Ana SayfaArşivSayı 59-60TKP’nin “Dinselleşme ve Komünistler” Metni

TKP’nin “Dinselleşme ve Komünistler” Metni

Aycan Epikman

 

Türkiye Komünist Partisi, 9-10 Haziran 2012’de tamamlanan 11. Kongre Türkiye Konferansında onaylanan bir değerlendirme yayınladı. Değerlendirme, “siyasal rejimin ve toplumsal yapının dinselleştirilmesi” karşısında TKP’nin tavrını ve mücadele yolunu ortaya koyuyor.

Aşağıda bu metni ve paragraflar halinde eleştirimizi bulacaksınız. Sola hizalı yazılar TKP’nin metnini oluştururken, sağa hizalı yatık (italik) yazılar eleştirilerimizden oluşuyor.

 

Dinselleşme ve komünistler

TKP 10. Kongresi’nin, 2011 seçimleriyle kurulduğunu saptadığı İkinci Cumhuriyet’in temel eksenlerinden biri, siyasal rejimin ve toplumsal yapının dinselleştirilmesidir. Geçtiğimiz bir yıl içinde bu eksenin güçlendirilmesi yolunda giderek hızlanan adımlar atılmıştır.

TKP’nin, burjuva devlet aygıtını ve kapitalist toplumsal ilişkileri parçalaması öngörülen partinin, bu devlet aygıtının dizginlerinin ele geçirilmesinde egemenlerin tamamen kendi dışında dönen kavgalarında taraf olduğu birinci elden ilan ediliyor.

Birinci Cumhuriyetçilerin, tarihinde anlaşamadığı ama geldiği konusunda hemfikir olduğu cumhuriyetlerin ikincisinin, temel karakteristiği saptanıyor: Birincinin temel bir belirteci olan laiklikten vazgeçilmesi. Birincinin laik olduğu, ve dini, siyasal rejimin ve toplumsal yapının kontrolünde kullanmadığı anlamına geliyor bu. Hakikaten öyle miydi birincisi?

Birkaç yıl önce marjinal örnekler mi öncü adımlar mı oldukları tartışılan kimi uygulamaların genelleştiğini ve bütünlük kazandığını görüyoruz. Eğitim sistemine dinin sokulması, çeşitli yerelliklerde alkollü içkiye düpedüz yasak getirilmesi, devletin dinî televizyon kanalı açması yalnızca tekil uygulamalar değil, AKP’nin ilk bakışta bunlarla ilişkisi kurulamayacak çeşitli alanlardaki programını bütünleyen ögelerdir.

1950’de Demokrat Parti iktidarının Türkçe okunan ezanın Arapça okunmasına yol vermesi ölçüsünde çarpıcı olmayan birtakım dinsel değişiklikler olduğu doğru. Ayrıca, 1960’lardaki Demirel hükümetinin din ile ilgi bakımından AKP’yi aratmadığı da hep anlatılır. Hasılı, bugün olanda daha dramatik bir şey görüyor olsalar da “komünistler”, bu ülkede söz konusu “uygulamalar” her zaman şu ya da bu şekilde hayata geçti. Öte yandan, dünyanın, bölgenin ve ülkenin tarihsel seyrinde, birtakım önemli değişimlerin olmaması düşünülemezdi. Yüzyıla yaklaşan Kemalist rejimde birtakım değişikliklerin olması gerekecekti. Has Kemalistlerin ya da “Birinci Cumhuriyetçiler”in bile AKP iktidarı başlarına kadar, Kürt meselesi gibi kritik başlıkları da kapsayan önemli değişimler için hazırlık yapmış olduğu anlaşılıyor. Bunun AKP iktidarı zamanına denk gelmesinin ideolojik boyutları da olacaktı ve nitekim olmuştur da…

Türkiye egemen güçlerinin sosyal devletten kalan boşluğu doldurmak için İslami yardımlara, Ortadoğu’da rol genişletmek için Sünni kimliğine, Kürt sorununa çözüm adına “din kardeşliği” fikrine, ilerici ideolojilerin kaynaklarını kesmek amacıyla sanat ve kültür alanlarının kurutulmasına, genel olarak eşitsizlikleri, haksızlıkları meşrulaştırmak için dinin yaygınlaşıp derinleşmesine ihtiyaçları var.

Kurumsal Kemalizmin restorasyonu için ideolojik Kemalizmden vazgeçilmesinin bir Marksist için ne gibi bir önsel olumsuzluğu olabilir. Olumsuzluk, evet, yeni ve taze egemenlik icra yol ve yöntemlerinin devreye sokulmasıdır. Ama TKP’nin derdinin bunlar olmadığı anlaşılıyor.

Mesela, sosyal devletin düzene bağladığı yoksullar ile TKP’nin tabiriyle “sadakacı devlet”in düzene bağladığı yoksullar arasında ne gibi bir ayrım yapıldığı anlaşılamıyor. Hedefi sosyal devletin beşiği Avrupa mı acaba TKP’nin? Ya da, sosyal devletçe kişilik kazandırılan yoksulların bir sonraki adımının sosyalizme doğru olacağı mı umuluyor?

Bu çerçevede ateizme dönük aşağılayıcı saldırılar meczupça bir gericiliğin göstergesinden ibaret değil, egemen ideolojinin yeniden yapılandırılmasının vazgeçilmez unsurlarıdır. Olası bir yeni anayasa da kitlelere burjuva liberalizmi veya emperyalist “küreselleşmecilik” üstünden değil, din sayesinde mal edilmeye çalışılacaktır.

TKP’nin, ateist olduğunu söyleyen Yargıtay Başkanının cenaze namazını kıldırmak istemeyen imamı silahla tehdit eden “ilerici” askerlerin varlığını özlediği anlaşılıyor.

Olası bir yeni anayasa kitlelere ne o ne bu sayesinde benimsetilecektir; devletin her zaman kullandığı maddi-manevi gücü ne güne duruyor! Ötekiler tam da “teferruat”!

Türkiye Komünist Partisi 11. Kongresi, bu süreci tanımlamak ve komünistlerin nasıl davranması gerektiği sorusuna yanıt üretmekle kendini yükümlü hissetmiş ve aşağıdaki belgeyi hazırlamıştır.

A. Genel yaklaşımlar

1. Din ve emekçilerin kurtuluşu

Aydınlanma, insanın kendi kaderini eline alabilmesi için dinin toplumsal ve siyasal yaşantıya egemen olmaktan ve siyasal ideolojilerin çerçevesini çizmekten uzaklaştırılması anlamına geliyordu. Yüzlerce yıl süren Aydınlanma sıçraması, insanı tanrısal kuvvetlerin çaresiz kölesi veya inisiyatifsiz yansısı olmaktan çıkartarak modern sınıf mücadelelerinin arka planını oluşturdu. Emekçi hareketi ve sol, sömürüsüz bir dünya mücadelesinde kendini zorunlu olarak seküler bir perspektifle tanımlar.

TKP, başlangıcıyla kendini nereye yerleştirdiğini göstermektedir. Aydınlanmacıların bütün anlayışının basit bir kelime oyununa dayanması şaşırtıcı olabilir. Okuyan, büyük bir uygarlık hareketi olarak kapitalizmin gelişmesini küresel ölçekte üstlenen bir anlayışın ideolojik karşılığının kendini bir sözcük oyununa bağladığına inanamayabilir. Ama gerçek budur.

“İnsan”dan “emekçi”ye geçmek de bir oyun ve kelime oyunundan daha kolay anlaşılan bir hilesi var! Ama bunu atlayalım bu seferlik.

İnsanın yani emekçilerin kurtuluşu başlığında bir başka kelime oyunuyla, insanın kaderinin hakimi olabilmesi için dinlerin geriletilmesi gerekiyor!

Bu anlayışa göre, Aydınlanmadan önce, insan toplumlarını Tanrılar yönetiyordu. İnsanların kaderi Tanrıların elindeydi. Tanrı ol derse oluyor, olma derse olmuyorlardı. İnsan tanrısal kuvvetlerin çaresiz kölesiydi ve Aydınlanma hamlesiyle Tanrılardan kurtuldu.

Bu kadar basit bir yanlışla başlanan bir metnin sağlamlığına ilişkin görüş oluşturun bakalım.

Demek; Aydınlanmadan önce insanlar mücadele etmiyor, ezilenler ayaklanmıyordu!

Ama buradaki sorun TKP’nin yazıcılarında değil, koskoca Aydınlanma mustarip bu sorundan.

Oysa, Aydınlanmadan nice sonra, “seküler” İkinci Enternasyonalciler de, “proletaryayı determinist kuvvetlerin çaresiz kölesi” görüyordu. Demek neymiş; “seküler” olmak, insanın kaderini eline almasına yetmeyebiliyormuş!

Demek neymiş; seküler/uhrevi ayrımı Aydınlanmacı bir aldatmacadan ibaretmiş.

Bu, mücadelenin bütün tekil parçalarının, bireylerin dinsel anlamda inançsız olmalarını gerektirmez. İnsanlığın bilgi birikiminin açıklamaya yetmediği her soru karşısında dinsel düşüncenin devreye girmesi, bir tarihsel ve nesnel olgudur. Böyle bir olgunun karşısına kabaca “dinsizlik”le çıkılamayacağı açıktır.

Elbette, “komünistler” insanlara bir yandan yatak odalarında ve kafalarının içinde (belki yüreklerinin derinliklerinde), inanç özgürlüğü tanımaktan kaçınmayacaktır! Aynı “komünistler”, bu ülkenin devrimcileri, “silahlı çete”yi, “Anayasayı değiştirme”yi düzenleyen başka maddelerden yargılanırken, Ceza Kanununun meşhur 141-142. maddeleri hakkında, düşünce özgürlüğü konusunda ne diyorlardı, hatırlansın. Yatak odasında, kafanın içinde “yaşanan”, ama ifade araçlarına ulaşmayan bir komünistlik de bu dünyada çok salık verilmişti zamanında devletliler tarafından… Dindarlar müteşekkirdir komünistlere!

Öte yandan, tarihsel ve nesnel olgulara da şapka çıkarıyor “komünistler”: Dinlerin yeri, insanlığın bilmediği alanlarda yani cehalet alanlarında geçerlidir. Dinsel karanlık lafını boşuna mı ediyor Aydınlanmacılar ve onların şakirdi komünistler! Ve bu bağlamda dinsel düşünceler, materyalizm gereği nesnel varlık sebebi bulacaklardır. Nesnelci komünistler.

Üstelik dinin her zaman ilerlemenin önünü kestiği de doğru değildir. Dinlerin gelişimi genel olarak insanlığın düşünsel gelişiminin bir parçasıdır. Yeni dinler birçok örnekte eski egemen güçlere karşı ezilenlerin mücadelesini ifade edebilmiş ve tarihsel ilerlemeleri temsil etmişlerdir. Kuşkusuz toplumsal düzenin bilimle barışması, süreç içinde seküler düşüncenin alanını genişletecektir. Söz konusu barışıklık sosyalizmle sağlanacaktır. Dolayısıyla dinsel önyargıların ilerlemenin önünü kapatmaması için atılması gereken ilk adım, sosyalizmin kurulması, bunun için sosyalist devrimdir.

“Komünistler”, Aydınlanma öncesinde, Ortaçağda ve daha öncesinde, dinlerin zamanının toplumları ortamında bir ilerleme sağladığını inkâr edecek değillerdir. “Komünistler” tarihselci epistemolojileri gereği, dinlerin ilerici olduğu zaman ile dinlerin gerici olduğu zamanı ayırt edebilirler. Nitekim, Muhammed, bütün sorunlarına rağmen, geri Arap toplumunu tarihsel ilerleme eksenine oturtmuştur. Kız çocuklarının diri diri gömülmelerine karşı çıkışı ilerici ve ilerleticidir. Ama bu artık geride kalmıştır!

Ancak “komünistler”, tarihsel ilerlemeyi ve her çağın kendi düşüncesi olduğunu göz ardı edemeyeceklerdir. Nitekim, zamanla, Aydınlanmayla birlikte, toplumsal düzen ile bilim barışmaya başlamıştır. Toplumsal düzen ile bilimin tam bir barışıklığı ancak sosyalizmde mümkün olabilecektir. Nitekim, muzaffer sosyalist ülkelerimizde bu barışıklık mükemmel bir şekilde sağlanmış, bu ülkelerimiz üretim güçleriyle üretim ilişkilerinin barışıklığının bir başka ifadesi olarak bilimle toplumsal ilişkilerin barışıklığı sonucu üretim güçlerini mükemmelen ilerletmişlerdir. Bir kuyrukluyıldızın kuyruğunun kazara çarpmasıyla çökmeseydiler insanlık daha neler görecekti!

Şu halde, bugün dinsel meselelerle uğraşmayı bırakalım ve dinsel önyargıların ilerlemenin önünü kapatmaması için bir an önce sosyalizmi kuralım. Ama tabii, sosyalizmin kurulması için önkoşul da sosyalist devrimin bir an önce yapılmasıdır. Haydi yoldaşlar, ellerimizdeki kitaplarımızla Aydınlanmış seçmenleri komünistlere oy verip devrimi gerçekleştirmeye çağırmaya!

Bu çerçevede komünist hareketin insanların kişisel inanç ve vicdan özgürlüğünü sahiplenişi son derece samimidir. Komünistlerin, toplumsal yaşamın, siyasetin, siyasal ideolojilerin vb. dinsellikten arındırılması için mücadeleleri de bu samimiyetle çelişmez.

Kimse, biz komünistlerin kişisel inanç ve vicdan özgürlüğü bağlamında, dindarlar ve sıkmabaşlarla ettiğimiz alayların samimiyetinden kuşku duymasın. Ama bunlar kamusal alanda tekrar ediliyorsa samimiyetimizden şüphe edebilirsiniz!

TKP, milliyetçi ideolojinin, devletçi ideolojinin falan toplumsal yaşamdan, siyasetten, siyasal ideolojiden arındırılmasını neden istemez? Dinsel ideolojinin suçu nedir?

Sosyalist hareketler günümüzde de kimi ülkelerin özgün koşullarında dinci akımlarla olumlu temasa girebilmektedir. Türkiye Komünist Partisi bu örneklerden genelleştirilmeye gidilemeyeceğini, ülkemizin bu kapsamda ele alınamayacağını saptamaktadır.

Lübnan’da Hizbullah başımıza bela bir iş açtı. Şimdi de Suriye’yi savunuyor. Bu ülkedeki komünistler dinci Hizbullah’la birlik olup İsrail’e karşı savaşıyor; biz bunu anlamakta zorlanıyoruz ama bu istisnayı genelleştirmekten uzak durmalı ve gözlerimizi bir an kırpmamalıyız.

Ancak, ülkemizin bu kapsamda ele alınmak istenmemesini mi anlayacağız bu sözlerden yoksa AKP’ye karşı bazı dindarların açtığı savaşı görmezden mi geleceğiz?

Pek anlayamadık komünistleri bu paragrafta.

Ancak, her şeye karşın, TKP’nin elinin Türkiye’de epeyi güçlü olduğunu teslim etmeliyiz.

 

2. Aydınlanma mirası ve komünizm

Burjuvazinin aydınlanma değerleriyle arasındaki bağ, zaman içinde zayıfladı. Özellikle gericilik konjonktürlerinde, bu eğilim güçlendi. Uluslararası sermayenin 20. yüzyılın son çeyreğindeki antikomünist kampanyası da bunlardan biridir. Bu son dönemde kapitalist sistem bir bütün olarak daha sağa kaymış, dinsel ideolojiler, gericiliğin çeşitli türleri yaygınlaşmıştır. Bugün dinci gerici akımların yaygın ve baskın konumlarıyla antikomünizm doğrudan bağlantılıdır.

Aslında burjuvazi Aydınlanmaya sıkı sıkı sarılsa komünistlerin bu burjuvaziyle komünizme kadar yolu var! Aydınlanma boşlukta asılı kalınca onun savaşçılığı “komünistler”e düştü.

“Komünistler”in aklına, dinci gerici akımların yaygın ve baskın konumlarında, komünistlerin Afganistan’da, Irak’ta, Pakistan’da, Somali’de, Suriye’de, Çeçenistan’da, nice ülkede ve elbette Türkiye’de ezilenlerin mücadelesinin başını çekmemesindeki bağımsız sorumluluk gelmiyor nedense.

Sosyalist ülkelerin çöküşüne kadar dinci gericiliğin emperyalistler tarafından kullanılmasını anladık; ama bugün emperyalistlerin askerlerine karşı savaşan dinci gericilerin anti-komünizmle doğrudan bağlantılarını anlayamadık.

Komünist hareket, burjuva aydınlanmasını sınıfsız topluma uzanan bir sosyalist aydınlanma olarak dönüştürerek sahiplenir. Dinselliği yöntemsel olarak dışta bırakan ve işçi sınıfının devrimci rolünün altını çizen Marksizm’in, aydınlanmayla ilişki açısından en istekli ve tutarlı akım olması beklenir bir durumdur.

Yani önce insanız sonra sosyalist! Önce Aydınlanmanın yarattığı ve kurduğu insan kategorisi içindeyiz; sınıfsız toplum mücadelesi ancak ve sadece bu tünelden yürütülecek bir menzildir.

Bu komünistler ya saflar, ve burjuvaziyi küçümsüyorlar; ya da hakikaten burjuvazinin uygarlığı mantıksal sonuçlarına götürülürse komünizme varacağımızı sanıyorlar.

Kendisine karşı savaşacağımız bir uygarlığı nasıl kendi argümanlarıyla yenebiliriz! Aydınlanma uygarlığıyla kapitalizmi ayırmak gayet dinsel veya idealist mi demeliyiz, bir iş olmak yanında, bugünün dünyasında kime karşı mücadele ederek komünizme ilerleyecek, sosyalizm kuracak, devrim yapacağız!

Bugün karşımızdakilerin Aydınlanmayı safça size bırakacağını mı sanıyorsunuz. Burada, aslında İslamdan “yararlanmak” isteyen sosyalistlere ilişkin eleştirdiğiniz sizin başınıza geliyor.

Aydınlanma bugün hem geride kalmıştır, hem de gericileşmiştir. “Kürtler kardeşimizdir” lafı bir zamanlar ilericiydi ama şimdi gericileşmiştir. Aydınlanmadan bugün devrimci kimseye bir şey çıkmaz.

Dinselliğin yöntemsel olarak dışarıda bırakılması hususuna gelince; Aydınlanmanın içinde olan birine bu sözü eleştirmek boş bir iştir elbette.

Mesele, devrimci olmaktadır; burjuva dünyayı, feodal dünyayı, ezenlerin dünyasını ve uygarlığını reddetmektir! Birine yaslanarak ötekine kılıç sallamakta değil!

Öte yandan burjuvazinin dinci gericilikle artan içli dışlılığı, emekçilere karşı mücadelede dinin doğrudan doğruya devreye girmesini getirmektedir. Egemen güçlerin inanç ve vicdan özgürlüğü söylemini, gericiliğin örtüsü olarak kullandıkları görülmektedir. Komünist hareket bu çerçevede karşısına çıkan tuzaklara düşmemek için büyük dikkat gösterir.

Burjuvazinin dinsellikle ilgili kesiminin hakimiyetiyle, burjuvazinin Kemalist ideolojik kesiminin de öteden beri kullandığı bir silah olarak “dinin emekçilere karşı mücadelede doğrudan doğruya devreye girmesi”ni güçlendirmiştir, bu doğru. Fakat bu arada, din, emekçilerin ve ezilenlerin cephesinin de bir silahı neden olmasın! Burada Aydınlanmacı komünistler –bu terimi aynı mantıkla ve simetrik olarak dinci komünistler olarak da kullanabiliriz pekala- Aydınlanmanın değerlerinin komünistlerin mücadelesinde bir silah olarak işlevlenebileceğini görüyorlar ama nedense dinselliğin aynı işlevi göremeyeceğini düşünüyorlar? Çünkü, TKP, Aydınlanmaya özsel ilericilik, dine özsel gericilik yakıştırıyor.

Komünist hareketin bu süreçteki tuzaklara ilişkin göstereceği dikkat, Aydınlanmacılık cephesinde konsolidasyonu güçlendirmek anlamına gelmektedir sadece.

 

3. Türkiye’de Aydınlanma ve laiklik

Türkiye burjuva devrimi aydınlanmacı olmaktan ziyade pragmatiktir. Aydınlanmacı pratikler hayli sınırlı bir süre için merkezi politika olarak yürütülmüş, çoğunlukla egemen güçler dinci gericiliği gerektiğinde kullanıma sokmak üzere kollamayı gözetmişlerdir. Bu nedenle aydınlanmacılık -kılık kıyafette olduğu gibi- genellikle biçimsel ögeler olarak algılanmıştır. Laiklik uygulamalarının halk kitlelerine, kendi kaderlerini ellerine almak gibi bir siyasal motivasyon kazandırdığı ve coşkuyla sahiplenildikleri söylenemez.

Burada “komünistler”, fazlasıyla ütopik bir pozisyonu tercih etmişler. Kemalizmi beğendiklerini söylemek bugün bu türden komünistlerin bile harcı değil demek. Ancak utangaç beğeni ifadeleri kullanabiliyorlar. Aydınlanmacı pratiklerin ne olduğunu somut olarak sıralasalardı da komünist suflelerin nerede olacağını bilseydik… Fakat komünistlerimize, tarihsel koşulların hep böyle olduğunu, kendilerine hep pragmatik geleceğini hatırlatmalıyız. Ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayanlar, İstiklal Caddesinde çatışma havası görünce pikniğe gidenler tarihsel realiteyi hep böyle anlatır. Bu işler, hep birtakım biçimselliklerle akılda kalır. Ama buna rağmen, “komünistler”in hâlâ laiklik uygulamalarının halk kitlelerine motivasyon kazandırdığını ve onlara coşkuyla sahiplenilmesini tartışan cümleler kurmasına helal olsun!

Laiklik uygulamaları Türkiye’de halk kitlelerine “kendi kaderlerin ellerini almak” duygusu oluşturmak ne demek, kaderlerinin yine ellerinde olmadığının bir kanıtı olarak sunuldu. Bir komünist devrimci, ancak böyle bir cümle kurabilir. Öteki türden cümleler, majestelerinin olmasa da Kemalizmin komünistlerine has olurdu.

Bu kısıtlar altında bile, komünist ve ilerici hareketin sahipleneceği bir aydınlanma mirası vardır.

Türkçe olarak şunu diyor komünistler: Kemalist Türkiye burjuva devriminin Aydınlanmacı mirasını sahipleniyoruz. Muhtaç olduğumuz kudret Aydınlanma mirası inkılaplarda! Ama yetmez; miras bellediğiniz inkılapları somut olarak yazmanız gerekiyor.

Kaldı ki, Türkiye’nin cumhuriyet öncesi geçmişinin dinci gericilikle damgalı olduğu fikri de asılsızdır. Bizim topraklarımızın sorunu ve Sünniliğin özgün gücü, toplumun uzun bir tarih diliminde dine boğulmasında değil, dinin siyasal iktidarla girdiği tarihsel ilişkidedir. Yoksa toplumun seküler kaynakları hiç de yoksul sayılamaz.

Burada “komünistler”imiz bir Türk tarih teorisine sahip olduklarını ilan ediyorlar. Ama bu tarih teorisinin Asya Tipi Üretim Tarzı cinsinden, Türkiye tipi din oluşumu olarak ifade edilebileceği anlaşılıyor. Komünistlerimiz, örneğin Arapların dine boğulmuş olduğunu sanıyor, veya bugünkü İran’ın dine boğulmuş bir toplum olduğunu sanıyor. Şeriatın, örneğin Osmanlı’da pek uygulanmadığını söylemek istiyor komünistler. Ama komünistlerimizin burada yine Aydınlanma eşiğine, onun bir ürünü olan milliyetçilikle birlikte takıldığını söylemek zorundayız. Şeriatın soyut bir gerçek olarak bazı topraklarda “tarihsel ilişki” kurmaksızın uygulanabileceğini, ve bu toplumların dine boğulacağını, ama Türk toplumunun Sünniliğin özgün gücü olarak, yoksul sayılmayan seküler bir orijinalite oluşturduğunu kabul ediyorlar. Komünistlere tarihin nesnel yasalarını küçümsememelerini ve toplumların ideolojiler tarafından sadece biçimlendirilebileceğini hatırlatalım. (Evet, bizim sosyalizm deneyimlerimiz dahil!)

Yani, her toplum sekülerdir. Vatikan bile! Aydınlanmacıların aldanışıyla bazı toplumların Tanrı tarafından bazılarının insanlar tarafından yönetildiğini sanmasınlar; Aydınlansınlar.

 

B. İkinci Cumhuriyet’te ne oluyor?

1. Aydınlanma tasfiyesi

İkinci Cumhuriyet sınıfsal olarak burjuvazinin gerici bir fraksiyonunun değil, bütününün tarihsel tercihi olarak karşımıza çıkmaktadır. Arkasında emperyalizmin onayı ve desteği de bulunan egemen güçler içindeki iç çelişkiler, derin ve uzlaşmaz strateji ayrılıkları olmaktan uzaktır. Aydınlanma mirasının reddi ve tarihsel kazanımların tasfiyesi konusunda İkinci Cumhuriyet bir burjuva konsensüsünü temsil etmektedir. Neoliberal, piyasacı yaklaşımlarla dinci gericilik birbirini bütünlemektedir.

Burada “komünistler”in önemsiz olmayan şeyler söylediğini kabul edebiliriz. Ama yine de, egemen güçlerin cumhuriyet öncesine dayanan iki başlıca akımının dinamiklerinin küçümsenmemesini söylemeliyiz. Nitekim, bunun bir alt-ayrımı olabilecek bir şekilde, Fethullahçılar ile AKP’nin bugünlerde durulmuş görünen kapışmasının büyüyeceği ve bunun orta vadeli sonuçlar yaratacağı beklenebilir. İki gerici kanattan birinde yer alan Demirel’in siyasi kariyerini öbür tarafın safına geçerek noktaladığı unutulmasın. Tayyip Erdoğan’ın veya Fethullah Gülen’in, “dinci gerici” olmaktan önce devletçi olduğu bir an gözden kaçarsa, TKP gibi kendinizi ilerici burjuva kanadı savunur bulursunuz! (Onların aslında hakiki ilerici olmadığını söyler durursunuz, ama ne cümlenizde bir yer tutabilir bu sözleriniz, ne de dinleyenler öyle anlar!) İkinci Cumhuriyet denilenin, Cumhuriyetin yüzüncü yılına yaklaşırken, ideolojik Kemalizmi geriye çekmek olarak tecelli eden bir boyutunun olduğu görülüyor. Bu gelişmede, yeterince uzun süre yanında, dünyanın içinde olduğu nesnel dinamiklerin de rolü olduğu açık. Ama bu gelişmeye özel önem atfetmek, mesela Cumhuriyetin birincisinin bittiği ve ikincisinin devrede olduğu gibi bir saptama, bu ikisi arasında somut fark algılayan kesimler için tayin edici olabilir. Kürt Hareketi için bu değişimler önemli operasyonel sonuçlar verecektir. Ama örneğin, Türkiye devrimci hareketinin bu olası dönüşümle ilgisinin ne olacağı şüpheli sorudur. Dönüşümü, Aydınlıkçılar tam da “operasyonel” olarak yaşıyorlar, ama TKP gibi dönüşümü ancak “mini etek” tartışması bazında hissedenler için bu önem anlaşılamıyor! Hata yapmayalım, bu sözü bağlarken: Eğer yaşam tarzı solcusu değilseniz!

Bu tasfiyenin biricik alternatifi sosyalizmdir. Komünist hareket ülkemizin bütün ilerici birikimini cesaretlendirmek ve sosyalizm yönünde harekete geçirmekten, birinci derecede sorumludur.

Propaganda niteliği bile olmayan boş laflar. TKP, yeni burjuva cumhuriyeti mücadelesinin pasif konformist bir neferidir.

 

2. İkinci Cumhuriyet’in sınırları

Siyasal iktidarın güç kaynakları geniş olmakla birlikte, İkinci Cumhuriyet rejiminin, mantıksal sonuçlarına kadar derinlik kazanacağı düşüncesi yanlıştır. Türkiye toplumunun dinselleştirilmesinin yapısal ve tarihsel sınırları vardır. Bu sınırları, mülk sahibi egemen güçlerin “laik” olduğu düşünülen kesimleri değil, modern işçi sınıfı, doktor, mühendis, öğretmen gibi eğitimli ve kalifiye emekçiler, sanatçı ve bilim insanları gibi aydın kesimler, öğrenci gençlik, kadınlar, Aleviler temsil etmektedir.

TKP tarihin nesnel olgularına yaslanıyor ve doğru düşünüyor. Yani, yaşam tarzı bakımından bile o kadar korkulacak bir şey yok ortada. Örneğin, AKP’nin başta lideri olmak üzere, “özTürkçecilik”le dalga geçen bir kültürden geldikten sonra bugün kullandıkları yeni sözcüklere bakıp görülebilir bu gelişmenin belirtileri… Yani Kemalist modernleşme Türkiye toplumunu bir yere getirmiştir.

Ama sorun, paragrafın ikinci bölümünde beliriyor. TKP’nin dayanak olarak saptadığı toplum kesimlerine bakalım. Modern işçi sınıfı gibi protokolden yer almış bir ifadenin ötekilerle yan yana sıralanışında sorun olduğu açık değil mi? Modern işçi sınıfından TKP, herhalde terzi kalfalığından tekstil fabrikasına işçi olarak sığınanı değil de, örneğin bilişim sektörü çalışanlarını, reklam ve pazarlama sektörü işçilerini, medya işçilerini kast ediyor olsa gerek. Bu durumda anlaşıldı; öteki kesimleri de katarsak, olumsuz anlamda “yeni orta sınıf”ı buluyoruz. TKP’nin dayanağı bu sınıftır. Ama listede aykırı duran iki öğeyi “kadınlar” ile “Aleviler” oluşturuyor. Kadınlar değil de, yeni orta sınıf kadınlar demek daha belirtik olacaktı. Ama Aleviler için bir şey diyemeyiz; Alevilerin, giderek bir topluluktan topluma dönüşmekte olan bu kesimin genel olarak anılmasında bir sorun görünmüyor.

Komünistler, toplumun en alt katmanlarından umudu kesmişler. TKP, daha önce Demirel tarafından söylenen bir ayrımın, beri tarafı Belçika öte tarafı Bangladeş olan bir Türkiye’nin beri tarafının TKP’si olmaya ramdır. Bunda tek aykırı örneği Aleviler oluşturmaktadır. Kürtleri de tamamen Kürt Hareketine bıraktığını hayra mı yormalı şerre mi?

Bu geniş nüfusun siyasi temsilciden yoksun olduğu veya ağırlıklı temsilcilerinin İkinci Cumhuriyet karşısında uzlaşmacı ve teslimiyetçi davrandıkları açıktır. Bu durum, komünist hareketin önünü kapatmamakta, sorumluluğunu artırmaktadır. Dinci gericiliğin Türkiye’yi geri dönülmez bir karanlığa, şeriatçı bir diktatörlüğe götüreceği yolundaki umutsuz öngörüler reddedilmelidir. Yine dinci gericiliğe muhalefet edebilmek için dinle pozitif ve politik bir ilinti içine girmek gerektiği yolundaki yaklaşımlar da kabul edilemez.

Komünist Partisi, Belçika Türkiyesinin kendine uygun gördüğü nüfus kesimlerinin de örgütsüz olduğunu saptıyor.

İkinci Cumhuriyet’in çok da ağır bir yenilgi olmadığını, umut kırmamak adına söylemiyorsa TKP, şeriatçı bir diktatörlükle karşılaşılmayacaksa, neden korktuğunu, İkinci’nin neden ikinci olduğunu ama birincinin devamı olmadığını anlatmalıydı.

Bu duruma karşı ideo-politik tutum olarak din ile pozitif bir politik ve ideolojik ilişkilenme arayışının nafile olduğunu saptıyor TKP. Kendi politika anlayışı gereği doğru söylüyor TKP. Aydınlanmacı burjuvaziye karşı muhalefet edebilmek Aydınlanmacılıkla ilinti içine girmenin sonucunu kendinden ve atalarından biliyor; dinci gericilikle mücadele için de aynı şey olursa? Allah korusun!

Dinci gericiliğe pratikte çekilecek sınırı, büyük ölçüde, komünist ve devrimci hareketin söz konusu toplumsal kesimlerle bağı belirleyecektir.

Bunun da propaganda gücü alabildiğine düşük bir laf olduğunu söyleyelim. Sadece, komünist’ten sonra devrimci ile hangi hareketin kast edildiğinin anlaşılmadığını belirtelim.

3. Mücadele de bütünlüklüdür

Nasıl dinci gericilik ayrıksı bir olgu, bir aşırılık değilse ve burjuva egemenliğinin bütünlüğünü temsil ediyorsa, solun mücadelesi de bütünlüklü olmak zorundadır. Türkiye’nin Ortadoğu’da emperyalist senaryoların içine çekilmesi için Sünniliğin keskinleştirilmesine gerek vardır; ve buna karşılık barış mücadelesinin başarısı, dinci gericiliğe de darbe vuracaktır. Kürt halkına din kardeşliği adına boyun eğdirilmek isteniyorsa, Kürt emekçilerin sınıf mücadelesine katılmaları, dinci gericiliğin bir kalesini düşürecektir. Örnekleri çoğaltılabilecek bu dolayımlar, solun mücadele programında mutlaka gözetilmelidir.

Bütünlük anlayışı, din başlığının karşı-bütünlüğe bırakılmasına ilişkin etkili bir manevra. Bütünlük adına herkes laik bayrağın altına!

Sol hareket, Suriye’ye ilişkin TC’nin kalleş politikasını mahkûm etmelidir, ama bunun tek ve bütünlüklü yolunun BAAS’ın “laik” bütünlüğüne destek olacağını nasıl ileri sürebiliriz.

Kürt -ulusuna değil- “halk”ına ise, din kardeşliği ya da başka her türlü numarayla –asıl unsur zor olmak kaydıyla- boyun eğdirilmek isteniyor, ama buna karşı mücadeleyi Kürtlerin zaten götürdüğünü sağır sultanın bile duyduğu gerçeğini bir yana bırakıp hâlâ “sınıf mücadelesi” bütünlüğüne katılmalarından bahsetmek, olsa olsa Kürt Hareketinin mücadelesinin bütünlüğünü tanımamak anlamına gelir. TKP’nin mücadele bütünlüğü anlayışı, pratikte, yani bizim her sözümüz boş da olsa, Kürt Hareketi tarafından bölünüp parçalanmaktadır…

C. “Solun alanı”na saldırı

İkinci Cumhuriyet siyasal iktidarın doğrudan manipülasyonları aracılığıyla veya yarattığı gerici atmosferin önünü açtığı yaklaşımlar veya çevreler üzerinden solun alanına saldırmaktadır.

Bakalım neymiş solun alanı?

1. “Gerçek Müslümanlar” söylemi

Dinci iktidara muhalefet etmek için “gerçek Müslümanlar” adına konuşmak ve dinin ortak payda oluşturduğunun kabulü yaygınlaşma eğilimindedir. Sol, dinin siyaset alanına sokulmaması ilkesinden taviz veremez.

Anlaşıldı… Madde 1: Laiklik!

Dinin siyaset alanına sokulmaması solun ilkesi değildir. Olsa olsa, solun burjuvazinin ideo-politik argümanına katılmasının bir örneğidir. Batılı burjuvazinin politika alanı!

Din ile ilgili konuştuğunuzda solun alanından çıkıyor, sağın alanına giriyorsunuz. Ey devrimci burjuvazi…

Dinin siyaset alanına sokulmaması ilkesi, Aydınlanmacı burjuvazinin temsilcilerinin rakibi safdışı etmek için akıllıca uydurduğu bir dolaptan başka bir şey değildir. Böyle tarih-aşırı bir ilkeyi komünistler nasıl savunur?

İşte bizim laiklik ilkemiz: Komünistler, egemen sınıflara ait olduktan sonra, her türlü ideolojik çimentoyu ve politik yönelimi “siyaset alanı”ndan kovmaya gayret eder. Ve tersi, ezilenlere ait olduktan sonra ise, her türlü ideolojiyi “siyaset alanı”na çağırır.

2. Alevi muhalefetinin dinselleştirilmesi

Alevi muhalefetinin solculaşmasının önü 12 Eylül’den sonra köklü önlemlerle kesilmek istenmiş, ama egemen güçlerin aldığı mesafe sınırlı kalmıştı. Bugün Aleviliği İslam’ın bir mezhebi olarak yapılandırma yönündeki politikalar bizzat Alevilik içinde destek bulmakta, bu çerçevedeki talepler solda ilerici, demokratik talepler sayılabilmektedir. Sol, Aleviliğin dinsel değil kültürel karakterini, cemaatçi değil dayanışmacı yönlerini savunmalı, bu doğrultuda ideolojik ve politik mücadeleyi yükseltmelidir.

Madde 2: Bir ezilen kesime, mücadele niteliği, gerekçesi ve yolu tayin etmek solun bir başka alanı!

Sanki TKP değil, Pir Sultan Derneği başkanı konuşuyor. Komünist harekete, ezilen ulus olduğu gibi, ezilen başka bir topluluğun taleplerinin içeriğini tayin etmek düşmez. Komünistlere ancak Alevi hareketinin içinden, bu harekete dolaysızca dahil olarak müdahale düşer. TKP’nin bu konuda da “dışarıdan bilinç taşıdığını” söylemek gerçeğe aykırı olmasa gerek.

3. Kürt sorununa dinci müdahale

Kürt toplumu içinde tarikatların, Hizbullah’ın, Barzaniciliğin ve bunlarla bütünleşik aşiretçiliğin güçlenmesi, ideolojik alanda dinci gericiliğin atağa kalkması gibi gelişmelerin tamamı İkinci Cumhuriyet sendromlarıdır. Bu alanda da, halkçı bir zeminin korunması için, bu zeminin belli ölçülerde dinselleştirilmesi yaklaşımı yaygınlaşmıştır. Bu bir direniş zemini değil, dinciliğin halkçı saflara sızması olarak görülmelidir. Sol, Kürt toplumunun uyanışının seküler karakterine sahip çıkmalı ve bu boyutu güçlendirmeye çalışmalıdır.

Madde 3: Madde 1 ve 2’nin toplamı. Bütün bu yaklaşımları Kürt Hareketi gibi gelişkin, akıntısı belirgin bir hareketin varlığı koşullarında dile getirmek için ancak çook uzakta olmak gerekir. O kadar uzak ki, hiçbir şey görülmüyor!

Abdullah Öcalan’ın (A. Fırat imzasıyla) Din Sorununa Devrimci Yaklaşım başlığıyla 1990’ların başında yayınlanan broşürünü ve bu broşürü o zamandan TKP’li tarzda eleştiren devrimcileri (bir örnek: ‘Dine Devrimci Yaklaşım’ mı Kürt-İslam Sentezi mi?) anmamak eksik olurdu. Bu hareket, onyıllar boyunca din ile ilgili derin ve kapsamlı bir yaklaşımın sahibidir. Katılır ya da katılmazsınız, ama bu hareketin dinsellikle ilgili dinamiğine tamamen kayıtsız görünen yukarıdaki değerlendirmelerin reel karşılığı Türkçü ulusalcılık olmaktadır. “Sivil cumalar”la, TC’nin operasyonlarına karşı-hamleyle yanıt veren bir hareketin gerçeği ortada dururken ve bu gerçeğe karşı devlet bile kendini ayarlarken, TKP’nin hiç etkilenmemesi ancak kutlama konusu olabilir!

Öte yandan Kürt Hareketinin, büyük yürüyüşünde egemen sınıfların hangi kanadıyla müzakere yürüteceği tamamen bağımsız bir işlemdir. TKP’lilerin Kürt Hareketinden memleketin en laik gücü çıkarmasını anlıyoruz, ama onlara bu süreçten bir ekmek olmayacağını hatırlatmak lazım. Kürt Hareketi, nasıl 1999’dan 2005 veya 6’ya kadar devletin ideolojik Kemalist kanadıyla yürütmeye çalıştıysa süreci, ondan sonra da “İslamcı” kanadıyla yürütür, ve sonra yani bugün bu süreç kesilmiş olur. Ama bu Kürtlere güven olmaz! Bakarsın yarın hemen gericilerle görüşmeye başlamış olurlar!

Kürt Hareketinin Kürdistan’ın Kemalizmi veya CHP’si olduğunu birileri söyledi ve başbakan iştahla tekrarladı birkaç kez. Anlaşılan, TKP bu saptamaya katılmaya ek olarak, gerçek olması için dua da ediyor. Tarihte olduğu gibi, TKP ile CHP ittifak kurar böylece karanlığın güçlerine karşı!..

TKP boşa kürek çekiyor, ona bu yolda ekmek çıkmaz.

4. İşçi sınıfını dinle kuşatmak

İşçi sınıfı kimliğini dağıtmak için yapılan çeşitli müdahaleler sendikal alanda derinleşmektedir. Sendikaların AKP’lileştirilmesinin karşısında ilerici sendikal hareket yalnızca kurumsal rekabet üstünden değil, aynı zamanda politik, ideolojik ve kültürel bir direnç örmelidir.

Gerçekte olup bitmekte olana ilgisiz, sadece münasip orta sınıfın içinden konuşan ve duyan bir kalemin ucundan taşan sözler! Geçenlerde, en solda yer alan sendikalardan birinin üyesi işçilerin okuduğu gazeteler ve oy verdiği partilerle ilgili bir anketin bilgisi dolaştı ortalarda. TKP’lilerin, ilgilendikleri “modern işçi sınıfı”na girmediği için bilmemeleri beklenir, ama bu durumda, TKP’nin “İşçi sınıfını dinle kuşatmak” gibi tumturaklı başlıklarla politika önerileri de yapılmaz.

5. Aydınların terbiye edilmesi

AKP’nin tiyatrodan televizyon dizilerine kadar yaptığı müdahaleler, iktidar gücüne dayandığı için etkili olmakla birlikte, toplumun geniş kesimlerine değil, dinci gerici militan bir tabana dayanmaktadır. Kısa erimde çeşitli yasaklama, baskı ve özelleştirme uygulamalarında sonuç alınması bu durumu değiştirmeyecek, sanatçıların muhalif konumu sürecektir. Ancak aydın ve sanatçıların bu basınca direnebilmeleri, uzlaşmalardan değil radikalleşmekten geçer.

Diyeceğimiz hiçbir şey yok. TKP’nin tam sözünü edeceği bir başlık.

6. Dinî azınlıklar ve demokrasi söylemi

Muhafazakârlaşmanın bir göstergesi de demokratikleşmenin dinlerin, dinî azınlıkların bir aradalığına indirgenmesi olmuştur. Oysa demokratik kazanımlar, ancak, emekçilerin hak ve özgürlük talepleriyle ilgili olarak tanımlanabilir. Sol, sadece Sünni İslam değil, başka din ve mezhepleri temel alan dinci gericilik türlerinin iktidarın desteğiyle serpilip boy atmasının gerçek yüzünü deşifre etmeli, bu sürece eşlik eden inanç turizmi kampanyalarına karşı çıkmalıdır.

AKP’nin istismarına karşı çıkışın en başarısız örneği bu sözlerde ifade edilen olabilir.

7. Ateizmin kriminalleştirilmesi

Ateizm siyasal alana doğrudan taşınabilecek bir konumlanış değildir. Ateistlerin siyasal pozisyonları din karşıtlığına değil, dindışılık anlamında sekülarizme denk düşer. Anlaşılan AKP bunu bir zaaf olarak görmüş ve ateizmin kriminalleştirilmesine açıktan bir direnç geliştirilemeyeceğini, dinsizlerin kendilerini gizleyeceklerini, kaçak güreşeceklerini varsaymıştır. Oysa ateizm Aydınlanmacılığın yumuşak karnı değil, öncü gücüdür. Sol, itibarsızlaştırma operasyonunu akılcı ve etkili bir karşı çıkışla geri püskürtmelidir. Öte yandan son dönemde politikleşmeyen ve kendini yalnızca tanrının varlığı-yokluğu gibi temalarda ifade eden bir ateizm de gericiliğe tepki olarak genişlemektedir. Sol, bu tepkinin, politikleşmediği durumda boşa düşeceğini, etkisizleşeceğini, hatta dinci gericiliğin provokasyonlarına malzeme olmaktan öteye gidemeyeceğini bilerek söz konusu alana bütünlüklü, bilimsel, ideolojik, politik ve örgütleyici müdahalelerde bulunmalıdır.

Henüz bu müdahalelere örnek olabilecek bir şey görmedik –gözden kaçmadıysa. 28 Şubat’ın koltuk altından çıkan Türban Neyi Örtüyor, bütünlüklü müdahalelerin bir örneği değilse, bekleniyor…

D. Komünistler ne yapmalı?

1. Türkiye Komünist Partisi inanç ve vicdan özgürlüğünü bütün samimiyetiyle savunmayı sürdürür.

Samimiyetsiz bir ifade. Açık ve samimi olunmalıdır. Düşünce özgürlüğü nasıl o düşünce doğrultusunda kamusal alanda var olma özgürlüğünden ayrılamazsa, inanç ve vicdan özgürlüğü denen de kamusal alanda kendini var etmeden boştur ve bir yalandan ibarettir.

2. TKP, İkinci Cumhuriyet’in hukuksallaştırılmasında ve topluma mal edilmesinde bir dönemeçten başka bir şey ifade etmeyen Anayasa tartışmalarında taraf olmayı reddetmektedir. TKP, Anayasa tartışmalarında dinin düzenin temel eksenlerinden biri olarak tanımlanmasına yönelik girişimlere kayıtsız kalmayacak ve bunlara karşı mücadele edecektir.

Tamamen katılıyoruz.

Ama TKP yine de taraf olmayı reddedememiş ve din başlığında tarafsız olamayacağını söylemeden edememiştir.

3. TKP Türkiye toplumunun mutlak çoğunluğunun Sünni Müslüman olduğu yolundaki görüşten bir temel değer türetilmesine karşı çıkar, toplumun dinle tanımlanması yönündeki bütün yaklaşımları reddeder. TKP, dinî inanç gruplarının ibadet amaçlı zorunlu yan yana gelişler dışında siyasi, ideolojik, ekonomik motiflerle kurdukları örgütleri bütünüyle gayrimeşru sayar. Bu örgütlenmelerin, demokrasinin parçası veya sivil toplum kuruluşu oldukları yolundaki safsatalara karşı ideolojik mücadele yürütür.

Toplumun sadece dinle tanımlanmasını değil, komünist, toplumun bir ulusla tanımlanmasını da reddeder ve bunlardan hangisi geçerliyse asıl mücadeleyi ona karşı verir. Daha doğrusu komünist, toplumun, ezenlerin şu ya da bu kesiminin öncelikleri doğrultusunda tanımlanmasına karşı çıkar.

Komünist, düzeni bütünüyle gayrimeşru saymayı bir an bile unutturacak tavır ve taktiklerden kategorik olarak uzak durur.

4. TKP, siyasi parti ve devlet yöneticilerinin dinî değerleri siyasi şov olarak kullanmalarına karşı mücadele eder. Siyasi kişiliklerin toplu namazlara katılması, din referanslı konuşmalar yapması, siyasi veya toplumsal etkinliklerde dua okunması inanç istismarıdır ve inanç ve vicdan özgürlüğünün ihlalidir.

Komünistler gerçeğin politikasını yapar. İstemese de, hayal âleminde gezse de, bir komünistin tutumu somut olarak bir şeye karşılık geliyordur. Dini değerler veya ahlaki değerler, kültürel değerler ve her türlü unsurun mücadele edenlerce istismar edileceğini bilir. Komünistlerin kendi yaptıkları da düşmanlarınca hep istismar örneği olarak görülmüştür. Bu yüzden, bir komünist devrimci mücadelesi için gerekli görürse yukarıdaki işlerin tamamını yapar ve karşı tarafın yapmasını politik açıdan uygun görürse yukarıdaki sözlerle ret ve mahkûm edebilir…

Ama TKP metninde böyle bir yaklaşım ner’dee… O, kendini laik burjuva cumhuriyetinin değerlerini korumaya hasretmiş…

TKP, kent merkezlerine ve tarihi mekânlara gösterişli dinî kompleksler şeklinde cami yapılmasına karşı çıkar.

Bir konjonktür sözü olarak, tamamıyla mutabıkız.

5. TKP, 16 yaşından küçük çocukların okulda veya okul dışında dinî eğitime tabi tutulmalarına ve zorunlu din derslerine karşı çıkar; din eğitiminin yalnızca tarih ve toplum bilimlerinin bir konusu olarak ele alınabileceğini savunur. İmam Hatip okulları, eğitim sisteminin temel direklerinden biri haline getirilemez. İlgili meslek sahiplerine duyulan ihtiyaçtan değil, eğitimin dinselleştirilmesi ve gericiliğin kadro yetiştirme amacından kaynaklanan İmam Hatip okulları kapatılmalıdır. TKP, İlahiyat Fakültelerinin kapatılmasını savunur. Dinler konusunda araştırma, üniversitelerde tarih ve toplum bilimlerinin konusu olarak ve seküler bir içerikte örgütlenmelidir.

O kadar ideolojik laflar ediyor ki TKP… İçinde olduğu ideolojik denizden konuşuyor. Ortaçağda, tarih ve toplum “ilim”leri disiplinleri nasıl teolojinin birer alt-kolu idiyse, bugün de tersinin olmasını savunuyor. Tamamen burjuva ideolojik perspektiften…

Buna karşın, egemen politik gericiliğin, dinin devlet tarafından bir ideolojik egemenlik aygıtı olarak kullanılmasına ilişkin yeni somut hamlelerine karşı olmaya katılıyoruz.

6. TKP, dinci gericiliğin merkez üssü haline gelen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dağıtılmasını savunur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başka inanç ve mezhepleri kapsayacak biçimde yapılandırılması, bu kurumun gerici özelliğini frenlemeyeceği gibi, azınlıkların da alabildiğine dinselleştirilmesinden başka sonuç vermeyecek ve gericiliği daha da meşrulaştıracaktır.

Aykırı zihniyeti önemsemeksizin, aynen katılıyoruz.

7. TKP, sanatın muhafazakârlaştırılmasına karşı Aydınlanmacı değerleri, insanlık değerlerini, emekçilerin ve aydınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini yükselten sanatsal üretimi destekler, bu yönde konum alan aydın ve sanatçıları cesaretlendirir, kültürel ve sanatsal alanda politik üretim ve örgütlenmeyi güçlendirir. TKP kamu ve özel televizyon yayınlarında dinî hurafelere dayanan ve gerici propaganda yapılan programların durdurulmasını talep eder, bu programlara karşı ideolojik ve kültürel mücadele yürütür, dinin toplumsal ve tarihsel kaynakları konusunda eğitsel, kültürel, bilimsel çalışmaları, gençleri bilgilendirici çabaları destekler ve örgütler, okullarda dini temel alan bilim dışı etkinliklere karşı çıkar, doğanın evrimini reddeden gerici kampanyaların karşısına bilimsel etkinlikler düzenleyerek dikilir, bilimsel bakış açısını ve bilimi genç kuşaklara taşımak için mücadele verir.

Kendini burjuvazinin bir kesiminden ayırmama örneği sayılabilecek bir pasaj. Aydınlanmacı değerler, insanlık değerleri ve emekçilerin ve aydınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi bir mücadele sayılıyor. Gayet haklı ve yerinde bir ayrım yapılıyor. Burjuvazinin tarihsel rolüyle işbirliğinin somut bir yansımasını buluyoruz bu sözlerde. TKP kendini hiçbir ayrıma tabi tutmadan bir yerde tanımlıyor. Bu, AKP’nin yükselişine karşı duran nüfusun tamamını kapsayan bir yer. İlk başta, sekterlikten gayet uzak bir kapsayıcılık gibi görünse de, bu yaklaşımın ancak hegemonya kurmaya aday bir parti için anlamlı ve gerekli olduğu söylenebilir. Aksi halde, bir parti, adı tumturaklı komünist de olsa, bu hegemonik kültürel ortamda kaybolur gider.

Bu kadar uzun bir tarihten sonra, TKP’nin kendini Kemalist falan alanda yer alan aydın ve sanatçılarla ayırmayı gerektirecek hiç mi bir şeyi birikmedi? Dincileşme denilen ve çok da kötü olmayacağı telkin edilen süreç, TKP’yi bu kadar mı ürküttü?

İddia sahibi bir örgütün, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana olan tarihi Birinci Cumhuriyet olarak üstlendiği belirtilen bir ideo-politik yönelime bir mesafe koyması, hiç değilse, bir üçüncü taraf olduğuna dair bir duruş sergilemesi beklenirdi.

8. TKP, başta Aleviler olmak üzere Sünni olmayan kesimlere yönelik tehdit, karalama ve aşağılamalara karşı mücadele eder. Aleviliğin İslam’ın bir mezhebi olduğu ve olması gerektiği yaklaşımına karşı mücadele eder. Aleviliğin halkçı, dayanışmacı ve kültürel bir olgu olarak tarihsel kaynaklarını açığa çıkartmak için çalışma yürütür. Aleviliğin İkinci Cumhuriyet rejimine karşı bir direnç kaynağı olarak konumlanması için mücadele eder ve örgütlenir.

Bir komüniste düşen, devletin ezilenlerden sayılan bir oluşumu kendince tanımlamasına karşı çıkmaktır. Aleviliğin ne olduğuna bırakalım Alevilerin kendileri karar versin.

9. TKP, Kürt sorununun “din kardeşliği” zemininde değil, ulusal özelliklerin ayrıcalık nedeni sayılmadığı, eşitlik ve adalet ilkeleri temelinde halkların özgürlük taleplerinin karşılandığı bir zeminde ve tüm kökenlerden işçi ve emekçilerin mücadelesinin ürünü olarak çözüleceğini savunur. Dinci gericiliğin Kürt halkı içinde mevzilerini geliştirmesi, halkların kardeşliğini esas alan bir çözümü engelleyecektir. TKP, Kürtlerin özgürlük taleplerinin Aydınlanmacı arka planını açığa çıkartmak ve bunu güçlendirmek için mücadele verir.

Koca bir paragrafta Kürt sorununun öznesi bir kez olsun anılmamış. Öznesiz bir sorun!

Bu başlıkta, PKK’yi veya Kürt Özgürlük Hareketini anmamak yeter. Doğrusu ve yanlışıyla gerisi boş laf!

10. TKP, İkinci Cumhuriyet’in, öğrenci gençliğin bilimsel eğitimden uzaklaştırılması anlamına da geldiğini ortaya serer ve gençlik içindeki politik mücadele ve örgütlenmesinin kültürel, bilimsel, sanatsal boyutlarını güçlendirir.

Demek öğrenci gençlik bilimsel eğitim almaktaydı, alıyordu!

11. TKP, İkinci Cumhuriyet’in derinleşmesiyle paralel olarak kadının toplumsal yaşantıdan uzaklaştırılma sürecine çoktandır girildiğini saptar, bu konudaki yanılsamalara karşı mücadele verir, kadınların dinci gericiliğin baskısına dirençlerini cesaretlendirir ve örgütler. TKP, kadının aşağılanmasına dayalı bir erkek egemenliğini ve erkek çokeşliliğini destekleyen imam nikâhı uygulamasını reddeder; resmi evlilik olmaksızın gönüllü birlikte yaşamanın, bütün hukuki sonuçlarıyla birlikte tanınmasını savunur. TKP, kadına yönelik şiddetin dinci gericiliğin derinleşmesine de paralel olarak yükseldiğini saptar, sosyalizmle gerçekleşecek olan kadınların kurtuluşunda dinci gericiliğe karşı mücadelenin öncelikli yerini vurgular. TKP, çok çocuk yapma yolundaki propagandanın gericiliğin parçası olduğunu deşifre eder.

12. TKP, cinsel yönelimlerin siyasi iktidar, egemen ideoloji ve hukuk sistemi tarafından tasnif edilmesini reddeder, cinsel yönelime mutlak biçimde saygı gösterilmesini savunur. TKP, eşcinselliğin hastalık olarak nitelendirilmesine ve ayrımcılığa şiddetle karşı çıkar.

13. TKP, kimlik belgelerinde din hanesinin kaldırılmasını savunur. Din dışı cenaze töreni hakkını savunur ve buna karşı dayatmaları reddetmeye çağırır.

Var mısınız, din hanesi kalksın, etnik köken hanesi gelsin!

14. TKP, Türkiye’de yetersiz, göstermelik, biçimsel, halka kapalı ve yüzeysel laiklik uygulamalarını, bu çerçevedeki savunuları eleştirir, Aydınlanmanın özünü emekçi halkın kendi kaderini belirleyebileceği fikri ekseninde yorumlar. TKP bütün bu mücadelesinde İkinci Cumhuriyet’in kendine bağladığı yargı mekanizmalarına değil, örgütlü mücadeleye dayanır.

Bu kadar içinden konuştuğumuz Aydınlanmacılığı birazıcık yorumlayalım, yollu boş bir madde!

Eğer bir ayrım yapılırsa, bir CHP’linin bile savunabileceği sözler.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar