Ana SayfaArşivSayı 55İsyanlar ve Libya

İsyanlar ve Libya

Deniz Cumhur Başaraner

Arap coğrafyasındaki isyanlar dalgası, gerek hareketlerin çapı ve etkisi, gerek isyanlara katılan kesimlerin çeşitliliği, gerekse emperyalistlerin ve yerel yönetimlerin müdahaleleri açısından her kesimde tartışma yarattı. İsyanların seyri ve Libya’ya emperyalist müdahale sol ve İslami kesimlerde konuyla ilgili çeşitli ayrışmalara neden oldu. Libya’daki durum ile diğer yerlerdeki durumun farklı başlıklar altına alınması gerektiğini başlarken ifade etmek gerekiyor.

İsyanların Seyri

Ezilenlerin uzun baskı yılları sonunda gerici rejimlere başkaldırması, Mısır ve Tunus’ta gericiliğin baş simgelerini devirmeleri, ezilenler cephesinden çok önemli adımlar ve tarihsel kazanımlardır. Statik gericilik halinden dinamik bir isyan ortamına geçilmesi de isyanlarla ilgili diğer bir önemli husustur. Bir karmaşa ortamı doğmuş, statüko sarsılmış, günlük hayat sekteye uğramış, ezilenler eylemlerin sıcaklığında mevcut olanı değiştirme gücüne sahip olduklarını hissetmişlerdir.

Ne var ki bu uygun ortam için eksik olanın devrimci örgüt olduğunu bir kez daha gördük. İsyanların kendiliğinden hareketler olarak tezahür etmesi ve süreci sırtlayabilecek devrimci örgütlerin yokluğu, emperyalistler ve gerici yönetimlerin isyan ve öfkeye rejim içi çözümler bulabilmesine, ezilenlerin enerjilerini soğurabilmesine olanak tanımıştır. Mısır ve Tunus’ta görülen durum budur.

Sol hareketin mensuplarının bir kısmı, Köz Gazetesinin yerinde ifadesiyle “devrim terimi ile konuşmamaya özen göstererek «isyan», «halk ayaklanması» vb. terimlerle olayları ifade etmeye özen gösteriyor”du.[1] Ancak hareketin kendiliğinden karakterinin açık olmasına, erişebileceği eşiğin başından itibaren görülmesi beklentisine rağmen, kendini bu sürece kaptıranlar, bölgesel bir devrimin elinin kulağında olduğunu söyleyenler de vardı:

Atılım Gazetesinde yer verilen “Emperyalizm ve işbirlikçi diktatörlükler yenilecek”[2] başlıklı açıklamada Tunus halkının isyanının bir devrim düzeyine çıktığı, Ortadoğu’yu saranın devrimsel bir süreç olduğu belirtiliyor ve şunlar ifade ediliyordu: “Ortadoğu halkları emperyalizme karşı direnişleriyle ve son olarak da işbirlikçi diktatörlükler karşısında yükselttikleri isyan ve devrim dalgasıyla özgürlüğün gerçek temsilcisinin halkların iradesi ve eylemi olduğunu göstermiştir.”

Sendika.org’dan Ergin Yıldızoğlu, “kendiliğinden hareketleri, daha önce sesini duyuramayan, “iktidarsız” çokluğun olasılıklar yaratma alanı olarak görme”nin uygun olduğunu ve bu olasılıkların devrimci süreç anlamına geldiğini ifade ediyor[3]; Çiğdem Çidamlı ise Mısırlı sosyalist bir gazeteciyle yaptığı görüşmede “telefonun ucundan coşku, umut ve devrim sesleri(nin) gel(diğini)”[4] söylüyordu.

Evrensel’den A. Cihan Soylu, Tunus ve Mısır’da yaşananların devrimci ayaklanmalar olduğunu belirtiyor ve yazısını şu cümlelerle sonlandırıyordu: “Diktatörlükler yıkılsın ya da yıkılmasın, tüm bunlar ileriye doğru halk yürüyüşünün ve proleter devrimlerinin yolunda, ilk ya da daha fazla “basamak” olmaktadır. Sadece bu ülkelerin emekçileri için de değil, tüm ülkelerin emekçileri ve ileri proletarya için de!”[5]

Doğrudan bu ifadeler kullanılmasa da Kızıl Bayrak da kendini bu havaya kaptıranlar arasındaydı. Bu gazete, “Hareket devrimci öncü partisini er veya geç yaratacaktır” başlığı altında “Devrimci bir önderlikten yoksunluk halen hareketin en temel eksikliği olsa da, ayağa kalkan kitlelerin kısa sürede bilinç sıçramaları yaşadığı gözönüne alındığında, mücadele içinde bunu bir ölçüde giderecek birikimlerin oluşacağı da bir gerçektir”[6] diyerek “gerçeği” teslim ediyordu.

***

Köz’ün “Arap Ülkelerindeki Ayaklanmalar ve Solun Kendiliğindenliğe Tapınma Hastalığı” başlıklı değerlendirmesinde, solun isyanların kendiliğinden karakterini göz ardı edişini eleştirmesi, sol hareketin mensuplarında yaygın olarak görülen kendini kaptırma hali açısından anlamlıydı. Diğer yandan Köz, “kendiliğindenliğe tapınma eleştirisinin özü(nün), devrimci partinin ve devrimci sınıf bilincinin bu tür kendiliğinden mücadelelerin içinden çıkamayacağının ortaya konması” olduğunu ifade edip, “eksikliği duyulan devrimci partinin de bu gibi hareketlerin içinden değil, öncesinden ve ayrı olarak kurulması gerektiği(ne)”[7] vurgu yaparak, konuya ilişkin bakışını da ortaya koyuyordu.

Kendiliğinden hareket, öncüsüne kavuşmadığı, kendiliğinden hareket olarak kaldığı sürece düzen içine dönmek zorundadır; bu, örgütlü mücadelenin, devrimci örgüt adlı aygıtın devrimci mücadele için neden olmazsa olmaz olduğunun ifadesidir, ancak kendiliğinden hareketin meyveleri olmayacağı anlamına da gelmez. Söz konusu ayaklanmalarda birilerinin farklı bir sürece girmesinin mümkün olmadığını iddia edebilir miyiz?

TKP’den Kemal Okuyan’ın seri halde yayınlanan yazıları da, isyanlarla araya mesafe koymanın bir örneğiydi:

“Mısır’da yükselen devrim, devrimle taçlanmadı, hangi çağda yaşadığımızı unutanların “işte bu milli demokratik devrim” demelerine bakmayın, Arap dünyasının tarihsel merkezinde yaşananları bu aşamadan sonra karşı devrim diye adlandırmayacaksak, tamı tamına bir restorasyonla karşı karşıya olduğumuzu bileceğiz.

“Yazık oldu milyonların yarattığı muazzam enerjiye, yazık oldu “kurtuluş” olasılığına sımsıkı tutunanların ölümüne kavgasına…”[8]

“Ya “görmüyor musunuz ABD kaybediyor” kolaycılığına ne demeli?

“Bu üfürmelerin her defasında ABD’ye daha fazla yenilmezlik görüntüsü kazandırdığı, örgütsüzlüğe ve ilkesizliğe övgü anlamına geldiği nasıl anlaşılmaz?”[9]

“Mısır ve Tunus’ta emperyalistler de, kapitalizm de hiçbir şey kaybetmedi.”[10]

Kemal Okuyan, İslam karşıtlığı[11] ve anti-emperyalizm adına burjuva ulus-devlet savunuculuğu yapsa da[12], yazıların genelinde görüldüğü şekilde kendi kriterlerine uygun olmayan bir ezilenler hareketine nasıl uzak durulacağının bir örneğini sergilese de gerçeklere temas ediyor.

“Her örnekte ajanlığı ayyuka çıkmış “muhalif”lerin parlatılması, post-modern iletişim araçlarının “devrim”e hizmet etmesi için bütün olanakların seferber edilmesi, “domino etkisi” açıklamalarının arkasında ciddi bir planlamanın, bölge mühendisliğinin sırıtması…[13]

Benzer şekilde Köz de şu ifadeleri kullanıyor:

“Bu bakımdan açıktır ki eğer uluslar arası medya kuruluşları bu olayların zincirleme bir biçimde aktarılmasına yol vermeseydi bu «domino etkisi» sırf mağribin ezilen ve emekçi yığınları yıllardır öfke biriktirdiği için ortaya çıkmazdı.

“Nitekim bu medyanın gücü Bin Ali ve benzeri yerel ve bağımlı diktatörlerin hatta Kaddafi gibi «Medyatik» olanlarının bile ürktüğü bir tehdit olarak çoktandır kol gezmektedir. Bu dahi göstermektedir ki söz konusu olan uluslar arası finans kapitalin söz konusu eski uşaklarına karşı bir operasyonudur.”[14]

Bu komplo kokan ifadelerin kullanılması, söz konusu olayları ve genel olarak ezilenlerin hareket şeklini anlamada bir sorun olduğunu gösteriyor. Medyanın, burada eşanlamlı olmak üzere teknolojinin gücünün eskiye göre kategorik bir içeriğe büründürülmesine sürekli olarak karşı çıkmak gerekiyor. Asıl bu anlayış egemenlere yenilmezlik özelliği bahşediyor. Ezilenler, mücadeleye giriştikleri her dönemde karşılarında ezenlerin daha güçlü teknolojisini bulmuş ve buna karşı savaşma yöntemleri geliştirmişlerdir. Bu yüzden söz konusu anlayış, teknolojinin getirdiği kısıtlamalar nedeniyle artık silahlı mücadelenin yürütülemeyeceği anlayışıyla aynı kulvardadır.

Libya

“Ne Kaddafi diktatörlüğü

Ne emperyalist müdahale

Libya’dan Yemen’e

Direnen halkların yanındayız.”

Bu ifadenin yazılı olduğu pankartın taşındığı ve sloganlardan birinin “Libya’da düşene dövüşene bin selam” olduğu eylemi DHF, BDSP, SDP, ESP, Partizan ve TKP örgütlemişti.[15] Bu çeşitlilik kolay kolay sağlanmıyor. “Kendi halkına füzeler yağdıran bir çılgın”ın eseri olabilir.

İsyanlarla ilgili kendini kaptırma hali Libya olayında da devam ediyordu. Libya’da emperyalistlerin, hiçbir hukukilik, meşruiyet gözetmeyen çıplak güç ilişkisini devreye sokması gerçeği bile, sol hareketin birçok mensubunu, bu olaydaki ayıracın nerede teşkil edileceği konusunda uyarma işlevi yerine getirmeye yetmedi. Emperyalizmle ilişkilerde Kaddafi gerçeğinin özgüllüğünü göremeyenler, Libya’daki tarafları kabaca “emperyalist güçler, Kaddafi ve Libya halkı”[16] olarak üçe ayırabiliyordu.

Libya’daki gelişmeler üzerine sol hareketin bazı üyelerinin tutumu şu sözlerde ifadesini buluyordu:

– “(İ)syancıların en azından bir bölümünün emperyalist müdahaleye umut bağla(ması)… uzun zamandır emperyalizmin kucağına oturmuş bulunan Kaddafi türü kokuşmuş diktatörlerin sahte anti-emperyalist söylemlerine de güç kazandırır.”[17]

– “Emperyalistler eski dostları Kaddafi’ye sırt çevirdi.”[18]

– “Ama Obama’dan Tayyip’e “değişime direnmemelisin” önerisi getirenlere aldırış etmeyen Kaddafi gibileri için tek yol kendi yaratıcıları, hamileri tarafından “zorla” uzaklaştırılmaktır.”[19]

– “Kaddafi türünden, geçmişte kendilerine hizmet eden işbirlikçi güçleri, onlar halk isyanları ve devrimleri sonucu devrilmeden önce tasfiye ederek isyan dalgasının önünü almak ve hepsinden önemlisi, özgürlük ve demokrasinin adresinin halkların iradesi değil de kendi kanlı pençeleri olduğunu göstermek istiyorlar.”[20]

– “Kaddafi ise bölgenin en hırslı ve saltanatını korumak için her tür pervasızlığı gösteren “liderleri”nden biri olarak “kendi halkı”nı bombalamaktan geri durmadı.”[21]

– “Zaten emperyalist dünya burjuvazisi, Libya özelinde böyle bir örnek yaratmanın peşinde. Neoliberalizm pazarlamacısı ahmakların yutturmaya çalıştıklarının tam tersi yönde, ‘demokratikleşmeyi’ değil Kaddafi’yi ayakta tutabilmenin yol ve yöntemlerini arıyorlar. ABD’nin gözünde 1986’da –Reagan’ın sözleriyle– “Ortadoğu’nun kudurmuş köpeği” olan Kaddafi, bundan 22 yıl sonra “kişilikli ve deneyimli insan” payesiyle anılır oldu. Arada geçen sürede ‘Ortadoğu’nun kudurmuş köpeği’ emperyalistlerin kıçını yalayan uysal bir fino köpeğine dönmüştü.”[22]

Garbis Altınoğlu, konuyla ilgili ayrıntılı, açıklayıcı ve uygun bir tutum alan yazısında bu türden “değerlendirmelere” yanıtını veriyor:

“Yarım yamalak ve/ ya da çarpıtılmış bilgi kırıntıları üzerine oturan ve bölgedeki ülkelerin özgül niteliklerini dikkate almayan bir ilkelliği ve dogmatizmi yansıtan bu görüşler objektif olarak, Kaddafi’yi ve rejimini çarmıha germe-linç etmeye ve böylelikle yağma ve hegemonya amaçlı yeni bir işgal girişiminin psikolojik zeminini hazırlamaya çalışan ABD ve AB burjuva medyasının yürüttüğü dezenformasyon kampanyasına hizmet ediyor.”[23]

Evet, uzun yıllar bağımsız bir alanda emperyalistlere karşı olan ve birçok devrimci ezilen hareketini büyük bir cüretle destekleyen Muammer Kaddafi, değişen dünya dengelerinin ezici ağırlığı altında kalmış ve emperyalizme karşı şanlı kurtuluş savaşları vermiş –aralarında Vietnam’ın da bulunduğu– birçok ülke gibi 2003 yılından itibaren emperyalistlerle iyi ilişkiler kurmaya başlamıştı. Kaddafi, gerçi, Batının saldırgan dikkatinin dağılmaya başladığını hissettiği andan itibaren yeni bir tarzla anti-emperyalist politikalara yönelmeye başlamıştı ve emperyalist ülkelerle ilişkileri hiçbir zaman bir uşak-efendi düzeyinde olmamıştır. Kaddafi hiçbir zaman emperyalizmin kucağına oturmamış, emperyalizme hizmet etmemiş, uysal bir “fino köpeği”ne dönüşmemiştir. Kaddafi’nin, emperyalistlerin eski dostu değil nefret ettikleri bir lider olduğunu Libya’da gelişen olaylara emperyalist ülkelerin çok kısa sürede verdiği bambaşka tepki açıkça göstermeye yetti ama bu sol hareketin üyelerini ikna etmeye yetmedi.

Kaddafi’nin anti-emperyalist söylemlerinin sahte olmadığı, emperyalistlerin Kaddafi’yi ayakta tutabilmenin yol ve yöntemlerini aramadığı, Kaddafi’nin direndiği açıkça görüldü. Tarih, Batıdan estirilen demokrasi rüzgarının etkisinde kalan sol hareket üyelerini çok çabuk yanlışladı. “Kendi halkını bombaladı”, “kendi insanlarını acımadan öldürdü” diyenler, Altınoğlu’nun belirttiği gibi eksik ve çarpıtılmış bilgilere başvururken farklı bilgiler veren kaynakları dikkate almadıkları/almak istemedikleri gibi, “uluslararası hukuk normları” denen ve emperyalistlerin bile bırakmakta bir an tereddüt etmediği paçavraya göre tavır belirlemekte, emperyalistlerin söylemleriyle aynı söylemleri kullanmakta herhangi bir sorun görmediler.

Kaddafi’nin 2003’ten önce sadece kendi ülkesiyle sınırlı olmayıp, dünyanın çeşitli yerlerindeki devrimci örgütlere destek sunmayı da içeren anti-emperyalist politikaları ampirik tarihsel gerçeklerdir. Emperyalistlerle ilişki kurduğu, kendini bir miktar güvende hissettiği dönemde bile onların canını sıkacak işler yapıyordu. “Örneğin Kaddafi, Afrika Birliği’nin Ağustos 2009’da Trablus’ta yapılan toplantısında, İsrail’in Afrika ülkelerinin içişlerine burnunu soktuğunu, bu ülkeleri birbirine düşürdüğünü ve kara kıtada meydana gelen savaşların genellikle Telaviv’in kışkırtmaları sonucu gerçekleştiğini belirttikten sonra, “Afrikalı kardeşler olarak, kıtamızı yağmalamakta olan süper devletleri durdurabilecek çözümler bulmak zorundayız” (“Gaddafi: Israel ‘Aids Africa Wars’ “/ Kaddafi: İsrail ‘Afrika’da Savaşları Kışkırtıyor’ “, El Cezire, 31 Ağustos 2009) diyecekti.”[24]

Fransa’yı bedevi çadırıyla ziyaret eden, eski düşman ve işgalci ülke İtalya’yı ziyaretinde, göğsünün üzerinde Libyalı büyük savaşçı önder Ömer Muhtar’ın İtalyanlar tarafından yakalandığı anın fotoğrafını taşıyan yine Muammer Kaddafi’ydi. Garbis Altınoğlu’nun belirttiği gibi “bütün bu flört ve yakınlaşma çabaları, son olayların da bir kez daha kanıtlamış olduğu gibi, asla Batı emperyalist blokunun Kaddafi rejimiyle barıştığı ve her iki tarafın da geçmişte yaşananları unuttuğu anlamına gelmiyordu.”[25]

***

Libya’daki isyanın, Kuzey Afrika’da başlayan isyanlarla ilişkisi olduğu doğru. Ancak Libya’nın birçok bakımdan Afrika’nın en gelişmiş ve müreffeh ülkesi olduğu sabittir. Kaddafi yönetiminin, bölgedeki diğer yönetimlerden farklı olarak halkçı bir yönetim olduğu biliniyor. Köz’ün “Kaddafi’nin Günahı Neydi?” başlıklı yazısı, aslında istemeden, Kaddafi’nin olumlu halkçı icraatlarını geniş bir şekilde anlatıyor.[26] Köz bu yazıda Chavez’in halkçılık ve anti-emperyalizm anlamında yaptığı her şeyi Kaddafi’nin misliyle yaptığını verilerle ifade ediyor. Chavez’i, Kaddafi’yi, Castro’yu, proletaryanın devrimci eylemiyle gönderilmesi gereken “cehennemler” olarak anan Köz’ün açık mesajı şu: “Chavez = Kaddafi. Chavez’i seviyorsun ama Kaddafi’yi sevmiyorsun. O zaman, tutarlı olmak durumundaysan Chavez’i de sevmeyeceksin”. Ama Kaddafi’yi yerin dibine batıranlar açısından çarpıcı ve doğrusu yerinde mesajı şu oluyor Köz’ün: “O zaman Kaddafi’yi de seveceksin.”

Bu çerçevede Libya’daki durumu farklı kılan faktörler nelerdir?

Libya örneği, herhangi bir an’da herhangi bir yerdeki durumu değerlendirirken tüm özgül şartları dikkate almamız gerektiğini bir kez daha gösterdi. İktidarda uzun yılların sonunda bir yıpranma ve yozlaşma olduğu ve bunun bazı tepkilere meşruiyet verdiği reddedilemez. Fakat, bırakalım Libya ve Kaddafi gibi bir örneği, devrimin izleyen birkaç yılında iktidarın yozlaştığından Lenin’in bile şikayet ettiği bir gerçeklik ortamında, aşağıdan geldiği varsayılan her tepkiye peşinen olumlu bir yanıt verilmesinin politik bakımdan sadece güdülenmeye müsait bir tutum olduğu açıktır. Libya örneğinde de sol hareketin söz konusu öznelerinde bu yaşanmıştır. İlk günlerde isyancılarla ilgili bilgi kısırlığının emperyalistlerin borazanı yönünde etkilenmeye açık bir birtakım yanlar barındırması bile bir ölçüde mazur görülebilecekken, çok değil birkaç gün içinde, Bingazi’de üslenenlerin emperyalistlerin bir kolu olmaya ne kadar teşne olduğu ve ortada Kaddafi’den ayrı bir “Libya halkı” tarafı olmadığı çıplak bir şekilde açığa çıktı. Libya’da iki taraf var; biri Kaddafi’nin adında simgelenen Libyalılar, öteki emperyalistler ve işbirlikçileri.

Hal böyleyken, zengin bileşimli solcular eyleminde atılan “Libya’da düşene dövüşene bin selam” sloganının nereye düştüğünü sormak gerekiyor.

Emperyalistler tarafından devrilmek istenen, Mübarek’le Bin Ali’den bambaşka bir yerde olan Kaddafi’nin son yıllardaki pratiğinin ve simgesel öneminin de temel bir faktör olarak denkleme dahil edilmesi gerekiyor. Kaddafi, kıtanın önemli anti-emperyalist simgelerinden biridir. Son yıllarda meydan okuyan ve teslim olmayan tavrı yeniden belirginleşmeye başlamıştı. Bu, her alana sirayet etmiş gerici hava açısından da önemliydi. Kaddafi’yi diktatör sıfatıyla birlikte anmadan rahat etmeyenler de bu gerici havanın etkisindedir. “Çılgın”, “deli”, “hırslı” sıfatları da bu bağlamda okunmalıdır.

Kaddafi, ilk günlerde “isyancılar”ı El Kaideci olduğu şeklindeki beyanatı, emperyalistlerin dikkatini dağıtmak amacını taşıyordu; kendisi, emperyalistlerin de düşmanının saldırısına uğramıştı! Ama bu yaklaşımın hiçbir faydasını görmedi Kaddafi. Emperyalistler dostunu düşmanını gayet iyi biliyordu ve Kaddafi’nin oğlu ve torunlarının emperyalistlerin füzeleriyle öldürüldüğü günlerde El Kaide lideri Usame Bin Ladin ABD operasyonu sonucunda şehit düşüyordu. Kafası karışan ezilenler, emperyalistlerin silahıyla aydınlatılıyordu.

Bu konjonktürde, “Ne Kaddafi ne emperyalizm” tavrının boş olduğunu, Libya’yı savunurken Kaddafi’nin atlanamayacağını, Kaddafi’yi olumlamanın zorunlu olduğunu görüyoruz.

Bereket versin, bu kritik günlerde dostunu düşmanını sol hareketin bütün üyeleri şaşırmadı. Bunlar, emperyalist ülkelerin Romanya’da Çavuşesku’ya operasyon yaptıklarında, Irak’a saldırdığında da devrimci ayrımını koruyan bir sol hareket gerçeğini gözler önüne serdi. Sol hareketin bu mensupları, “Ne Kaddafi ne emperyalizm” şiarını tarihsel ve politik yerine göndermekte tereddüt etmedi. İşte örnekleri:

Yürüyüş: “Kaddafi emperyalistlerin dayatmalarına teslim olmadı. Emperyalizmin teslimiyet dayatmasına karşı direniyor. Kaddafi “topraklarımız için ölene kadar direneceğim” diyor. Kaddafi’nin direnişi işbirlikçiler tarafından “dengesizlik” olarak değerlendiriliyor. Direndiği için, vatanını savunduğu için suçlanıyor. Emperyalist haydutluğa karşı Libya halkının direnmesi en meşru hakkıdır.”[27]

Sosyalist Dayanışma: “Kaddafi iktidarı, Ben Ali ya da Mübarek diktatörlüklerinden farklıdır. Kaddafi onlar gibi Batı uşağı bir lider olmadı. Ülkesini Batı emperyalist çıkarlarına satmamaya son yıllara kadar gayret gösterdi… Batı emperyalizmi Kaddafi’ye yalnızca kendi ülkesinde yürüttüğü politika nedeniyle öfkelenmiyor aynı zamanda onun bölgedeki tutumuna da karşı duruyor.”[28]

Ürün: “Emperyalizmin baskı ve tehdidi altında devrimci iradelerini koruyamayıp emperyalizmle belirli oranda işbirliğine giren ama doğrudan doğruya uşak olmayı, “bizim çocuklar” kategorisinde yer almayı hâlâ kabul etmeyen önderler bile bu kaderden kendilerini koruyamamışlardır. Anti-emperyalist ve anti-feodal Libya devriminin önderi Muammer Kaddafi de bugün bu kaderi paylaşıyor.”[29]

Kaldıraç: “Kaddafi nasıl bir liderdir? Böyle bir soru ile başlayıp, Kaddafi’ye karşı yapılan operasyonu alkışlamak, yüz kızartıcı biçimde ABD propagandasının esiri olmaktır… Libya lideri üzerinden tartışmaya başlamak, emperyalist işgalcilerle aynı jargonu kullanmaktır.”[30]

Mücadele Birliği: “Yemen’de ortalık kan gölüne dönüyor. Yine silahsız insanların gösterileri kanla bastırılıyor. Malum çevrelerin meşum ketumluğu veya göstermelik küçük çaplı çıkışları ile olayın geçiştirilmesi sürüyor. Ama Libya’da tepeden tırnağa silahlı, Mısır sınırından ağır silahlarla takviye edilen isyancılara karşı silah kullanan Kaddafi derhal hedef tahtasına oturtuluyor.”[31]

Türkiye Gerçeği: “Libya’daki gelişmeler bölge çapındaki halk hareketlerinden çok farklı ve direkt bölgeye yönelik emperyalist müdahaledir. Kaddafi’nin diktatörlüğü vb. tüm gerekçeler bu açık emperyalist komplonun üstünü örtmeye yarayan malzemelerdir… Ek olarak bazı devrimci çevrelerin demokrasicilik ayranı kabararak Libya elçilikleri önünde protestolara kalkışması büyük bir şaşkınlık değilse gaflettir.”[32]

İslami kesimlerden Furkan ve Baran’ın, internet sitelerindeki yazılar ve haberlerden konuyla ilgili uygun bir tutum aldıklarını görüyoruz. Yazılardaki AKP’yi olumlayan ifadelerin, devletlu bakış açısından kurtulmada sorunlara hâlâ işaret ettiğini belirtelim.

Furkan: “Bu sebeple, anti-emperyalist tavrında şu veya bu seviyede bir kalite bulunan Kaddafi’nin, zemin yoklaması yapabilenler açısından şu veya bu derecede desteklenmesinde tabiî olarak bir mahsur yok.”[33]

Baran’daki ifadeleri vurgulamak gerekiyor: “Kaddafi Saddam’a ihanet etmedi. Bilakis Saddam’ın şahadetinde bayrakları yarıya indirdi. Hatta Kaddafi, Saddam gibi Arap şövalyesi olmak istemiştir her zaman. Emperyalizme karşı duruşunun altında dinî duyguları değil bu şövenist duygular yatmaktadır. Olsun, millî veya dinî veya sosyalist hangi görüşlerden olursa olsun emperyalizme karşı olan herkese saygı duymalıyız. Emperyalistlerin devirmek istedikleri rejimleri ise beğenmesek de, siyasî olarak destekleyebiliriz… Mevzu Kaddafi’yi sevip sevmemek değil, emperyalizme karşı duruştur. Emperyalizme karşı duran putperest de olsa desteklenmelidir.”[34]

Kritik süreçte ‘Sivil Cumaları’ ve Kürt Hareketini devletlu tarzda eleştirmesiyle öne çıkan Özgür-Der[35], “Ne Kaddafi ne emperyalizm” cephesinde yerini aldı. “Libya halkı, ne Kaddafi’nin barbarlığını ne de NATO’nun saldırganlığını hak etti” diyen HAS Parti[36] de, BM’nin Libya hava sahasını uçuşa kapatmasını onaylayarak, Türkiye’nin arabuluculuk rolünü üstlenmesini önerdi ve böylece devletin aldığı pozisyonun destekçisi konumu aldı.

 
 


[1] “Orta Doğu ve K. Afrika’daki Ayaklanmalar ve Solun Kendiliğindenliğe Tapınma Hastalığı”, Komünist Köz, Sayı 20, Mart 2011

[2] “MLKP Açıklaması: “Emperyalizm ve işbirlikçi diktatörlükler yenilecek”, http://www.atilimhaber.org/haberler/2011/03/21/MLKP__Emperyalizm_ve_isbirlikci_diktatorlukler_yenilecek.html

[3] Ergin Yıldızoğlu, “’Devrim mi, değil mi?’ tartışması üzerine düşünceler”, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=35900

[4] Çiğdem Çidamlı, “Mısır: Telefonun ucunda devrime bir adım daha”, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=35318

[5] A. Cihan Soylu, “İhtilalci Halklar Kazanacaklardır!”, Evrensel, 24 Şubat 2011

[6] “Ortadoğu Halkları Yoksulluğa ve Zorbalığa Karşı Ayakta”, Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 4 Şubat 2011

[7] Köz, a.g.y.

[9] Kemal Okuyan, “Devrimi Çalınan Devrim”

[10] Kemal Okuyan, “Ortadoğu’da Devrim Filan Yok”, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/ortadoguda-devrim-filan-yok-39646

[11] “Peki ders oldu mu İslamcı hareketlerden devrimci projelere ortak çıkarmaya kalkan kolaycı kafalara?” (Kemal Okuyan, “Devrimi Çalınan Devrim”); “Kamucu kültürü alabildiğine zayıf bazı İslam ülkelerinde kitlelerin tarihsel kalkışmalara imza atmasını “önyargı”lı değerlendirmelere atılmış bir tokat gibi algılamak… Rahatlatır mutlaka.” (Kemal Okuyan, “Ortadoğu’da Devrim Filan Yok”)

[12] “Sol, halk kitleleri ayağa kalktığında, meydanı emperyalistlere, gericilere bırakmamak, zayıf devrimci güçlerin serpilmesi, inisiyatif alması için moral/maddi destek sunmakla yükümlüydü elbette. Ama üç maymunu oynayamayız herhalde. Türkiye’de bunu hiç yapamayız. Çünkü Türkiye’de başladılar, Türkiye’ye dönecekler.” Kemal Okuyan, “Ortadoğu’da Devrim Filan Yok”

[13] Kemal Okuyan, “Ortadoğu’da Devrim Filan Yok”

[14] Köz, a.g.y.

[16] “Petrol için çöllere düşen kağıttan kaplanlar, çöl fırtınasında değilse de halkların devrimci fırtınasında yıkılacaklardır”, Özgür Gelecek, www.ozgurgelecek.net

[17] “TKİP açıklaması: Kanlı ve kirli ellerinizi Libya’dan çekin”, http://www.tkip.org/bildiriler/yazi/article/41/kanli_ve_kirli_ellerinizi_libyadan_ce.html

[18] “Emperyalistler Kaddafi’ye sırt çeviriyor”, Kızıl Bayrak, http://www.kizilbayrak.net/duenya/haber/arsiv/2011/02/28/artikel/170/emperyalistler-14.html

[19] “Krizdeler, Sistemleri Çürüyor, Korkuları Büyüyor, Saldırıyorlar”, Özgür Gelecek, www.ozgurgelecek.net

[20] “MLKP açıklaması: Emperyalizm ve işbirlikçi diktatörlükler yenilecek”, http://www.atilimhaber.org/haberler/2011/03/21/MLKP__Emperyalizm_ve_isbirlikci_diktatorlukler_yenilecek.html

[21] A. Cihan Soylu, a.g.y.

[22] “İsyandan içsavaşa”, Alınteri, http://alinteri.org/?p=13498

[23] Garbis Altınoğlu, “Libya’da Neler Oluyor?”, http://gazete.halkcephesi.net/yazilar/index.php?option=com_content&view=article&id=1417:-libyada-neler-oluyor-garbis-altnolu&catid=37:politik-yorumlar-&Itemid=501

[24] G. Altınoğlu, a.g.y.

[25] G. Altınoğlu, a.g.y.

[26] “Kaddafi’nin Günahı Neydi?”, Köz, Sayı 31, Mayıs-Haziran 2006. Bu konudaki veriler, Garbis Altınoğlu’nun bu yazıda faydalanılan yazısında da geniş bir şekilde yer alıyor.

[27] “Tüm Emperyalistler! Kanlı Ellerinizi Libya’dan Çekin!”, Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş, Sayı 261

[28] Ayşe Tansever, “Libya Farkı”, Sosyalist Dayanışma, Sayı 5

[29] “Emperyalizm Libya’ya Saldırıyor”, Ürün, http://www.urundergisi.com/yazici.php?action=haber&id=7448

[30] Deniz Adalı, “Emperyalistler kana doymuyor! Libya’nın işgaline doğru…”, Özgür Bir Dünya İçin Kaldıraç, Sayı 120

[31] “Libya Labirenti”, Mücadele Birliği, http://mucadelebirligi.com/afrika/libya-labirenti.html

[32] Mehmet Güneş, “Arap İsyanları ve Sol”, Türkiye Gerçeği, Sayı 6.

[34] “Kaddafi’nin Artıları Eksileri”, http://www.barandergisi.tk/haber-71.html

[35] http://haksozhaber.net/news_detail.php?id=20549; Bu konuda İhsan Eliaçık’ın, ANF ile yapılan söyleşideki “‘Sivil Cuma’yı yasaklamak Erdoğan’ın haddi olabilecek bir şey mi?” sorusuna verdiği yanıtı vurgulamak gerekiyor: “Hayır canım. Bakın, ben bunlara yabancı değilim. 80′li yıllarda böylesi bir gençlik hareketinden geliyorum. Cuma namazlarına gitmeme, devletin memurlarının arkasında namaz kılmamak gibi bir eylemimiz vardı. Radikal İslam patlaması buydu. Şimdi buna dönüldüğünü ya da yakın bir eylem yapıldığını görüyorum. Daha da geliştirilmiş bir eylemdir. Ben yabancı değilim buna. Bunlar resmi din yorumuyla bastırılabilecek şeyler değil. Din diyanetin tekelinde olduğu için, her şeyi kanun gibi algılıyorlar. Doğru değil bu.”

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar