Ana SayfaArşivSayı 50Tarihsel Solculuğa Karşı Politik Devrimcilik: Gramsci ve Mao

Tarihsel Solculuğa Karşı Politik Devrimcilik: Gramsci ve Mao

Tarihsel Solculuğa Karşı Politik Devrimcilik

Antonio Gramsci ve Mao Zedung

 

Süleyman Yılmaz Bulduruç

 

“Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Bu sorun aydınlatılmadıkça, devrimde kendi rolünü bilinçli bir biçimde oynamak ve hele devrimi yönetmek söz konusu edilemez.”

Lenin[1]

Negri, Batı düşüncesini iki ana akıma ayırır: bir yanda ‘Hobbes-Rousseau-Hegel’in bulunduğu ana akım, burjuva düşüncesinin teleolojik, ilerlemeci çizgiselliği; diğer yanda “Machiavelli-Spinoza-Marx”ın yeraldığı materyalist içkinciliğin ‘yer altı’ akımı olarak varlığı.[2] Negri’nin temel izleğinin siyaset felsefesindeki farklılaşmalar olduğunu akılda tutarak, ayrımın bağlamını değiştirirsek, bir yanda Rousseau-Hegel-Marx ve diğer yanda Machiavelli-Spinoza-Marx biçiminde beliren ayrımın Marksizmde de bir iç ayrım olarak yaşandığını ifade etmek mümkündür. Otantik Marx okuması, ‘Marx’a dönüş’ olarak Marksizm olmadığına ve olamayacağına göre, burada ifade edilen, Marksizmin tarihsel seyridir. Marksizm içinde yaşanan bu çatallanma ‘çağdaş düşünce’ ile etkileşim ve etkilenim kanalıdır.

Rousseau-Hegel sürekliliğinin son bileşeni olarak ele alınan Marx’a bağlanan Marksizm, burjuva düşüncesinin radikalleştiği aşamada onun ‘aşılması’yla oluşan tarihsel sınırda radikal bir mirasçı olarak anlaşılır. Tarihsel süreklilikle Aydınlanmacı, ilerlemeci politik hatta bağlanılarak tarihsel sürece bilinçli katılımın ‘özneleri’ işaret edilir. Ana akımın teorik tanımlama malzemesinin büyük kısmının dayanağı olan bu süreklilik, dayanağın paradoksal sonuçlarıyla ‘tarihselcilik’e de ‘pozitivizm’e de uzanır.

Machiavelli-Spinoza çizgisinin bir üçüncü bileşeni olarak ele alınan Marx’a bağlanan Marksizm, ana akım karşısında, pratikçinin etkin eylemiyle buluşan süreksizlik/kopuş içinde teorik varlığını derinden hissettirir. Marksizmin pratik materyalistliğini öne çıkaran politik ifadesiyle buluştuğu oranda teorik tanımlayıcılığıyla bağlantılar kurulur. Bu şekilde anlaşılmış Marksizm, “Şeylerin ne olmaları gerektiğine göre değil ne olduklarına göre davranma”yı (Machiavelli), politikanın gerçek gerçekte işlediğinin belirlenmesini öne çıkarır.

‘Batı Düşüncesi’nin siyaset felsefesi ayrımlarını konu etmiyoruz! Bu ayrımların Marksizm içindeki etki ve nüfuzunun izini sürmek bu yazının sınırlarını aşar. Baştaki ayrım ile ifade edersek, tarihsel solculuk/devrimcilik (Hegel-Rousseau sürekliliğine bağlı) ile politik devrimcilik (Machiavelli-Spinoza süreksizliği) arasındaki ayrımın Marksizm içindeki etki, sonuç ve pratikleri izlenecektir. Teori ve Politika bu ayrımı değişik kereler ifade etmiş ve bir kopuş diyalektiği olarak ‘Marksizmin Devrimci Diyalektiği’nin[3] pratik seyrini öne çıkarmıştır. Aşağıda, Gramsci ve Mao örnekleriyle pratik politik kopuşun teorik politik sınırlılığına dikkat çekilecektir.

Teorik politika Marksizm alanında ‘strateji’ başlığında uç vermiştir. Teorik politika kanalının (strateji teorilerinin) yoğun bir tarihsel solcu/devrimci etki altında olduğu, politik devrimciliğin pratik konumlanışının teorik planda tarihsel solculuğun elinde belirsizleştiği görülmektedir. Bu çerçevede, politik devrimciliğin pratik gelişiminin izlenmesinde tarihsel solculuğun belirdiği uğraklara dikkat çekilecektir.

I. Tarihsel solculuk/devrimcilik ve politik devrimcilik

Marksizmin gerçeklikte ayırt edilmesinin yegane yolu, bileşenleri arasında olan ve bütünlüğünün açık ucunu oluşturan politikadır; ve daha fazlasıyla ontolojik planda pratik politikadır. Politikada Marksizm ya devrimcidir ya da mevcut değildir! Bu kategorik önerme Marksizmin ideolojik formda ediniliş ve savunuluşunun dışında olmak anlamındadır. Pratik ölçütünün işlediği bu belirleme, kurucularından bu yana Marksizmin tarihsel varlığında önemli aşamalardan geçmiştir. Marksist politika ‘süreklilik’lerle değil ‘kopuş’larla belirginleşmiş, tüm tarihi boyunca politik devrimcileşme yolunu izlemiştir. Bu seyir çatallanmalarla, ayrışmalarla yaşanmış, Marksizm dışı etkilerin yanı sıra bilim ve felsefe bileşenlerinin müdahilliğe çağrılmasıyla iç çatışma halinde de uç vermiştir.

‘Komünist Manifesto’ ile ortaya koyulan “ezen-ezilen mücadelesi”[4], “kurulu toplumsal ve siyasal düzene karşı hareketin desteklenmesi”[5], komünistlerin amaçlarına “toplum düzeninin şiddet yoluyla devrilmesi”yle ulaşabilecekleri[6] önermeleri Marksizmin politika bileşeninin temsilinde öncü niteliktedir. Ne var ki Manifesto’nun burjuvaziye ‘övgü’sü politik öne çıkışına paralel etkisiyle ‘tarihsel devrimcilik’ için de temel alınmaya açıklık oluşturmuştur. Manifesto’da “Marx ve Engels sanki üretim güçlerinde devrim yapmış olan burjuvazi ile siyasal yapıda devrim yapmış olan burjuvazi aynıymış gibi … tek bir hikaye sun[maktadırlar].”[7] Bu ele alış tarzı kimi önemli sorunları da beraberinde getirir. E. M. Wood’un burjuvaziyi, özellikle kıta devrimlerinde rol oynayan burjuvaziyi, öne çıkarması, bunu kapitalistten, İngiliz kapitalizminden ayırmaya yönelik müdahalesi ‘tarihsel solcu/devrimci perspektifin savunusunda rol oynar: “[B]urjuvazi, ideolojisinin en ileri yönlerini de işçi sınıfına miras bıraktı: Eleştirici, dinciliğe ve batıl inançlara karşıt, liberal ve bir noktaya kadar eşitlikçi anlayış -başka bir deyişle Aydınlanma kültürü”[8] diye ifade edilen yaklaşım, Marksizmin içindeki gerilimlerin dışında dönemin düşüncesinin etkilerini de içeriye taşıyarak tarihsel solculuğun temelinin eklektik yapısını örnekler.

Klasik metinlerin çözümlenmesinde tarihsel solculuğun eklektizmiyle ayrımların belirsizleştiği koşullarda, ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz’ün “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrimler çağı başlar”[9] şeklinde sunduğu tarih bilimsel çerçeve politik sömürünün konusu olmuş, tarihsel devrim olarak alınan üretici güçlerin geliştirilmesi ve toplumsal ifadesi olarak sınıf savaşı her türlü politik pratik için amaç, değerlendirme ve karar verme çıtası olarak alınmıştır.

Marx ve Engels’in politikada yaptığı müdahaleler hem Marksizmin iç tartışmalarında hem de yaşadıkları dönemin etkileriyle toplam bir değerlendirmeye alınınca politik devrimcilik için ön açıcı teorik temeller bulunabilir. İlk dönem politikası, kurucuları şahsında, Marksizmin ‘dış akımlarla’ (Blanquicilik, anarşizm, Lassallecilik) giriştiği polemiklerin dönemsel etkilerine maruz kalmıştır. Özellikle Blanquicilik ve anarşizm ile yapılan polemiklerin sonuçları, ileride politik devrimciliğin pratik karakteriyle ilgili sınırlandırma sonucuna yol açarken, Lassallecilik karşısında alınan tutum politik devrimcilik için teorik politik nitelikler taşır. Bu polemikler, bir yönüyle, Marksizmin epistemolojik önermeleri ile politik önermeleri arasında bir geçişlilik olduğu anlayışına kaynak olarak ele alınabilir. ‘Sağ’ etkiye karşı Marx’ın ‘Gotha Programı’na ve Engels’in ‘Erfurt Programı’na müdahaleleri, politik enerjilerini akıttıkları Alman partisine müdahalenin ötesinde Marksist politikanın ‘Manifesto’ sonrasında temel teorik metinleri olma özelliği taşır. Kurucularının çabalarına rağmen II. Enternasyonal’de biçimlenen haliyle Marksizm, özellikle Alman partisinin ve Kautsky şahsında ‘birinci tür tarihsel solculuğun / devrimciliğin’ nüfuzuna girmiş, politik devrimciliğin sınırlarına yaklaşamamıştır.

a) Birinci tür tarihsel solculuk/devrimcilik

Kurucularının kaybından sonra Marksizm kapsamlı bir tartışmanın konusu olmuştur. ‘Marksizmin krizi’nin ilk dile gelişi olan bu tartışmalar politik arka plana da sahiptir. Kautsky’nin teorik hegemonyası ile öne çıktığı II. Enternasyonal Marksizmi politikada Alman partisinin izlediği pratikte temsil edilmekteydi. Tereddütsüz söylenmelidir ki, izlenen politika devrimciliğe kategorik olarak kapalı ve reformist nitelikteydi. Kautsky ‘İktidar Yolu’ndaki “Sosyalist parti devrimci bir partidir, devrim yapan bir parti değil. Biz devrim yaratma gücümüzün muhaliflerimizin onu önleme güçleri kadar az olduğunu biliyoruz. Bir devrimi kışkırtmak ya da ona götürecek yolu hazırlamak bizim işimiz değil”[10] sözlerinde ifadesini bulan konumuyla politikada, ‘devrimin yapılmadığı’, ama ‘olduğu’ bilimsel önermesinin pratik karşılığını öne sürer. Bu edinimin dolaysız sonucu, ‘devrim döneminde devrimcilik’ olarak reformizmin tutarlılığı, ekonomizmin teorik arka planını oluşturan pozitivizmle bağdaşıklıktır. Esas olarak politikayı yok sayan, anti-politik bir konum savunulur.

Bernstein revizyonizmiyle Kautsky ortodoksluğu arasında yaşanan tartışmanın dikkat çeken yönü ‘politik’ bir ayrışmayla sonuçlanmamasıydı. Kautsky’nin ‘yıpratma savaşı’ stratejisi, iktidara yönelmeyen içsel dinamikleriyle sistemin reformunu öngören, dolayısıyla, tarihsel ilerlemeye göre ayarlama konumundaki işçici tarihsel solculuğu, Bernstein’ın tüm ‘teorik’ itirazlarına karşın politikada benzer konum alınmasına engel olmuyordu.

Güçlü ve tutarlı teorik temele sahip ‘birinci tür tarihsel solculuk’, Marksizmin bilimsel önermelerinin öne çıkarıldığı, politikada bu önermelerin devreye sokulduğu ve eylemin bu doğrultuda gerçekleştirildiği bir niteliğe sahiptir. Teorik tutarlılık II. Enternasyonal ‘Marksizm’inde politik tutarlılık olarak da yaşanır: devrimci olmamada, tarihsel solculukta tutarlılık… Tüm bir dönem ele alındığında (1880-1904) dönemin politik devrimcileri anarşistler olmuştur.[11] Tarihsel gelişmenin bilgisine sahip olan, pratiklerinin her adımında bilimsel çıtaya başvuran, ileri-geri gibi sınıflandırmalarla onaylayan ya da reddeden, ‘devrim’i kavramsal olarak edinip tarihsel devrim olarak ele alan, pratikte reformcu, mevcut devletlerle karşı karşıya gelmeyen, toplumsal ilerlemeci olarak teleolojik tarih anlayışıyla donanmış, işçici özellikleriyle Marksistler işçi aristokrasisinin ideolojik temsilcisi olma sınırında kalmışlardır. Teorinin, tarihin ve stratejinin birliği olarak özetlenen II. Enternasyonal ‘Marksizm’inin ekonomist pozitivizmi, karşısında ‘tarihselci’ tepkinin mayalanmasına zemin oluşturur. Tarihselci tepki, anti-pozitivizmi ve anti-ekonomizmiyle tarih bilimsel önermelere de mesafeli olarak, “banyo suyuyla birlikte bebeği de atma”ya varan bir tutum izlerken, politik devrimciliğin varlık bulmasıyla oluşan ortamda ideolojik etkinlik kurmuştur.

b) Lenin: Politik devrimci kopuş

“Marksizmi olabilecek en bilgiç tarzda kavrayan herkes kendine Marksist diyor. Bunlar Marksizmin özünü, yani onun devrimci diyalektiğini asla anlayamamışlardır.”[12] Bu sözleriyle Lenin, Marksizmde geri döndürülemez bir kopuşu yani Marksizmin devrimci diyalektiğini vurgulamaktadır. II. Enternasyonal’in politik çizgisiyle gerilimler yaşayan Rus partisinin Bolşevik kanadı Lenin şahsında bu gerilimleri kopuşa ulaştırmıştır. Ekim devrimi öncesi bir an belirlenecekse, ‘Nisan tezleri’nin sunulduğu fırtınalı hava bu kopuşun momentidir. Öncesi, hazırlık olarak teorik politik kurulumdur. ‘Ne yapmalı?’nın teorik ufku bu pratik kopuşun ön açıcısıdır. Ekim devrimi, devrim pratiği olarak politik devrimciliğin Marksizmin içindeki tarihsel seyrinde ayrıcalıklıdır. ‘Leninizm’le Marksizm bir çatallanma yaşamıştır. Devrimci pratiğin varlığı tasnif edici bir rol oynamış, Marksizm alanında politik devrimciliğe alınan tutumlara göre ayarlama yapılmıştır. Rusya’nın geriliği, sosyalizm için olgunlaşmamış olması, devrimin burjuva devrimi sınırında kalması gerektiği gibi tarihsel solcu önermeler askıda kalmıştır. Lenin açık bir politik kararlılıkla şunları yazar: “Tarih bugün kazanabilecek (ve bugün kesinlikle kazanacak) olan devrimcilerin işi başka bir güne bırakmasını bağışlamayacaktır. Yarın çok şeyi yitirebilirler. Yarın her şeyi yitirebilirler.”[13] Devrimin ‘an’sal karakterini vurgularken mevcut devrime yönelik tarihsel solcu eleştirinin bir boyutu olan ‘tarihe aykırılık’ tezindeki ‘teorik’ önermelere teorik politik bir açıklıkla yanıt verir: “Ne doğada mucize olur ne de tarihte. Ancak tarihin her ani dönemeci ve özellikle her devrim öylesine bir içerik zenginliği sunar, savaşım biçimleri ve karşı karşıya bulunan güçler arasındaki ilişkiler öylesine beklenmedik bileşimler ortaya koyar ki, saf birine çok şey mucize gibi görünecektir.”[14]

Marksizmin politik devrimcilik alanına Lenin’in politik kopuşuyla girdiğini söylemek yanlış olmaz. “Doğal” sınırlarına kadar götürülemeyen bu kopuş, pratik olarak sonunu ilan ettiği II. Enternasyonal’in teorik etkilerini taşımayı sürdürmüştür.

Ekim devrimi iktidarın fethi noktasına kadar ilerleyerek sürdürülmüştür, ancak hem pratik boyutuyla (‘devlet’e geri çekilme, ‘kuruculuk’ olarak değerlendirilen tarihsel solculuğun öne çıkması) hem de teorik boyutuyla (hazır haliyle II. Enternasyonal’in teorik kalıplarının geri dönüşü) tıkanma yaşanmıştır. Bu tıkanma iki şekilde ifade edilebilir. a) II. Enternasyonal’in ekonomizmine karşı tarihselci tepkinin oynadığı konjonktürel devrimci rolün ilerleyen aşamalarda öznecilik olarak vuku bulması, işçicilikle tarihsel idealizmin örtüştüğü teorik temel olarak öne çıkması; b) II. Enternasyonal’den ‘teorik-politik’ planda kopuşun sağlanamaması, II. Enternasyonal’in, ‘hayaletimsi’ varlığıyla, III. Enternasyonal’de ‘en sert’ teorik redlere tabi tutuluyor görünmesine karşın politikada tarihsel solcu eğilimin oluşmasında teorik temel rolü oynaması. Sonuç; tutarsızlıkla malul ‘İkinci tür tarihsel solculuk’tur.

c) İkinci tür tarihsel solculuk/devrimcilik

II. Enternasyonal’in tarihsel solculuğu için, politikanın bilimin önermeleri aracılığıyla teorik sömürüye tabi tutulan, politikanın tarihsel tarzda ele alınan ayarlama ilişkisi olduğunu savunan bir reformizm türü demek uygundur. Tarih bilimiyle tarihsel sürecin ‘an’da yoğunlaştığı, politik stratejinin buna uygun kurulduğu pozitivizme paralel konumun tutarlı reformizmi, devrimciliğe kategorik olarak kapalıdır.

III. Enternasyonal’in geriye çekilmesiyle beliren tarihsel solculuk ise tam tersine, tarih bilimsel önermelerin politik sömürüsüne dayanır. Tarihsel sürece dahil edilen özne olarak ‘işçi sınıfı’ ve sınıfın temsilcisi olarak parti aracılığıyla ‘tarihsel sürece’ müdahale edilir, tarih treni makinist koltuğunun ele geçirilmesiyle hızlandırılır ya da yavaşlatılır. Burada tarihsel bir özne olarak konumlanan sınıf ve onun ‘politik temsili’ni ifa eden parti sınıf bilincini bir tarih bilinci olarak taşır ve bu ‘bilgi’ ona tarihe etkin katılmın önünü açar. Parti, ‘politik özne’ olarak değil, ‘işçi sınıfı’nın bilinçli, yoğunlaşmış, merkezi temsili olarak tarihsel özne haline dönüşür. Bunun olağan politika algısı her durumda ‘işçi sınıfı’ ile örtüşmenin, ona üstten ulaşmanın kanallarını aramaktır. “Tarihin bilimsel açıklamasıyla politika arasında kurulacak kısa devrede, bir tarihsel solculuk her ikisine de, hem bilime, hem politikaya egemen olmaktadır. Bunun sonucu, köleci bir toplumda köleleri ve barbarları değil, feodalleri tutmak, feodalizme karşı mücadelesinde ezilen köylüleri ve başka sınıf ve katmanları değil devrimci burjuvaziyi tutmak ve bugünkü mücadelenin, tarihsel devrimciliğin son koşucusu burjuvaziyle el ele ama farklı bayraklarla veya burjuvaziden alınan bayrakla –renk değiştirerek de olsa- yürütüldüğü anlayışını vaazeden bir tarihsel devrimcilik olmaktadır. Son aşama olan burjuvazinin mücadelesinde, onun ‘geri’yi temsil eden güçlerle mücadelesi tarihsel yükümlülükler gereği desteklenecektir. Bu anlayışta, ezilen ve sömürülen sınıf ve toplulukların folklorik ya da nostaljik bir ilgiye mazhar olmaktan başka bir önem taşımayacağı anlaşılır mahiyettedir.”[15] Tarihsel ilerlemeye göre ayarlanan bu ‘politik’ konum konjonktürde sınıf temsillerini görür ve ona göre bir ayarlama işlemi yapar.

Bir tür ‘Armagedon’ hazırlığı olarak anlaşılır devrimcilik. Hristiyan anlatısının nihai savaşı olarak ‘Mesih’in ordusuyla ‘Şeytan’ın ordusu arasındaki son savaş olan ‘Armagedon’ seküler tarih anlayışıyla nihai savaş olan proletarya ile burjuvazi arasındaki son kavgaya dönüşür! Bu nihai kavgaya kadar tarihin ilerlemesi sürecektir, dolayısıyla tüm politik pratik bu teleolojik çıtaya göre alınır: Nihai savaş için tarihin ilerlemesi gerekmektedir. Burada politika, tarihin ileriye dönük güçlerinin yanında olmak şeklinde ele alınan, tarihin tıkandığı noktada önünün açılmasında bir araçtır. Tarih bilgisi ‘özneci determinizm’ aracılığıyla ele alınır. Her özgül pratik bu bilgi aracılığıyla sınanır; reddedilir ya da edinilir. Devrim sonrasında Sovyetler Birliğinin merkeziliği ile ‘devlete çekilme dönemi’nin Sovyet merkezciliği arasındaki fark da burada öne çıkar. İlk dönem, politik bir içeriğe sahip olan ve devrimi destekleme anlamına gelen ayrıştırıcı tavır alış, sonrasında tarihsel ileriyi/geleceğin temsilini savunma anlamına gelen bir içerik kazanmıştır. Sonuç, ayarlama operasyonu olarak politikanın ancak rastlantısal devrimciliğidir. Tarihsel seyrinde, II. Dünya Savaşı döneminin ‘zorunlu hali’ haricinde devrimci politika üretemeyen ‘Halk Cephesi’ stratejisi bu epistemolojiye dayanır.

İdeolojik olarak Marksizmi radikal tarzda savunan ve sahiplenen, ve özellikle Ekim devrimiyle birlikte Marksizmin, politik devrimciliğinin oluşturduğu güçle, ezilenler politikasındaki hegemonik yapısına dayanan bu tarihsel solculuk türü tutarsız bir eklektisizm içindedir. Pratiği ile dayandığı Leninizmin kopuşu arasındaki uzlaşmazlık tutarlı bir bütün kurmasının önünde temel engeldir. Politik öne çıkışın yaşandığı durumlarda, ya tarihsel solculuğun tipik politikasının sonucunda ‘rasyonel’ olanı, devletin reformasyonunun dışarıdan destekçisi olmayı kabullenmiş, ya da teorik temelinden ayrışarak yerel devrimciliğin alanına girmiştir. İkinci seçeneğin nadir yaşandığı ve yaşandığı durumlarda da Marksizmin devrimci diyalektiğiyle politik devrimcilik aracılığıyla bağ kurduğu söylenebilir.

Bugünün ortalama algısının Wood tarzı savunusunun öne çıkardığı şekliyle, tarihsel solculuğun teorik nüfuzu altındayız. Ne diyordu Wood? “Marksizmin perspektifleri gitgide daha çok iktidar mücadelesinin güdümüne girmiştir. Başlangıçta Marksizm, siyasal iktidarın elde edilmesini, sınıfların ortadan kaldırılma mücadelesinin bir yönü ya da bir aracı olarak kavradığı halde, sınıf mücadelesi gitgide siyasal iktidara ulaşmanın aracı gibi görülmeye başlamıştır –hatta bazen birincil ya da temel bir araç bile sayılmıştır.”[16] Wood 20. yüzyıl devrimlerinin, Marksizmin devrimci diyalektiğinin, ezilenlerle buluşan Marksist devrimciliğin sonuçlarından kurtulmaya çalışmaktadır. Onun için tarihsel devrime yani ‘sosyo-ekonomik iktidar’a yönelmek gerekir, siyasal iktidar ancak bir araç, pek gönüllü olunmayacak, istenmeden alınmak durumunda olan bir araçtır olsa olsa. Rus devrimi ile sınırlı ve rahatsız bir kabulü dillendirir, ama Çin devrimi onun tahammül sınırlarını aşmıştır. Öyle ya, işçi sınıfının olmadığı yerde Marksizmin işi nedir!

Lenin sonrası çatallanma III. Enternasyonal’in teorik politik duraklamasıyla tıkanmış, pratik politik geriye çekiliş yaşanmıştır. Mao’nun pratik politik (ama teorik politik olmayan) kopuşuyla devrimci diyalektik Lenin’in kopuşunun sürdürülmesinde yeni ve verimli alanlar açmıştır. Bu noktada, Marksizmin devrimci ediniminin pratikte ezilenlerle kurduğu bağlarla güçlendiğini, sarsıcı etkilerle yeniden kurulduğunu ve politik devrimcilik lehine ayrışmayı sürdürdüğünü belirtmek gerekir. Temel bir sorun öne çıkmaktadır. Tarihsel solculuk teorik nüfuzuyla devrimcinin bilincinin ard alanıdır. Marksist konumda politik devrimciliğin seyri izlenirken teorik politik inşanın önemi vurgulanmalıdır. Dış etkiler olarak Aydınlanmacılık, ilerlemecilik, Batı-merkezcilik gibi ideoloji formlarıyla Marksizm arasında kurulan bağların kesilmesinin olanağını öncelikle politik devrimciliğin pratikleri sunarken, bu gelişmeler aynı zamanda teorik politik inşanın gereğini öne çıkarmaktadır. Marksist devrimcilik politikanın gereklerine yönelik duyarlılığı sayesinde ve duyarlılığın sonucunda dışsal ideolojik etkilere karşı kalkan oluşturmada, onların etki ve nüfuzunu aşmada en ileri noktadadır, ancak bu pratik nitelikte bir aşma sınırındadır. Bir ‘an’ durulduğunda hızla geriye dönüşler yaşanmaktadır.

d) Ara sonuçlar

“Bu kavramların biri, toplumsal bir devrim, ekonomik ve toplumsal yapıların, politik ve kültürel üstyapıların sosyalist dönüşümü olarak sosyalist devrim kavramı; diğeri ise ayırt edici özelliği iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi olan bir politik devrim olarak sosyalist devrim kavramıdır.”[17] “Geniş anlamda sosyalist devrim ve dar anlamda sosyalist devrim kavramları arasındaki fark, diğer temel özelliklerin yanı sıra, bir yer ve zaman farklılığı içerir. Birincisinde, yer dünya çapındadır ve zaman bütün bir tarih çağını kapsar; ikincisinde, yer ulusaldır (veya, daha kesinlikle ülke çapında) ve zaman kısa bir tarih dönemine indirgenmiştir.”[18] F. Claudin’in ayrımı, kullandığı dilin teorik kazalarını bir yana bırakırsak, ön açıcıdır. Her ne kadar, politik düzey ile konjonktürel politikanın aynılaştırılmasına yol açacak ifadeler ve mekan sınırının tartışmalı oluşu görülse de, özetle, politik devrimin ‘konjonktürel’, tarihsel devrimin süreç olarak yaşandığına ilişkin açıklık taşır. Dolayısıyla Claudin’in yaptığı, Marx ve Engels’in teorik önermelerinin politik çıkarımlarına uygulanmasıdır. Ne var ki, sorunsal, politik devrimi yani siyasal iktidarın ele geçirilmesini, toplumsal/tarihsel devrimin başlatılması olarak aldığında teorik bir kaza ile sonuçlanıyor. ‘Devrim sonrası’ toplumda ‘tarihsel devrimcilik’e çekilme, politik devrimciliğin tükenişi bu uğrakta başlıyor.

Ayrımları belirginleştirirsek; politika, politik iktidar hedefine yönelik edimler toplamıdır. “Erekselliği” iktidar algısıyla ve yönelimiyle sınırlıdır, tarihsel bir ereksellik değildir. Dolayısıyla ezilenlerin politik devrimciliği, belirli bir ‘an’da karşısında yoğunlaşmış ezen iktidarı olan devlet hedefini bulur. Politika ile politik düzey arasında oluşturulacak kısa devre aracılığıyla devlete karşı konumlanmanın atlanmasına neden olacak her türlü sapa yol ve tarih bilimsel vaaz, tarihsel solculuğun hanesine yazılır.

Marksizmin politika bileşeni, stratejik yaklaşımını ‘devlete karşı devrimci’ olmak temel önermesi üzerinden kurmak durumundadır. Bu önerme, Marksizm ile ezilenler arasındaki bağlantının politik boyutunu oluşturmaya yöneliktir. Aynı zamanda ‘Devlet’in tarihsel varlığına yönelik Marksist yaklaşımın zorunlu sonucudur. Stratejik yaklaşım, en genel ifadesiyle ‘devlete karşı devrimcilik’te belirlendiğinde, devlet karşısındaki konumu herhangi bir dolayıma yönlendiren tüm yaklaşımlar tarihsel solcu sınıra çakılır.

Marksizmin politika bileşeninin izlediği seyir, pratik bir açılımla, ezilenlerle ve onların pratikleriyle buluşma seyridir.

– Lenin’in eserinin teorik politik açıcılığının sonuçları izlenmelidir. Lenin’den sonra Marksizm ontolojik bütünlüğüne kavuşmuş, ancak bu bütünlük politik devrimcilikte Mao’nun eseriyle sürdürülürken teorik politik tıkanmalar yaşamıştır.

– Tarihsel solculuk bugün Marksizmin ana akımının egemen teorik bilinci ve politik konumunun referansıdır. Devrimcilik dışı bir akım olmasına rağmen devrimci pratik içinde olanların da kimi gerilimlerle birlikte bilişsel temeli bu ana akımın nüfuzu altındadır. III. Enternasyonal tipi tarihselci ‘pozitivizm’den Batı akademilerinde üretilen teorik metinlere kadar uzanan bu alan teorik politik Marksizm karşısında ideolojik bir merkezdir.

– Politik devrimci, bilinciyle uyumsuz pratiğinin gerilimleriyle yüz yüzedir. Eylemiyle ayağındaki tarihsel solcu prangayı sürüklemekten geri kalmaz. Tarihsel sola çeken bu pranga reformist bir politik hattın giriş bileti haline gelir. Özellikle kritik momentlerde tarihsel solcu bilinç politik devrimcilikte ısrar eden özneler için krizler doğurur.

– İşçicilik, sosyalizmcilikle birlikte, tarihsel solculuğun Marksizm içindeki ifadesinin ana bileşenlerindendir; ancak tarihsel solculuk ile işçicilik/sosyalizmcilik özdeş değildir. Halkçılık/demokrasicilik de politika aşırı kuruluşu ve tarihsel ilerleme misyonu olarak alındığı hallerde ‘politik devrimciliğin’ pratik boyutu düştüğü anda tarihsel solcu bir rotaya girmekte hiç zorlanmaz.

– Tarihsel solculuk, ‘çağdaş düşünce’nin farklı tonlarına eklemlenerek işler. Bir dönemin ekonomizmi ve pozitivizmi, başka bir dönemin tarihsel özneciliği ya da yorumsamacılık olarak benzer epistemolojik sonuçlara ulaşır!

– Tarihsel ilerinin politikada temsiline soyunan tarihsel solcunun ‘devrimci’liği ancak rast gelme olarak ‘durmuş saat’ konumudur. Bir ileri aşaması, uygun anı asla yakalayamayan ‘bozuk saat’ konumuna açılır.

– Tarihsel solcu için politika olmuş bitmiş, görevlerin dağıldığı bir alandır. Her tarihsel dönemin verili temsilleri vardır. Bunun ifade edilişi, belirli tarihsel koşullarda verili sınıf temsiliyle eyleyen bu sınıfların tarihsel devrimde yerine getirecekleri politik görevlerinin olduğu şeklindedir. Politik düzey ile politika, süreç ile an arasında kurulan bu kısa devre anti-politika olarak anlaşılmalıdır. Konjonktürde şu ya da bu tarafın ‘ileri’ olması tarihsel konumuna atıfla bir ayarlama işleminin ötesinde değildir. Süreci ‘an’da arayan bu yaklaşımın sonucu, ‘tarihsel ileri’yi izlerken politik gericilik saflarında sıraya girmektir.

– Devrim sonrası pratikler göstermiştir ki, ‘devlete çekilme’, hem teorik hem de pratik tarihsel sola çekilme olarak yaşanmaktadır. Devrim sonrası ‘kuruculuk’ misyonu öne çıkarılmış ve kuruculuk, iktidarın sürdürülmesi ötesinde tarihsel rol olarak alınmış, devrim sonrası devrimcilik kanalı tıkanmıştır. Mao’nun pratik politik kopuşu önemli bir ayağını bu konuda Marksizmin devrimci diyalektiğini izlemesiyle oluşturur.

II. Gramsci ve Mao: Doğu/Batı stratejilerinde politik gerilimler

Marksist politika omurgasına Lenin’den sonra kavuşmuştur. Ne var ki bu gelişme kapsamlı pratik etkisine rağmen, ayrım çizgileri çektiği öncesinin geri dönüşüne engel olamamıştır. Lenin’in kopuşu, Lenin sonrasında oluşan Marksist politikada, ağırlıkla pratikte ve her zaman ana akımla gerilimli bir ilişkide sürdürülmüştür.

Politika tartışmalarının Marksizmde ‘strateji’ tartışmalarıyla eş anlaşıldığını daha önce belirtmiştik. Dolayısıyla teorik politika, Lenin’in kopuşuyla birlikte devrimin varlık bulması sonucu öne çıkan strateji teorilerine içkindir. Burada diğer yönlerinden ayrı olarak Lenin sonrası iki strateji teorisini ele alacağız: Gramsci’nin, ‘mevzi savaşı / manevra savaşı’ ve buna bağlı ‘pasif devrim’ olarak ortaya koyduğu, kimi yönleriyle erken dönem anti-pozitivist tarihselci tepkinin teorik sonuçlarının izlendiği ancak politik devrimci sonuçlar vermeyen strateji teorisi sınırlı olarak ele alınacaktır.

Strateji teorisinden çok politik pratiğiyle öne çıkan Mao’nun, Marksist politikanın gelişiminde işçicilikle araya koyduğu mesafe, Avrupa-merkezci, Aydınlanmacı, ilerlemeci ideolojinin Marksizm içindeki etkinliğine vurduğu darbe, ve politika ile şiddet arasında kurduğu bağ gibi temel meselelerde kopuşun sürekliliğindeki önemi ve ayrıcalığı kayıt altındadır. Mao’nun pratik politik bir kopuş olarak öne çıkan eseri, teorik politika bakımından sınırlı kalmıştır. Bu eserde, pratik kopuş teorik sonuçlarına kadar izlenmediği gibi, yer yer özellikle ‘strateji teorisi’ oluşturulma döneminde tarihsel solculuğun etkisi altında kalınmıştır.

Ele alınacak bu iki strateji teorisi arasındaki temel bir fark hemen belirtilmelidir. Her ne kadar III. Enternasyonal’in strateji tartışmalarıyla bir ard alana sahipse de Gramsci’nin eseri esas olarak teoriktir. Mao’nun stratejisi ise deyim yerindeyse sonsaldır. Çin devriminin gelişmesi döneminde III. Enternasyonal’ce dayatılan stratejilere karşı mücadelenin ve devrim pratiğinin izlerini taşır. Temel nitelikteki bu farka rağmen teorik ifade alanında kimi örtüşmeler dikkat çekicidir.

a) Gramsci: Batıda mevzi savaşı / pasif devrim

Gramsci’nin strateji teorisi, savaş terminolojisinden esinlenerek oluşturulmuştur. Savaş tekniklerindeki değişimler, devrimci politikayla kurulan imgesel bağlar aracılığıyla sonuçlarına kadar izlenmiştir. Strateji teorisinin pratik referans ise Gramsci’nin Ekim devrimini sahiplenirken ona yüklediği ‘atipik’ karakteri açıklama çabasıdır. Bu açıklama çabası aynı zamanda genel bir politika teorisi olarak sonuçlar doğurmuştur.

Mevzi savaşı ve manevra savaşı ayrımı savaş tekniklerindeki gelişmenin sonucunda I. Dünya Savaşındaki rakip stratejilerin karşılaştırılması sonucudur. “Mevzi savaşı gerçekte tam deyimiyle salt siperler tarafından değil ama mevzideki ordunun ardında bulunan ülkenin tüm örgütlenme ve sanayi sistemi tarafından oluşturulmuştur ve özellikle de topların, makinalıların, kısa namlulu tüfeklerin hızlı atıcı tarafından silahların belirli bir noktada yoğunlaştırılması tarafından ve ayrıca bir yorma ve geri çekilmeden sonra yitik gerecin yerine hızla yenisinin sağlanması olanağını veren gereç bolluğu tarafından yaratılmıştır mevzi savaşı…”[19] Manevra savaşı, bu teknik gelişmişlik düzeyinden sonra savaş için ‘stratejik’ değerini kaybetmiş ancak ortadan silinmemiş, ‘taktik’ olarak sınırlı bir hal almıştır.[20] Savaş için ele alınan bu gelişim modeli olduğu gibi politikaya aktarılır. “Militer sanatta ne olduysa politik sanatta da o olur; hareket (manevra) savaşı gitgide daha çok mevzi savaşı durumuna gelir ve bir devletin, bir savaşı, barış zamanında onu bütün ayrıntıları ve bütün teknik görünümleriyle hazırladığı ölçüde kazandığı söylenebilir. Modern demokrasilerin yoğun yapısı, ister devlet örgütlenmesi olarak, ister sivil yaşamda etkinlik gösteren dernekler bütünlüğü olarak düşünülsün, politika sanatı alanında mevzi savaşındaki “siperleri” ve sürekli cephe tahkimatını oluşturur; eskiden savaş olan hareketi (manevrayı) yalnızca kısmi bir şey durumuna getirir.

Başka yerde aşılmış ve çağdaş duruma gelmiş bulunan biçimlerin henüz yürürlükte oldukları geri ülkeler ya da sömürgeler için değil, ama modern devletler için ortaya çıkar bu sorun.”[21] Tarihselci perspektifin doğu/batı ayrımı coğrafi ayrımın ötesinde anlamlar taşır; ‘gelişmişlik’ düzeyiyle ilgili olarak kurulan politik bağlantı tarihsel devrimci politikanın bir örneğidir. Gramscigil tarihselcilik, “Marksizmin genel teorisi üzerinden ele alınmalıdır”.[22]

Gramsci ‘pasif devrim’ kavramı ile ‘mevzi savaşı’ arasında devresel bağlar kurar. ‘Pasif devrim’in dayandırıldığı teorik plan Gramsci’nin Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsöz’ünden ‘tarihsel devrimci’ okumayla aldığı iki cümledir: “1) Kendisinde gelişmiş bulunan üretici güçler daha sonraki ilerleyici bir devinim için henüz yer buldukları sürece hiçbir toplumsal kuruluş ortadan kalkmaz. 2) Toplum kendine çözümleri için gerekli koşulların vb. oluşmamış bulunduğu görevler saptamaz.”[23] Gramsci, bu belirlemeleri politikaya aktarmak için bazı müdahaleleri zorunlu görür. Öncelikle tarihselci refleksin ‘belirlenim’ karşıtlığının devreye girmesinin yanında, ‘politik’ anlamanın kaçınılmaz sonuçlarıdır bunlar. “ ‘Siyasal güç dengesine’ ve “politik militer dengeye büyük değer vererek”[24] politik tanımlamalar zinciri ile tarih bilimiyle bağlantı kuran Gramsci ‘pasif devrim’in tarihin belirli bir momentinde, belirli bir gelişmişlik seviyesindeki toplumlarda geçerli olduğunu söylemektedir. Pasif devrim, bu tartışmada ‘Batı’da, mevzi savaşıyla örtüşmektedir. Gramsci organik-konjonktürel ayrımıyla bu sorunu aşmaya dönük bir girişimde bulunur, ancak “konjonktürel görüngüler de organik devinimlere bağlıdır”[25] ona göre. Organik olanın konjonktürde, yani sürecin ‘an’da barındırıldığı anlamında bir ilişkisellik kurulur. Sonuç, ayrımın belirsizleşmesi, ‘an’ olarak alınan süreçtir. Tarihsel solcu eğilimin epistemolojik temellerinin kökenini oluşturan bu yaklaşımdır.

Teorik sonuçlar açıktır. Tarihsel gelişmenin belirli bir aşamasına denk düşen “Batı’da sivil toplumun devlet karşısındaki üstünlüğü, gelişmiş kapitalizmde burjuvazinin temel iktidar tarzı olarak ‘hegemonya’nın ‘baskı’ karşısındaki üstünlüğüyle bir tutulabilir. Hegemonya sivil topluma özgü olduğu ve sivil toplum da devletten baskın olduğu için kapitalist düzenin istikrarını temelde sağlayan şey yönetici sınıfın kültürel üstünlüğü olmaktadır… hegemonyadan kasıt burjuvazinin işçi sınıfının rızası ile yönetmesini mümkün kılan ideolojik tabiyettir.”[26] Böyle bir toplumda politik strateji ‘hegemonya’ oluşturmak ve buna dayalı ‘mevzi savaşı’dır. Doğu’da devlet her şey olduğundan “sivil toplum ilkel ve peltemsidir”[27], devletin ana yönü ‘zor’dur ve dolayısıyla politik strateji de olabildiğince hızla ‘iktidara’, devlet merkezine yönelen ‘manevra savaşı’dır.

Gramsci için ‘Doğu’ ve ‘manevra savaşı’, ancak geçmiş bir husus olarak karşılaştırma öğesidir. Strateji teorisinin esası ‘Batı’ ve ‘mevzi savaşı’dır. Dönemin politik gelişmelerinin etkisi altında III. Enternasyonal’in stratejileriyle bağlantı kurulur. Bir tarafta ‘kısmi silahlı eylem’in (Teilaktion)[28] sol maceracılığına yapılan eleştiriler ile ‘birleşik cephe’nin kabul edilebilir oluşuna bir tür benzerlik kurulduğu görülür. Lenin’in ‘Sol Komünizm’ eleştirileri Gramsci’nin öncelikli etkileşim kanallarındandır: “İliç 1917’de Doğu’da utkuyla uygulanmış bulunan hareket (manevra) savaşından… orduların az zamanda sonsuz nicelikte gereç biriktirebildikleri toplumsal kadroların hala ele geçirilemez siperler durumuna gelmeye yeterli bulundukları Batı’da olanaklı tek savaş olan mevzi savaşına doğru bir değişme gerektiğini anlamıştı.”[29] Bu etkileşim politik devrimcilik lehine değildir.

Anderson’un şu yorumu yerindedir: “Marksist stratejide manevra savaşı ile mevzi savaşının karşı uçları reformizm ile maceracılık arasında tercihe varır.”[30] Gramscigil stratejinin, tarihsel solcu karakteriyle, sonuçlarına kadar izlendiğinde reformist nitelikte olduğunu söylemek haksızlık sayılmasa gerek.

‘Sivil toplum’un gelişkin olduğu ‘Batı’da izlenecek ‘mevzi savaşı’, ‘hegemonya’yı gündeme getirir. “Bir toplumsal grup, hükümet erkliğini fethetmeden önce de yönetici olabilir ve hatta olmalıdır da (ve erkliğin kendisinin fethi için başlıca koşullardan biri de işte budur).”[31] ’Sınıf’ merkezli bir hegemonya anlayışı yerine ‘parti’ aracılığıyla politik bir önderlik önerilmesi dikkat çekicidir. Ancak sınır buraya kadardır. Dolayısıyla politik özne olarak partinin temel ‘devrimci’ etkinliği ideolojik alanda kılıç sallamaktır.

‘Gramsci bazen rızayı sivil toplum kaynaklı sayıp sivil toplumun da devletten ağır bastığını söylemekle, burjuva sınıfı iktidarının esas itibariyle rızaya dayalı olduğu hükmüne imkan vermiştir. Bu şekilde hegemonya fikri Batı’da burjuva iktidarının hakim tarzının, yani ‘kültürün’, ya zor unsurunu sindirerek ya da onunla birleşerek belirleyici tarzda olduğu fikrine destek olur. Böylece zorun son kertedeki temyiz edilemez rolü gözardı edilir.”[32]

Sonuç olarak, Gramsci’nin strateji teorisi, politik olarak onayladığı Ekim devriminin Marksist politikada açtığı çatallanmanın devrimci kanalına girememiştir. ‘Batı’da belirli bir tarihsel gelişmişlik düzeyinde olan toplumlar için hegemonya mücadelesine bağlı ‘mevzi savaşı’ uzun süreli ‘devrimci olmayan’ politik konumu önceden kabul eder. II. Enternasyonal’in pozitivist ekonomizmine karşı tarihselci tepkinin ‘sınıfçı’ olmayan bir örneği olarak Gramsci bu yönüyle ayrıcalıklı konumdadır, ancak ayrıcalık burada başlayıp bitmektedir.

b) Mao: ‘Doğu’da ‘halk savaşı’

Çin devriminin politik özgülleşmesi, Çinli komünistlere dayatılan stratejinin yenilgiyle sonuçlanmasıyla başlar. 1927 yılına kadar kentlerde ‘işçi sınıfı’ içinde örgütlenen ve III. Enternasyonal’in tavsiyeleri sonucu Kuomintang ile tarihsel ilerleme doğrultusunda ittifak siyaseti izleyen ÇKP, 1927 ayaklanmasının yenilgisiyle siyasal gücünün büyük kısmını yitirdi. O zamana kadar herhangi bir ‘Batılı’ komünist partisinden farklı olmayan politikaların sonucunda Kuomintang’ın tasfiye girişimi başarıya ulaştı, kadroların binlercesi öldürüldü, kitle hareketi dağıtıldı, partinin kent varlığı yokedildi.

Mao’nun eserinin bu yenilginin sonucunda çıkarılan dersler doğrultusunda Çin devriminin politik güzergahını inşa ettiği söylenebilir. “Bazı liderler kentleri geri almaya çalıştıkları sırada ve Moskova ÇKP’yi proletaryayı terk etmemesi konusunda uyardığı halde, çeşitli komünist gruplar yavaş yavaş partiyi zafere taşımaya yardım edecek yeni bir stratejiye (köylü tabanlı gerilla savaşına) doğru el yordamıyla kendi yollarını aramaya başladılar.”[33] Kentlerden ve sınıfçı stratejiden bu pratik kopuş daha önce Marksizmin Lenin’in eseriyle ezilenlerle kurduğu bağın Mao’yla geliştirilerek sürdürülmesidir.

1927-28 tasfiyesiyle kırsal alana çekilen komünistler o güne kadarki deneyimlerinin ve tavsiyelerin dışında kendi devrimci yollarını oluşturdular. “1920’lerin sonlarında komünist gerilla güçlerinin … ilk oluşumlarından ikisi Şensi-Kansu-Ningsia sınır bölgesindeki komünist partizanları, Mao Zedung ve Çu Teh tarafından Orta Çin’deki Çingkong-san dağlarına götürülen ‘4. Kızıl Ordu’ hakkında elimizde yeterince bilgi var. Her iki bölgede de devrimci güçler (tepedeki parti liderlerini dehşete düşüren) haydutlar, eski askerler ve kaçaklar gibi declasse (sınıfsız) unsurlardan oluşuyordu.”[34] Yoğun bir köylü katılımı da eklendiğinde Çin devrimi toplumsal tabanı ve askeri niteliğiyle yerleşik stratejilerle her adımda mücadele içinde gelişti. Bu sürecin uzun bir dönemi boyunca, adeta ‘iki farklı parti’ gibi yaşanmıştır.

İkinci tip tarihsel solcu/devrimci eğilimin Marksizmin ana akımı olarak temsil olunduğu bu dönemde “Mao’nun Marksizmi politik anlamda başarılı oldu. Çünkü fazlasıyla katı bir tarihsel durumun çok yönlü taleplerine yanıt verebildi. Bu anlamda uzun vadede tarihsel öneme sahiptir. Bu önem, Mao’nun Marksizminin sözü edilen tarihsel durumun sorunsallığını da kendi içine almasından ileri gelmektedir”.[35] Daha geniş planda Mao’nun Marksizm için önemi, “Marksizmin Rus devrimi ve Lenin aracılığıyla Avrupa’nın dışına çıkarılarak küreselleşişinin somut ürünü”[36] olmasıyla birlikte, bir politik devrimci örneğin daha Marksizmde yeni bir çatallanmaya yol açmasıdır.

Marksizmin tarihsel özgülleşme dinamiğini taşıyan Mao Marksizmi Çinlileştirmiştir. Çin’de Marksist bir politik pratik izleyerek Marksizmi Çin’in özgül koşullarına yanıt verecek şekilde politik açılmaya yöneltirken Çin’in devrimci dönüşümünü sağlamıştır. Bu politik özgülleşme, teorik özgülleşme bakımından sınırlı kalmış ve teorik ifadesini ‘tarihsel gelişmişlik koşullarına’ bağlı tarihsel devrimci strateji olarak belirlemiştir. “Mao’nun Marksizmi yerelleştirmesi en derin (ve en kapsamlı) düzeyde bile Çin devriminin gerilla savaşı olarak deneyimlenmesiyle ilgili görünür: Marksizmi kitlelerin diline çevirmek için yapılan ilk çağrıların devrimin gerilla stratejisinin ortaya çıkmaya başlamasıyla çakışması sürpriz değildir.”[37] Bu pratik karakter strateji teorisinin kurulduğu her metinde mevcuttur. 1937’de strateji konusunda oluşturulan teori ile Mao’nun “pratik diyalektiği”nin temel metinlerinin eş zamanlı oluşu dikkat çekicidir.

Bu dönem, Çin devriminin ‘Japonya’ya Karşı Birleşik Cephe’ siyaseti izlediği, 1935’te III. Enternasyonalce belirlenen ‘Birleşik Cephe’ siyasetine paralel ancak uygulama olarak benzersizlik taşıdığı bir dönemdir. Mao’nun ‘devrim stratejisi’nin teorik ifadeleri aslında ‘Birleşik Cephe’ siyasetinin ÇKP içindeki ‘ana akım’ temsilcilerinin savunularıyla polemik karakteri taşır. 10 yıllık mücadelenin avantajlarıyla Mao, Çin’in özgüllüğünü vurgular, ancak her şeye rağmen bu vurgu tarihsel solcu geriye çekilmeleri en azından teorik olarak barındırır.

Mao politik özgüllüğü tarihsel içerikle gerekçelendirir. Mao, “iktidarın silahlı güçle ele geçirilmesi, meselenin savaşla çözülmesi devrimin temel görevi, en yüksek biçimidir”[38] belirlemesiyle devrimin politik içeriği anlayışına katılır. Bundan sonra strateji ‘tarihsel’ nedenlerle ikiye ayrılır: Bir yanda, “kapitalist ülkelerde, faşist değillerse ya da savaş halinde bulunmuyorlarsa … içeride burjuva demokrasisi uyguladıkları için ve milletlerden baskı görmeyip kendileri onları ezdikleri için” komünistlerin görevi “uzun legal mücadele dönemi boyunca işçileri eğitmek, kuvvet biriktirmek ve kapitalizmin nihai yıkılışını [yani tarihsel devrimi – bn] sağlamak için hazırlamaktır”[39]. Burada Mao’nun herhangi bir özgünlüğü yoktur, tipik bir tarihsel solcu plan ileri sürer. Bu, Gramsci’nin oldukça kapsamlı ve üzerinde durulmuş, ‘mevzi savaşı’nın devrim döneminde devrimcilik anlayışıyla uyuşan teorisinin zayıf bir ifadesi olmanın yanında, ‘Birleşik Cephe’ stratejisinin ‘sağ’ pratiğini de kapsayabilecek geniş bir tanımlamadır. Burada “örgütlenme biçimi legaldir ve mücadele biçimi kansızdır… proletaryanın çoğunluğu silaha sarılıp ayaklanmaya ve savaşmaya kararlı oluncaya kadar ve köylü kitleleri proletaryaya gönüllü olarak yardım verene kadar ayaklanma başlatılmamalıdır”[40]. Baştan sona Çin özgüllüğü açısından uyumsuzluğu vurgulanmak için ortaya konulan bu strateji, kimi değişikliklerle ve biraz daha inceltilerek ikinci tür tarihsel solcu/devrimci konuma aittir.

Oysa Çin için durum farklıdır. Tüm strateji tamamen tersi biçimde kurulur. Devrim nihai bir ufuk değil her adımda şiddetle fethedilen iktidar noktalarının toplam gücüyle politik bir hedeftir. Burada sınıf içinde örgütlenme, uzun legal mücadele vs. olanakları yoktur. Çin’de savaş ana mücadele biçimi ve ordu ana örgütlenme biçimidir. Kitle örgütleri ve kitle mücadelesi gibi diğer biçimler de son derece önemlidir ve gerçekten vazgeçilmez niteliktedir. Fakat onların amacı savaşa hizmet etmektir. Savaş çıktıktan sonra bütün örgütlenme ve mücadele savaşla koordinasyon halinde olmalıdır.[41]

Politik devrimcilik, tarihsel koşullara rast gelme veya bir başka ifadeyle, tarihsel gelişmişlik koşuluna göre ele alınır. ‘Yarı-feodal ve yarı-sömürge’ olan Çin için ve bu tarihsel/toplumsal koşulları taşıyan öteki ülkeler için daha sonra genelleştirilecek strateji de ‘uzun süreli halk savaşı’dır. Düz anlamıyla ‘köylü devrimciliği’, ‘milli devrim’ olarak anlaşılmaya açık bir tarihsel plan vardır. Yine de tartışmanın kendisi düz anlamının ötesindedir Mao’ya göre: “Her şey silahın namlusundan doğar. Marksist devlet teorisine göre ordu, devlet iktidarının temel unsurudur. Devlet iktidarını ele geçirmek, elde tutmak isteyen herkesin güçlü bir ordusu olmalıdır… biz devrimci savaşın her şeye kadir olduğunu savunuyoruz. Bu kötü değil iyidir, Marksisttir”.[42] Politik devrimciliğin öne çıkarılışıyla tarihsel plan gözardı edilir. Ordu ve devlet gibi başlıklar ve politik devrimciliğin şiddet dolayımıyla pratik niteliği, belirli ‘tarihsel koşullar’ tanımlamasının ötesinde anlam taşır. Mao’nun politik devrimci kopuşu, devrim sonrasında ‘tarihsel sol’a pratik geriye çekilişi reddetmiş ve önemli bir alan açmıştır.

Marksizm 1960’lı yıllarda yeni bir çatallanmaya sahne oldu. Çatallanmanın bir nedenini oluşturan anti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadelelerinin desteklenmesinde politik devrimciliği temsil eden Maoizm aynı zamanda stratejik planda Çin pratiğinin evrensel etkiler göstermesiyle öne çıkmıştır. Pratik devrimcilik koruyucu bir duvar olarak tarihsel ilerlemecilik, Aydınlanmacılık, Batı-merkezcilik gibi ideolojilerden sakınmayı sağlamış, ezilenlerin devrimciliğiyle buluşma kanallarını güçlendirmiştir.

Mao sonrası Maoizmin iç gelişimi izlendiğinde görülecektir ki bir ‘okul’ olarak politik devrimcilikte ısrarlı olan kesimler yerel özgülleşme dinamiğiyle politik çıkışlar yapabilmiş, ancak politik devrimcilik olarak değil doktrin olarak edinilen Maoizm birçok tarihsel solcu uç vermiş ya da anti-Maocu okulların oluşmasına yol açmıştır.

Pratik avantajlar taşıyan Maoistler aynı oranda teorik dezavantajı da sırtlarında taşıyorlar. Dikkat çekici olan, hareket halinde devrimci sonuçlar üreten bu Marksist akımın, ideolojik pozisyona çekildiği, pratik varoluştan düştüğü koşullarda doktrinerleşmesi ve tarihsel solcu kanala yaklaşmasıdır. Bu uyuşmazlık Maoizmin pratik karakterinin Marksizmin ezilenlere açılan devrimciliğiyle birlikte teorik ifadesini bulmasıyla aşılacaktır.

Ek: Doğu/Batı ayrımında ‘Ekonomi dışı zor’un rolü

Gramsci ve Mao’da farklı bağlamlarda ortaklık kazanan Doğu/Batı ayrımı, elbette coğrafi boyutunun ötesinde anlamlara sahiptir. Marksizmin teorik temelinde, derinde yatan epistemolojik kaynakları vardır bu ayrımın. Bu ayrım, Marksizmde kurucularından başlayarak genel kabul gören ‘ekonomi dışı zor’[43] anlayışıyla da bağlantılıdır. Bu anlayışa göre, sömürü, kapitalizm öncesi toplumsal formasyonlarda ‘zor’ yoluyla olmakta, kapitalizmde ise ekonominin kendi iç devinimiyle ‘artı değer’ sömürüsü tarzında gerçekleşmektedir. Devlet tartışmasına da zorunlu olarak uzanan bu ele alış yolu, baskı/rıza düalitesini işletir. Kapitalizm öncesi toplumsal formasyonlarda baskı, kapitalist toplumlarda ise rıza temel egemenlik aracı olarak kurulur.

Çifte ontolojiye dayanan bir tarihselcilik örneği olan bu ayrımın politikaya çevrimi ise şöyledir. ‘Batı’da, kapitalist toplumlarda, ‘rıza’ya dayanan egemenlik sistemi olarak devletin karşısındaki rızanın bozulması için parti, ideolojik mücadeleyi, eğitim ve bilinçlendirme faaliyetini öne alır. Temel tarihsel devrimci güç olarak ‘işçi sınıfı’nın kapitalizmin ekonomik sömürüsüne karşı sınıf bilinciyle donatılması ve tarihsel rolünü oynaması için hegemonya kuracak ideo-politik araçlarla harekete geçirilmesi ya da hazırlanması başlıca politik faaliyettir. ‘Doğu’da ve/veya kapitalizm öncesi toplumlarda ‘zor’un temel egemenlik tarzı olduğu devletlerde devlete karşı politik mücadelenin asıl aracı ‘karşı-zor’dur. Politika yapmanın tek olanağı devlet zorunun tahakkümünden kurtulmak, devlete karşı zor kullanarak onu ‘ilerletmek’tir. Burada ‘zor’ öğesi tarihsel misyonu yerine getirme anlamında politika-aşırı bir tarihsel devrimciliğe bağlanır.

‘Doğu/Batı’ ayrımı üzerinde temellenen bu stratejiler politik devrimci değil, tarihsel ilerleme misyonuna göre biçimlenmiş tarihsel devrimci stratejilerdir. Politik sonuçlarına bakıldığında, verili ‘ileri’ toplumsal güçler tanımlanır ve bu ‘ileri’ olanın politikası izlenir. Tarihsel olarak geride kalmış dönemin pratik varlığıyla, devrimci ezilenleriyle herhangi bir ilişki kanalı oluşturulamaz. Daha fazlasıyla, ezilenlerin devrimciliğine karşı tarihsel ilerinin yanında yer alınır. Nizam bozan devrimcilerin tarihsel solcularca kınanmışlıkları az rastlanılır örnek değildir.

Sonuç

Ezilenlerin pratik devrimciliği her adımda yeni ayrışmaları gündeme taşıyor. Marksizm ezilenlerin devrimciliğiyle kurduğu bağlar sayesinde tarihsel solculuğun etki ve nüfuzundan sıyrılmıştır ve bu sıyrılma sürmektedir. Yaşanılan dönemin devrimci pratiğinin sadece Marksist etki alanında değil, genel olarak düşük yoğunlukta seyri, tarihsel solculuğa ideolojik nüfuzunun tahkimi için önemli olanaklar sunuyor. Politik devrimcilik kanalının, Güney Asya pratikleri aracılığıyla Marksizm alanındaki etkisi ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu anlamda, Nepal Devrimi, önderliğini yürüten öznenin, tarihsel solculukla politik devrimciliğin iç mücadelesi olarak soyutlanabilecek sancıları ortamında, kritik bir aşamada olması açısından dikkatle izlenmelidir. Ezilenler devrimciliğinin İslam kanalından gelişimi ve yerel/ulusal örnekleri de Orta Doğu/Güney Asya alanında yoğunlaşıyor. Dolayısıyla etkileşim kanalının pratik düzeyde yaşanacağı alan olarak bu akım önemini tekrar tekrar hatırlatıyor.

Diğer yandan Marksizmin devrimci diyalektiğinin ideolojik referans olarak alınması, tartışmaların yer yer simgesel yanı dışlayarak düz anlamlarıyla da olsa bu platformda yürütülmesi, pratik öncelikle birleşince, ayrıcalıklı yerini sağlamlaştırıyor. Kazanılan mevzileri korumak ve yeni mevziler kazanmak için hamleler yapmak Marksist devrimciliğin varlık göstergesidir. Bu varlık yakalandığı noktada ilgiyi hakeder.

 
 


[1] Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, Çev. Kenan Somer, Sol Yay., Ankara 1999, s. 42

[2] A. Negri, Yaban Kuraldışılık, Çev. Eylem Canaslan, Otonom Yay., İstanbul 2005, s. 351

[3] Metin Kayaoğlu, “Marksizmin Kaypakkaya’da Özgülleşen Devrimci Diyalektiği”, Teori ve Politika 42-43, Mart 2007, s. 39-53

[4] Marx-Engels, Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar, Çev. Nail Satlıgan, Yordam Yay., İstanbul 2008, s. 22

[5] A.g.e., s. 51

[6] A.g.e., s. 51

[7] Aijaz Ahmad, “Kendi Zamanında ve Bizim Zamanımızda Komünist Manifesto”, Çev. Şükrü Alpagut, Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar içinde a.g.e., s. 226

[8] E. M. Wood, “150 Yıl Sonra Manifesto”, Çev. Şükrü Alpagut Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar içinde a.g.e., s.146

[9] K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev. Sevim Belli, Sol Yay., Ankara 2005, s. 39

[10] K. Kautsky’den aktaran M. Löwy, Dünyayı Değiştirmek Üzerine, Çev. Yavuz Alogan, Ayrıntı Yay., İstanbul 1999, s.130

[11] 19. yy’ın son çeyreğinde devlete ve devlet yöneticilerine yapılan şiddet eylemlerini, suikastleri, bombalamaları göz önünde bulundurmak ve bu eylemlerin faillerine bakmak bu yargı için yeterlidir. Ağırlıkla Anarşist Eylemciler tarafından yapılan bu eylemler için sadece 1892 yılında ABD’de 500, Avrupa’da ise 1.000’den fazla bombalama örneği yeterlidir. (Bak. Yves Michaud, Şiddet, Çev. Cem Muhtaroğlu, İletişim Yay., İstanbul 1991, s. 28-29)

[12] Lenin, “Mektup” (6 Kasım 1917), Ekim Devrimi Dosyası, a.g.e., s. 169

[13] A.g.e., s. 169

[14] Lenin, “Uzaktan Mektuplar” (1. Mektup), a.g.e., s.27

[15] M. Kayaoğlu, “Ezilenlerin Marksizmi”, Teori ve Politika 35-36, Yaz-Güz 2004 (Ocak 2005), s. 12

[16] E. M. Wood, Sınıftan Kaçış, Çev. Şükrü Alpagut, Yordam Yay., İstanbul 2006, s. 33-34

[17] Fernando Claudin, Komintern’den Kominform’a: Cilt 1, Çev. Yavuz Alogan, Belge Yay., İstanbul 1990, s. 58

[18] A.g.e., s. 59

[19] Antonio Gramsci, Hapishane Defterlerinden Seçmeler, Çev. Kenan Somer, Onur Yay., Ankara 1986, s. 154

[20] A.g.e., s. 155

[21] A.g.e., s. 174

[22] E. Laclau, C. Mouffe, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, Çev. Ahmet Kardam, İletişim Yay., İstanbul 2008, s. 115

[23] A. Gramsci, a.g.e., s. 159

[24] A.g.e., s. 160

[25] A.g.e., s. 128

[26] Perry Anderson, Gramsci / Hegemonya Doğu-Batı Sorunu ve Strateji, Çev. Tarık Günersel, Salyangoz Yayınları, İstanbul 2006, s. 46

[27] Gramsci, a.g.e., s.159

[28] P. Anderson, a.g.e., s. 84-85

[29] Gramsci, a.g.e., s. 158

[30] Anderson, a.g.e., s. 102

[31] Gramsci, a.g.e., s. 14

[32] Anderson, a.g.e., s. 70

[33] Theda Skocpol, Devletler ve Toplumsal Devrimler, Çev. Erdem Türközü, İmge Kitabevi Yay., Ankara 2004, s. 446

[34] A.g.e., s. 449

[35] Arif Dirlik, “Mao Zedung ve ‘Çin Marksizmi’ ”, Çev. Suat Kardeş, Marksizmin Ötesinde Marksizm, Derleyenler: Saree Makdisi, Cesare Casarino, Rebecca E. Karl, Yayına Hazırlayan: Yavuz Alogan, İmge Kitabevi Yay., Ankara 2005, s. 210

[36] A.g.e., s. 211

[37] A.g.e., s. 241

[38] Mao Zedung, Yeni Demokratik Devrim, Çev. Sırrı Bulut, Umut Yay,, İstanbul 1993, s. 7

[39] A.g.e., s. 7-8

[40] A.g.e., s. 8

[41] A.g.e., s. 9

[42] A.g.e., s. 13

[43] “Ekonomi dışı zor” tartışması üzerine etraflı bir yaklaşım için bak. Ali Osman Alayoğlu, “Bir Sınıf Anlayışı ‘Belirleme’li”, Teori ve Politika 19-20, Yaz-Güz 2000, s. 42-48

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar