Ana SayfaArşivSayı 51-52‘Komünist Devrimci’ Wilhelm Weitling

‘Komünist Devrimci’ Wilhelm Weitling

Güldünya Göksu

 

 

“Biz komünistler duygular üzerinde de

etki kurmalıyız; çünkü tek başına soğuk mantık daha

hiçbir yerde devrim yapmamıştır.”

(Wilhelm Weitling,

1844, Adalet, 500 Günde Bir Tahsil)

 

1887’de Wilhelm Weitling üzerine ilk çalışmayı yapan Rus Marksist tarihçi Emil Kaler, onun “ilk Alman komünist teorisyeni” (Kaler 1887, s. 33) olduğunu söyler. Fakat Weitling’in 1846’da Genç Marx[1] ile girdiği teorik/politik çatışma sonrasında, Brüksel Komünist İrtibat Komitesi’nden dışlanmasının ardından (özellikle Marx/Engels sonrası dönemde), komünist hareket içindeki gerçek yeri, ne yazık ki geriye çekilmiş (Knatz/Marsiske 1989, s. 10), teorik/politik görüşleri “ütopik” ve “zanaatkar delikanlıların sosyalizmi” (Mehring 1919, s. 123) olarak damgalanmış ve Marksist yazın içinde ona ilişkin bir resmi tarihyazımı oluşturulmuştur. Bu resmi tarihyazımı faaliyetinde, Franz Mehring’in eline kimsenin su dökemeyeceği kesindir!

Weitling’in 100. doğum yılı vesilesiyle (1908) gündeme gelen, eserlerinin toplu basımı projesinin gerçekleşmemesine Mehring’in getirdiği gerekçe manidardır. Mehring, Weitling’in Uyumun ve Özgürlüğün Garantileri adlı eserinin birinci[2] baskısına yazdığı sonsözde, Weitling üzerine kapsamlı bir biyografi çalışmasını manasız görür (Mehring 1908, s. 262); bu anlamsızlığa sebep olarak da, Weitling hakkındaki bilginin sınırlı olmasını gösterir. Ona göre böyle bir çalışmada, mevcut olan kısıtlı bilgiyle 1839-1842 arasındaki 3 yıllık parlak yükseliş dönemini, 30 yıllık durdurulamaz yenilgi sürecine de yayma tehlikesi gündeme gelebilir; bu da “biyografi yazma sanatını felç eder“ (a.g.e.).

Mehring aynı esere yazdığı önsözde ise, Weitling’in politik devrimci görüşlerini, Marx’ın tarih biliminin sınavına sokarak sınıfta bırakır. Ona göre Weitling bir zanaatkar olarak “gerçi proletaryanın emansipasyon savaşımında içgüdüsel” (a.g.e., s. XX) bir şekilde sosyalizme yönelmiştir ama, “doktriner sistem hırsı” ve ait olduğu zanaatkar sınıfının modern proletarya karşısındaki sınırlılıkları yüzünden bir şey başaramamıştır. Bu hüküm, sonraki hemen hemen tüm Weitling değerlendirmelerinde[3] de sorgulanmadan tekrarlanmıştır (Schäfer 1971, s. 183).

Yazdığı şiirlerde[4], ezilenlere “ellerin, gözü kapalı kavradığı silahlara doğru! silahlara doğru!” ((Mehring 1908, s. XX) diye çağrı yapan bir Weitling, kuşkusuz Mehring’in benimseyeceği bir politik şahsiyet olamazdı. Mehring’e göre, Weitling “proletaryanın tarihsel gelişiminden” ve buna bağlı olarak “bu gelişimi ileri götüren tarihin devrimci güçlerinden habersiz“ olduğundan, “toplumda düzensizliği ve karmaşayı en üst noktaya tırmandırmayı” (a.g.e., s. XXIV) devrim için yegane ve en güvenilir araç sayıyordu; oysa ki bu, Mehring’e göre, tarihin yasalarının işiydi. Lakin Weitling “zavallı halk”ın böyle bir kargaşadan faydalanacağı ve “eğleneceği”ne inanarak o zamana değin kimsenin dile getirmeye cesaret edemediği “moral nutuklar” (a.g.e.) atıyordu.

Weitling gibi bir komünist devrimci “kargaşada Allah yoksuldan yanadır“ düsturunu biliyordu; ama Mehring bilmiyor ya da bilmezden geliyordu…

Weitling’in “modern proletarya” yerine ezilenlere seslenmesi, ezilenlerin komünizmi için savaşması, Mehring’in gözünde onu anında “ütopist” yapar; çünkü ona göre, Weitling ve onun seslendiği toplumsal kesimler, “modern proletarya” ve “insanlık tarihinin biricik onurlu öğretmeni bilimin” (a.g.e., s. XXV) ortaya çıkışıyla, tarih karşısında artık gericileşmişlerdir. Mehring’e göre Weitling bu onulmaz “çelişkiye düşmüştür ve buradan asla çıkamaz” (a.g.e.); çünkü o, sanayinin ortaya çıkardığı “modern proletaryanın” sosyal devrimdeki araç ve olanaklarını tanıyıp öğrenmeye muktedir olamayan ve “kapitalist toplum tarafından ortadan kaldırılmaya mahkum edilen bir sınıfın temsilcisidir” (a.g.e.). Mehring’e göre, Weitling bu sebeple Amerika’da bile “proleter özgürleşme mücadelesi”nin yönünü bir türlü idrak edememiş, sendikalara Mehring’in verdiği önemi vermemiş, üstelik sendikal hareketi “üç-beş kuruşluk ücret mücadelesi”[[5]], (a.g.e., s. XXXXIV) olarak tanımlama gafletine düşerek, işçileri tarihsel olarak zafere götüren yoldan saptırmak istemiştir! (a.g.e.).

Görüleceği üzere Mehring’in bütün çabası, tarih biliminin önermelerini, Weitling’in politik devrimciliğini ‘ütopist’ olarak mahkum etmek için sömürmektir. Kayda değer olan husus ise, bütün yazıya sinen bu yaklaşımın ardından, yine aynı Weitling’i bu defa kendi savunduğu ‘bilimsel’ parlamenterist, işçici anlayışa payanda yapmaya kalkması, bu yaklaşımla hiç alakası olmadığı halde, onu, bunun bir önceli olarak ilan etmesidir (a.g.e., s. LII).

Belirtildiği gibi, Wilhelm Weitling üzerine 1887’de ilk çalışmayı yapan Rus Marksist tarihçi Emil Kaler, Mehring’e göre ona daha nesnel yaklaşır. Kaler çalışmasında, Weitling’in işçi hareketi üzerindeki etkisine ilişkin ayrıntılı bilgi ve tarihsel belgelere yer verir. Bu bağlamda vurgulamak gerekir ki, Weitling’in Hess’e 1846’da yazdığı ve kendisiyle Marx arasında Komünist İrtibat Komitesi toplantısında yaşanan çatışmayı aktardığı önemli mektubun büyük bir bölümünü ilk olarak gün ışığına çıkarıp yayınlayan da, Alman Sosyal Demokratları değil, bir Rus Marksisti olan Kaler’dir. (Kaler 1971, s. 72-73).

Weitling’e ve teorik/politik görüşlerine daha nesnel yaklaşmaya çalışan istisna Marksistlerden bir diğeri de, Wolfgang Jojo’dur. Jojo 1932’de Weitling üzerine yaptığı çalışmada, Mehring’i, Marx ile Weitling’i sürekli olarak birbiriyle karşılaştırması noktasında eleştirir. O, haklı olarak bu karşılaştırmada Weitling’in özgünlüğünün gölgede bırakıldığını belirtir. Jojo, adını koyamasa da, Marx şahsında tarih biliminin, Weitling şahsında politik devrimcilikle karşı karşıya getirilmesindeki münasebetsizliği görür. Politikanın bilimin sınavına sokulmasının, onun “özgünlüğüne gölge” düşürdüğünün farkındadır Jojo (Jojo 1932, s. 4). Lakin aynı hataya Jojo da zaman zaman düşmeden edemez; o, Weitling’in politik devrimci yaklaşımını tarih biliminin bakış açısıyla yorumlayarak, onun gittiği yolun her şeye rağmen “tarihin keçi yolu” (a.g.e.) olduğu ve bu yolun başarıya götürmeyeceği noktasında Mehring’le aynı iddiayı paylaşır. Buna rağmen, Weitling’in politik devrimcilik açısından önemli olan görüşleri Jojo’nun gözünden kaçmaz ve çalışmasında Mehring’in tersine, bunlara özel olarak vurguda bulunarak analizinin konusu yapar.

Mehring’in Weitling hakkındaki neredeyse ‘klasikleşmiş’ tarihyazımını sorgulayan ve onun hakkında yeni araştırmalara dayanan yapıtlara uzun bir aradan sonra ilk olarak 1970’li yıllarda rastlanır[6] (Kantz 1984, s. 10). Bu yıllarda kendilerini “İşçi Komünisti” olarak tanımlayan ve Weitling’i de “İşçi Komünizmi”nin teorisyeni (Weitling kendisi için böyle bir nitelemede bulunmamıştır) olarak gören akım, ‘proleter teori’nin yalnızca proleterler tarafından kurulacaği iddiasıyla, Weitling’e sahip çıkarak Marx’a tavır alır. Bu akıma göre Weitling şahsında temsil olunan ‘proleter teori’, Marx’ın temsil ettiği ‘bilimsel sosyalizm’[7] tarafından bastırılmıştır. Bu bastırılma tarihsel olarak 1846’da Brüksel’deki Komünist İrtibat Komitesi’nin toplantısında Weitling ile Marx arasında cereyan eden tartışmada gerçekleşmiştir. İşçi Komünistlerine göre, Marx ve Engels gibi sınıfsal köken itibarı ile burjuva olan aydınlar, işçilerin teori oluşturma süreçlerine müdahale ederek, bunu sekteye uğratmış ve kendi bilimsel sosyalizm anlayışlarını proletaryanın tek ve biricik teorisi olarak ilan etmişlerdir (a.g.e., s. 11).

“İşçi Komünizmi”nin yazınında (Brandenburg ve Schäfer’in incelemeleri örnek olarak verilebilir) Mehring’in Weitling değerlendirmesine yapılan itiraz, bu mevzuda bir tartışmayı gündeme getirmesi açısından yerindedir. Fakat bu karşı çıkışın gerekçesi, Mehring’le aynı temel problemi paylaşır: Bu sorun, bilimle politikanın karşı karşıya getirilerek, bunlardan birinin diğerine tercih edilmesidir. Bir başka deyişle, Mehring tarih bilimine sahip çıkma adına politik devrimciliği reddederken, İşçi Komünistleri de tarih bilimini ‘burjuvadan’ sayarak, onu politikaya kurban ederler.

İşçi Komünistlerinin, Brüksel toplantısının tarihsel önemine yaptıkları vurgu yerindedir. Fakat bu toplantının ehemmiyeti, onların ifadesiyle “proleter teori”nin “bilimsel teori” tarafından bastırılmasından kaynaklanmaz. Aksine bu toplantıyı tarihsel olarak önemli kılan husus, sınıf mücadelesinin teori ve taktiklerine ilişkin Haklılar Birliği içinde önceki yıllarda yürütülen tartışmalarda (1845 Londra tartışmaları örnek olarak verilebilir) çoğunluğu oluşturan tarihsel ilerlemeci eğilimin, politik devrimci çizgiyi temsil eden Weitling’in Brüksel toplantısında dışlanmasıyla birlikte, kesin olarak tek eğilim haline gelmesidir. Bu noktada Genç Marx-Engels de çoğunluğu oluşturan tarihsel ilerlemeci yaklaşıma, bilimi politika kıtasının içine sokarak, destek vermişlerdir. Politikanın ‘bilimsel’ tarzda yapılması anlayışının kesin olarak kabul edilmesiyle birlikte, politik devrimci şiddet anlayışı sınıf mücadelesinden dışlanarak, ‘bilimsel politika’ görüşüne yer açılmıştır.

***

Wilhelm Weitling, 1808 yılında Alman bir aşçı annenin ve Napolyon’un ordusunda subay olan Fransız bir babanın evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya gelir. O dört yaşındayken, babası orduyla birlikte Rusya’ya gider ve bir daha dönmez. Çocuğunu çok seven ve hiç cezalandırmayan anne, hayli yoksul olmalarından dolayı onu, bakımını ve eğitimini üstlenmesi için bir aileye yatılı olarak verir (Mader 1989, s. 34). Ailenin bir kızının kütüphanede çalışması, Weitling’in küçük yaşlarda kitaplarla tanışmasına ve böylelikle de ömür boyu sürecek okuma aşkına vesile olur. Küçük yaşta kitaplarla haşır neşir olmak, Weitling gibi yoksul çocukları için bir ayrıcalıktır; o, bu ayrıcalığı kullanır. Bu açıdan siyasi hasımlarının ona ‘Cahil Terzi Kalfası’ yaftası takmaları temelsiz olmasının ötesinde, onun proleter sınıf konumuna duyulan küçümsemeyi de gösterir.

Hikmet Kıvılcımlı anılarında hile, yalan dolan bilmemesini, saf ve naif olmasını, çocukluğunun şövalye romanlarının kendisi üzerindeki etkisine yorar. Bu, Weitling için de geçerli bir yorum olsa gerektir. Weitling de Adalet[8] adlı eserinde, çocukluğunda tarihi savaş kitaplarını, İncil’i, ezilenlerin ve fakirlerin tarafını tutan, onlar için dövüşen şövalyelerin romanlarını, sosyal haydutların hikayelerini anlatan kitapları okuduğundan ve bunun yanında da dini bir eğitim aldığından söz eder. Okuduğu kitapların kahramanlarının “adaleti, cesareti, soyluluğu, davaya adanmışlığı” onu derinden etkiler (Weitling 1977, s. 18).

Weitling on yaşında bir çocukken, başka iki çocukla birlikte bir saati çalmakla suçlanır ve zindana atılır. Çocuklar işkence görürler; dokuz hafta süren tutukluluk esnasında dört hapishane değiştirirler; bu hapisliğin ardından suçsuz görülerek belirli bir para karşılığında serbest bırakılırlar. O, anılarında bu olayı çok canlı ve detaylı bir şekilde anlatarak, çocuk yaşta tanıştığı devlet şiddetinin mücadelesindeki belirleyici öneminden söz eder (a.g.e., ss. 20-25).

Orta okuldan sonra, terzi olarak meslek eğitimini de tamamlayan Weitling, 1826 yılında 18 yaşında bir genç olarak, Prusya devletine askerlik yapmamak için, oradan ayrılarak Hamburg’a gider (Moritz 1981, s. 19). Burada kendine sahte bir pasaport temin eder ve bununla, gümrük sınırlarıyla bölünmüş, küçük feodal devletçiklerle paramparça olmuş Almanya’da 10 yıl boyunca dolaşır. (Seidel-Höppner 1961, s. 13). Bu on yıl süresince ezilenlerin yaşam koşullarını ve politikaya uzaklıklarını bütün çıplaklığıyla gözlemleyerek beynine kazır: “(…) Almanya’nın hemen hemen bütün büyük şehirlerini 10 yıl boyunca seyyar zanaatkar olarak dolaştım, bu süre içinde zanaatkarlar arasında arzu ettiğim politik tartışma ve görüş alış verişini yapabileceğim kişilere neredeyse hiç rastlamadım” (Weitling 1955, s, 289). Weitling’e göre bunun nedeni, o zamanlar politik muhalefetin sözcülüğünü yapan liberallerin ve cumhuriyetçilerin, feodallerin baskısından korunmak için, yurtdışında örgütlenmek zorunda kalmalarıdır; bu durum işçi hareketinin ilk politik örgütlenmeleri için de geçerlidir (a.g.e.).

Weitling’in yolu 1830 yılında Leipzig’e düştüğünde orada meydana gelen ‘burjuva devrimi’nin ne menem bir şey olduğuna da şahit olur ve onu alaya alır. Uyumun ve Özgürlüğün Garantileri adlı eserinin 1849’daki 3. baskısına yazdığı önsözde, ezilenlerin bu ‘devrim’deki durumunu da değerlendiren Weitling, onların kendilerini sevk ve idare edecek, ne istediğini bilen bir öncüden yoksun olduklarından, kimsenin ne yapacağını bilemediğini ve bu yüzden de, hükümetin onları kendi arabasının arkasına topladığını belirtir (a.g.e., ss. 278-282).

1835’te, “aynı davaya baş koyan erkeklerle birlikte olma özlemi” (Weitling 1979, s. 158), Weitling’i Paris’e[9] sürükler. Paris’e varır varmaz hemen, Alman göçmen işçi ve aydınları tarafından kurulan ve gizli faaliyet yürüten Horlananlar Birliği’ne üye olur. Devrimlerin ve gizli devrimci örgütlerin yatağı olan 1830’ların Paris’i, o yıllarda Avrupa’nın devrimci yüreğidir. Paris’teki bu gizli örgütlerden, burjuva demokratik talepler için mücadele edenler kendilerini sosyalist olarak tanımlarken, komünizm için mücadele eden zanaatkarlar ise kendilerini komünist olarak görürler (Seidel-Höppner 1961, s. 17). Bu illegal komünist örgütlerden en önemlisi Blanqui önderliğindeki Mevsimler Derneği’dir.

Weitling 1836 yılında, içinde sadece “Jacobus Venedey’in birer uyku tulumu olan adamlarının” (Engels 1964, s. 4) kaldığı Horlananlar Birliği’ndeki bölünmede, radikal kanadın yanında safını belirler. Bu kanadın ezici çoğunluğu, proleterleşmiş zanaatkarlardır. Bu zanaatkarların çekirdek grubunu terziler oluşturur (Kaufhold 1955, s. XXII). Yani Alman işçi hareketinin ilk bağımsız politik örgütlenmesi olan Haklılar Birliği, fabrika işçileri tarafından değil, proleterleşmiş zanaatkarlar tarafından kurulmuştur (Brandenburg 1977, s. 5). Schieder bu örgütün devrimci niteliğinin, Blanqui’nin Mevsimler Derneği’ne göre zayıf olduğunu düşünür. O, bu teşkilatın, Mevsimler Derneği ile kıyaslandığında, “devrimci bir konsept ve devrim tekniğinden” (Schieder 1963, s. 165) yoksun olduğunu belirtir[10]. Ona göre Haklılar Birliği, bağımsız politik niteliğini esas olarak Weitling’in 1838’de kaleme aldığı manifesto niteliğindeki programla kazanmıştır (a.g.e.). Bu anlamıyla, kopuş başlangıçta Horlananlar Birliği’nin anti-demokratik yapısına bir tepkiyken, bu yapıtla birlikte politik bir nitelik kazanır (Meyer 1977, s. 181).

Paris’te geçirdiği mücadele yılları, Weitling’in hayatında bir dönüm noktasıdır. Tükenmez bir enerjiyle, 10-12 saatlik yorucu bir çalışmadan kendine kalan zamanda eline geçeni okur, politik tartışmalara katılır. O yıllarda Fransız sosyalist ve komünistleri Babeuf, Lamennais, Saint-Simon, Cabet ve Fourier’in fikirleri, Paris ezilenleri arasında yaygındır. Özellikle 1797’de Babeuf’un Fransız burjuva devleti tarafından öldürülmesinden sonra, burjuva devriminin eşitlik talebi, ezilenler arasındaki tesirini yitirir; onun yerine Babeuf’un maddi ve sosyal eşitsizliğin ortadan kaldırılması talebi yerleşir. Kurulu düzeni şiddete dayanan bir devrimle yıkmayı hedefleyen, Paris’teki Alman işçi derneklerini örgütleyen hareketin kökü, Weitling’in de sıklıkla belirttiği gibi Babeuf’un bu öğretisine dayanır (Moritz 1981, s. 26; Brandenburg 1977, s. 63).

Weitling, Babeuf’a[11] yakındır ve Blanqui ile onun yoldaşı Barbes’in ezilenlerin kurtuluşu yolunda gösterdikleri kahramanlıkların hakkını verir. O, “soylu Barbes’in 12 Mayıs 1839’da gerçekleştirdiği eylem, komünizmin ilkelerine, o zamana değin yapılan bütün sözlü ve yazılı propagandadan daha fazla etkide bulunmuştur” (Weitling 1955, s. 293) tespitini yapar. Weitling, Barbes’in, “düzenin kendisine sunduğu rahat yaşamı reddeden bu genç ve zengin adamın, yanındaki 300 yiğitle birlikte, silahlanmış 100.000 paralı askere ve burjuva derebeylerine karşı” (a.g.e.), ezilenlerin çoktan yitirdikleri cenneti onlara geri getirmek için kahramanca savaştığını belirtir. Babeuf’a yakın olan Weitling, Fourier’e uzaktır. O, Fourier’i, çıkarları uzlaşmaz olan sınıfları uzlaştırdığı ve komünizmin hayata geçirilmesi için gerekli olan stratejiden yoksun olduğu için eleştirir. Bruno Bauer gibi bazıları, Weitling’i Fransız ütopisti Cabet’e bağlamak isterler. Fakat bu sav temelsizdir; çünkü Cabet devrimci şiddeti reddeder ve yazılarında Weitling’i “şiddet kullanımına özel bir vurguyla değer” verdiği için eleştirir (Kaufhold, 1955, s. XIII).

Katolik rahibi Lamennais, Weitling için özel olarak kıymetlidir, zira Lamennais inancı yüzünden devletin ve kilisenin şiddetini üzerine çekmiş (O, İncil’i yoksulların yararına yorumladığından zindana atılır ve kilise tarafından aforoz edilir), bu uğurda bedel ödemiştir. Weitling için ezilenlerin kurtuluşu yolunda inancı uğruna bedel ödemek önemlidir. O, Lamennais’in politik programını, kendini komünist olarak tanımlamadığından ötürü dikkate almaz; ama onun hakkını yememek için de Lamennais’i, “komünist olduklarını bilmeden komünist” (Weitling 1842, s. 261; akt., Moritz 1981, s. 26) olanların cenahına yerleştirmeyi ihmal etmez.

Kısa sürede örgütün en etkili üyelerinden biri olan Weitling, 1838’de Haklılar Birliği’nin merkezi organına seçilir (Moritz 1881, s. 29). Burada yoldaşları ona ve Schapper’e[12], örgütün programı olacak bir manifesto hazırlama görevini verirler. Schapper’in hazırladığı fragment biçimindeki yazı kabul görmez, zira Schapper “ortaklaşmacı bir toplum modeli geliştirme noktasında yetkin değildir” (Schieder 1963, s. 242). O, ortaklaşmacı toplumu kendi “özgür demokratik cumhuriyet”i (ag.e., s. 243) için yalnızca zorunlu bir önkoşul olarak görür. Fransız sosyalistlerinin geliştirdikleri komünist sistem teorilerinden yeteri kadar haberli olmayan Schapper, ortaklaşmacı toplum modelini, yeni bir toplumsal sistem olarak değil, ulusal demokratik cumhuriyetin ona bağlı bir parçası olarak anlar (a.g.e.). Bu nedenle örgütün programı olarak Schapper’in hazırladığı taslak değil, Weitling’in hazırladığı, İnsanlık Ne Haldedir, Nasıl Olması Gerekir adlı manifesto (1838/1839) oy birliğiyle kabul edilir. Bu manifesto, burjuva cumhuriyeti yıkıp onun yerine ortaklaşmacı bir toplum düzenini getirmeyi hedefler. Schieder’e göre bu, Schapper’i aşan bir yaklaşımdır (a.g.e., s. 248). Bu eserle birlikte, Haklılar Birliği’nin gizli faaliyetleri için sağlam bir ideolojik temel de yaratılmış olur (Moritz 1981, s. 25).

Bu eser Waltraud Seidel-Höppner’e göre “sadece Rousseau ve Babeuf’u geride bırakmıyor, birkaç noktada Karl Marx ve Friedrich Engels’in 10 yıl sonra yayımladıkları Komünist Manifesto’yu da arkada bırakan, ondan daha ileri olan” bir eserdir (Seidel-Höppner 2008, p. 2). Ernst Schraepler de aynı eseri, ilk “Komünist Manifesto” (Schraepler 1972, s. 59) olarak değerlendirir.

Weitling, sonraki eserlerinde izleyeceği temel hattı bu ilk eserinde belirler: O, yalnızca ezilenlere seslenir ve ezilen devrimciliğini savunur; politika sahasına ‘burjuvazinin tarihsel devrimciliği’ni sokmaz. Weitling bu ilk eserinde kendisine, proletaryanın bağımsız hareketini yaratma sürecinde verilen mücadeleyi bağlayacak tarihsel “örnekler” (Jojo, 1932, s. 35) arar ve bu örnekleri “ezilenlerin mücadelelerinin tarihsel geleneğinde” (Brandenburg 1977, s. 40) bulur. Bunlar Thomas Münzer, Schneider Johann von Leiden ve köylü savaşlarıdır[13] (Weitling 1971, s. 175). O, kendisini kesin olarak ezilenlerin mücadelesinin bu tarihsel geleneğine bağlar ve bu geleneğin mücadele mirasını devraldığını belirtir; kendi verdikleri mücadeleyi ezilenlerin tarihsel hareketinin bir devamı ve onun yetkinleştirilmesi olarak görür ve ezilenlerin ezenlere karşı verdikleri mücadeleyi, içinde giderek kendi çıkarlarının daha fazla farkında olacakları bir öğrenme süreci olarak kavrar (Brandenburg 1977, s. 41).

İncil’e dayanarak temellendirdiği ezilenlerin şiddet kullanımı, Weitling için yeni bir toplum yaratma yolunda kaçınılması mümkün olmayan bir zarurettir; bu anlamda “ezilenler kurtuluşlarının tarihini kanlarıyla yazacaklardır” (Weitling 1971, s. 156-157). O, ezilenlere “düşmanınızla yapacağınız görüşmeler yoluyla durumunuzu iyileştireceğinize asla inanmayın; umudunuz sadece elinizde tuttuğunuz kılıcınızdadır” (a.g.e., s. 155) diye seslenir ve “çünkü” diyerek ekler: “Hakikatin kendi yolunu kanla açmak zorunda olduğu acı bir tecrübedir” (a.g.e.).

İnsanlık Ne Haldedir Ve Nasıl Olmalıdır, 1838 yılı sonunda Paris’te, illegal ve imzasız broşür olarak 2000 adet basılır. Broşürler, seyyar zanaatkarların çantalarının gizli yerlerinde Fransa, Almanya, İsviçre ve İskandinav ülkelerine doğru yol alır, 6 yıl içinde dört baskısı yapılır (Seidel-Höppner 1989, s. 32 ). Bu ülkelerin kolluk güçlerinin broşürlere el koymaları nedeniyle, adı geçen ülkelerde dağıtımının yapıldığı belgelenmiştir (Moritz 1981, s. 31). Bunun yanında broşür özel olarak da birçok kez çoğaltılır (a.g.e.). Schieder’e göre eser, 1838-1842[14] yılları arasında Weitling’in etkilediği ilk Alman işçi hareketi içinde temel başvuru kitabı konumundadır (Schieder 1963, s. 254). Bu eser Weitling’i pratik olarak Alman işçi hareketinin liderliğine yükseltir.

Weitling 1851’de, yoldaşlarının bu eser için harcadıkları kollektif emeği şükranla anar: “O zamanlar baskı giderleri için aynı düşünceyi savunan küçük bir yoldaş grubu büyük fedakarlıklar yaptılar. Biri odasını verdi; diğerleri geceleri harfleri dizdi, baskı ya da ciltleme yaptılar; bazıları da para verdiler; hatta parası olmayanlar kollarındaki saatlerini rehine vererek katkıda bulundular” (Weitling 1979, s. 156). Weitling’in kendisi de, her gün akşam saat 10’a kadar çalıştıktan sonra gelip, ancak geceleri yazar (a.g.e.). Bazılarının bu esere yönelik olarak getirdiği, “geçerliliği kuşkulu” (Mader 1989, s. 6) eklektizm suçlamasına karşılık Weitling, bu eseri kendisinin yazdığını belirtir ve ekler: “Benim için önemli olan, kendime ait yeni bir şey geliştirme ihtirası değil, aksine dava için gerekli olan, eksikliği hissedilen işin yapılmasının zorunluluğu”dur (Weitling 1955, s. 292). Schieder, eseri Weitling’in kendisinin kaleme aldığından kuşku duymaz (Schieder 1963, s. 245).

12 Mayıs 1839’da Blanqui ve Barbes önderliğindeki Mevsimler Derneği Paris’te bir “devrim girişimi” (Görür 2008b, s. 118) başlatır. Girişimin yenilmesinin ardından devletin saldırısı gelir. Saldırıdan Haklılar Birliği de payını alır. Derneğin ileri gelenlerinden Bauer, tutuklanıp serbest bırakıldıktan, ardından da Schapper hudut dışı edildikten sonra Londra’ya giderler. Schapper’in yönetimindeki Haklılar Birliği’nin Londra şubesi, burada giderek Owen’ın fikirlerine yanaşır; devrimci taktikle ilgili olarak “fiziksel şiddete” karşı çartist düsturun “ahlaki şiddetini” benimsemeye başlar (bak., Mader 1989, s. 41). Weitling ise 1841 Mayısına kadar Paris’te kalarak, devletin operasyonuyla dağılan teşkilat üyelerini toparlamaya çalışır; Paris’te devrimci çalışmalarını artık yürütemez duruma gelince de İsviçre’ye geçer ve faaliyetlerine orada devam eder (Mehring 1908, s. XVI).

Weitling İsviçre’deki Alman zanaatkar-işçileri arasındaki çalışmalarında esas olarak örgütlülüğü temel alan ajitasyon ve propagandaya ağırlık verir (Jojo 1932, s. 67). O, “Alman komünist işçi yayımcılığının öncüsüdür” (Seidel-Höppner 1989, s. 40). Weitling 1841’de Alman Gençliğinin Çığlığı adlı aylık dergiyi çıkarır; dergi “Alman komünist dernekleri tarafından” (Weitling 1955, s. 296) desteklenir. Yıl sonuna kadar İsviçre dışında Fransa, Almanya ve İngiltere’de 1000 aboneye ulaşan dergi (Kaufhold 1955, s. XV) devletin gözüne batar, dergi sayılarına sık sık el konulur. 1843’de “komünist aylık dergi”nin basıldığı matbaa devletin baskılarından dolayı, Cenevre ve Bern’den sonra Zürih’e taşınmak zorunda kalır ve burada Genç Kuşak adıyla yeniden çıkar. (Seidel-Höppner 1961, s. 44-45). Bu yayınlarda Weitling ağırlıklı olarak, ezen sınıflardan yardım dileyen, onların hikmetiyle ezilen sınıfların durumlarının reforme edileceğine “inanan” burjuva demokrasisi hayranlarına vurur; onları “boş lafa gerek yok, şiddete dayalı devrim zorunludur” (Seidel-Höppner 1989, s. 43) diyerek uyarır. O, ezilenlerin kurtuluşunu, çoğunluğu oluşturan “önlüklülerin” ve “kasketlilerin” mücadelesinde görür (Jojo 1932, s. 70).

Weitling, çağdaşları arasında Aydınlanmacılığa en az bulaşan komünist teorisyen ve devrimcidir. Dergide 1842’lerde burjuvazinin liberal politikasını teşhir eder: Aşırı mal üretiminin yoksulluk ürettiğini, mucize makinelerin işçileri ekmeksiz bıraktığını, şaşalı bilimsel başarıların halkı aptallaştırmak ve bayağılaştırmak için devreye sokulmasının bu başarılara gölge düşürdüğünü yazar (Seidel-Höppner 2008, p. 2). Serbest rekabete yapılan büyük övgüyü kendini kandırma olarak görür. Liberal demokrasi oyununun, yoksul ile zengin arasındaki uçurumu derinleştirdiğini ve sosyal ilişkileri çölleştirdiğini belirtir (a.g.e.). Sözü çok edilen “bireysel özgürlüklerin” güce ve paraya bağlı olduğunu gösterir; ona göre kim bunlara daha fazla sahipse, o denli özgür ve bağımsızdır: “Liberaller özgürlükten dem vuruyorlarsa, bilin ki onlar kendileri için imtiyaz ve yeni haklar istiyorlardır” (a.g.e., p. 3).

Weitling ve yoldaşları aynı tarihlerde örgütlenmeye de hız verirler. İşçi dernekleri, aş evleri kurarlar, okuma çevreleri oluştururlar. Jojo, Weitling’in örgütlediği bu kurumların, İngiliz ve Amerikan işçi hareketlerinde örnekleri görülen klasik sendikal yardım dernekleriyle hiçbir alakası olmadığını belirtir (Jojo 1932, s. 67). Weitling, Clubs (parti anlamına yakın) diye adlandırdığı örgütlenmelerin ihtilaldeki (Umwälzung) belirleyici önemini anlar, bu kulübün üyelerini “hareketin öncüleri” (Avantgarde der Bewegung) olarak gördüğünden onlara büyük görevler yükler. Fakat o, aynı zamanda devrimin salt, hareketin öncülerinin eylemiyle başarılamayacağını da bilir. Bu nedenle de “dernek üyeleri gittikleri her yere bilinç tohumları” (a.g.e.) serpmeli ve ezilenleri örgütlemelidirler. Weitling’in burada temel aldığı öncü savaştan ziyade öncü politikadır.

1842 yılında Paris, Lozan, Cenevre ve başka kentlerdeki komünistlerin ortak maddi çabalarıyla Weitling’in kaleme aldığı Uyumun ve Özgürlüğün Garantileri adlı eser 2000 adet olarak basılır. Baskı giderleri yaklaşık 300 işçinin katkılarıyla karşılanır (Weitling 1955, s. 297). Bu yapıt da yasaklanır, kovuşturmalara uğrar, toplatılır; buna rağmen yedi yılda üç baskısı yapılır (Seidel-Höppner 1989, s. 48). Eser işçiler ve özellikle aydınlar arasında yankı yaratır. Marx ve Feuerbach Weitling’in hakkını teslim ederler. Marx 1844’de Paris’te yayınlanan Vorwärts’te şöyle yazar:

Genel olarak Alman işçilerinin teorik düzey ve yeteneğiyle ilgili olarak söyleyebileceğim, teorik açıdan sıklıkla Proudhon’u geride bırakan, fakat ayrıntılı olarak ifade etme noktasında ondan geride duran Weitling’in dahice yazılarıdır. Uyumun ve Özgürlüğün Garantileri’yle kıyaslanabilecek bir eseri, filozofları ve kalem efendileri de dahil olmak üzere Alman burjuvazisi, burjuvazinin özgürleşmesiyle ilgili olarak –politik özgürlük– ortaya koyabilirler mi? Alman siyasi literatürünün cansıkıcı süklüm püklüm sıradanlığı ile Alman işçilerinin bu parlak ve eşşiz ilk yapıtı karşılaştırılacak olursa; proletaryanın bu devasa pratikleri, burjuvazinin yıpranmış siyasal pabuçlarının cüceliğiyle karşılaştırılacak olursa, bu proleter kül kedisinin gelecekte bir pehlivanın gövdesine bürüneceği kehaneti ileri sürülebilir (Marx 1966, s. 146).

“Köy filozofu” Ludwig Feuerbach, kuş uçmaz kervan geçmez köyünde yalnız başına yaşarken, onu ziyaret eden seyyar zanaatkar bir devrimcinin yaptığı propaganda neticesinde Weitling’in yazılarından haberdar olur. 15 Ekim 1944 tarihli bir mektupta şöyle yazar:

Komünizmle … ilk kez bu yaz biraz daha yakından tanıştım, bunların arasında Weitling’in eseri Uyumun ve Özgürlüğün Garantileri de vardı. Bu terzi kalfasının düşünceleri ve zekası karşısında nasıl saşırdığımı anlatamam. Gerçekten de o, kendi sınıfının bir peygamberi. Onunla tanışmamı, teorik olarak komünizme eğilimli zanaatkar bir delikanlıya borçluyum. Benim için bu zanaatkar delikanlının ciddiyeti, duruşu ve öğrenme hevesi bir sürpriz oldu! Bizim akademik delikanlılarımızın bu delikanlı karşısında nasıl bir ağırlığı olabilir ki! (Feuerbach akt. Schäfer 1971, s. 197).  

Engels’in yazdığına göre, Feuerbach 1845’te ona, o zamana kadar hiç kimseye bir kitap ithaf etmediğini, fakat Weitling’in eserinden sonra, yeni çalışmasını ona ithaf etmek için, içinde büyük bir istek duyduğunu belirtmiştir (Engels 1959, s. 515).

Weitling ilk eserinde olduğu gibi Garantiler’de de devrimin güçlerini, emekleriyle yaşayan yoksul ve yoksun olan ezilenler ile böyle olmamalarına rağmen yeteneklerini ve servetlerini ezilenlerin davasının emrine veren ve aynı bayrak altında savaşanlar, yani ait oldukları ezen sınıfa ihanet ederek ezilenlerin yanında saf tutanlar olarak tespit eder. Karşı devrimin gücü olan ezenler ise bütün feodaller, kapitalistler, tüccarlar, tefeciler ve onların iktidarıdır (Jojo 1932, s. 53), yani devlettir.

Sınıf mücadelesinin merkezine salt “emek ve sermaye” arasındaki mücadele yerleştirilirse, pratikte ölümüne dövüşen ezilen bölüklerinin özneleri görülmez. Bu sebeple Weitling, ücretli işçinin verdiği “üç-beş kuruş mücadelesini” sınıf mücadelesinin merkezine koymaz. Ona göre sınıf mücadelesi bütün diğer çalışmayan mülksüzler sınıfını da kapsamalıdır. Bu salt teorik olarak değil, pratik/politik olarak da böyledir. Bu bağlamda ‘lümpen proletarya’ olarak hor görülen kesimler mücadele içine çekilmelidir (Weitling 1955, s. 259).

Weitling’in yoldaşlarının anlayışsızlık ve tepkiyle karşıladıkları, ‘hırsızlığın’, bir başka deyişle kamulaştırmanın genel teorisi bu anlayışa dayanır: Temel kalkış noktası, ezilenlerin kendilerinden çalınmış mülkiyete karşı duydukları saygıyı yıkmak, onları mülkiyete karşı devrimcileştirmektir. Kilise tarihçisi Barnikol, illegal çalışma yürüten bir devrimci olarak Weitling’in “sadece nutuk çekmek yetmez; parayı ortadan kaldırmak için paraya ihtiyacımız var” diyerek kamulaştırma teorisini açık ve samimi bir şekilde ifade etmesi karşısında şaşkınlığını gizleyemez (Barnikol 1929, s. 115).

Weitling, devrimci dönemler baş gösterdiğinde düşmanla uzlaşmalara gidilmesini, onların verdikleri sözlere itimat edilmesini doğru bulmaz. Böyle dönemlerde düşmanı “mantıklı bir dili idrak edemeyen, akılsız hayvanlar olarak görmek zorunludur”. (Weitling 1955, s. 258). Ona göre böyle dönemlerde düşmanın planlarını etkili bir şekilde boşa çıkartacak, en korkunç ateş topları harekete geçirilmelidir:

Öyle bir ahlak (Moral) geliştirilmelidir ki, o ahlak şimdiye kadar kimsenin söylemeye cesaret edemediğini söylesin; O, her türlü kişisel çıkar hırsını imkansız kılsın; o ahlak her zaman halkın yenilgisiyle biten kanlı sokak savaşlarını, bir gerilla savaşına dönüştürerek devam ettirebilsin; bu gerilla savaşı yoksulların teri ve kanı pahasına elde edilen zenginlerin spekülasyonlarının kökünü kazısın ve bu aynı zamanda asker, polis ve jandarma iktidarının onu bastırmada aciz kalacağı bir savaş olsun. Böyle bir ahlak savunusu, etkilerinden bugün itibarı ile tiksinilen, bütün gönüllü kıtalarının bize yönelmesini sağlayacaktır; bu, karşıtlarımıza bizim prensiplerimiz dışında bir kurtuluş simidi umudunu imkansız kılacaktır. Bu ahlak aynı zamanda kişisel çıkarların çözülüp yenilgiye uğramasını da beraberinde getirecektir.

Fakat bu ahlak yalnızca ve sadece, büyük şehirlerimizde kum gibi kaynayan, sınırsız bir sefalet içinde debelenen ve çaresizliğe terk edilen ezilen yığınlar arasında etkili bir şekilde propaganda edilip öğretilebilir. Eğer bu, bir kez ifade edilirse yeni taktik için sinyal verilmiş olur ve düşmanlarımız bununla hiçbir zaman başa çıkamazlar (a.g.e., s. 259-260).

Weitling’in devrimin güçleri arasında gördüğü ve çağrı yaptığı alt-proleterler, Paris ve Londra’daki komünistler için, insanlığın rezil ve alçak olan en alt tabakalarından meydana gelir. Aşikardır ki, “lümpen proletaryanın” geleneksel işçi hareketi tarafından mahkum edilmesinin tarihi, “Weitling’in bu kesimi ezilenler içine alan konseptinin” (Brandenburg 1977, s. 300) Paris ve Londra’daki komünistler tarafından reddedilmesiyle birlikte başlar.

Belirtildiği gibi, Weitling’de toplumun ezen ve ezilen olarak ikiye bölünmüşlüğü temeldir ve bu durum bütün diğer uluslar için de geçerlidir. O, buradan yola çıkarak, ezenlerin ‘anavatanı savunma’ söylemlerinin koca bir yalan olduğunu açıklar ve gerçek düşmanın iç düşman olduğu tespitini yapar. Weitling’e göre toplum kölelerden ve efendilerden oluştuğu sürece, iktidarda kimin olduğu, ezilenler açısından önem teşkil etmez. Halkı “biz ne zaman iç düşmanlarımızın kokusunu almaya başlasak, hemen dış düşmanlarımızın olduğu bize hatırlatılır” (Weitling 1955, s. 90) diye uyarır. Weitling’e göre bu hatırlatmaları yapan sahte vatanseverler, gerçekte halka “Kazaklardan ve Fransızlardan daha yabancıdırlar” (a.g.e., s. 87):

Büyükbaş hayvanlar, zenginler ve egemenler günümüzde, ehlileştirme sanatını o kadar ileriye götürdüler ki, kendi çıkarları için dalaştıklarında, her biri kendi köle sürülerini birbirlerinin üzerine sürüyor ve bunların yüz binlercesini birbirlerine boğdurtuyorlar. Birbirlerine kırdırılan bu yüzbinlerin akıllarına ise, kendilerine teslim edilen bu silahlardan faydalanmak ve bunları kendi çıkarları için kullanmak gelmiyor (Weitling 1955, s. 88).

Jojo’ya göre Weitling’in bu pasajında, savaşın, dünyanın güçlülerinin çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak görüldüğü çok aşikardır. Çok daha mühim olan nokta ise, “savaşı iç savaşa çevir” (Jojo 1932, s. 54) çağrısıdır[15]. Weitling burada ezilenlerden, savaşı kendi ülkelerindeki iç düşmana karşı bir iç savaşa dönüştürmelerini talep eder! Weitling burada pasifizm vaaz etmez; aksine ezilenlerin kendi kurtuluş savaşını başlatmaları şiarını öne çıkarır. Burada, bütün bir iç ve dış politika, çıplak çıkarların bir savaşı olarak kavranır. Weitling, “zaferin ganimetinin egemenlerin, zararlarının ise çalışan halkın payına düştüğünü” (Weitling 1955, s. 38) belirterek, ezen-ezilen karşıtlığını berrak bir şekilde formüle eder. Jojo’ya göre bu formülasyona, “Leitmotiv” olarak hiçbir Aydınlanmacı literatürde rastlanmaz, Weitling bu formülasyonu “gerçeklikten” çekip çıkarmıştır (Jojo 1932, s. 54).

Weitling Garantiler’in yayımlanmasından üç ay sonra, 1842’de Yoksul Günahkarların İncili adlı eserin yayımlanacağını açıklar. Bu açıklama ‘demokrasinin örnek ülkesi’ İsviçre-Zürih polisinin ve kilise konseyinin şimşeklerini onun üzerine çeker. Kilise konseyi Weitling’i, kutsal değerlere küfür etmekle suçlar. 8 Haziran 1843’te bütün yayınlara el konularak[16] Weitling hapse atılır. Bu eser, Weitling’in bir yıl hapsine neden olmasına rağmen, Mehring tarafından hor görülür; ona göre bu, Uyumun ve Özgürlüğün Garantileri’ne göre çok geri bir adımdır (Mehring 1908, s. XXVIII ). O, kitabın başlığının dinsel duygulara çağrı yapmasına ve İncil’in komünist açıdan yorumlanmasına[17] fena halde içerlediğinden, Weitling’de daha sonraki yıllarda kendini daha şiddetli hissettirdiğini zannettiği bir irrasyonalizm ve gerçeklik kaybına yöneliş keşfeder! (a.g.e., s. XXIV). Sonraki yıllarda Mehring’in ardılları tarafından da tekrarlanagelen bu söylem, Weitling’i bir ‘psikolojik vaka’ olarak görür (a.g.e., s. XXXII). Buna göre, Weitling’in hapse girişi boş yeredir ve zaten esas olarak da kendi suçudur (a.g.e., s. XXX).

Kaler, Weitling’in Yoksul Günahkarların İncili adlı eserinde, dine yaklaşımdaki pozisyonunu, Genç-Hegelcilerin ve anarşistlerin pozisyonundan temelde farklı bulur (Kaler 1971, s. 59). Hakikaten de Weitling, dine karşı tutum konusunda, çağdaşlarını sarıp sarmalayan burjuva Aydınlanmacı atmosferden uzaktır. O, bu konuda şöyle yazar: “ ‘İnsanlığın kurtuluşu için dinin yıkılması gerektiği’, Voltaire ve diğerlerinin temel prensibiydi … Oysa ki, dini ortadan kaldırmak ya da yıkmak yerine, ondan, ezilen insanlığın kurtuluşu için faydalanmak gerekir” (Weitling 1971, s. 17). İncil’den yüzden fazla alıntı yaptığı eserinin yazılış gerekçesini Weitling gayet berrak bir şekilde belirtir: “Yoksul Günahkarların İncili kitabının yaygın olarak dağıtımını, ikiyüzlü papazların aristokrat partisinin şeflerinin iç yüzünü ortaya çıkarmak ve bunlara inanan yoksulların gözlerini açmak için en uygun araç olarak gördüm” (Weitling 1977, s. 41).

Weitling yaklaşık bir yıllık hapislikten sonra, Haziran 1844’te serbest bırakılır. İsviçre devleti onu Prusyalılara vermek ister; onlar ise “sürüyü bozacak tehlikeli bir komünisti” (Buddensieg 1934, s. 19) almak istemezler. Bu nedenle Weitling doğum yeri olan Magdeburg’a gönderilir. Buranın devlet yetkilileri orada kaldığı yaklaşık altı hafta boyunca, ona lokantalara ve otellere gitmeyi yasaklar; Weitling’in aynı kentte yaşayan annesiyle dahi konuşması yasaktır (a.g.e.). Devlet yetkilileri onu, Almanya’yı Amerika yönünde terketmesi koşuluyla Hamburg’a sınırdışı ederler (Kaufhold 1955, s. XXXVI). Weitling Hamburg’ta kaldığı kısa süre içinde, daha sonra Zindan Şiirleri adı altında yayımlanan şiirlerini Julius Campe adlı yayımcıya teslim eder (a.g.e.). Hamburg’daki Prusya konsolosluğu, ona Amerika’ya gidecek bir gemide yer sağlamasına rağmen Weitling bunu reddeder. Konsolos bu durumu “bu bireyin, bu yolla Avrupa topraklarından def edilmesi şansı böylelikle berhava oldu” biçiminde rapor eder (a.g.e.). Devletin Weitling’ten kurtulma konusundaki çabaları, onun politik faaliyetlerinin Almanya’ya yayılmasından ne denli korkulduğunun göstergesidir[18].  

Weitling, Ağustos 1844’te Hamburg’u terkederek Londra’ya geçer. Londra’da 17 ay kalır. Burada Haklılar Birliği içinde yürütülen tartışmalarda tarihsel ilerlemeci eğilime karşı devrimci eğilimi temsil eder. 1846 başında Brüksel’e geçer; Komünist İrtibat Komitesi içinde Marx’la yaşadığı çatışma sonucunda buradan dışlanır. Aynı yılın sonunda, yoldaşlarının ona sağladıkları sahte bir pasaportla Paris üzerinden New York’a gider (Barnikol 1929, s. 223).

1848 devrimlerinin patlak vermesiyle tekrar Avrupa’ya döner. Paris üzerinden Berlin’e geçer. Berlin’de yoldaşlarını Kurtuluş Birliği içinde bir araya getirir. Bu birliğin yayın organı olarak Urwähler adlı dergiyi çıkarır (Seidel-Höppner 1989, s. 54). Berlin’in Prusyalılar tarafından işgaliyle birlikte dergi yasaklanır (Kaufhold 1955, s. XLII).

Berlinde örgütlenen Kurtuluş Birliği’nin talepleri üç ana başlık altında toplanır: Bunlara göre a) devlet işsizlere iş vermekle yükümlüdür ve devletin kendi memurlarına ödediği ücret, işçi ücretlerine eşit olmalıdır; b) çalışamayacak durumda olanlara (hasta, çocuk ve yaşlılara) ödenecek ücret, devletin memurlarına ödediği ücrete eşit olmalıdır; c) devletin memurları, devletin işçileridir ve bütün diğer işçilerle aynı ücreti almalıdır (Marsiske 1990, s. 34-35).

Weitling 1848 Ağustos’unda Berlin’deki İşçi Kongresi’nde, doğrudan seçimle gelen bir işçi parlamentosunun toplanması çağrısı yapar. O, burada hem kooperatif birliği altında örgütlenmiş İşçi Kardeşliği’nin apolitikliğini eleştirir, hem de burjuva demokratlarını sosyal talepler noktasında zorlar. Prusya ordusu dergiyi yasakladığı gibi, ona şehirde kalma yasağı getirir (Kaufhold 1955, s. XLII).

Berlin’den sınır dışı edilen Weitling, Hamburg’a geçer. Hamburg’ta onun tarafından örgütlenen Kurtuluş Birliği’nin üye sayısı 800’dür; bu örgüt aynı zamanda, devrim dönemindeki en güçlü tek komünist yerel örgüttür (Seidel-Höppner 1989, s. 55). Weitling Hamburg’da kaldığı süre içinde Uyumun ve Özgürlüğün Garantileri’nin 3. baskısını hazırlar. Burada da onun hakkında şehri terk etme kararı alınır. Hamburg’daki tüm yerel halk insiyatifleri ve derneklerinin bu durumu protesto etmelerine rağmen, eserlerine el konularak sürgün edilir. (Barnikol 1929, s. 224). O, devrimin yenilgisinden sonra Londra üzerinden Amerika’ya döner.

Evlenmeye ancak 46 yaşında vakit bulur. 22 yaşındaki Luisa Tödt adllı terzi ile olan mutlu evliliklerinden 6 çocuk dünyaya gelir, kronik bir yoksulluk içinde yaşarlar (Seidel-Höppner 1989, s. 57).

Weitling’in tekniğe olan yeteneği bilinir. O, New York’lu dikiş makinası fabrikatörü Singer’e, geliştirdiği düğme deliği makinasına patent almak için başvurur. Singer, Weitling’in geliştirdiği makinanın modelini kopyalayarak onu dolandırır (Seidel-Höppner 2008, p. 5). Singer’in ‘zararın telafisi’ olarak teklif ettiği 500 dolarlık tazminatı Weitling reddeder (a.g.e.).

1869’da bütün eserlerini imha eder… (Mader 1989, s. 71).

22 Ocak 1871’de, I. Enternasyonal’in New York’taki ilk toplantısına onur üyesi olarak çağrılır. Orada, halkların kardeşliği mücadelesinin kararlı öncülerinden biri olarak karşılanır. Bu toplantıya katıldıktan iki gün sonra geçirdiği bir beyin kanaması sonucu ölür (a.g.e.).

***

Batı Avrupa’da devrimin yenilmesiyle Amerika’ya dönen Weitling burada İşçi Cumhuriyeti adlı dergiyi çıkarır. Dergi bir yıl içinde 4000 aboneye ulaşır fakat sürekliliği yakalayamaz. İşçi hareketine bağlı olan bir koloni kurma girişimi de başarısızlıkla sonuçlanır. Weitling 1854’de bu başarısızlığın bir muhasebesini yapar; buradan çıkardığı sonuç yetkindir. Weitling burada, bir ülkede devleti ele geçiren komünistlerin karşılaşacakları problemleri analiz eder:

Kapitalist devletlerle çevrilmiş ve izole edilmiş bir sosyalist devlet, bunların saldırısına karşı kendini koruma amacıyla savunmaya çok büyük harcamalar yapmak zorunda kalacaktır. Çünkü bu sosyalist devlet, etrafını çevreleyen kapitalist devletlere karşı güçlü bir ordu –ve eğer denize sınırı varsa donanma– olmadan, bunların yaratacağı tehlikelere ve zararlara direnemez. Güçlü bir ordu ve donanmanın yokluğu koşullarında bu devlet, ya kapitalist devletlere yenilecek ve onların boyunduruğu altına girecektir ya da kendini kapitalist devletlere zarar vermeyecek, onları rahatsız etmeyecek, onların göz yumacakları bir şekilde sınırlayıp, organize edecektir. Bu sosyalist devlet aynı zamanda, kendi içinde uyguladığı eşitsizlikleri telafi etme amaçlı ekonomik tedbirleri de bütün ticari ilişkilerine yayamaz; çünkü bu devlet ihracat ve ithalattaki transaksiyona tabi olacaktır, bu da içerdeki eşitlikçi ve adalete dayalı kural ve kaideleri, bunlara dayalı düzenlenen mübadeleyi bozacaktır. Dış dünyadaki mülkiyet hakları, bu devletin iç organizasyonunu etkileyecek ve onu bozan değişimlere sebep olacaktır.

Ülke savunması için gerekli ordu ve donanmanın önemli masrafları, müstahkem mevzilerin inşası ve korunması, ordunun ülke sınırlarını koruyan muhafızları ve gümrük memurları, bunların hepsi, izole olarak duran bir sosyalist devletin masraf hanesine yazılır; buna ek olarak da, bu koşullarda kolaylıkla tahrik edilen ve beslenip büyüyen halkın hoşnutsuzluğu. Böyle bir durumun, ülkenin henüz yeni olan özgürlükleri ve müesseseleri için yaratacağı tehlikeler, ve hem dışarıya hem de içeriye yönelik olarak sürekli bir bekleyiş hali, yukarıda ifade edilen ekonomik reformlar ve tedbirlerle birlikte düşünüldüğünde, bütün bunlar sulhun bozulmasına yol açacaktır (Weitling 1854; akt. Marsiske 1990, s. 240).

Weitling’in Amerika’daki 1846-1856 yılları arasındaki politik çalışmalarını araştıran Hans-Arthur Marsiske, İşçi Cumhuriyeti Olanaklıdır adlı eserinde, Weitling’i “sistem bezirganı” ya da “piskopat” olmakla suçlayanlara, onun “politik düşüncelerinde gelişmelerin olabileceğinin söz konusu bile edilemeyeceğini” iddia edenlere, Amerika’daki yılları için “ütopiye, eskisinden daha beter şekilde saplanıp” kaldığı savını ileri sürenlere, onun hakkında bu bildik ve yaygın söylemi tutturanlara haklı olarak, Weitling’in yukarıda yaptığı analizleri sorar. Marsiske, Weitling’in analizlerindeki açıklık, berraklık ve uzak görüşlülüğe çağdaşları arasında rastlanmadığını belirtir. Ona göre yalnızca birkaç düzine insandan oluşan bir koloni deneyiminin başarısızlığından çıkarılan sonuçlar, onlarca yıl sonra doğruluğunu çok büyük ölçütlerle kanıtlamışlardır.

Weitling’in 1846’da komünist hareket dışına itilmesiyle birlikte hareket, en iyi beyinlerinden ve en yetenekli liderlerinden birini yitirir. Metin Kayaoğlu’nun, komünist devrimci İbrahim Kaypakkaya için söylediği, Wilhelm Weitling için de geçerlidir: Evet, Kaypakkaya gibi Weitling de bir “tam devrimci”dir. Onun bu çalışmada çok sınırlı olarak değinilen, politik devrimci şiddete, komünistlerin dine yaklaşımına ve ezilen devrimciliğine ilişkin görüşlerinin, bölgemiz ezilenlerinin mücadelesine katkı sunacağı muhakkaktır.

 

 

Yararlanılan Eserler

Althusser, L. (2002): Marx İçin. İstanbul

Barnikol, E. (1929): Weitling der Gefangene und seine “Gerechtigkeit“. Kiel

Brandenburg, A. (1977): Theoriebildungsprozesse in der deutschen Arbeiterbewegung 1835-1850. Hannover

Buddensieg, H. (1934): Wilhelm Weitling und der frühe deutsche Sozialismus. Heidelberg

Engels, F. (1959): Fortschritt des Kommunismus in Deutschland. Marx- Engels Werke, Bd. 2, Berlin

Görür, E. (2008b): Komünist Manifesto’nun Eleştirel Edinimi, Teori ve Politika 46, ss. 109-122

Jojo, W. (1932): Wilhelm Weitling: Der Ideengehalt seiner Schriften entwickelt aus den geschichtlichen Zusammenhängen. Heidelberg

Kaler, E. (1971): Wilhelm Weitling: seine Agitation und Lehre im geschichtlichen Zusammenhänge dargestellt. (1887, Hottingen/Zürich). Sozialdemokratische Bibliothek. Sammlung von Abhandlungen. Teorie und Geschichte des Sozialismus I. Band, ss. 3-104

Kaufhold,B. (1955): Einleitung. Weitling, W. [1842]: Garantien der Harmonie und Freiheit, 3. Auflage. Berlin, ss. VII-XLVII

Kayaoğlu, M. (2006a): Hangi Tarihin Mirasçısıyız? Teori ve Politika 39, İstanbul, ss. 5-84

Kayaoğlu, M. (2007a): Marksizmin Kaypakkaya’da Özgülleşen Devrimci Diyalektiği, Teori ve Politika 42/43. İstanbul, ss. 37-118

Kıvılcımlı, H. (2000): Eyüp Sultan Konuşması. Teori ve Politika 17, İstanbul, ss. 92-96

Knatz, L. (1984): Utopie und Wissenschaft im frühen deutschen Sozialismus: Theoriebildung und Wissenschaftsbegriff bei Wilhelm Weitling. Frankfurt am Main/ Bern/New York/Nancy

Knatz, L./Marsiske, A. H. (1989): Geschichte, Theorie, Perspektive. Eine Einleitung. Wilhelm Weitling. Ein deutscher Arbeiterkommunist. Ergebnisse. Hamburg, ss. 9-27

Mader, K. (1989): Wilhelm Weitlings politische Theorie Entwicklung und Vergleich zum rezipierten politisch-literarischen Umfeld. München

Marsiske, H. A. (1990): Eine Republik der Arbeiter ist möglich, Hamburg

Marx, K. / Engels, F. (1964): Zur Geschichte des Bundes der Kommunisten. Berlin

Marx, K. (1966): Texte zur Methode und Praxis, Bd. 2, Hamburg

Mehring, F. (1908): Einleitung. Weitling, W. [1842]: Garantien der Harmonie und Freiheit,. 1. Auflage. Berlin, ss. V-LII

Mehring, F. (1919): Karl Marx, Leipzig

Meyer, A. (1977): Frühsozialismus. Theorien der sozialen Bewegung 1789-1848. Freibung/München

Moritz, W. (1981): Wilhelm Weitling: Religiöse Problematik und literarische Form. Frankfurt am Main/ Bern

Müller, H. (1967): Ursprung und Geschichte des Wortes Sozialismus. Hannover

Schäfer, W. (1971): Wilhelm Weitling im Spiegel der wissenschaftlichen Auseinandersetzung. Das Evangelium des armen Sünders. Die Menschheit, wie sie ist und wie sie sein sollte. Hamburg

Schieder, W. (1963): Anfänge der deutschen Arbeiterbewegung, Stuttgart

Schraepler, E. (1972): Handwerkerbünde und Arbeitervereine 1830-1853: Die politische Tätigkeit deutscher Sozialisten von Wilhelm Weitling bis Karl Marx. Berlin/New York

Seidel-Höppner (1961): Wilhelm Weitling: Der erste deutsche Theoretiker und Agitator des Kommunismus, Berlin

Seidel-Höppner (1989): Wilhelm Weitling-Leben und Werk-eine optimistısche Tragödie. Knatz, L/Marsiske, H. A. (1989): Wilhelm Weitling. Ein deutscher Arbeiterkommunist. Ergebnisse. Hamburg, ss. 28-80

Weitling, W. (1955): Garantien der Harmonie und Freiheit, 3. Auflage. Berlin

Weitling, W. (1971): Das Evangelium des armen Sünders. Die Menschheit, wie sie ist und wie sie sein sollte. Hamburg

Weitling, W. (1977): Gerechtigkeit: Ein Studium in 500 Tagen. Bilder der Wirklichkeit und Betrachtungen des Gefangenen. Berlin

Weitling, W. (1979): Die Republik der Arbeiter, (ab April 1851: Republik der Arbeiter. Centralblatt der Propaganda für die Verbrüderung der Arbeiter, Jahresgang 1-2, New York, 1850-1851). Vaduz

www. zeit.de/2008/42/A-Weitling [Seidel-Höppner (2008): Der liberale Selbstbetrug] (Erişim tarihi: 02.09.2009)

 



[1] Althusser, Genç Marx’ın genel olarak burjuva düşüncesinden epistemolojik kopuşunun tarihini 1845 olarak saptar (Althusser 2002, s. 45). Balibar ise bu kopuşu daha geç bir döneme tarihler. Bu çalışmada Balibar’ın yaklaşımı uygun görülmektedir.

[2] Franz Mehring bu yapıtın birinci baskısını tercih eder. O, Weitling’in aynı yapıtın 1849’daki üçüncü baskısına yazdığı 1848 devrimlerinin eleştirel bir değerlendirmesini de içeren önsözün (Weitling bu önsözde 1848 devriminde Marx ve Engels’in savunduğu, burjuvazinin desteklenmesi politikasının getirdiği sonuçların bir eleştirisini yapar), ilk baskıya göre „üzücü bir geri adım“ olduğunu iddia eder (Mehring 1908, XXXXII). Çünkü ona göre Weitling bu eleştiriyle, “burjuvazinin feodalizme ve mutlakiyetçiliğe karşı savaşımında, proletaryanın onu neden desteklemek zorunda” olduğunu hiç bir zaman idrak edememiş ve tarih biliminin yasalarından haberli olmadığını göstermiştir! ( a.g.e.).  

[3] Buna Doğu Alman ‘Marksist’ tarihçilerinin değerlendirmeleri örnek olarak verilebilir. Bunlardan Kowalski, Kaufhold gibileri ağız birliği etmişçesine Mehring’i tekrarlarlar.

[4] Prusya mahkemesi bir matbaa işçisini, Weitling’in yazdığı devrimci bir marşı söylediği gerekçesiyle iki yıl hapse mahkum eder. Bu cezayı daha sonra, işçinin bu suçu! kötü bir niyeti olmadan işlediğine kanaat getirerek 6 aya indirir (Schäfer 1971, s. 193).

[5] Vurgu yazara aittir.

[6] Bu sorgulamaya, Almanya’nın “71 devrimcileri“ Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF), o yıllardaki politik devrimci şiddet pratiğinin etkide bulunmuş olması kuvvetle muhtemeldir.

[7] ‘Bilimsel sosyalizm’ terimi ilk olarak Marx/Engels tarafından değil, ‘hakiki sosyalizm’in temsilcisi Karl Grün tarafından 1845’de, kendi sosyalizm anlayışını ‘ütopik sosyalizm’ anlayışından ayırmak için kullanılmıştır (bak. Müller 1967, ss. 138-139). Bu terim çok sonraları Engels tarafından da kullanılmıştır.

[8] Bu kitabı Weitling İsviçre’de hapisteyken yazmıştır. Kitap, onun biyografisi, 19. yüzyılın ilk yarısındaki zanaatkarların kültürü (eğitim, seyyar zanaatkarların politik/kültürel faaliyetleri, seyahat rotaları v.s.) ve işçi hareketinin ilk yılları üzerine bir döküman niteliğindedir.

[9] Paris’teki Prusya elçisinin bildirdiğine göre, 1830’lu ve 40’lı yıllarda bu kente apolitik olarak gelen Alman göçmenleri üç ay içinde politikleşiyorlardı. Paris’teki her 100 terziden 95’i gizli birlik üyesiydi. O yıllarda Paris’te yaklaşık 100 bin Alman zanaatkar-işçi olduğu tahmin ediliyor (Seidel-Höppner 1961, s. 21).

[10] Mevsimler Derneği’nde öncü savaşçı özellik öne çıkarken, Haklılar Birliği’nin Weitling tarafından organize edilen bilhassa İsviçre’deki çalışmalarında öncü politika anlayışının öne çıktığı düşünülmektedir.

[11] Moritz’in belirttiğine göre, Weitling seneler sonra, New York’da yaşadığı yıllarda dahi Babeuf’a bağlılığını sürdürür ve oğullarından birine onun adını verir (Moritz 1981, s. 26). Jojo da, Weitling’le Babeuf’un benzer karakteristik özelliklerine dikkat çeker: “İkisi de ideolojilerine sıkı sıkıya bağlı, ezilenlerin kurtuluşu uğruna kendilerini feda etmeye hazır, kişisel menfaatten uzak ve amaçlarına sadakatte sarsılmaz bir inançla doludurlar“ (Jojo 1932, ss. 27-28).

[12] Haklılar Birliği’nin yöneticilerindendir. Fransa’dan sürgün edildikten sonra Londra’ya gider ve orada Birliğin şubesini örgütler. Ona göre komünistler, burjuvaziyi feodallere karşı savaşımında desteklemelidirler. Politik devrimci şiddeti reddeden Schapper’e göre komünistlerin görevi, halkı bilgi yoluyla aydınlatmaktır.

[13] Komünist devrimci İbrahim Kaypakkaya da aynı yolu izler. O da, kendini burjuvazinin temsilcisi M. Kemal’in ‘tarihsel devrimci’ mirasına değil, Karayılan şahsında, ezilenlerin devrimci mücadelesinin mirasına bağlar (bak. Kayaoğlu 2007a, ss. 37-118).

[14] Mehring’in de yaptığı gibi Schieder, Weitling’in etkisini 1838-1842 arasındaki üç veya dört yılla sınırlar. Bu yaygın, fakat doğruluğu epey kuşkulu görüşe karşın Agust Bebel 1860’larda bile Leipzig gibi yerlerde Weitling’i duyan ve kitaplarını okuyan kişilerin varlığından söz eder. Buna karşın O, aynı yıllarda Leipzig’te Marx ve Engels’in adını duyan veya Komünist Manifesto’yu okuyan birini duymamıştır (akt. Schäfer 1971, s. 201). Bernstein da 1870’lerde bile hala Weitling sempatizanı olan işçilerle tanıştığını belirtir (a.g.e.).

[15] Komünist teorik politikayı kuran Weitling’in zindanlarında bir yıl hapis yattığı Zürih kentinde sürgün olan Lenin gibi bir devrimcinin, onun eserlerinden habersiz olması düşünülemez. Özellikle önce liberal Rus yazar Annenkow’un, daha sonra ise Rus Marksist tarihçi Kaler’in 1887’de Zürih’te, Weitling üzerine olan ilk çalışmayı yayımlaması bu tezi güçlendirir. Hele ki, 1. Paylaşım Savaşı’nda, Weitling’i küçümseyen hemen hemen bütün bir Alman Sosyal Demokrasisi ve II. Enternasyonal dökülüp sınıfta kalırken, Lenin önderliğinde bir avuç Bolşeviğin, Weitling gibi “savaşı iç savaşa çevir” şiarını benimsemesi dikkate değerdir.

[16] Bu eserin bazı bölümleri Weitling’in yoldaşları tarafından kaçırılır ve 1845 yılında, ondan bağımsız olarak ve eserin adı değiştirilerek Bern’de yayımlanır (Moritz, 1981, s. 48).

[17] Türkiye’nin teorik Marksisti Hikmet Kıvılcımlı da buna benzer bir propagandayı Kuran’la yapmış ve Türk devletinin kovuşturmasına uğramıştır. Kıvılcımlı 15.10.1957’de İstanbul Eyüp Meydanı’nda tertiplenen açık hava toplantısında yaptığı konuşma içinde Kuran’a dayanarak komünizm propagandası yaptığı için devlet onun hakkında, halkın dini duygularını “istismar” ettiği iddiasıyla dava açmıştır.

[18] Alman devleti bu geleneksel politikasını 1999’da Abdullah Öcalan’ı, Almanya’ya sokmayarak da devam ettirmiştir. Devlet, Öcalan’ın Almanya’daki davasını kendi hukukuna aykırı olarak geri çekmiş, onu yargılamayarak, bu yargılamanın yaratabileceği kargaşadan kendini kurtarmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar