuva dünya görüşünün çemberini parçalayabildiğimizi açık ve belirgin olarak Marksizme yöneldiğimizi görüyoruz.”[43] “Kıymeti kendinden menkul” hareket, öncellerinden devralınanları deyim yerinde ise rötuşlarla süslediği eski fikirleri, süreç içerisinde değişikliğe uğratmadan olduğu gibi savunmaya devam etmektedir.

’90’lı yılların başlarında, TKİH ve TKP/ML Hareketi ilerlemelerini, “bu topraklarda gerçekleştirilemez denilen bir hedefe ulaştıklarını, kendilerini feshederek MLKP-K adlı yeni bir örgüt kurduklarını[44] açıklamakla sürdürdüler. Tarihsel bir ilerleme olarak kaydedilen bu gelişme sonucunda varılan teorik duruş şu şekilde ifade ediliyordu: Tarih kendi yok oluşunun maddi koşullarını yaratan kapitalizmi mezara gömme görevini, ücretli köleler sınıfını oluşturan proletaryaya vermiştir. Komünist hareket, üretimin toplumsal karakteri ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişmeyi çözmeye yönelen işçi sınıfı hareketinin ve bilimsel sosyalizmin teorisiyle aydınlatılmış anlatımıdır.*[45] Sol hareketin tarihinde gerçek bir ilerleme sayılacak bu birleşme, hareketin teorik gelişiminde Marksist anlamda bir ilerleme sağlayamadı Hareketin teorisini temellendirmek amacıyla yapılan bir araştırma ve değerlendirme çalışmasında şu tespitler yer almaktadır: “Bugünkü geriliğin ve dağınıklığın belli başlı iki nedeni vardır: Bunlardan birincisi, yığın hareketini gerektiği gibi yönetme (…) yeteneğine sahip olamamış, işçi sınıfı hareketi ile birleşememiş sosyalist hareket; ikincisi ise en özgür yıllarda dahi yaygın bir karakter kazanamamış, derinleşememiş (…) yığınların spontane mücadelesinin gelişim seyri.”[46]

Anlatılanlara baktığımızda, teorik gelişimden anlaşılanın, Marksist klasiklerin pedagojik tarzda okunmasından ileri gitmediğini; yapılan değerlendirmelerin ise teorik gelişmeden çok pratik politik faaliyetlerin “teorik“ bir biçim verilerek değerlendirilmesinden ibaret olduğunu görüyoruz.

Halkın Birliği

TKP-ML, MDD hareketinin bir parçası olan burjuva şovenist ve legalist tutumuna karşı, devrimci radikal bir anlayışı benimsediği için PDA-TİİKP (Proleter Devrimci Aydınlık-Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) hareketinden koptu. TKP-ML’nin teorik programına göre yarı-sömürge, yarı-feodal Türkiye’de feodalizm ile halk arasındaki çelişkiyi demokratik devrim çözecektir. Devrim bir “halk devrimidir.”

“…halk işçi sınıfı, köylülük, şehir küçük burjuvazisi, ve orta burjuvazinin devrimci kanadından oluşmaktadır; iktidar bu sınıfların ortak diktatörlüğü, ama ittifakta proletarya egemen ve önder bir rol oynadığı için de proletarya diktatörlüğünün bir biçimi olan demokratik halk diktatörlüğü olacaktır.”[47] Görüşler tamamen Çin devriminin Türkiye’ye uyarlanmasından oluşmaktaydı. Ancak, TKP-ML’nin, Kemalizm ve ulusal sorunda, THKO ve THKP/C’den ayrı ve özgün yanları vardı.

12 Mart döneminden sonra, örgüt içi tartışmalar, geçmişi tümüyle savunan TKP/ML ve eleştirel bakan TKP-ML Hareketi olarak 1976’da ikiye ayrılışla sonuçlandı. TKP-ML Hareketinin kendisini sorgulaması ve yeni düşüncelere yönelmesi olumlu yönde bir adımdı. Örneğin ülkenin sosyo-ekonomik yapısını değerlendirirken yarı-feodalizmin reddedilerek kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu sonucuna varılması ve küçük burjuva maceracılığının reddi, önemli adımlar olarak kaydedilebilir. Ancak bu yıllarda, “Üç dünya teorisi”nin kabulü, PDA ile “proleter devrimcilerin birliği” gibi anlayışlar temelinde birleşme yolları aranması, hareketin sağcılığa doğru kaymasının göstergeleri arasında yer alıyordu.

1976-79 arasında hareket bu görüşler çerçevesinde faaliyetini sürdürdü. Yine bu dönemde AEP’in etkisiyle “üç dünya teorisi”nin reddi gerçekleşti ve bu düşüncenin kaba hatları temizlenmeye çalışıldı. 1979 Konferansında yapılan değerlendirmelerde hata ve zaaflar tespit edilirken bunları aşma ve yenilenme yerine, TKP-ML Hareketi, kendisinden başka Marksist-Leninist hareket olmadığını ilan ederek*, kabuğuna çekildi ve giderek küçülerek sekter ve kapalı bir yapıya dönüştü.

1986 yılında yapılan 2. Konferansla, hareket içerisinde süren iç tartışmalara kesin bir nokta konuldu. Her tartışmanın ardından varılan sonuçlarda da; sık sık özeleştiri yapılırken artık geleneksel hale gelen şu değerlendirme eklenmeden geçilmiyordu: ”Hareketimiz Marksist-Leninist örgütlenme anlayışını kendisine rehber almıştı ve yönelimi esas olarak doğruydu. Ancak bunların hayata geçirilmesi esas olarak yanlıştı.”[48]

Seçenek Dergisinin geçmişi değerlendiren yazılara yer verilmiş bir sayısındaki sunuş yazısında yapılan bir değerlendirme, bu politik akımlara yönelik ‘ideolojik etki’nin yönünü belirtmesi bakımından kayda değer: “Anti-sosyal-emperyalist kesimde Maocu revizyonizme karşı açılan ideolojik savaşımdan sonra, Marksizmin devrim sorununa ilişkin teorik görüşlerine hakim olunamadığı ölçüde, Troçkizmin etkilerine doğru savrulma tehlikesi doğdu, ve bu zamanla giderek yaşandı.”[49]

Halkın Kurtuluşu

Türkiye’deki devrimci hareketin (Devrimci Yol ve Kurtuluş’la birlikte) ön planında yer alan ve o dönemlerde çıkardığı gazetenin adı ile anılan HK (Halkın Kurtuluşu) hareketi, sonradan partileşerek TDKP adını aldı. Kendilerini ‘anti-revizyonist kamp’ın temsilcisi sayan hareketlerle geçirdiği teorik evrim ‘üç dünya teorisi’nin kabulünden başlayarak, ‘Mao-Zedung düşüncesi’nin savunulması ve reddi gibi süreçlerde de benzer seyir izlemiştir.

THKO, MDD grubundan ayrılan hareketler içinde MDD etkisini en çok taşıyan grup durumundaydı. 71 hareketinin yenilgisi aynı zamanda “öncü gerilla savaşı” düşüncesinin yenilgisiydi. 1975 yıllarında gelişen anti-faşist gençlik ve kitle hareketinin etkisi, kalan kadrolarda “kitle devrimi” perspektifinin benimsenmesini sağladı.

Hareketin ‘kendiliğinden’ gelişimi nedeniyle teorisizlik hakim öğe durumundaydı. Teorisizlik; Türkiye tahlillerinde “faşizmin tırmandığı” görüşünden kısa bir zaman sonra “faşist diktatörlük” tespitine doğru evrilmelerinde; ÇKP’nin etkisi ile “Sovyet revizyonizmi”ne tavır alırken “üç dünya teorisi”ni kabul etmelerinde ve bir ara PDA ile “proleter devrimcilerin birliği” adına, “parti birliği” girişiminde bulunmalarında kendisini gösteriyordu.

Yeterince teorik donanımı olmayan hareket, anti-emperyalist, anti-faşist mücadele ajitasyonuna dayanan ve gelişen küçük burjuva kitle hareketinin siyasi canlılığı sayesinde büyüdü. 1980 yılına kadar geçen süreçte THKO, düzenlediği kongreyle, “Türkiye’deki çeşitli milliyetlerden proletaryanın ve tüm komünistlerin tek gerçek partisi olarak TDKP kuruldu”[50] diyerek kendisini “tek komünist parti” ilan etti.

Gelişim konusunda çok iddialı olan örgütün birkaç yıl içinde yaşadığı gel-gitler, teorik durumunun sefaletinin göstergesiydi. “Mao-Zedung yoldaş bizim de yolumuzu aydınlatmıştır ve aydınlatıyor. Bu yoldan saparsak bize lanet olsun.” “UDHD bizi Marx-Engels-Lenin-Stalin ve Mao-Zedung’un kızıl düşüncelerinden vazgeçmeksizin son hedef olan komünizme ulaştırabilir. Ondan vazgeçmek demek, Mao-Zedung’un kızıl yolunu terk etmek, Krusçev’in kara yüzlü dönekliğini benimsemek demektir.”[51]

Devrimci demokratizm sınırını aşamayan ve bunu Marksist söylemlerle aynı potada eritmeye çalışan THKO, kendiliğindenci gelişim içerisinde devrimci akıntıya tabi oldu. Ancak, Halkın Kurtuluşu literatürü bunu, bekleneceği üzere, farklı yorumladı: “THKO özeleştiri yoluyla örgütsel bütünlüğünü koruyarak niteliğinin değişimiyle Marksist bir örgüte dönüştü ve gelişmesini bundan sonra daima M-L doğrultuda sürdürdü.”[52] Söylenenler ve gelinen yer günlük politikaya tabilik, politik anlamda kendiliğindencilik, diğer yandan politik olamamanın ve günlük küçük gerçeklerin peşinden koşturmanın bir ifadesi olmaktadır.

Yukarıda yapılan alıntılarda görülen apolitik şekilsiz tutum, kaba ve mistik dil bir yana; ‘üç dünya teorisi’nin reddi gibi teorik bir sözde özeleştiri yazısında; “Biz aslında üç dünya teorisini savunmadık, çünkü tezlerimiz bu teoriyle taban tabana zıttı. … Üç dünya teorisi çizgimizde bir süs gibi duruyordu” gibi bir samimiyetsizlik örneği verilebiliyor; veya “Mao-Zedung düşüncesi”nin reddedilmesi gündeme geldiğinde, Maocu geçmiş, “elimizdeki belgeler,…ÇKP’nin teori ve faaliyetlerinin gerçek boyutları ile anlaşılması açısından son derece yetersizdi”[53] gibi ifadelerle gerekçelendirilebiliyordu. Teorik olmayan içi boş ifadeler, gelişmelere göre tavır almak, önce savunulanları yadsımak ve hiç söylenmemiş gibi göstermeye çalışmak, teorisiz politika yapmaya çalışmanın beceriksizliğidir. İşte iki örnek daha:

“Özellikle platformumuza temel teşkil eden yazılarda Mao-Zedung’un Marksizm-Leninizme herhangi bir katkıda bulunmadığını, böyle olduğu söylenen meselelerin Lenin ve Stalin’de olduğunu ortaya koyduk.”[54]

“Nitekim genel siyasi çizgimizi oluşturan temel tezlerin içinde Marx, Engels, Lenin, Stalin’in fikirleri ve eserlerine ters, bunlarla doğrulanamayacak bir görüş yoktur. Mao-Zedung’u yeniden değerlendirirken M-L klasiklerin yanı sıra, kendi ideolojik siyasi çizgimizi de esas alıyor ve bu çizgiyi tüm oportünist ve revizyonistlere karşı kararlılıkla savunuyoruz.”[55]

Burada doğrudan yapılmayan şey, Marksist klasiklerin kendi tezlerine destek olmak üzere yazıldığını iddia etmektir. Aslında, kendi temel tezlerinin doğruluğu vurgulanarak, Marksist klasikler ikinci planda bu tezlerin destekçisi, yani ideolojik öğeleri destekleyen ideolojik eserler olarak ele alınmaktadır. Türkiyeli devrimcilerin dogmatik olduğu görüşü, tam da burada yerine oturmaktadır. “Marksizmin örgüt endeksli kavranışı, politik Marksizm anlayışına üstün kılındı.”[56]

El yordamı ile teori üreten TDKP, bir yandan kitlevi olarak gelişirken, diğer yandan siyasal olarak sağa savrulmaktadır. “Elli yıllık sol tarihin mirasçısı” olmakla övünmek, bir yandan elli yılın olumluluklarının yanında olumsuzluklarını da üstlenerek bunun içinden çıkma çabasını ve sorumluluğunu beraberinde getirirken, TDKP “mirasçı” olarak sadece pratik deneyimleri almış ve teorilerinin sadece pratik politik deneyimlere dayandığını göstermiştir. Ortaya çıkan “ucube”, tecrübeli, küçük burjuva dar ufuklu, Marksist teoriye bir türlü sahip olamayan ‘teorisyenler’ örgütlülüğüdür. Nitekim örgütlülüğün geldiği nokta, sağa savrulmanın en son noktası legalizm ve illegal örgütlülüğün tasfiyesi olmuştur.

Bu eğilimlerin dışında THKP-C izleyicileri görünüşte geçmişi savunuyor görünmekle birlikte, 1974’lerde gelişen devrimci popülizm karşısında “küçük burjuva maceracı” tezleri eleştirmeden, sessizce terk ettiler. Fakat genel teorik temelin ve devrim anlayışının korunmasının da yardımıyla, gençlik içerisinde kendilerine yer edinmelerini sağlamıştı. Bunda, özellikle Devrimci Yol başarılı oldu. Geçmişi ve değerlerini savunarak içlerinden çıkan küçük gruplar fazla etkili olamadılar. Bunların içerisinde örgütlenerek M. Çayan çizgisinin savunuculuğunu üstlenen ve 1980 sonrası dönemde toparlanarak faaliyetlerini sürdürebilen neredeyse sadece Devrimci Sol olmuştur. Kurtuluş grubunu oluşturanlar geçmişin özeleştirisine girmekle beraber revizyonizmle aralarındaki bağı koparamadıklarından, özeleştirileri onları daha çok revizyonizme yaklaştırdı. Geçmişteki maceracılığı eleştirmek ve bunun ötesine geçememek Kurtuluş’u ‘sağcı’ bir çizgiye götürdü.

Herhangi bir hareketin, önce kabul ve bir müddet etkileşim ve ilişki içinde olunan merkezin tavrına bağlı olarak reddettiği tezler karşısında, hiçbir devrimci örgüt diğerine “niçin savunduğunun” hesabını sormamıştır. Dün savunulan teori için, reddedildikten sonra savunanlara “karşı devrimci” diyenler ve hatta bu düşünce sahiplerini şiddetle cezalandıranlar, kendilerinin dün savunduğu düşünce dolayısıyla karşı devrimcilik yaptıklarının özeleştirisini hiç yapmamış ve hiçbir örgüt de bunun nedenini sorgulamamıştır. Yukarıda görece ayrıntılı bir şekilde gösterildiği üzere, Mao-Zedung düşüncesinin anti-Marksist olduğunu ‘bir sabah uyandıklarında’ anlayanlar, her zaman için (teoriyi savundukları dönem de dahil olmak üzere) Marksist olduklarını iddia etmişlerdir.

Genel Bir Değerlendirme

“Marksist aydın” olarak rüştünü ispat çabası, devlete kendisini muhatap olarak kanıtlama temelinde oluşan kişiliği; bunu örgütüne ve mücadele anlayışına yansıtması Türkiye solunun bugüne ulaşan temel bir özelliği olagelmiştir. Bu iddianın temelinde yatan gerçek şudur: Osmanlı’dan bu yana ilk muhalefet hareketlerinden başlayarak Şefik Hüsnü TKP’sinden 71 kuşağına dek “Marksist” veya “sosyalist aydınlar”, sadece politik muhalefet görevini üstlenen örgütler içerisinden çıkarak gelmişlerdir.* 71 kuşağının üzerinde yükseldiği mirasın bulaşıklığı bir biçimde bu devrimci harekete de yansımıştır.

Devrimci demokrat hareketler, bir yandan kapitalizmin egemenliğini kabul ederek sosyalist devrim perspektifi ile devrim tahlilleri; diğer yandan kapitalizmin aşırılıklarının ön plana çıkarılmasına dayanan ve bunları yok etmeye yönelik reform programları yapmışlardır.*

Diğer yandan; yeterli teorik birikime sahip olmayan devrimci hareketlerin küçük burjuva sınıfsal tabanı, Marksist teoriyi kendi sınıfsal gerçeklerine göre değerlendirmelerine neden olmuştur. “Önsel olarak öne sürülmüş programatik düşüncelere dayanak arama girişimi araştırmada olguları ‘amaca uygun bir biçimde irdeleme’ tek yanlılığını getirmiştir.”[57]

Sol hareketin 71 ve sonrasında ortaya koyduğu teorik siyasal programlar, hem farklı bir tarih diliminde, hem de örnek alınan ülke ve siyasi yapıların özgün koşullarında oluşmuş ve olgunlaşmıştır. Koşulların farklılığını gözetmek yerine onları yapay bir biçimde birbirine yaklaştırma çabaları, yöntemdeki idealizmi ortaya koyucu niteliktedir.

Marx’ın ekonomi politik konusunda Alman aydınları için söylediği şu sözler oldukça anlamlıdır: “Almanya’da ekonomi politik şu ana kadar yabancı bir bilim olarak kaldı. (…) Demek ki ekonomi politiğin yeşereceği toprak yoktu. Bu ‘bilim’, İngiltere ve Fransa’dan hazır mal olarak ithal edilmek zorundaydı; ve Alman (ekonomi politik -çev.) profesörleri öğrenci olarak kaldılar. Yabancı bir gerçeğin teorik ifadesi, bunların elinde bir dogmalar demeti haline geldi ve çevrelerindeki küçük ticaret aleminin terimleriyle yorumlandı ve bunun için de yanlış yorumlandı. Bilimsel iktidarsızlık duygusunu, tümüyle bastıramadıkları bu duyguyu, gerçekten yabancısı oldukları bir konuya dokunmuş olmanın bilinçaltı rahatsızlığını, ya tarih ve yazın alanlarında ‘allamelik’ taslayarak, ya da ‘kameral’ bilimler denilen ve Alman bürokrasisinin arafı geçmek zorunda olan umutsuz adaylarının laf kalabalığından alınmış yabancı malzeme karışımı ile beceriksizce örtmeye çalıştılar.”[58]

Marksist olmaya Marx’ın eserlerinin okunması nasıl yetmiyorsa, Lenin’in Ne Yapmalı’sının bir bölümünün okunması da “devrimci Marksist örgüt yaratmaya” yetmiyor. İlki, “ideolojik olarak doktrinarizm şeklinde ifade edilebilecek”[59] bir teoriyi, ikincisi ise ancak dar örgütçü ve sekter kast tipi örgütleri ortaya çıkarmıştır.

Örgütlenmelerin tümünde görülen, kendi gelişim süreçlerine, varılması gereken sonuç olarak bakan “nirvana”ya ulaşmış insanların yaklaşımı: “Önce bu aşamalardan geçtik, sonra şu kadar süre ideolojik tartışma ve netlik aranışıyla geçti … ve sonunda ‘erdik’”. ‘Ermişliğin’ dayandığı temellerden biri, “Ülkedeki bütün devrimcilerin eninde sonunda kendi çevrelerinde toparlanacağına olan inanç”tır[60].

Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının incelenmesi ve politik programların bunun üstüne inşa edilmesine olumlu bir adım olarak bakmak mümkündür. Fakat teorik olarak yapılan tartışmalarda sosyo-ekonomik ve politik unsurların hesaba katılmadığı görülür. “Halkın temel sömürü biçimi”nin devrimin niteliğini belirleyeceği tespitinden yola çıkılarak, egemen üretim biçimi kapitalist ise sosyalist devrim, kapitalist üretimin varlığıyla birlikte çoğunlukla yarı feodal ise “demokratik devrim” yapmak gerekli görülür. Gerekliliğin temelinde ise kapitalizmin “ne oranda gelişmiş olduğu” sorusuna verilen cevap vardır. Bu cevap, aynı zamanda “hangi tipte devrim” sorusuna karşılık gelmiştir. Yapılan incelemelerde varılan sonuç yine küçük burjuva ekonomist bakış açısını aşamamıştır.*

Marksizme yönelen devrimci hareketler, küçük burjuva sınıf nitelikleri nedeniyle küçük burjuva devrimciliğinin etkisinden kurtulamamış, Marksist nitelik pratik politik örgütlenme düzeyinde gerçekleşmiş, ancak teorik alana geçirilememiştir. “Marksist politik var oluş gerçekleşti, ama Marksist teorik üretim olmaksızın… Türkiye’de sırf yeterince teorik edinim sağlanamadığı için söz konusu nüfuz kırılamadı.”[61]* Sol örgütler kendi sınıfsal konumlarını, Marksizm adına üretilen ideolojilerle teorize etmektedirler. Marksizm de buna kılıf olarak geçirilmektedir. Marksizmin yorumlarını, ideoloji adına politik destek olarak almak bir dönem örgütün hareketliliği için yetebiliyor. Fakat Türkiye solunda yenilgi dönemlerinin sonrasında yapılan özeleştiri ve geçmiş değerlendirmeleri, kadroları örgütte tutmanın telaşıyla üretilmeye çalışılan teoriler, gerek örgütsel yapıyı gerek kadroları, zenginliğin bulunabileceği kaynaklardan da büsbütün uzak tutuyor.

Tarih …kapitalizmi mezara gömme görevini, ücretli köleler sınıfını oluşturan proletaryaya vermiştir” sözlerinde ifadesini bulan “öznel örgüt Marksizmi” “Teori ile praksisin birliği bilincin gerçeklikle böyle bir ilişki kurması durumunda imkan içine giriyor. Ama bu imkanın oluşması için, bilincin ortaya çıkışı da, tarihsel sürecin kendi amacına (insanların iradelerinden oluşan, ama keyfiliğe ve akıl-ruhun icadı olmayan bir amaca) doğru atmak zorunda olduğu kesin sonuçlu bir adım şeklinde olmalıdır”[62] İfadesinde tarihe hedef koymak biçiminde kendisini ortaya koyan Lukacsyan idealizm, sol hareketlerin programında tarihi kişileştirmekle aynı bataklıkta dolaşıyor.

Türkiye solu, kendi içinde sorgulayıcı, duyarlı olamamış ve gelişmeleri asgari düzeyde de olsa takip etmeyi başaramamıştır. Kuşkusuz hiçbir hareketin diğer bir harekete “sen mücadele edemezsin” şeklinde bir dayatması olamaz. Fakat yapılan işlerin (olumlu ya da olumsuz), ortaya atılan iddiaların, söylenen her sözün hesabı tutulmalı ve gerektiğinde sorulmalıdır.

Geçmişi açısından uzun bir mücadele deneyimine sahip olması gereken Türkiye solu, köklü bir sınıf mücadelesi pratiği ve teorik birikimden yoksundur. “Türkiyeli Marksistler, evrensel Marksist değerleri ülkelerinde yerleştirip yaymak için çok yoğun bir mücadele vermek durumundalar.”[63]

Türkiye’de sol hareketler (Marksist akım olmak bir yana), muhalif devrimci örgütler olarak, kitleselleşmek adına ya legalizme yönelmekte, ya da kendilerini korumaya aldıkları kale duvarları ardında küçük gruplar olarak kalmaktadırlar. Son dönemlerde devrimci hareketin yayınlarında rastlanan “Türkiye’nin sosyalizme gebe” olduğu, “sosyalizmin Türkiye’nin üzerine doğru yıkıldığı” türünden söylemlerin bugünkü gibi ortamlarda etkili olabileceğini söylemek mümkün görünmüyor.

Türkiye devrimci hareketinin mirasının içerdiği devrimci dinamiğin önemi, bütün sorunlarına rağmen, gözden kaçırılmamalıdır. Devrimci hareketin tarihi, her yanıyla sorgulanması ve iyi-kötü, doğru-yanlış yönleriyle ayıklanması gereken bir süreçtir.

 

 
 


[1] M. Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995. Bundan böyle Taslak olarak anılacaktır.

[2] Taslak, s.37

* Türkiye’de sol hareketin 1960 sonrası yeniden oluşumunda, uluslararası durum ve gelişmelerin, özellikle SSCB’nin politik etkileri yanında, 27 Mayıs darbesinin geliştirdiği ordu ve TKP’nin geliştirdiği “kapitalist olmayan yol” yanılsamalarını da dikkate almak gerekir.

[3] R. N. İleri, TKP Gerçeği ve Bilimsellik, Anadolu Yay., İstanbul 1976, s. 123

[4] Türkiye Devriminin Yolu ve Görevleri, Der:. Selahattin Erdem, (tarihsiz), Zagros Yay., s. 163

[5] TİP Programı, Ankara 1964, s. 14

[6] S. Yerasimos, Türkiye Tarihi Üzerine, C. III, İstanbul 1980, Gözlem Yay., 3. Basım, s. 905

[7] Aktaran: Abdurrahman Atalay, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, No: 63, s. 2143

[8] TİP Program ve Tüzüğü, Ankara 1979, s. 73

[9] Merdan Yanardağ, a.g.e., s. 16

[10] İ. Akdere, Z. Karadeniz, Türkiye Solunun Eleştirel Tarihi-1, Evrensel Yay., İstanbul 1996, s. 221

[11] İ. Akdere, Z. Karadeniz, a.g.e., s. 242

[12] Aydınlık’tan (Aralık 1968, Sayı: 2, s.10) aktaran Erkin Eralp, “Türkiye Sol Hareketi”, Ekimler, S. 1, s. 124

[13] E. Tüfekçi (M. Belli)’den, (Yön, 5 Ağustos 1966) aktaran: S. Yerasimos, a.g.e., s. 907

[14] M. Belli’den (Türk Solu, 15 Aralık 1967) aktaran: S. Yerasimos, a.g.e., s. 908

[15] M. Belli’den (Türk Solu, 14 Mayıs 1968) aktaran: A.g.e., s. 908

[16] A.g.e., s. 910

[17] Behice Boran, Sosyalizm ve Türkiye Sosyalizmi, (1977?), s. 71

[18] M. Ali Aybar’dan aktaran: S. Yerasimos, a.g.e., s. 914

[19] Yön’den (7 Mayıs 1965, Sayı 10) aktaran: Erkin Eralp, a.g.e., s. 130

[20] M. Belli’den (“Her Devrim Milli Bir Yol İzler”, Türk Solu, 27 Şubat 1968) aktaran: E. Eralp, a.g.e., s. 130

[21] İ. Akdere, Z. Karadeniz, a.g.e., s.162

[22] Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Yol 1, 1. Basım, Biblotek Yay., İstanbul 1992, s. 5

* Hikmet Kıvılcımlı’nın Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi adlı eserinde bellirttiği temel tezler, radikal solun Türkiye tahlillerine ve bunun üzerinde yükselen programlarına esas oluşturmuştur. 1980 sonrası döneme kadar Kıvılcımlı dışında, “ülkeyi ekonomik yönden araştıran” bir yazar çıkmamıştır.

[23] İ. Akdere, Z. Karadeniz, a.g.e., s. 162

[24] M. Çayan, Bütün Yazılar, Atılım Yay., İstanbul 1992, s. 99

[25] İ. Akdere, Z. Karadeniz, a.g.e., s. 289

[26] M. Çayan, a.g.e., s. 264

[27] Erkin Eralp, a.g.e., s. 137

[28] M. Çayan, a.g.e., s. 271-72

[29] İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Ocak Yay., İstanbul 1987

* Görece de olsa gelişen işçi hareketlerinin bu hareketlerdeki bir yansıması gelişme olarak kendisini gösterdi.

[30] Taslak, s. 42

[31] Taslak, s. 42-43

[32] Taslak, s. 37

[33] H. Fırat, Devrimci Harekette Reformist Eğilim, 1. Baskı, Eksen Yay., İstanbul 1990, s. 54

[34] Taslak, s. 39

[35] “Örgüt Platformu”, Halkın Yolu, Sayı:1, Mart 1976

* Bu ifadeler, diğer örgütlerin programlarında aynı tarzda ve ilginçtir, bazen aynı sözcüklerle yer almaktadır.

[36] Devrimci Teori, S. 2, s. 98

[37] Devrimci Teori, S. 3, s. 22

[38] Devrimci Teori, S. 3, s. 21

[39] Devrimci Teori, S. 2, s. 105

[40] Devrimci Teori, S. 5, s. 80

* Yazı “Mao-Zedung düşüncesini” eleştirmek kaygısını taşımamaktadır. Mao-Zedung tarihte en tutarlı en kapsamlı demokratik devrimlerden birinin yaratıcısıdır. Mao-Zedung, feodal, yarı-feodal bir ülkede demokratik devrim gerçekleştirmekle kalmamış sosyalizan önlemler de almıştı. 75 yılları itibarı ile gelişen sol hareket içinde “Mao ile başlayan yönelim devrimci bir damara hep sahip olmuştur. Mao’nun, Kruşçev’e karşı Marksizmin genel ilkelerini ve devrimi savunmasının büyük kategorik önemi, hiçbir Marksist tarafından inkar edilmeyecek ağırlıktadır.” (Taslak, s. 77)

[41] Devrimci Teori, S. 5, s. 83

[42] Proleter Devrimci Halkın Yolu, S. 94

[43] İşçinin Yolu, S. 5,

[44] MLKP-K Programı, Derleyen: G. Altınoğlu, Varyos Yay., İstanbul 1994, s. 1

* MLKP-K Programında “Türkiye’nin Sosyo Ekonomik Tahlili ve Stratejik Planımızın Ana Özellikleri” başlığıyla yer alan bölüm (s. 69) ile Hikmet Kıvılcımlı’nın Yol – 2 (İstanbul 1992, Bibliotek Yay.) adlı çalışmasında yer alan “Devrim Kuvvetleri” başlıklı yazısının (s. 13) karşılaştırılması ilgi çekecektir.

[45] MLKP-K Programı, a.g.y., s. 45

[46] A. Can, Türkiye’nin Maddi Toplumsal Gerçeği ve Devrimci Strateji, Varyos Yay., 1. Basım, İstanbul 1991, s. 14

[47] İ. Kaypakkaya, a.g.e., s. 90

* O dönemde var olan TDKP-İÖ, THKP-C/ML, TİKB, Kawa gibi. örgütleri küçük burjuva hareketler olarak adlandırıyordu. Bu sadece TKP/ML Hareketi’ne özgü değildi, dönemin diğer hareketleri de kendi dışındakilere aynı şekilde bakıyordu.

[48] TKP-ML Hareketi II. Konferans Belgeleri, s. 63 ve Partinin Yolu, S. 9, 1986, s. 24-26

[49] Doğru Seçenek, S. 1, sunuş yazısı

[50] TDKP Kongre Belgeleri, 1980, s.5

[51] Ulusal Demokratik Halk Devrimi, Halkın Kurtuluşu Yay., 1978, s. 38-41

[52] A.g.y., s. 48-49

[53] Parti Bayrağı, S. 15, s. 6

[54] Parti Bayrağı, S. 15, s. 6

[55] A.g.d., s. 6

[56] Taslak, s. 51

* Kemalist hareketten umulan destekle başlayan “icazetçi” yaklaşım; M. Suphi ve arkadaşlarının Kemalist hareketten medet ummaları, onunla uzlaşarak yurda döndüklerinde öldürülmelerinden; TKP lideri Ş. Hüsnü’nün Kemalistlerden icazet alarak Karadeniz bölgesinde devlet adına resmi doktorluk yapmasına, yıllarca hapishanelerde kalmasına rağmen orducu darbelere güven duyan H. Kıvılcımlı’ya kadar uzanır.

* Bütün sol hareketin programlarında yazılan “iktidara gelince yapacaklarımız” bölümüne sayılan işler (sol hareketin hiçbir zaman yönetmek üzere örgütlenme anlayışının bulunmamasına rağmen) kendini muhalif olarak ispatlamaya çalışmanın bir ürünüdür. Çünkü bu ifade, “Yapılacakları devrimle (ancak) biz başarabiliriz, bu koşullarda başka türlü olamaz”ın anlatımıdır. Bu, Leninist anlamda “talepler için mücadele etmek” değil, savunulan düşüncelerin düzen içinde çözülemeyecek sorunlar olarak gösterilmesidir. Oysa savunulan devrim anlayışının “burjuva demokratik devrim” olması onların elindeki (teorik gibi görünen) silahları da almaktadır. Her özeleştiri dönemi sol hareketler içinde yeni yapıların çıkmasının nedenlerinden birisi budur. Hizip olarak adlandırılan yeni grupların ifadeleri genel olarak “ben daha iyi yaparım” olmaktadır. Bir dönem büyüyen ve gelişen yapılar zaman içinde katılaşmakta ve örgütsel bütünlüğü koruma çabasına girmektedirler.

[57] A. Can, a.g.e., s. 14

[58] K. Marx, Kapital, C.1, Çev.: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 3. Baskı, İstanbul 1986, s. 22

[59] Taslak, s. 48

[60] M. Çulhaoğlu, “Solda İdeolojik Silkiniş İçin Düşünceler”, Gelenek , S. 35, s.15

* Türkiye’nin sosyo-ekonomik anlamda ilk incelenmesini H. Kıvılcımlı gerçekleştirmiştir. Sol hareketin tüm araştırmalarda vardığı sonuç, kapitalizmin Türkiye’de tekelci olarak başladığı yönündeki ortak ifadedir. Bu ifade H. Kıvılcımlı’da da olduğu gibi vardır. Birçok farklı araştırmadan sonra aynı sonuca varması devletçi, küçük burjuva sınıfsal bakış açısından kopamamanın sonucudur.

[61] Taslak, s. 46

* Sol hareketlerin programlarında yan yana kullandıkları “işçi sınıfı ve emekçi halk” kavramları (sol hareketlerin halk kavramlarına bağlı olarak) küçük burjuvazi ve işçi sınıfı arasında yaşanan çelişmelerin uzlaşır çelişmeler olduğunun ideolojik kabulüdür. Bu küçük burjuvaziden sosyalizm kurmak talebinde bulunmak; sol politik örgütlerin sınıfsal durumlarının işçi sınıfı karşısındaki anlatımıdır.

[62] G. Lukacs, Tarih ve Sınıf Bilinci, Çev.: Yılmaz Öner, 1. Baskı, Belge Yay., İstanbul 1998, s. 55

[63] Ö. Bedri Canatan, “Muhafazakar Marksistler ve Marksist Muhafazakarlık”, Görüş, S. 11,1991, s. 18-19

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar