Ana SayfaArşivSayı 12Devrimcilerin Marksizmi: Politik solda ayrım çizgileri

Devrimcilerin Marksizmi: Politik solda ayrım çizgileri

I. Politik Marksizm

Türkiye’de devrimciler vardır. Marksizm devrimcilikle eşitlenemez, ama devrimci olunmadan Marksist olunamaz. Bu, politik bir önermedir.

Marksizmin tarihsel eksenini, devrimci (olan) Marksistlerin işgal ettiği yer, onların varlığı oluşturur; yoksa, muhayyel bir ‘devrimci Marksizm’in değil. Bu önermeyı nasıl anlamak gerekiyor? Böylece, Marksizm, derin bir tarihselciliğin sultasına mı terkedilmiş oluyor? Marksizm ontolojiye mi indirgeniyor? Verilecek ilk cevap, ‘hayır’dır. Yapılan, sadece, Marksizmin epistemolojik – ontolojik bütününün öznelerce, nasıl ‘yaşanması’ gerektiğine ilişkin bir ‘çubuk bükme’dir. Marksizmin, pratik devrimci boyutunun yitip gitmekte olan önemini hatırlatmak zorunlu. Marksizm, uzunca bir süredir, tarihsel teorisyenlerinin ve tarihsel politisyenlerinin varlığı ve mücadelesinin birbirinden kopuk ve bağlantısız haliyle bir ‘bütünlük’ arzediyor ve -“yapan ama bilmeyen”- pratik-politik Marksistler, kendi organik tarihsel teorisyenlerini, teorisyen ‘yoldaş’larını yitirmiş bir ortamda mücadele yürütüyorlar.

Parçalanmışlığın, Marksizmin bütünlüğü açısından, bir tarihsel sınırı olmalıdır. İçinde olunulan dünyasal dönem, sınırda olma sorununun çözümü, veya sınır’ın nesnel dinamikleri tarafından, Marksizmin bir sorun olarak ‘çözülme’sini dayatacağa benziyor. Bir karar anından bahsediliyor. Uzun ve sancılı sürecin tamamına yayılmış bir an.

Lukacs, Marksizmin bir yöntem olduğunu söylüyordu. Marksizmin sadece veya esas olarak, bir yöntem ya da teori olarak anlaşılması ile; Marksizmin bilim, felsefe ve (teorik ve pratik) politikadan oluşan (epistemolojik – ontolojik) bir bütünlük olduğunu ileri sürme konusunda kendini gösteren iki argümanın, iki ayrı epistemoloji olduğu döne döne vurgulanmalıdır.

“Marksizm, Marx’ın belli başlı ilk yazılarından başlayıp, bugün yayımlanan Marksist dergi ve gazetelere ve hatta bir ajitasyon bildirisine kadar; Marksizm, Karl Marx adlı Almanya Yahudisinden bugün sağda-solda koşuşturan komünist militana kadar uzanan bir teorik – pratik bütünsel yapıdır. Marksizm kendisini, tek tek ya da tüm olarak Marksistlerin düşünce ve davranışlarında ifade eder.”[1]

Marksizmin bu türden bir tarihsel anlaşılışı, belirli yer ve zamanda Marksist ararken neyin öne çıkarılması gerektiğini de gösteriyor. Marksizme ilişkin bilgibirikimi fazla ve bilişsel olarak kendini Marksist kabul eden bir entellektüelle, kendini Marksist kabul eden ve Marksizme ilişkin dağarcığı en fazla ‘el kitapları’ndan edinilenlerle oluşmuş bir pratik militan arasında, (gerçekten) Marksist olmak bakımından farklar aranırsa neye dikkat edilmelidir?

Marksizmi özgül eyleyiş ve edinimin, başta gelen ayıraç noktası olduğu belirtilmelidir. Bilgibirikimi (kültürü, …) oldukça zayıf, fakat pratik eyleyiş bakımından kendi niteliğine bir varlık alanı açabilmiş militanın; bilgibirikimini, bırakın farklı düzlemlerde ‘karşılıklar’ arama çalışmasını, salt-teorik alanda dahi işe koşmayan Marksist entellektüelle kıyaslandığında daha itibarlı ve diğerinin kendine tabi olması gereken bir Marksist olduğudur söz konusu edilen.

Bu durumda, ‘özgül’ durum, eylem, tutum…ların kaydedilmesi, Türkiye’de Marksizm tarihi ‘yazabilme’nin ve içinde bulunulan (ve doğası gereği her zaman kaotik olan) konjonktürün bir yerinde eleştiri-öncesi / ‘dogmatik’ bir şekilde durabilmeyi imkan dahiline sokmanın başlıca bir halkasıdır. Öyleyse, bir tarihsel ‘kazı’ya gidilebilir ve bir vargı olarak ifade edilebilir: Hikmet Kıvılcımlı’nın eseri, Türkiye’de Marksizmin teorik özgülleşmesinin ön-tarihini[2] oluşturmasının; İbrahim Kaypakkaya’nın eseri, Marksizmin politik varlık kazanmasının, başlangıç momentleridir. Tarihin, bir anlamda, bir Marksistin alabildiğine ‘öznel’ / kendi perspektifiyle ‘tarih’ hüviyetine kavuşması, bu iki Marksistin eserinin ‘özgülleştirilmiş edinimi’yle yerli yerine oturacaktır.[3]

***

Politik düzlemdeyken, Marksizmin devrimcilikle bağlantıları konusunda hiçbir şekilde şüpheye izin verilmemelidir. Marksizmi savunurken bir devrimci hamaset edebiyatı yapmaktan uzak durulmalı, ancak Marksizmin bir kesintisiz bileşeni olarak devrimciliğin vurgulanmasının ve belirlenmesinin de vazgeçilmez olduğu ısrarla ve kesin bir şekilde saptanmalıdır.

Bütün bu Marksizm ayrımının dayandığı temel nedir? Sözle eylem, teoriyle pratik ayrıdır ve birbirinin yerine geçirilemez, birbirini ikame edemez. ‘Söz’de devrimci olmak, ‘gerçek’te devrimci olmak anlamına gelmez; ve eylemiyle devrimci olmak, gerçek’tir.

Eğer Marksizmin, tümleyenlerinden birini politik niteliğin teşkil ettiği bir bütünsel yapı olduğu önermesi doğruysa, devrimci örgüt ve akımların Marksizme ilişkin konumlarına, devrimci olmayanlarla kıyaslandığında olumlu bir şüpheyle yaklaşmak gerekecektir. Eğer bu akımlarda Marksizme ilişkin pozitif unsurlar varsa, bu, Marksizmle ilişki konusunda devrimci olmayan akımlarınkine nazaran kat be kat değerlidir. Çünkü, Marksizm, eğer bir devrimci pratik varsa -bir süreç boyunca- orada mutlaka olmalıdır.

Bir tartışmanın ilerletilmesi bakımından, Marksizmin sınırlarının Türkiye’de illa devrimci kesimler tarafından belirleneceği iddiasında olunmamalı. Fakat, politik alanda bir ‘özne’ olarak yer alan Marksist yapı, içinde bulunulan sürecin sonuna kadar, mutlaka devrimci olmalıdır. Bu durumda, Marksizmi belirgin bir çekirdek olarak ortaya koymaktan ziyade, bir çekirdek olarak Marksizmin de içinde yer alması gereken, öyle kabul edilen bir başka kategorizasyona gitmek oldukça elverişli olacaktır. Bu kategorinin, Taslak’ta ortaya konduğu haliyle, ‘genel olarak Marksizm alanı’ ya da ‘Marksizmin genel alanı’ olarak ifade edilmesi uygundur. Böylece, Marksist olan ve olmayanı tarihsel olarak net ve kesin bir erken ayrıma tabi tutmak gerekmeden, Marksizmi belirlemede hareketli bir alan ve dinamikler tanımlamak mümkün olacaktır. Atılım, Devrimci Proletarya, Kızıl Bayrak, Yol, Maya gibi yayınların temsil ettiği kabul edilebilecek kesimler, politik Marksizmin genel alanının unsurlarındandır.

***

Bu çalışmada, Türkiye’de politik Marksizmin varlığının saptanmasının imkanlarını yaratmak üzere, onu ‘şudur!’ diye göstermekten ziyade, eleştirel edinimin değil, eleştirel ayıklamanın (‘şu değil!’ demenin) bir tarz olarak tutturulmasının teorik ve politik uygunluk arzettiği önvarsayımıyla, politik Marksizme onun teorik eksiklik ve sakatlıklarını istismar ederek ‘musallat’ olan ve teorik bir anlama sahip olmakla birlikte, ideolojik ve politik eleştirisinin ön plana çıkarıldığı bir ‘ideoloji’ gösterilmeye çalışılacaktır. ‘Sosyalizmcilik’ / ‘işçicilik’ olarak adlandırılan ve politika alanında ideolojik bir indirgeme olarak işlev gören ve faaliyet gösteren bu doktrinin, Marksizmle epistemolojik çatışma noktaları ve bunun ‘Türkiye’de teorik Marksizm’de gösterilmesi başka bir çalışmanın konusudur.

Sosyalizmcilik teriminin kullanılmasıyla, ‘sosyalizm’ bir dünya görüşü ve doktrin olarak Marksizme ‘yasaklanıyor’ mu? Genel olarak ele alındığında, Marksizmin aynı zamanda bir sosyalizm akımı olduğu doğrudur. Ancak Marksizm, sosyalist akımlar içinde bir akım değildir. Marksizmin bir sosyalizm türü olarak anlaşılmasından uzak durulmalıdır. Marksizm, sosyalizm akımlarıyla kesişen yönleri bulunan bir yapıdır. Bu, ‘teorik’ açıklamaydı. Tarihsel olarak, sosyalizm teriminin, Türkiye ve dünyada bir kirlenmeye uğradığı ileri sürülebilir. Bundan kasıt, ‘sosyalizm deneyleri’nin kaderi değildir. ‘Sosyalist’ sıfatlı politik yapıların, genel olarak devrimci politik yapılardan ve devrimden uzak duran bir politik ‘kariyer’e sahip olduğu gözlenmektedir.

Sosyalizm, bir dünya görüşü ve bir politik hedef olarak, özellikle son on yılda Türkiye’de dejenere edildi. Marksist olanlarla olmayanlar, adeta, bu terimi lafızlarına nasıl yerleştirdiklerine bakılarak ayrıldı. Marksist nitelik, devrim karakterinin sosyalist olmasını ileri sürmeye kadar indirgendi. Üstelik, bunu politik birer devrimci güç olmak bir yana, devrimci olmayan ya da eğer devrimciyse, herhangi bir ülkesel politik etki’nin fersah fersah uzağında duran, politik (örgütsel) gruplar ya da çevreler ileri sürdü. Devrimin bu ölçüde uzağında hatta dışında olmak, ve / ama ‘devrim’in karakteri üzerinde fırtınalar koparmak. Bu çalışmada, sosyalizm terimi üzerinden Marksizmin istismarını yapmaya kalkışan yaklaşımlara, bir aşırılık, bir yerindesizlik bildirmek için ‘sosyalizmci’ denilecek ve Türkiye sol hareketi, sosyalizmciliğin de aralarında olduğu terimler aracılığıyla sınıflandırılmaya çalışılacak.

Sosyalizmcilik ve işçicilik, Türkiye’de Marksizmin politikleşmesinin ve özgülleşmesinin önünde duran engellerden biridir. Bu ideoloji, Marksizmin teorik edinimine ve onun epistemolojisinin önüne, teori işlevi görerek set çektiği gibi, tarihsel eşzamanlılığından da görülecektir, genel ideolojik modanın Marksizm alanına girmesinin de -bütün öznel aykırılığına rağmen- nesnel nedenidir.

Politik olarak önemli olan Marksizm, sosyalizmci olan ve olmayanlarıyla, ‘devrimcilerin Marksizmi’dir; çünkü, Marksizm, politik bir devrimciliği zorunlu gerek olarak koyan bütünsel bir yapıdır. Marksizm, devrimci-olanların uhdesindedir. Devrimci-olmayanlar Marksizmle içsel bir ilişkiye ancak teorik tür ve formlarda, teorik katlarda, teorinin katlarında girebilirler. Pratik-politik düzlem, teorinin katlarına kapalıdır; bu, tanım ve ayrıştırma gereği böyledir. Devrimci-olmayan teorisyenlerin Marksizmle (ontolojik) ilişki içinde olabileceği tür ve formlara kapalı bir Marksizm anlayışı –özellikle onun kriz dönemlerinde– ‘yanlış’tır. Ancak, ilk elde, ontolojinin varlığı bağlamında kurulan bir epistemolojik bütünlük açısından bakıldığında, eksikli hiçbir öznenin Marksist olamayacağı ileri sürülmek durumundadır. Bu akıl yürütmenin bir adım sonrası, hiçbir tarihsel Marksistin olmayacağı; ve Marksizmin tarihsel olmadığıdır. Ancak “her yerin tavşanı kendi tazısıyla yakalanmalıdır” ve ontolojik alanda epistemolojik bütünlükler aranmamalıdır.

Marksizmin bir teoriye indirgendiği tarihselci yaklaşımlar ile, Marksizmin epistemolojik alanda da kılıç sallayan savaşçıların praksisi olduğunu (politikaya indirgeme) ileri süren ve bu kez, epistemolojiyi ontolojiye indirgeyen yaklaşımlar, bir ve aynı epistemolojiye dayanıyor.

O halde, politikadan konuşuluyorsa, ancak gerçekten gerçek karşılığını devrimci pratisyenlerin fiili varlıklarının kendisinde bulan, teorik olarak da ancak bu fiili varlığa pratik etkileri bakımından gerçeklik ve anlamlılık taşıyan, dolayısıyla, devrimcilerin Marksizminden başka bir Marksizmden söz etme imkanı reddedilmektedir.

II. Politik Solcular

Sol hareketin nasıl bir sınıflandırmayla anlaşılabileceği. Türkiye’de solun bütün öğelerini hesaba katan bir ayrıştırmaya gitmek ve solun anlaşılışına böylece başlamak gerekiyor. Bu sınıflamaya öngelen birtakım ayrımlar saptanmalı. Sol öncelikle iki düzleme bölünmelidir: Politik sol ve teorik sol. Bu ayrımın gerekçeleri ortaya konmayacak. Teorik sola ilişkin yapılacak ayrımlar başkaca ele alınacak. Solun politik tezahürünü birbirini dikine kesen iki ayrım çizgisi yardımıyla görebilmek mümkün. Çizgilerden biri ideolojiik ya da doktriner nitelikte ve işçicilik / sosyalizmcilik ile halkçılık / demokratizmi temsil ediyor. Bir başka ve birincisini kesen çizgi, dar anlamda politik nitelikte, ve reformcular ile devrimcileri belirliyor. Türkiye solunun tümünü, politik nitelikleri ve yerleriyle bu tabloya yerleştirmek mümkün.

Yapılan ayrıştırmada, politik Marksist örgütleri kategorik olarak görmek mümkün değil. Marksist politik örgütlerin, yatay olarak, bir ‘orta yer’de konumlandığı kabul edilmektedir. Politik Marksizmin, kendini diğerlerinden ayıran belirgin çizgilere sahip olmadığı düşünülmektedir. Politik Marksizm Türkiye’de, belirgin temalarla ortaya çıkan kesimler arasında kendine bir yer oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak, bu elverişsiz tabloda, politik Marksizmin bulunduğu konumun, tarihsel ve politik imkanları değerlendirme potansiyeli bakımından avantajlı bir konuma sahip olduğu söylenebilir.

 

turkiye solu

 

1. Devrimciler ve reformcular

Devrimci – reformcu ayrımı yapmak devrimcidir; bu ayrımı gereksiz bulmak da doğal olarak reformcudur.

Son üç yılın 1 Mayıslarında sol örgütlerin farklı tutumlarını göremeyen, DHKP-C ile ÖDP’yi ayıramayan bir kriter yararlı ve analitik olamaz. 71’deki üç devrimci örgüt ile dönemin TİP’inin ve MDD akımının diğer unsurlarının ayrılması, Türkiye politik solunun tarihini anlamada temel bir aşama olmayı hala korumaktadır. 71 devrimciliğinin, kendinden önceki ve zamandaş diğer solun tamamını kendiyle kaim bir sınıflamaya tabi tuttuğunun görülmesinin, politik ayırıcı işlevi vardır. ‘70’te başlayan ve günümüzde varlığını sürdüren devrimcilik, devrim hedefleyen birinin öncelikli olarak ele almaktan vazgeçemeyeceği bir nitelik olmak gerekir. Devrimci örgütler ortaya çıkmadan önce MDD – SD, kendi başına bir gerçek ayrıma işaret ettiği için önemliydi; ancak devrimciliğin kendini tarih sahnesine atışı, artık gerçeği tanıma ve tanımlamada başka ölçütlerin devreye öncelikli olarak girdiği anlamına gelecektir. Devrimcilik, kendi varlığı karşısında, Perinçek ve Belli’nin (ve bir bakıma da Kıvılcımlı’nın) oluşturduğu MDD’ci akımla TİP’in merkezinin ağırlık noktasını teşkil ettiği sosyalist devrimciler arasındaki ayrımı ve tartışmayı ikincil nitelikte bir olgu konumuna düşürür. Devrimcilik bir gerçek varlık olarak nesnel gerçeğin bir temel ayrımı durumunda olmalıydı; olmuştur da… 71 devrimciliğinden sonra artık politik düzlemde yürütülen her tür tartışma ve ayrım, genç devrimcilerin oluşturduğu bu kısa süreli ve örgütsel varlıklarını bile henüz oturtamamış zayıf oluşumların nirengi noktasını teşkil ettiği bir bakış açısından gerçeklik ve değer kazanır olacaktır.

Bu ayrımı, tarihi anlamada esas bir halka olarak bellememek, aslında, tarihin ilgili döneminin diğer öznelerine prim vermek anlamına gelecektir. Mesela, 71 devrimciliğine yöneltilen ‘sol’culuk eleştirileri, sahiplerini ya zamanın Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi çizgisine götürür[4] ya da Mihri Belli’nin ya da Hikmet Kıvılcımlı’nın politikleşmemiş çizgilerini savunmaya… Burada, görüldüğü üzere, TİP’in çizgisini savunmanın meşruiyeti kabul bile edilmiyor. Evet, söz konusu bir-iki yıllık ve gepegenç devrimcilerin acemi pratiği, Türkiye’nin bir devrim nesnesi olarak alınmasını mümkün kılmıştır. Artık bu pratikten sonra, Türkiye’de devrim, kitabi bir ilgi konusu, kültürlü entellektüellerin hülyalı düşlerinin bir öğesi, salt bir propaganda unsuru olmaktan çıkmış, politikleşmiş bir mesele haline gelmiştir. Eğer bu saptama doğruysa, kısa süren ve göz açıp kapayıncaya kadar geçip giden bir pratik, bir bütün olarak Türkiye tarihini tasnif etmeye ilişkin bir temel halka olma konumuna ulaşmıştır. Bu zamandan sonra, devrimcilik bir pratik eyleyiş halini almıştır. Var ve mümkün iken, ‘devrimcilik’in kutuplarından birini teşkil etmediği bir politik ayrım olamaz. Evet, ilgili tarihten önce Türkiye’de kendini Marksist kabul edenler, -bu kabulün bir tarihsel süreç boyunca görülmesi zorunlu olan bir sonucundan- politik pratiğin devrimci türünden yoksundular.

Devrimciler bu ülkede, politik atmosferi her zaman fiziki varlıklarından daha büyük bir güçle etkilemişlerdir. Türkiye devrimci hareketinin omurgasını ve gövdesini saptamak önemlidir. Omurgayı, ‘kendinden menkul’ bir devrimciliği tarihsel olarak temsil eden örgüt / örgütler oluşturmak durumundadır. Parti-Cephe Geleneğinin günümüzdeki devrimci temsilcisi DHKP-C, Türkiye devrimci hareketinin omurgasıdır; bu örgüt, diğerleriyle etkileşimi görece zayıf bir yerde ve ‘bağımsız değişken’ özellikleriyle kendi devrimci yolunu çizmeyi sürdürmektedir. Belirgin bir öbek olduğu söylenemeyecek, ancak politik Marksizmin genel alanında bulunan MLKP, TİKB ve Ekim’in oluşturduğu kesim, devrimci hareketin gövdesinde yer alıyor. TKP – Kıvılcım ve (devrimcileşme süreci içindeki) KDH, bu kesime yakın bir yerde duruyor. TKP/ML ve TKP(ML), devrimci hareketlerin içinde üçüncü başlıca halkayı oluşturuyor. Aralarında TDP’nin, Direniş Hareketi’nin, TKEP-L’nin de bulunduğu diğer örgütler, esas olarak bu akımlar çevresinde veya hegemonyasında bir yer almak durumunda kalıyor.

Metin Çulhaoğlu, devrimcilik – reformculuk ayrımının Türkiye solunda alt sıralarda bir yerde olması gerektiğini ileri sürüyor. Çulhaoğlu’ya göre, solun bütün politik özneleri devrimci. Hal böyle olunca, devrimcilik – reformculuk gibi bir ayrımın neden önemsiz ve ifadesiz olduğunu anlamak çocuk oyuncağı. “Bugünkü açık partileri alalım: ÖDP, EMEP, İP, DSİP ve TSİP… Bence bu partilerden hiçbiri reformist değildir.(…)

“Devrimcilik – reformculuk tasnifinin artık geçerliğini yitirdiğini söylemiyorum. Söylediğim, Türkiye solunda bugün için tanımlanabilir örgütlülüklerin, devrimcilik – reformculuk ölçütünden başlayarak, buna göre ikna edici bir tasnife tabi tutulmasının olanaksızlığıdır. Yoksa, bu ülkenin solunda reformistler elbette vardır. (…) ÖDP’nin içinde reformistler de vardır; ama ÖDP kesinlikle reformist bir parti değildir.”[5]

Çulhaoğlu insafsızlık ediyor; ÖDP kesinlikle reformist bir partidir. İnsafsızlık, vicdani bir terim olarak kullanılmıyor. Saydığı partilerin hiçbiri reformist değilse, -“devrimci oldukları”nı söylemeye, onların politik niteliğini bu terimle anmaya dili yine de varmıyor- Çulhaoğlu’nun devrim denilen nesneden ne anladığının anlaşılması zorunlu bir eşik haline gelmiş demektir. ÖDP ve diğer legal partilerin tümü reformisttir (üstelik, legal alanda mücadele yürütmek otomatik olarak reformizm anlamına gelmediği halde) ve başta Çulhaoğlu’nun içinde yer aldığı parti olmak üzere, bu reformist organizasyonlarda devrimci birey ya da gruplar elbette vardır. Ama, bunun politik olarak herhangi bir önemi yoktur; bu konuda politik ‘yok’luk söz konusudur. Legal partiler içinde cephesel bir nitelik gösteren ÖDP’de yer alan bileşenlerden hiçbirinin, şemsiye partinin ‘taktikleri’ne politik özne olarak itiraz ettiğine, yani farklı bir politik taktik izlediğine tanık olunmadı -, zaten böyle şeyler ‘çoğulcu’ bir parti çatısı altındayken bile beklenemez. Çulhaoğlu, gerçeğe ya gözlerini kapamış, ya da gerçek diye bellediği, şöyle kolunu uzatabildiği kadarlık bir çevreden ibaret. Öte yandan, Çulhaoğlu, ilgili partilerin reformist olmadıklarını kanıtlamak için -bu nahoş deyimi kullanmaya izin versin- teorik mugalataya da başvuruyor: “Bir kere, bir sol partinin kimi politika ve önerilerinde reformist yanların bulunmasıyla, o partinin reformist olması birbirinden çok farklı şeylerdir (işin aslına bakılırsa, reformist hiçbir önerisi olmayan bir partinin politik olduğu bile söylenemez).”[6] Doğru önermeler yanlış özneler için sarfediliyor. Çulhaoğlu’nun önermesini, aynı özneler söz konusuysa şöyle düzeltmek gerekir: Reformist partilerin bazen devrimci olan ya da devrimci işlevlere sahip olan -‘öneri’den de öte- taktiklerinin olmasıyla, o partilerin devrimci olması bambaşkadır. Ama Çulhaoğlu’nun devrimci partilerinin, torbalarında devrimci taktik barındırmak bakımından yoksulluk değil yoksunluk içinde olduklarını söylemekte mahzur yok. Fakat, bu, ÖDP içindeki akımlar için geçerli bir ayrımlaştırma olamaz. En az birkaç akım, hala ciddi ve önemli devrimci ve Marksist dinamikleri bünyelerinde barındırabiliyor ve devrimcilik erozyonuna çoğu zaman ‘yanlış’ kalkış noktalarından direniyor.

Çulhaoğlu’nun ‘insafsızlığı’na gelince… Eğer söz konusu altı parti devrimciyse, DHKP-C’yi devrimcilik bakımından yere-göğe sığdıramaması beklenirdi. Oysa, devrimci örgütlerin adı bile anılmıyor; onlar neredeyse “askeri etkinliğe” verdikleri önem nedeniyle politik nitelikten bile sıyrılınıyor[7]. Türkiye’de solun bir kısmıyla diğeri arasında, en başta fiziksel ve özellikle bu nedenle reddedilmesi ‘zor’ olmak gereken, bir ayrım var. Mesela, solun bazı üyelerinin, çatışma ya da baskınlarda öldürülmüş mensupları varken, yine bu aynı üyelerin cezaevlerinde önemli sayıda kadro ve bağlantılı bireyleri varken, solun diğer bazı üyelerinin mensuplarına mezarlıklar ve cezaevleri gibi mekanlarda fiziksel olarak tesadüf edilmiyor.[8] “Somut durum ve güncellikle bağlantılı” bu fiziksel farkın, politik bir farka, reformculuğa veya devrimciliğe, işaret ettiğini ileri sürmek, pek “yüzeysel ve keyfi” sayılmasa gerektir. Türkiye solunun yirmi-otuz yıllık geçmişine bakıldığında, bu konuda belirgin bir iz sürmek mümkün ve kolay. Ama, solun bütün gruplarının paylaşmak bakımından eşit ve böylece ‘farksız’ oldukları birtakım başka mekanların varlığı da, Çulhaoğlu’nun sıraladığı gibi[9], bir başka gerçek olarak karşıda duruyor.

2. Devrimciler ve sosyalizmciler

‘80’lerin ikinci yarısı ve ‘90’ların ilk bir-iki yılı, bir ideolojik eğilimin devrimci akımlara da sirayet ettiği yıllardır. Bu yıllarda Türkiye solunda ya yeni ortaya çıkan politik örgütler olarak, ya da eski politik örgütlerde görülen bir değişimin ürünü olarak, devrim programının sosyalist nitelikte olmasının ilanı özel bir alamet olarak sunuldu. Popülizm ve ikamecilik eleştirisi, Marksizmin devrimciliğine değil, sosyalistliğine ve anti-kapitalistliğine yapıldığı ilan edilen vurgu, bu yeni yönelimin başlıca temaları arasında bulunuyordu. Politik Marksizmin alanında da görülen bu ideolojik akıma, kısaca ‘sosyalizmcilik’ denilecektir. Sosyalizmcilik, büyük ölçüde örtüştüğü bir başka akımla birlikte gündeme geldi: İşçicilik.[10]

Sosyalizmcilik, dünyada kapitalizmin yeni gelişme ve yönelimlerine Marksist bir konumdan uygun yanıtlar geliştirmeyi engelleyici bir işlev görmektedir. Ona göre, kapitalizmin her durumu, yıkılışını müjdeleyecek bir işaret ve işçi sınıfının büyük devrimci gücünü bir kez daha gösteren bir kanıttır. Sosyalizmcilik, Marksizmin sosyalizmin ve işçi hareketinin diğer eğilim ve akımlarından farkını muğlaklaştırmaya ve giderek silmeye dönük bir işleve sahiptir. Ve nihayet sosyalizmcilik, Marksizmin post-Marksizme karşı etkin ve tutarlı bir teorik mücadele yürütmesinin önüne, epistemolojik olarak yetersiz, ve tarihsel olarak taktikler izlemeye dirençli bir Marksizm anlayışı olarak çıkmaktadır. Bugün Türkiye’de örgütlü alandaki solcuları ayırmanın ilk temel aşaması devrimcilik – reformculuktur. Bu sınıflamanın dile getirildiğine kanaat getirildikten sonra gündeme, ilk sınıflandırmayı zorlayan ve yer yer üst üste binen yeni bir sınıflandırma gündeme getirilmelidir: Devrimcilik – sosyalizmcilik.[11]

Politik Marksizm, halkçı devrimcilik ve işçici sosyalizmcilik arasında bocalayan bir görünüm arzediyor. ’80’lerin sonundan bu yana, Türkiye’de politik Marksizm alanının ideolojik cereyanlara açık olduğu yön, halkçılık / demokratizm değil, işçicilik / sosyalizmciliktir. Diğer tarafın, ideolojik olmaktan çok politik bir nüfuza sahip olduğu söylenebilir. Öte yandan, politik Marksizmin devrimciliğini koruma sorunu da vardır ve bu konuda en büyük esinti de işçicilik / sosyalizmcilik tarafından gelmektedir. Türkiye solunda ideolojik ortama, Marksizmle ilişkililik artışına paralel bir şekilde artarak, sosyalizmcilik egemendir. Demokratizme karşı yeterince uyarıyı bu egemen ideolojik tema nesnel olarak zaten yerine getirmektedir. Kabul bu olursa, yapılan ayrımın ve mücadele / eleştiri için dönülen yönün, sosyalizmcilik odaklı olması tutarlı bir zorunluktur. Türkiye’de politik Marksistlerin teorik ihtiyaçları vardır; ve bu ihtiyacı gidermeye teşne teori de bir ideoloji formunda sosyalizmcilik kanadından gelmektedir. Sosyalizmci olan ya da sosyalizmcilikten etkilenen politik kesimlerin teorik bakımdan daha gelişkin olması ya da görünmesinin nedeni budur. Aykırı görünecek ama, Türkiye’de sosyalizmcilerin mücadele içinde olduğu post-Marksizmin işçici ya da sosyalizmci olmayan teorik ideolojisi de solun unsurlarını sosyalizmcilik alanında yakalamaktadır (sosyalizmcilerin reformist olanları buna daha uygun görünmektedir).

Sosyalizmcilik alanı, birçok karmaşık ilişki ve eğilimin olduğu ve hareketlilik ivmesinin oldukça yüksek seyir izlediği bir yerdir. Türkiye’nin politik solcusu, bu alanın argümanlarının sadece ideolojik olanlarıyla ya da ideolojileştirilmiş olanlarıyla etkileşime girebilmektedir. Bu ideolojik ortam, Marksizmi bir tür işçicilik ya da sosyalizm akımı olarak değerlendirmekte, böyle bir dar-Marksizme karşı durmayı da post-Marksizm olarak pazarlamaktadır; tabii ideolojik formlarda… Söz konusu olan bir dilemmadır; ya dar-Marksizm (ideolojik anlaşılmış, ideolojiye indirgenmiş Marksizm) ya post-Marksizm. Ancak kuvvetle vurgulanmalı; birbirinin hasmı olan bu iki seçenek, nedense hep (ya da çoğunlukla, çoğu zaman) yakın ya da aynı platformlarda durmaktadır, dışsallaşmamaktadır. Günümüz Marksizmi kendini ‘sınıftan kaçış’a karşı ‘sınıfa kaçış’a[12] indirgememeli, bu ikilemi reddetmelidir.

İkisi de Marksizm açısından çıkmaz olan iki yol vardır: Eski okullu Marksist refleks veya yönelimlerini koruyarak Marksizme karşı ideolojik saldırılara göğüs gerenler, bu kez etkileşime tamamen kapalı hale gelmektedir; okullu özelliklerinden sıyrılanlar ve etkileşime açık duruma gelenler, etkileşim için ya bilerek kapılarını ‘sapkın’lara açmaktadırlar, ya da açılan etkileşim kapısından hemen ‘sapkın’ eğilimlerin sızdığına tanık olunmaktadır.

Bu durumda, devrimci nitelikte olan politik Marksizm için, dikkat edilmesi gereken yer belirlenmiş oldu. Pratik-politik Marksistler, bugün, devrimci demokrat veya radikal demokrat akımlardan ideolojik olarak temelli bir şekilde etkilenmezler


 

Türkiye’de politik sol (1998)

Legal örgütler

1. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP),

2. Emeğin Partisi (EMEP), ,

3. İşçi Partisi (İP),

4. Sosyalist İktidar Partisi (SİP),

5. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), ,

6. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP)

İllegal örgütler

1. Devrimci Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (DHKP-C)

2. Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP)

3. Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB)

4. Ekim

5. Türkiye Komünist Partisi – Kıvılcım (TKP – Kıvılcım)

6. Türkiye Devrim Partisi (TDP)

7. Türkiye Komünist Partisi / Marksist Leninist (TKP/ML)

8. Türkiye Komünist Partisi (Marksist Leninist) (TKP(ML))

9. Türkiye Komünist Emek Partisi / Leninist (TKEP/L)

10. Devrimci Sosyalist İşçi Hareketi (DSİH)

11. Devrimci Halk Partisi (DHP)

12. Türkiye Komünist Partisi (TKP)

13. Direniş Hareketi

14. Komünist Devrim Hareketi (KDH)

15. Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB)

16. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi / Halkın Devrimci Öncüleri (THKP-C/HDÖ)

17. Halk Kurtuluş Güçleri (HKG)

18. Türkiye Komünist Partisi – Marksist Leninist / Birlik (TKP-ML/B)

19. Türkiye İhtilaci Komünistler Birliği – Birlik (TİKB-B)

20. Devrimci Sol

21. Komünist Parti – Yeniden İnşa Örgütü (KP-YİÖ)


 

Politik Süreli Yayınlar

1.Kurtuluş, 2.Atılım, Proleter Doğrultu, 3.Devrimci Proletarya, Alınteri, 4.Kızıl Bayrak, 5.Direniş, Yol, 6.Hedef , 7.Özgür Gelecek, 8.Halkın Günlüğü, 9. Mücadele Birliği, 10.Kaldıraç, 11.Alternatif, 12.Kervan, 13.Odak, 14.Maya, Son Kavga, 15.Barikat, 16.Uzun Yürüyüş, 17.Devrimci Çözüm, 18.Proleter Halkın Birliği, 19.Devrimci Mücadele, 20.Enternasyonalist Bülten, 21.Devrim, Devrimci Gençlik, 22.Devrimci Hareket, 23.Ürün Dergisi, 24.Yeni Dünya İçin Çağrı, 25.Çalışanların Günlüğü, 26.V Özgürlük, 27.Özgürlük Dünyası, Evrensel, 28.Aydınlık, Teori, 29.İktidar, Gelenek, Sol, 30.Sosyalist İşçi.


 

 

Sosyalizmcilerin yazılı literatüründe, ‘devrimci demokratlar’ın post-Marksizmden etkilenmeye pek açık olduklarına dair çok sava rastlanır. Bunda önemli bir tarihsel seyrin ihmal edildiği düşünülmektedir. İlgili kaymayı yaşayan ‘devrimci demokratlar’ önce devrimcilikten sıyrıldılar, sonra post-Marksizme veya liberter akımlara yöneldiler. Devrimcilik veri haliyle söz konusu türden akımlarla dolaysız ilişkiye izin vermiyor. Önce devrimcilikten soyunmak gerekiyor. Devrimci nitelik, çok önemli bir avantaj noktası ve salt politik fiili değil, bazen ideolojik saldırılara karşı da geçit vermiyor, zırh işlevi görüyor. Tarihsel olarak bu yönelimin Türkiye’de ağırlıklı olarak Parti-Cephe geleneğine mensup gruplarda yaşandığı görüldü. Parti-Cephenin küçük aktivist gruplarının çoğu sapır sapır önce devrimcilikten düştüler, sonra kalan bireyler Gorbaçovculuktan ve diğerlerinden etkilenmeye seve seve koştular. Devrimci Yol, hem kronolojik, hem mantıksal sıra olarak önce devrimciliği bir yana bıraktı. Ardından önemli bir ağırlığı, sosyalizmcilerin de savunduğu gibi, post-Marksizmin kitlevi alıcıları oldu.

Post-Marksizme karşı mücadelenin de avantaj noktasında bulunmak bakımından sosyalizmci Marksistlerin ayrıcalığından söz edilemez. Sosyalizmciler, teori anlayışları, teori ve politikanın ilişkilerine yaklaşımları ve buna bağlı olarak, politikayı rasyonalist kavrayışları dolayısıyla, post-Marksizmin ideolojik saldırılarına karşı koyacak etkinlikte değiller.

Sosyalizmci Marksizm yönelimi, aynı zamanda Marksizmi işçi sınıfı ideolojisi olarak gören, epistemolojik olarak bilginin nesneyle özdeşliğini savunan, ideolojik olarak ‘sol’cu (doktriner), politik olarak ‘sağ’cı (politik gerçeğe karışmayan çekilmeci) bir yaklaşımlar manzumesi çizer.[13]

Sosyalizmciler, Türkiye solunda Batılılığı temsil ediyor. Bu özelliği Troçkist yazar ve akımlarda daha net ve tipik bir şekilde izlemek mümkün. Sosyalizmcilik, Marksizmin bir Batılı ideoloji, işçi sınıfının ideolojisi olduğunu ileri sürer. Devrimcilerin bu anlamda yerli bir özellik gösterdiklerini saptamak durumundayız.

Sosyalizmciliğin ideolojik etkisiyle devrimci kamuoyundaki ‘şehit’ deyimine de karşı çıkılmaktadır.[14] Burada, sözde ateist, laik, Batıcı, aydınlanmacı, ideolojist bir zihniyet işbaşındadır. Bunların tümünün, Hikmet Kıvılcımlı’nın kırbacına ihtiyacı vardır. Bu konuda, sosyalizmciliğe yöneltilen genel eleştiriler geçerlidir. Bu terime devrimci örgütlerin içinde ilk karşı çıkışlar, cezaevlerindeki kadrolardan yükseldi; çünkü bu kadrolar, cezaevinde daha çok okuyorlar, ‘teori’yle daha çok haşır-neşir oluyorlar, ve bu suretle sosyalizmciliğin doktriner süper solculuğuyla daha fazla ‘zehir’leniyorlardı.

H. Kıvılcımlı’dan[15] günümüze uzanan ve Parti-Cephe Geleneği ile günümüzün DHKP-C’sinde ve TDP’sinde (oldukça zayıf bir şekilde MLKP’de de) görülen eğilim, sonuçları ne olursa olsun, özgül koşullarla organik bir ilişki içindedir, ya da bu türden ilişkiyi aramak konusunda ciddi ve cüretkardır.[16] TKP-B’de ‘90’ların başlarında yaşanan iç tartışma, çok ilginç ve ibret verici sonuçlara ulaşılmasına yol açmıştır. Öte yandan, DHP’nin var oluşunu sağlayan nesnel koşullar da paralel bir dinamiği işaret eder. TKP-Kıvılcım’ın geçen yıllarda yaşadığı bunalımın böyle bir boyutu olduğu da anlaşılıyor. Mehmet Yılmazer, devrimciliğin sosyalizmcilik ve işçicilikle yaşadığı ayrışmanın, kendi koşullarından çizilen kapsamlı bir tablosunu sunuyor.[17]

Devrimin özgülleştirilmesine ilişkin yakıcı ihtiyaç, devrimci nitelikte ‘savrulmalar’a yol açmıştır. Solun devrimci kanadında yaşanan eğilimlerden biri şudur: “Türkiye solunun hakim özelliklerinden birincisi, onun bir emekçi halk solu olmayışıdır.(…) ‘70’li yıllara damgasını vuran bu sol, şehir küçük-burjuva aydınları zemininde doğmuş ve gelişimi boyunca bu katmanın dışında ciddi bir yeni sınıfsal mayalanma gerçekleştirememiş, sonuç itibarıyla aydın şehir küçük-burjuvazisinin solu olarak kalmıştır.”[18] “Batıya benzemek isteyen devlet ve egemen sınıflar ile, doğulu kalmak isteyen halk yığınları. Türkiye solu, bu zıtlaşmada modern ve batıcı kampın yanındadır.”[19] Bu eleştiriyi, Türkiye solunun devrimcilik / halkçılık diliminde yer alan örgütlerin çoğunun paylaştığı söylenebilir. DHKP-C’nin özgül varlık açıklaması da aynı türdendir. Ancak, bu görüşün eleştiricileri de vardır ve onlar, aksine Türkiye soluna demokratizm dinamiklerinin egemen olduğu kanısındadır: “Türkiye söz konusu olduğunda, asıl büyük tehlikeyi, sola çok kısa sürelerle ve güçsüz biçimde damgasını vuran aşırı sınıfçılığın değil, türevlerden türev çıkaran bir sınıf dışılığın ya da E. M. Wood’un deyimiyle, ‘sınıftan kaçış’ın oluşturduğunu görmek gerekiyor.”[20]

Sorunun, teorik boyutları olmadığı konusunda, ‘halkçılar’la ‘sosyalizmciler’in çoğu hemfikir. Her iki taraf da politik düzeyin özgüllüğünü reddediyor ve politikayı toplumsal / sınıfsal düzeye indirgenmiş bir politika anlayışı geliştiriyorlar. Onlara göre, proletaryanın gelişkin olduğu ülkelerde devrimci politika proletaryaya, kapitalist gelişmenin zayıf olduğu ülkelerde halk sınıf ve tabakalarına bağlıdır. “Türkiye’de genel olarak halka mal olmayan hiçbir dava sınıfa da mal olamaz, halkın topyekun kurtuluşunu ifade etmeyen hiçbir hareket, işçi sınıfının içinde de bir varlık gösteremez; gecekondu mahallelerine, okullara, yoksullarına ve halkın öteki kesimlerine gitmeyen hiçbir politik hareket, fabrika kapısından içeri giremez. Bu, ilerici – gerici her türlü politik hareket için böyledir. Belki kimi gelişmiş Avrupa ülkelerinde, sosyal demokrat veya komünist, neredeyse saf işçi partileri varlık bulabilir ama Türkiye’de bulamaz.”[21] İşçicilerdeki yanılgıyı, yani işçicilik ve sosyalizmciliği, aynı zamanda halkçılığı, teorik / yapısal değil, tarihsel bir çıktı olarak görmeyi, halkçılar da paylaşıyor. “Neredeyse saf işçi partileri” hiçbir ülkede ve hiçbir gelişme aşamasında varlık bulamaz; sorun, politik düzeyin ekonomik / sınıfsal düzeyden, ve politik konjonktürün yapısal tarihsel süreçten ayrılığını anlama sorunudur. Bu temel teorik sorunun temel bir politik görünümü, saf işçi partilerinin varlık kazanabileceği gelişmiş ülkelerde politik örgütlenmenin gereksizliği fikridir. Savunulması gereken, ne halkçılarınki gibi, halk sosyalitesinden yükselen bir parti, ne de sosyalizmcilerin savunduğu türden işçi sosyalitesinden yükselen bir partidir. Parti olarak anılan politik organizasyon, toplumsal düzlemin ‘dışında’, politik düzlemde varlığını bulacaktır. Böylece, pratik olarak halka ve proletaryaya ulaşmanın ve onlar üzerinde politik hegemonya kurmanın imkanını bulacaktır. Bu aynı zamanda, politik devrimin, kapitalizm bir üretim tarzı olarak varlığını sürdürdükçe, yapısal olarak zorunlu olduğunun ve toplumsal devrime / kurtuluşa öngelmesinin savunulmasıdır.

Çulhaoğlu, ‘sosyalizmci’ olmadığı için eleştirdiği Türkiye solunun politikayı bir taktikler dizisi olarak anladığını belirtiyor ve onu bu konuda da eleştiriyor.[22] Keşke gerçekten öyle olsaydı! Türkiye solu, kaskatı bir devrimci duruşla aslında politik alanda düşmanıyla dövüşmeyi bilmiştir, onun politikayı taktiksiz bir refleks olarak algılaması, politikanın sınıfsal belirlenimlerden koparılmasına bağlı değildi. Politikayı taktiksiz bir eyleyiş olarak ortaya koymada ‘devrimci demokrat’ Türkiye solu ile ‘sosyalizmci’ Türkiye solu arasında pek fark yoktur.[23] Fark, devrimcilerin (tipik örneklerinin) kaskatı bir şekilde dövüşmesi, sosyalizmcilerin (tipik örneklerinin) kaskatı bir şekilde ‘dövüşmemesi’dir. Türkiye solu, bir bütün olarak, devrimci ve reformcusu, halkçısı ve işçicisi ile, politikanın taktiksel anlaşılmasına muhtaçtır.

Türkiye’nin solu, politikleşme konusunda sıkıntılarından kurtulmakla karşı karşıyayken, sosyalizmcilik, Çulhaoğlu’nun değerlendirmelerinden de anlaşılacağı gibi, solun esnemesine değil, daha da katılaşmasına hizmet edecektir. Bunun kötü örnekleri öteden beri vardır. Sosyalizmciliğin politikadan anladığı, ‘sınıfa karşı sınıf’ ve devrimcilerin anti-faşizmine karşı kendilerinin anti-kapitalizmidir.

Sosyalizmciliğin politika anlayışı derin bir ekonomizm içeriyor, ve teorik ve politik tezleri tutarlı olarak izlenirse, politik devrimin önceliğini redde kadar varıyor. Mesela, sosyalizmciliğin politikada ne olduğunu açıklıkla ortaya koyan şu tutumun Çulhaoğlu’ya oldukça uygun geleceği düşünülebilir: “Faşist hareketin yükselişi, bizim gündemimizi, önceliklerimizi değiştirmemeli, temel görevlerimizi unutturmamalı, tam tersine püskürtülüp etkisizleştirilmesinin, temel görevlerin yerine getirilmesine bağlı olduğunu hatırlatmalıdır. (…) Düşmanın gölgesiyle değil, kendisiyle savaşmalıyız. Şeriatçı İslam, faşizm ve başka her türlü gericilik kapitalizmden besleniyor. Kapitalizme karşı savaşmadan gericiliğe karşı savaşılamaz.”[24] Bu yaklaşımın tutarlı öznesinden devrimcilik beklemek tam bir hayaldir. Bereket versin, Mayacılar başta gelmese de, sosyalizmciliğin birkaç unsuru o kadar tutarlı değil![25]

Politik Marksizmin teorik anlaşılışının, yukarıdaki sloganı tersine çevirmesi gerekiyor: Politik düzeydeki temsiline, mesela faşizme, karşı savaşmadan kapitalizme karşı savaşılamaz. Düşman hiçbir zaman çıplak varlığıyla hiçbir Marksist hareketin karşısında olmayacaktır. Bu, hiçbir Marksiste nasip olmayacaktır. Teorik gerçekleri anın gerçekleriyle karıştırmanın bedeli, apolitik doktriner bir Marksizm olacaktır.

Türkiye sol hareketinde sosyalizmciliği / işçiciliği temsil eden politik yapıların kapladığı alan hayli genişlemiştir. Emeğin Partisi, bütün gövdesiyle devrimci-olmayan bir işçiciliği temsil eden önemli bir ağırlık teşkil ediyor. SİP ve DSİP, söz konusu yönelimi değişik derece ve şekillenmelerle temsil ediyor. ÖDP içinde güçlü sayılabilecek bir sosyalizmci akım var. Diğer yandan, devrimci sosyalizmcilik / işçicilik, KDH’den başlayarak Ekim’e ve TİKB’ye kadar uzanan bir alanda varlığını duyurmaktadır.

TİKB ve diğer sosyalizmciler, MLKP gibi örgütleri DHKP-C’ye benzemekle, onun usulü bir halkçılıkla buluşmakla eleştirmektedir.[26] Ancak, sosyalizmcilere gösterilecek ‘öcüler’in hem niteliği hem niceliği daha güçlüdür. Onları, teorik olarak geleneksel devrimci-olmayan Troçkist akımların sosyalizmci işçiciliği ve EMEP türü akımların işçiciliği bir akıbet olarak beklemektedir. MLKP’nin önünde evet, bir tür tehlike vardır; fakat, söz konusu devrimci sosyalizmcilerin önünde de en az MLKP’ninki kadar gerçek, ancak devrimci olmamaktan dolayı ondan daha vahim, bir tehlikenin varlığı vakidir. TİKB de işçi sınıfı gibi “alınteri” akıtmaktan musdariptir. TİKB bu yoldan giderse, kendi geleceğini “anti-faşist mücadelenin görevlerini ihmal etmekle” eleştirdiği Ekim’den başka yerde aramasın. Ekim’in varlığıyla anlattığı, aynı zamanda TİKB’nin hikayesidir. ‘Sınıfa karşı sınıf’ sloganı TİKB tarafından da benimsenmektedir.

Sosyalizmci eleştiri, menzilini salt işçi sınıfı ve sosyalizm perspektifi konusunda değil, ulusal harekete yaklaşıma da uzatıyor.

Ekim’in Marksistlik kriteri oldukça basit: Sosyalist devrimi savunun ve devrimci olun yeter. Ekim’in anlayışına göre, örneğin SİP’i Marksist saymamanın sosyalizmci teori açısından açıklaması olamaz.[27] Öte yandan, Ekim, devrimci demokratların gerçek devrimci niteliğini ‘devrimci-olmayan’ teorileriyle uyuşturmakta da teori-dışı aletlere başvuruyor: Yeteneksizlik.[28] Teorik bir anlatımda görülen teori-dışı unsurlar sapak niteliğindedir ve dikkat edilmelidir. Yeteneksizlik, Marksist ile olmayanı ayırmaya yetiyor. Ekim’in Marksizm anlayışı da, Marksizmi teorik bir düşünüş derekesine indiriyor. Marksist olmanın birtakım yeteneklere bağlanması, teorinin ve kavramın bittiği türden ifadeler; yazar kudretle açıklamalarda bulunuyor; ama ‘yetenek’ten, ‘kavrama’dan bahsettiği yerde, acizleşiyor; kavramsal açıklamadan vazgeçiyor ve ruhu yakalayıcı bir dil manevrasıyla durumu kurtarmaya çabalıyor.[29]

Sosyalizmci zihniyet için, burjuva toplumlarda demokrasi yapısal bir üründür. Siz bakmayın Türkiye gibi ülkelerin, burjuva demokrasisini kurmuş olmamalarına; bu kadar çok ülkenin tümü birer istisnadır. Düzenin, demokrasi isteyenlere legal çalışma izni vermemesinin, dolayısıyla onların yüzeysel devrimciliğinin ipliğini pazara çıkarıcı uygulamaya gidilmemesinin nedeni, düzenin sahiplerinin ‘yeteneksizliği’dir. İşte sosyalizmcinin ekonomizmi: “Burjuva bir toplumda demokrasinin kazanılması stratejik hedefine dayanan bir partinin, örgütünün ‘türü’nün de, siyasal ‘faaliyetinin içeriği’nin de ‘yasa-dışı olması’ için hiçbir neden yoktur. Bunun tek bir nedeni olabilirdi; o da ‘80 öncesi TKP’sinde olduğu gibi, düzenin henüz bu sınırlar içindeki bir mücadelenin bile açıkta yapılmasına izin vermemesi olurdu.”[30] Bu ifade, sosyalizmci programın savunulması konusunda, teorisizliğin nelere kadir olduğunu ibret verici tarzda gösteren bir örnek. Türkiye’nin ve dünyanın genelinin devrimci mücadele tarihi sosyalizmciliğin gazabına uğruyor. Sosyalizmcinin gözü hiçbir şey görmüyor; doktriner olmayan her politik yaklaşımı reddediyor.

TKP illegal olduğu halde niçin reformist idi de, başka illegal örgütler devrimciydi? Mesela, DHKP-C’nin siyasal platformu ‘reformcu’ olduğu halde, bu örgüt niçin devrimci? Demokrasi talebinin, demek ki, öznesini devrimci kılan ve kılmayan türleri var!

Ekonomizm, sosyalizmcilik ve işçicilik ile politik reformizmin buluştuğu konaktır.

Devrimci sosyalizmci akımların bütün politik ve teorik ilgilerinin, ‘devrimci demokrat’ akımların eleştirisine teksif edildiği görülüyor. Ancak, sosyalizmcilerin en az aynı dikkatle kendi konumlarından, ‘sağ’ yönlerine yoğunlaşmaları da gerekiyor. Çünkü, liberal sosyalizm de bir gerçek tehlikedir.

Sosyalizmcilik, devrimci sosyalizmci akımların politik bakımdan reformcu sosyalizmci ya da işçici akımların etkisine girmesine yol açıcı bir role sahiptir.

Kızıl Bayrak, bu konuda içinde olduğu çelişkiyi en iyi bir şekilde 1998 1 Mayısında İstanbul’da gösterdi. Pankartını devrimcilerin olduğu yerde bıraktı, ‘kitle’sini ‘işçi kitleleleri’nin olduğu yere taşıdı[31]. Bu fiziksel çelişki, aslında Kızıl Bayrak’ın devrimciliğiyle Kızılbayrak’ın (kendini reformistlere iten) sosyalizmciliğinin çelişkisinin yalın ifadesiydi.

Kızıl Bayrak’ın (radikal) sosyalizmciliğiyle EMEP’in liberal demokratizminin, işçi sınıfı vurgusu konusunda ‘politik’ olarak, ‘pratikte’ ne farkı vardır? Spekülasyona gitmeden, pratik bir dille bunun açıklanabilmesi gerek. EMEP ve Ekim, biri gerçek haliyle kendinde; diğeri muhayyel kendi-için bir işçi sınıfına tapınma üzerinde yükseliyorlar.

Kızıl Bayrak’ın 1 Mayıslar ve işçi sınıfıyla bağlantı konusunda devrimci hareketleri eleştirisi EMEP’inkine benzemektedir: “Biz kitlelere, sanki kendi sınıf çıkarlarından farklı bir davaya sahiplenmeye çağırır gibi, ‘gelin bizim yolumuzdan yürüyün’ demiyoruz. Biz kitleleri, 1 Mayıs vesilesiyle kendi sınıf mücadeleleri bayrağını yükseltmeye, kendi sınıf taleplerini kazanmanın gereklerini kararlılıkla yerine getirmeye çağırıyoruz…”[32]

… Ve EMEP’le geçilen dalga: “Biz şimdilik yalnızca yığın hareketinin mevcut düzeyine uygun politik istemleri formüle edelim, ‘kısa vadeli siyasal istemler uğruna mücadele’ ile yetinelim. ‘Öncülük’ adına onlara ‘dayatmalarda’ bulunmayalım. Zaten bizim misyonumuz da onlara ‘öncülük’ etmek değil, fakat yalnızca ‘yardım’ etmekten ibarettir…” [33] Bu iki görüş, aslında aynıdır. Biri diğerinin tersidir. Ama aynı zeminden: ‘Öncülük’ ve ‘dışarıdan bilinç’in reddi…

MLKP gibiler, küçük-burjuva devrimciliğinin; Ekim gibiler, küçük-burjuva sosyalizminin nüfuzu altındadır. DSİP, tipik (Avrupa tarzı) küçük-burjuva sosyalisti. KDH, küçük-burjuva sosyalizminden devrimciliğe yöneliyor; bu, onun Marksizmin alanında bulunduğu anlamına geliyor. Maya’nın Marksizm alanındaki akıbeti, verili durumunda, devrimciliğinin oturmasında aranmalıdır.

TİKB’yi, aslında başından beri taşıdığı devrimci aydın niteliğinin bir sosyal sonucu olsa gerek, küçük-burjuva sosyalizminden giderek daha fazla etkilenen bir politik akım olarak görmek mümkündür. Devrimci Proletarya’da MLKP’ye dönük eleştiriler ve diğer yazıların aslı ve ruhu, örneğin Ekim’den farklı olmayan bir sosyalizmcilik ve işçicilik üzerine kuruludur.[34]

III. ‘Devrimci Marksizm – radikal demokrasicilik’ / Bir ayrımın politik okunuşu

Metin Çulhaoğlu, her zaman verimli ve yol açıcı olmasa da, konusunu sınıflama yaparak ele alan bir yazar. Nesnenin ayrıştırılması, özellikle etkileşime imkan veren bir tarzda yapılıyorsa, çevresinde tartışma yürütmek için elverişli oluyor. Bu bağlamda, Çulhaoğlu, Türkiye sol literatürüne geleneksel sol – devrimci demokrasi olarak ifade edilen ve bir ayrımı oldukça güçlü terimlerle koyan bir terim çifti armağan etmişti. Son çalışmalarında Çulhaoğlu, yine oldukça operasyonel, ve teslim etmek gerekiyor, kendi eyleyişini eleştiriden korunaklı bir yere çeken yeni bir terim çifti önerdi: Devrimci Marksizm – radikal demokrasicilik.

Bu ayrımın Türkiye’de sosyalizmcilerin tümü için oldukça elverişli olduğunu belirlemek durumundayız.[35] Çulhaoğlu böylece, sosyalizmcilere, ‘devrimci demokratlar’ın devrimci olmadığını kanıtlamada yeni bir alet / silah vermiş oluyor. Sosyalizmciler artık ‘devrimci demokratlar’ı post-Marksist olmakla da mahkum edebilecekler. Bir anlamda, Çulhaoğlu’nun yeni tasnifiyle, Türkiye’de sosyalizmci olmayan devrimci akımların hiçbir kıymeti harbiyesi kalmamış oluyor ve defterleri dürülüyor. Bu aynı zamanda, Çulhaoğlu’nun bulunduğu yerden devrimci olan ya da devrimciliğe yönelen sosyalizmcilere uzattığı bir el anlamına geliyor. Sosyalizmciler ya bu eli sıkacak, ya da konumlarını bir kez daha gözden geçirecekler.

Çulhaoğlu, “devrimci Marksizm”in temel vurgu ve ilkelerini sıralıyor: Kapitalist üretim tarzının egemenliğinin kabulü; işçi sınıfının nesnel çıkarı ve temel konumu; belirli bir toplumsal formasyonda her şeyin tarihselliği ve sınıfsal belirlenmişliği; ve siyasal devrimin toplumsal devrime önceliği.

Radikal demokrasiciliğin temel nitelikleri şöyle belirleniyor: Toplumsal yapıda determinizmin reddi; işçi sınıfının nesnel çıkar ve konumunun reddi; demokrasinin tarihaşırı kavranışı; ve siyasal devrimin gereğinin reddi.[36]

Çulhaoğlu’nun ‘devrimci Marksizm’e ilişkin koyduğu ilkelere, devrimci örgüt ve akımlarda uzak duranlar arasında başta DHKP-C olmak üzere, DHP ve TDP’nin olduğu ileri sürülebilir. Fakat, yine başta MLKP olmak üzere, TİKB’nin, Ekim’in, TKP-Kıvılcım’ın, TKEP-Leninist’in ve ‘köylücü’ kabul edilen TKP/ML’lerin bile aralarında olduğu diğerlerinin birçoğunun Çulhaoğlu’nun ‘devrimci Marksizm’inin ilkelerine net ve tam bir uyum içinde oldukları reddedilemez. Bu anlamda, Çulhaoğlu’nun tasnifi politik öznelerin gerçekliği temelinde işlevsizdir ve teorik düzlemde anlamlı olabilecek bir tasniften öteye gidemez.[37] Çulhaoğlu, tasnifinin örgütsel sonuçlarını aramamak gerektiği konusunda uyarıyor; ancak bu uyarının muhataplarına ulaşması için politik nitelik taşıyan ayrımlara muadil olmadığı açıkça ortaya konmalıydı. Politik sol ile solun teorik kümeleşme olarak nitelenebilecek kesimlerini dikine kesen birtakım teorik meselelerin varlığı, politik düzeyin varlığını ve politik düzeyde Marksist özneler aranmasını önsel bir gereksizlik haline getirememelidir.

Öte yandan, devrimci örgütlerin -Marksizme öznel anlamda dahi en uzak olanlar dahil- hiçbirine, politik devrimin reddi atfedilemez. Bunda, politik devrimci duruş yeterli neden olmaktadır. (Söz konusu akımlar için, olsa olsa toplumsal devrimin politik devrim lehine gözden yitirilmesi probleminin varlığı belirtilebilir.)

Çulhaoğlu’nun ayrımının ‘radikal demokrasici’ yanında kalan tek bir politik özneden söz edilebilir. Bu, Çulhaoğlu’nun örgütü ÖDP’dir. Türkiye’de ‘radikal demokrasi’ savunusunun kalesi bu cephesel partidir. O halde, radikal demokrasi – devrimci Marksizm ayrımının gerçekliği ve dolayısıyla kavgası ÖDP’nin çatısı altında aranmalıdır. Fakat, temel ayrımı burada da devrede tutmak gerekecektir: Teori ve politika. ÖDP devrimci olmayan ve olamayacak bir partidir[38], ama o, politik düzlemi işgal etmektedir ve politik karakteri veri kabul edilmelidir. ÖDP’nin politik karakterinin Marksizm açısından önemi nedir? Bu parti çatısı altında bulunan ve ‘genel olarak Marksizm alanı’nın teorik cenahında bulunan Marksistlerin, partilerini Marksizmin kriterleriyle yargılamaları, gerçekçi ve politik değildir.[39] Bir Marksistin ÖDP’de bulunmasının mümkün olabileceği tek denklem şudur: Marksist olmayan politik kimlikle ÖDP’li (bu, parti hakkında politik yanılsamalar içinde olmayı önler), Marksist teorik kimlikle ÖDP karşıtı (bu, partinin gerçekliğinin teoriye engeller çıkarmasını önler). Birincisi ÖDP’nin öznesi, ikincisi Marksizmin öznesi. Marksizmin parçalanmış gerçeği bu tür çatışkıları, bir bireyin varlığına kadar indiriyor. Yerinde ve zamanında olmamak şeklinde tecelli eden bu manzaranın, teori ile politikayı ayırmak gibi bir ‘hayrı’ var.

Çulhaoğlu’nun yaptığı sınıflamanın politik ve teorik bir tercümeye ihtiyacı vardır. Sosyalizmci akımların devrimci politik akımlara dönük eleştirilerinin temeli, politik pratiklerinin değil, ama teorik ve programatik perspektiflerinin devrimci olmadığı tezidir. Tam da bu husus, sosyalizmciliğin politik olmayan doğasını ele vermektedir. Sosyalizmci için, içinde bulunulan konjonktürün gerçekliği ihmal edilebilir bir kalemdir. Bir öznenin niteliğine ilişkin karara, onun vehmedilen niteliklerini ortaya koyarak varabiliriz. Sosyalizmciler, şöyle diyor: ‘Bakmayın onların devrimci olduğuna, bugünün gerçeği aldatıcıdır. Siz asıl onların teorik olarak veya devrimden sonra, ne yaptıkları / yapacaklarına dikkat etmelisiniz.’ Türkiye’deki bütün sosyalizmcilerin devrimci hareketi eleştirirken devrede tuttukları temel argüman bu şekilde ve bu kadar basit ifade edilebilir. Sosyalizmcilik, gerçek gerçeğin dikkate değmez olduğunu, asıl gerçeğin teorik gerçek olduğunu ileri sürer. Bu vargı, ilgili öznenin tarihsel ve konjonktürel karakterini de verir. Sosyalizmcinin yaptığı işlem aslında basit: Teoriyi politik gerçeğe ikame etmek. Teoriyi tarihe ikame etmek. Sosyalizmci için bir politik konjonktürde, ve giderek bir politik dönemde, devrimci araçlar kullanan, devrimci bir eyleyiş içinde olan politik özneler aldatıcı bir görünüm sergiler; tabii, bir politik konjonktür ve dönemde devrimci görünmeyenler de, bu durumu asıl kabul edenler için aldatıcıdır. Sosyalizmci, öznelerin politik karakterini, onların teorisine, giderek onların sözlerine, ve nihayet ‘sosyalist devrim’, ‘işçi sınıfının (burada ve şu anda) nesnel varlığı’, ‘anti-kapitalist mücadelenin her tür mücadeleye (burada ve şu anda) önceliği’ gibi birtakım ‘anahtar’ terimlerine bakarak tanır, deşifre eder.

Sosyalizmcilik bir epistemolojiye dayanır. An’la süreç, politikayla bilim birbirine; birinciler ikincilere, an sürece, politika bilime indirgenebilir. Gerçek ‘söz’e, eylem lafza… Sosyalizmcilik, gerçek politik dönemin ve anın dinamiklerinin bilimde ve teoride yazıldığı kanısındadır. ‘İşçi sınıfı’ derseniz, işçi sınıfının Marksist teorideki öneminin cisimleşmiş ifadesi olursunuz.

Çulhaoğlu’nun ‘devrimci Marksizm’ ile ‘radikal demokrasicilik’ arasında yaptığı ayrım, başta Türkiye solunun niteliği ‘kendinden menkul’ devrimci yeraltı örgütlerinin varlığına kördür. Çulhaoğlu, devrimci örgütleri öteden beri yok sayar (ya da sadece ‘varsayar’), fakat son dönemde bunu açıkladığı gerekçe şu: “Devrimci demokrasi, dünyanın ve Türkiye’nin son 10-15 yıllık döneminde giderek güç, dayanak ve çerçeve yitiren bir kategoridir.(…) Bugün Türkiye’de Kürt hareketi hariç devrimci demokrasi kategorisine yerleştirilebilecek ciddi hiçbir hareket yoktur.”[40]

Çulhaoğlu’nun kafasında, ÖDP ile SİP arasındaki politik ve teorik gerilimlerden beslenen bir model, ve bunlara, birkaç küçük illegal devrimci grubun eklenmesiyle müteşekkil bir sol bütünlük var. Ayrım, ÖDP içindeki Devrimci Yol kökenlilerle Sosyalist Politika veya Sınıf Bilinci dergileri çevresinde bulunanlar arasında bir çizgi çekmede, onların farkına vurgu yapmada işlevlidir. Bu iki kesim arasında bir ayrım yapmak gereği hiç değilse Marksizmin tartışılması ve bu konuda bir etkileşim alanı oluşturmak bakımından vardır da… Ancak bu, politik öznelere ilişkin bir ayrım değildir -ve Çulhaoğlu’nun bağlantılandırma konusunda yanıldığı asıl başlık da budur.

Geleneksel sol – devrimci demokrasi çifti, politik ve teorik manzarayı karmaşadan kurtarmada -onaylar ya da karşı çıkarsınız ama- politik bir işlev görüyordu. Yeni ikili, öncekine muadil değil. Yeni terimler, verili politik akım ve yönelimleri politik bir ayrıştırmaya tabi tutma kudretinden yoksun. Bunlara, solun Marksizmin devrimci teorisiyle ilişkisi bakımından bir yer ve geçerlik biçilebilir. Nitekim, yeni ayrım, politik Marksizm alanının sosyalizmci akımları için anlamlı bir teorik alet işlevi görebilir. ‘Devrimci Marksizm – radikal demokrasicilik’ ayrımının asıl önemli politik işlevi, devrimci ve sosyalizmci olan örgütlerin, kendi sosyalizmciliklerini kendi devrimcilikleri aleyhine öne çıkarmada ve diğer devrimci örgütlerle ayrımlarını ortaya koyarken sosyalizmciliğe daha belirgin yer tanımada ortaya çıkacaktır. Ancak, salt sözel karşılıkları açısından ele alınırsa, Çulhaoğlu’nun ‘radikal demokrasiciler’ ve ‘devrimci Marksistler’e ilişkin sıraladıklarının, örneğin MLKP ile Sosyalist Politika’yı, TKP-Kıvılcım ve Ekim’le TKEP-Leninist’i ayırıcı bir işlevi yok; ya da bunların tümünü, olmayan diğerlerine karşı aynı safa yerleştirmeye yarar. Çulhaoğlu’nun bundan hiçbir yarar mülahaza etmeyeceği oldukça açık. O, kendini, sadece birer varsayımdan ibaret yeraltındaki devrimci örgütlerden ayırmaya ilişkin zahmete bile sokmuyor.

Türkiye’de Marksizmin devrimci teorik ve politik mirasını ve ilkelerini savunan, ama politik olarak sadece birer reformist olan ve radikal demokratlarla aynı politik atmosferi soluyan ‘Marksist aydınlar’ var. Öte yandan, bulunduğu fiili politik konum itibarıyla Marksist bir birikim ve bilincin oldukça uzağında olan, ama net ve kesin bir devrimcilik yürüten, devletle çatışan gruplar da var… Bunların önemli olmadığı bir düzlemin varlığından elbette söz edilebilir. Böyle bir düzlem nerede inşa edilebilir? Soruya, günümüz Marksizminin bir gerçeği belirtilerek cevap verilmelidir: Marksizmin tarihsel teorik ve tarihsel politik bileşenleri parçalanmıştır ve teorik bir Marksizm ile politik bir Marksizmin, politik veya teorik kriterlerin her biri baz alınarak yapılacak bir bütünleştirilme çabası akamete uğramaya; ya devrimcilikten uzaklaşmaya ve devrimciyi de buna katmaya, ya da teorik düzlemden uzaklaşmaya ve teorik bir kanal açma çabasında olanları boş işlerle uğraşmak duygusuyla başbaşa bırakmaya mahkumdur.

Çulhaoğlu, yaptığı ayrımla ilk elde Marksizmi, bizce gerçekte olduğundan daha dar bir çerçevede belirliyor. Fakat, ayrımın kriterleri tarihsel ve teorik bir anlamlandırılmaya tabi tutulursa, aslında Çulhaoğlu’nun, teorik düzlemde Marksizmi, günümüzün bir Marksizm eğilimiyle sınırlandırdığı görülecektir. Bu, -post-Marksizmin yaygın ve derin etkisinin söz konusu olduğu içinde bulunduğumuz dönemde Marksistler açısından yeni bir ayrım ve bölücülük anlamına gelse de açıkça işaret edilmelidir- E. M. Wood’un eserinde[41] somutlanan bir Marksizm anlayışıdır. Bu Marksizm, teori ile pratik, bilim ile politika, süreç ile an arasında kategorik ayrımlara gidilmesine karşı duruşuyla bir epistemolojinin ürünüdür ve ideolojik bir akım olarak ‘işçici’ ve ‘sosyalizmci’dir. Marksizmi, şuradan ya da buradan dolanıp, bir işçi sınıfı ideolojisi olarak belirlemek eğilimindedir. Politikanın özgüllüğünü teorik değil tarihsel bir durum olarak görür. Çulhaoğlu’nun yeni ‘devrimci Marksizm’i, kendini pro-Sovyet öğelerden ve okullu Marksizme özgü birtakım darlıklardan arındırmıştır. Artık, Batı yeni solunun Marksist eğilimiyle kurulacak ilişki ve etkileşim hattı, arızi ve spekülatif olmaktan çıkacak, teorik bir hüviyete bürünecektir. Burada, M. Yılmazer’in Gelenek dergisine ilişkin yaptığı eski bir değerlendirmeyi anmak yerinde olacak.[42] Orijinal bakış açısı ve öngörüleriyle ‘Doktor’un rahle-i tedrisinden geçtiğini gösteren Yılmazer, Gelenek’in temsil ettiği teorik ve politik yaklaşımın gerçekte “yeni sol”a ait olduğunu ve Gelenek’i ‘geleneksel sol’da değil, yeni solda saymak gerektiğini vurguluyordu. Yılmazer’in görüşlerine egemen olan bir temanın, “Sovyet sosyalizmi”ne mutlak sadakat temasının getirdiği ayartıcı ve kısıtlayıcı faktör bir an ihmal edilirse, söz konusu akımın akıbeti Yılmazer’in değerlendirmelerini yeniden ele almayı gerektiriyor. Yılmazer’in yaklaşımı çerçevesinde, Gelenek’te yeni solu aslında Çulhaoğlu’nun temsil ettiği ve onun da birkaç yıl sonra ‘tarihsel yeri’ne geçtiği söylenebilir. Bu akıl yürütme üzerinden gidilirse, Çulhaoğlu, yıllar sonra bulunduğu teorik paradigmayı ‘bilince çıkarmış’tır ve yeni solu, Marksizm bakımından bir ayrıştırmaya tabi tutmuştur. Gerçi Çulhaoğlu, Batı Marksizmini etkileşim sahasına almakla hayırlı bir iş yapmıştır ama onun tarihinin de çözümlenmeye ihtiyaç duyduğu unutulmamalıdır.

Bütün bunlardan sonra, politik düzlem söz konusuyken, tüm diğer ayrımların üzerinde yükseldiği ve üzerinden anlam kazandığı ayrımın, devrimcilik – reformculuk olduğu ileri sürülmelidir. Marksist olan ve olmayanlar, devrimci olanlar arasında aranmalıdır. Politikada devrimci nitelik her şeyin önünde ve zeminindedir. Ancak, Marksizmin politik olmayan düzlemlerde de aranması meşrudur. İki nedenle meşrudur: Marksizmin politika dışında da bileşenleri vardır; ve tarihsel olarak, Marksizm parçalanmıştır.

Bu durumda, teorik olarak Marksist olan ve olmayan ‘teorik’ odaklar arayışına çıkılmalıdır. Çulhaoğlu’nun yaptığı ayrım bu düzlemde ‘tepe tepe’ kullanılabilir. Çulhaoğlu aslında, politik ve teorik düzlem ayrımı yapmaksızın Marksizmin varlığını sadece teorik düzlemde savunan sosyalizmci Marksistlerin yaptığını kavramsal ifadelerine kavuşturmuştur. Bu yolu izleyenler, devrimcileştikçe tutarsızlaşacak bir şekilde, sosyalizmcilerin kendileridir.

Politik bakımdan, iki boyutlu bir şematik düşünüşle, sosyalizmci olmayan devrimcileri, sosyalizmci devrimcileri ve devrimci olmaksızın sosyalizmci sayılabilecekleri de bekleyen politik tehlike, -sosyalizmcilerin ideolojik uyum problemlerine bakmaksızın söylenebilir- demokrasiciliktir. Günümüz Türkiyesinde ‘demokrasi’ talebi olmadan politika yapılamaz. Bu verili koşullarda, o halde, demokrasinin sadece bir geçiş talebi ve devrimcileştirme şiarı olmasına dikkat edilmelidir. Vurgulanacak husus, sosyalizmcilerin ‘sosyalizm’ terimini terennüm etmelerinin, söz konusu politik gerçek tehlike karşısında bir hükmü olmadığıdır.

***

Bir Marksistin, ayrımlaştırmalara, Marksizmin gelecekte tasarlanan ve beklenen bütünlüğünü gözeterek gitmesi gereklidir; yoksa, Marksizmin bileşenlerini ilelebet ayrı bırakacak ya da bu ayrılık gerçeğini teorik veri alacak ve Marksizmi parçalı unsurların birinin varlığıyla özdeşleştirecek, Marksizmi bir teorik bakış açısına indirgeyecektir. Bütünsel Marksizm ifadesi temel ve canalıcı niteliktedir; ve düzlemlerarası bir bütünlük olarak tasavvur edilmelidir. Bütünlüğü, örneğin felsefeye yıkıp, toplumsal ve teorik gerçeği ve varlığı felsefe indinde ‘bütünleştirme’, ya da politikaya yıkıp, kozmogonik gerçekliği politikanın varlığında ‘bütünleştirme’yi ve Marksizmi de bu bütünlüğün kendisi olarak lanse etmeyi seçerseniz, pratik-politik Marksistleri, -Marksistlerin, verili gerçeğin bulaşığını işin tanımı gereği üzerlerinde en fazla taşıyan, ‘düzen’in unsurlarını neredeyse fiziksel anlamda kirlenmiş olarak üzerlerinde barındıran Marksizmin bu tarih emekçilerini, Marksizmin ‘zenci’lerini- elbette Marksist saymazsınız. Ancak, bir ‘öz’ aranırsa eğer, ‘asıl’ Marksistler pratik-politik Marksistlerdir.



[1] Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı (Taslak), Ankara 1995, s. 66. Burada söz konusu edilen, elbette bir tür panteizm değildir.

[2] ‘Tarih-öncesi, ön-tarih, tarih’ üçlüsü çerçevesinde anlaşılmalıdır.

[3] Mesela, Türk modernleşmesi tarihinde, padişah II. Mahmut’un bu türden bir başlangıç noktası, kabul edilmesinin yaygın olduğu izlenmektedir. II. Mahmut bir ‘sabit nokta’ olarak saptanır ve onun oldukça gerilerde kaldığı büyük aşamalar, bu şekilde, tanımlanma imkanına kavuşur.

[4] İlhan Akdere ve Zeynep Karadeniz tarafından kaleme alınan Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi – 1’de yapılanlardan biri de budur. (İstanbul 1996, Evrensel Yayınları)

[5] Metin Çulhaoğlu, “Bir Tasnif Önerisi: Devrimci Marksizm – Radikal Demokrasicilik”, Sosyalist Politika, S. 14, s. 25

[6] A.g.e., s. 25

[7] “Solun ‘devrimci demokrat’ olarak tanımlanan ve ‘askeri’ etkinliğe başat önem veren kesimi…” (M. Çulhaoğlu, “Bir Tasnif Önerisi…”, a.g.e., s.29) Burada, Çulhaoğlu’ya haksızlık etmiş olmamak gerekse de, H. Arendt’in şiddet öğesini politika-dışı görmesini çağrıştıran bir zihniyet yatıyor olmasın!

Bu çağrışımın da nereden çıktığı sorulmamalı! Çulhaoğlu’nun hemen yanı başında, akademi modasının son kreasyonlarını çabucak benimseyiveren eylem sahipleri boy gösteriyor. Mürekkep Dergisinin bir sunuş yazısında da aynı iklimde yetişmiş birinin politika anlayışının somutlanması görülüyordu. ÖDP’li Mürekkep’in ‘ÖDP’yi sunuş’ yazısında, sosyalist politika ile ÖDP’nin varlığı özdeşleştiriliyordu: “ÖDP’nin, Türkiye sosyalistleri açısından yegane gerçek siyasi zemin olma özelliğini arzediyor oluşunun anlamı açıktır: Türkiye sosyalizmine ilişkin gerçek siyasi mülahazalar taşıyanların bundan böyle ÖDP’nin dışında kalma hakkı kalmamıştır. Bugün Türkiye sosyalizmine ilişkin ne yapılacaksa ÖDP’te yapılacaktır. (…) ÖDP bizim siyaset evimizdir. İşçisinden küçük üreticisine; kadınından erkeğine; Kürdünden Türküne; Türkiye sosyalistlerinin içerisinde olmaktan sakınma, tereddüt gösterme lüksüne ve hakkına sahip olmadığı bir ev.” (“Sunuş”, Mürekkep, S. 9, tarihsiz, s. 6) Ağır bir zihni ‘totalitarizm’ kokan, darkafalı bir diletantistin kaleminden çıktığı anlaşılan bu tür yazılarla herhangi bir pozitif etkileşime girmeye değmez.

[8] Örgütlerin sadece birine, ama tabii başlıca birine, ilişkin bir polis raporu ‘fark’ı ortaya koyucu nitelikte: “Devrimci Halk Kurtuluş Partisi – Cephesinin (DHKP-C), son on yıl içinde 239 militanının öldürüldüğü, 8 bin 627 militanının da sağ olarak yakalandığı açıklandı. Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi Başkanlığının DHKP-C ile ilgili hazırladığı raporda, örgütün 2 bin 208 eylem gerçekleştirdiği belirtilirken…”(“10 Yıl İçinde 239 DHKP-C’li Öldürüldü”, Cumhuriyet Gazetesi, 21 Nisan 1998)

[9] “Kürt meselesi dendiğinde herkes barış trenine binecek; ama bunların bir kısmı reformist, bir kısmı devrimci olacak. İşçi sınıfı dendiğinde, herkes tıpış tıpış sendika mitinglerine gidecek; ama bunların bir kısmı reformist, bir kısmı devrimci sayılacak. Mevcut siyasal partiler kanununa, kimileri reformist biçimde, kimileri de devrimci biçimde uyacak. ‘Şeriat tehdidi’ne karşı hep aynı şeyler söylenecek; ama bunlardan bir kısmı reformist, bir kısmı devrimci kabul edilecek. Özelleştirmelere herkes aynı gerekçelerle karşı çıkacak; ama kimilerinin karşı çıkışının devrimci, kimilerininkinin ise reformist olduğu varsayılacak. Nihayet, sıra enternasyonalizme gelince herkes Küba ile aynı yol ve yöntemlerle ‘dayanışacak’; ama bu dayanışmacılardan bir kısmı reformist, bir kısmı da devrimci olarak tasnif edilecek… “Böyle saçmalık olmaz.” (M. Çulhaoğlu, “Bir Tasnif Önerisi…” a.g.e., s.26) Görülüyor, Çulhaoğlu, kendi korteji ve flaması altında olmayan işçileri işçi sınıfından saymayan bazı sendikacılar ve solcular gibi, bazı sol grupları soldan saymadan konuşuyor. Böyle olunca da birtakım maddi hatalar yapması kaçınılmaz oluyor. Maddi hatalardan sadece birine örnek: Türkiye solunda, özelleştirmelere ‘herkes’ten farklı yaklaşan -eğer başkası yoksa- bir tek sol özne vardır; ve o da, Maya Dergisinde temsil edilendir.

[10] Sosyalizmcilik ve işçiliğe daha önce de bir yazıda değinilmişti (Bak.: Melik Kara, “Devrimci Olmayan bir Sosyalizm”, Teori ve Politika, S. 7, Yaz 1997, ss.101-4)

[11] Adlandırmadan başlayarak bir ‘yan tutma’nın varlığı hemen göze çarpacaktır. ‘Devrimcilik’ten kasıt, bir organik durum, bir doğallık iken, ‘sosyalizmcilik’ terimi, bir uyumsuzluğu, iğretiliği vurgulamak için tercih edilmiştir. Ayrıca bu ayrım, pratik-politik devrimcilerin bulunduğu yerdedir. Yoksa, ‘teori alanı’nda bir çeşit ‘devrimcici’ sayılabilecek ‘devrimbaz’lar eksik değildir.

[12] Bu deyimler Tanıl Bora’ya ait (“ÖDP’de ‘Sınıf Savaşları’ / Sınıftan Kaçış mı, Sınıfa Kaçış mı?”, Birikim, S. 103, Kasım 1997, ss. 13-19)

[13] Kıvılcımlı’ya karşı TKP ve TİP’liler sosyalizmcidir. TKP, sosyalist devrimci olmadan sosyalizmci olmuştur.Bu konuda daha önce yapılmış bir değerlendirmede şöyle deniyordu: “Gelenek, TKP’yi, ‘aşamalı devrim’i savunmasına, yani ‘geleneksel sol’ özelliklerine uymamasına rağmen MDD’den ve devrimci demokrasiden saymaz. Gerçekten de TKP, o dönemde biçimsel bazı temaların aynılığına rağmen devrimcilerin safında değildir. Onun yeri TİP’in yanıdır. Bu, politik varoluşu ve karakteri önceleyenin devrim karakterinin sosyalist olup olmadığının savunulması değil, asıl ayrımın bir güçler ilişkisi ortamında ve o an için devrime ilişkin konumlanmanın kendisi ve buradan giderek bir tarihsel ortamda ortaya çıkan devrim anlayışı olduğunu gösteriyor.”(Melik Kara, “Akıntıya Karşı Devrimci Ayıraç”, Doğru Seçenek, S.10, Ağustos 1992, s. 55, dipnot)

[14] Muzaffer Nisan, Teori ve Politika sayfalarında bu etkiyi seslendirdi. “Şehit” kavramına karşı çıkan bir sosyalizmci dergiyi, Maya’yı kutladı. (“Devrimci Hareketin Yurtdışı Gerçeği”, Teori ve Politika – 9, Kış 1998, s. 133)

[15] “Doktor, Türkiye’de orijinal olanı yakalamaya çalışıyordu.(…) Dinin Türk toplumuna etkilerini tartışanlardan biriydi Doktor ve biz hepimiz laik gelenekten gelen insanlar olarak, Türkiye’de zaten insanların laik olduklarını varsaymak gibi bir yanılsama içindeydik.” (Ertuğrul Kürkçü, “Söyleşi: Hikmet Kıvılcımlı Üzerine”, Çağdaş Yol, S. 3, Şubat 1988, s. 13)

[16] Haklar ve Özgürlükler Platformu, ‘devrim şehitleri’ adına Eyüp Sultan’da mevlit okutmuştur ve bu, sol kamuoyunda yaygın bir şüpheyle karşılaşmıştır. Bu konuda geliştirilebilecek politik tutumu sakınmasız ortaya koyan bir çalışma için bak.: Cuma Tat, “Marx’ın Yolu Eyüp Sultan’dan Geçer (mi?)”, Teori ve Politika, S. 7, Yaz 1997, ss.110-14

[17] Mehmet Yılmazer, “Türkiye Devrimci Hareketinin Üçüncü Dönemi”, Yol, S. 7, Nisan 1997

[18] K. Gökdemir, Türkiye Devriminin Sorunları, İstanbul 1992, Nam Yayınları Hedef Kitap Dizisi, s. 6

[19] A.g.e., s. 8

[20] M. Çulhaoğlu, Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, İstanbul 1997, Sarmal Yay., s. 162

[21]K. Gökdemir, Türkiye Devriminin Sorunları, s. 36

[22] “Türkiye solunun özel konumlanışı söz konusu olduğunda, sınıf mücadelelerini ve siyaseti üçüncü eksene tıkıştıran eğilimlerin daha başat olduğu…” (Metin Çulhaoğlu, Binyıl …, a.g.e., s. 165) “Türkiye solu, aradan 70 yıl geçtikten sonra bugün bile sınıf savaşını daha çok retorik düzeyinde benimsemektedir. Bu retoriğin altı biraz kazındığında ortaya çıkan ise, ne işçi sınıfı, ne emeğin özgürleşmesi, ne de bunu sağlayacak sosyalist devrimdir; en genel anlamda halktır, gene en genel anlamda demokrasidir, özgürlüktür ve içeriği belirtik olmayan bir ‘devrimcilik’ anlayışıdır.”(s.38)

[23] Bu konuda iki genel istisnayı –kayıtlarını tartışmayı başka bir yere bırakarak– anmadan geçmemeli: Parti-Cephe Geleneği ve Aydınlıkçılar. Parti-Cephe Geleneği, politik dönemleştirme konusunda, solun diğer akımlarından belirgin olarak ayrıdır.DHKP-C’nin tarihi buna tanıktır. Aydınlıkçıların politikayı dönemsel yapmasını herkes izliyor; ama Aydınlıkçılar, politik yönelimlerinin platformu gereği, solun dışında kalmakla kalmıyor, sol tarafından anlaşılmıyor da.

[24] “Faşist Saldırılar Artıyor; Ne Yapmalı?”, Maya / Enternasyonal-Devrimci Gazete, S. 23, 15 Mayıs 1998, s. 16

[25] .Sosyalizmci Ekim’in, “anti-faşist mücadelenin militan görevlerine kapalı olduğu” anlatılmaktadır. (“Kapanan Dönem, Derinleşen Yol Ayrımı ve Bir Konferans, Bir Kongre”, Modern Devrimci Proletarya, S. 2, Nisan – Mayıs 1998, s. 94) Eleştirinin, son dönemlerde sosyalizmci etkilenmeleri giderek belirginleşen, ama net olarak devrimci bir kesimden gelmesi anlamlıdır

[26] “MLKP’de proletaryanın yerini semtler almaktadır. DHKP-C usulü halkçılıkla bir buluşma daha! MLKP’yi belirleyen, anti-faşizm ve onun Türkiye’deki baskın biçimi olan semt devrimciliğidir. (…) Semtlerin heterojen yapısı, mücadelenin buralardaki seyri ve bunun algılanışı, MLKP’nin politik çizgisine denk düşmektedir.” (“Kapanan Dönem, Derinleşen Yol Ayrımı ve Bir Konferans, Bir Kongre”, Modern Devrimci Proletarya, S. 2, Nisan – Mayıs 1998, s. 94)

[27] Ekim için, Marksizm = SİP + Devrimcilik. Devrimcilik – Ekim = Devrimci demokrasi

[28] ”Demokrasi sorununda Marksist devrimci tutumu ve programı başından beri Ekim temsil ediyor. Bir de bildiğiniz gibi ara bir konum ve tutum var. Tam da o küçük-burjuva ara sınıf konumuna denk düşen ve bizim geleneksel devrimci akımlar ya da küçük-burjuva devrimci demokrat akımlar dediğimiz akımların temsil ettiği tutum. Onlar bu meseleyi düzen içi bir reform mücadelesi olarak ele almayı reddediyorlar. Bu meseleyi devrimci bir tarzda çözmek istiyorlar. Ama ne yazık ki, bu meselenin devrimci çözümünün ne anlama geldiğini kavramak yeteneğini de bir türlü gösteremiyorlar.” (“Demokrasi Sorunu – 2 / Sorunun Ele Alınışında Temel Ayrım Çizgileri”, Kızıl Bayrak, S. 39, 10 Mayıs 1997, s. 20)

[29] Dilde, yazarken ve konuşurken, kavramsal karşılıklar bulmaya çalışmanın ve karşılıklı bağlantılarla ifade etmenin teorik bakımdan kategorik bir önemi olduğunu, teori-olmayandan teoriye sıçranılan momentin burada olduğunu, döne döne vurgulamak gerekiyor. Bu sırada, dil, varsın kuru ve kısır kalsın!

[30] “EMEP: Liberal Bir Küçük-Burjuva Muhalefet Platformu”, Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, S. 25, 3 Ekim 1997, s. 16 / İfade bozukluğu orijinalinde

[31] “Kızıl Bayrak’a Sarı Lekeler Düştü”, Maya, S. 23, 15 Mayıs 1998, s. 9

[32]“Devrimci 1 Mayıs ve Sınıfa Karşı Sınıf Politikası”, Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, S. 52, 25 Nisan 1998, s. 22

[33] “Bir Slogan ve EMEP’in Suslovları”, Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, S. 25, 3 Ekim 1997, s. 18

[34] Modern Devrimci Proletarya, S. 2, Nisan – Mayıs 1998.

[35] Yani Çulhaoğlu, Maya, Ekim ve SİP gibi sosyalizmci akımların devrimcilik – reformculuk ayrımında ısrar ettiğini ileri sürerken yanılıyor.(M. Çulhaoğlu, “Bir Tasnif Önerisi: Devrimci Marksizm – Radikal Demokrasicilik”, Sosyalist Politika, S. 14, Eylül 1997, s. 30) Biraz sabrederse, sosyalizmcilerin, sağındakilere karşı değil ama, solundakilere karşı, kendi önerdiği yeni ikiliyi de kullanacaklarını görecektir. Aslında onlar bu işi zaten yapıyordu.

[36] M. Çulhaoğlu, “Bir Tasnif Önerisi: Devrimci Marksizm – Radikal Demokrasicilik”, Sosyalist Politika, S. 14, Eylül 1997, s. 27-8

[37] Tasnifin teorik tezinin de sosyalizmciliğin epistemolojisine, yani teorik ve politik gerçeğin ayrılmamasına uygun olduğu belirtilmeli.

[38]ÖDP’nin devrimci olamayacağı, Lenin’in bir yerde sözünü ettiği, “herkesin devrimci olduğu moment”e ilişkin bir kayıt düşerek geçerli kabul edilmelidir.

[39]O halde, ÖDP içinde Marksist bir muhalefet oluşturacaklarını sanan bir avuç ‘Marksist entellektüel’, Marksizmin politik amentülerine ve ÖDP’nin politik argümanlarına aykırı hareket etmektedir. Marksist teorik gerekler Marksist olması gerekmeyen bir politik öznede aranmaya, ona eklemlenmeye çalışıldığında da, ortaya çıkan anakronik bir tablo olmaktadır. ÖDP’deki Marksizm savunucuları, gerçekçiliğe ve politikaya davet edilmelidir. ÖDP kürsülerinde post-Marksizme karşı Marksizm savunuculuğu ne kadar gereksizse, ÖDP içindeki post-Marksistlere karşı teori araçlarıyla mücadele de o kadar zorunludur. Marksist politik öznelerin verili ortamında Marksistlerin zorunlu olarak toplanacağı bir Marksist örgütün yokluğu koşullarında, kimseye adres yasağı konamaz, ama Marksizm adına hareket edenlerden tutarlık beklemek zorunludur. (T. Bora’nın ÖDP içindeki ‘Marksistleri’ eleştirisi bu bakımdan yerinde.)

[40] Sosyalist Politika, 17, s. 57-8

[41]E. M. Wood, Sınıftan Kaçış, Çev.: Şükrü Alpagut, İstanbul 1992, Akış Yay.

[42] Mehmet Yılmazer, “ ‘Gelenek’ Mirası Nasıl Devralıyor?”, Çağdaş Yol, S. 4, Haziran 1988, s.15

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar