Ana SayfaArşivSayı 44“Marksist Paradigmanın Bunalımı”nın Krizi

“Marksist Paradigmanın Bunalımı”nın Krizi

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Ergin Atabey’in Teori ve Politika’nın 41. sayısında yayınlanan “Marksist Paradigmanın Bunalımı Üzerine” yazısıyla birlikte, aynı yazarın, derginin 42-43. sayısında yayınlanan “Devletsiz Yaşamak Mümkün mü?”[1] başlıklı yazısı önemli arazlar taşımaktadır. Temel referansları, bu referanslara dayalı öncülleri ve öncüllerden çıkarılan vargılar açısından adı geçen iki yazı özellikle ilki üzerinden değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Atabey’in “Marksistler ve sol kulvarda yürüyenler” için yaptığı “sentez” çağrısı (41: 185) ve dönem belirlemesi ‘yadsıma’nın konusu yapılacak; ayrımlar koyma ve ayrımların derinleştirilmesinin gereği vurgulanacaktır. İfade edilen ve yaşanan tarzıyla ‘kriz’in sentez çabasıyla, uzlaştırmalarla, kısa devrelerle değil Marksizmin bütünleyenlerinin birbirleriyle bulaşık kullanımına karşı ayrıştırmaların gerekliliği vurgulanmalıdır. Bu anlamda, Bilim – Felsefe – Politika (teorik-pratik) epistemolojik-ontolojik bütünlüğünün ifadesi olarak Marksist bütünlük için, felsefe olarak anlaşılan bilim, bilime dayalı politika, politikaya müdahil olarak felsefe ayrıştırmalara tabi tutulmalı, bütünleyenlerin her birinin alanı belirlenmelidir. Uzlaştırma çabası, sentez çağrısı teorik olarak krizin tam da görünümüdür.

Atabey’in yaklaşımı kendini ‘tarihsel idealizm’ olarak kuruyor. Tarihsel idealizm, “tarihin dinamiğini fikir ve bilinçle belirlenmiş insan eyleminde gören, yasalılık ve zorunluluğu reddeden, toplumsal nesneyi düşünce ve bilinçte, onların ürünü olarak gören bir teorik yaklaşım”dır.”[2] “Tarihselcilik ontolojik bir sapmadır”[3], diğer bir adlandırmayla ontolojizm olarak ifade edilebilir.

Adı geçen yazılarda, birbiriyle uzlaşması, aynı değerlendirme içinde eritilmesi teorik bir sonuç vermeyecek öncüllerin harmanlanması çıkıyor karşımıza. Arka planda, politik gönderge ile A. Öcalan’ın mevcut politik varlığı ve yaklaşımları hissedilirken, ön planda Kuhn’un ‘bilim felsefesi’ ile temellendirilmeye çalışılan ‘kaos-kuantum metafiziği.’ Tüm bu öğelerin iğreti bir aradalıklarını sağlamak için de, içeriksiz, lafza dönüştürülmüş ‘diyalektik’ ve bunlara ek olarak bilim diye anlaşılan ‘tarih felsefesi’… Adı geçen yazıların bu teorik ‘kaos’ ortamında, yazar, referanslarının problemlerini bir araya toplamış..!

Kuhn ve ‘paradigma’

Kuhn’un “bilim felsefesi”nde bilimin oluşumu için ‘paradigma’ kategorisi temel konumdadır. “Paradigmaları bir bilim çevresine belli bir süre için model sağlayan yeni örnek sorular ve çözüm temin eden evrensel olarak kabul edilmiş bilimsel başarılar şeklinde tanımlıyorum”[4] diyor Kuhn.

Bilimsel teori de bu anlamıyla farklı ‘bilim çevreleri’ne ait paradigmalardan herhangi birinin seçilmesine indirgenmektedir. Paradigmalar, ‘bulmacalar’ üretir ve bu ‘bulmacalar’ın çözümleri aracılığıyla belirli bir paradigma çerçevesiyle inceleyen ‘olağan bilim’e ulaşılır. Bilim çevresinin, paradigmadan, olağan bilimden kaynaklı olmayan, doğrudan ‘bilim adamı’nın yeterliliğine, becerisine bağlı nedenlerle çözemediği ‘bulmacalar’ın yoğunlaşmasıyla bilim adamlarına ‘güven’ sarsılır, bir ‘bunalım’ ve dolayısıyla yeni bir paradigma arayışı başlar. Bu noktada ortaya çıkan “bilimsel devrim” bir paradigmayı terk edip başka bir paradigmanın kabulüdür ancak.

Kuhn, bilim anlayışıyla ‘paradigma’nın oluşmasında, sonrasında olağan-bilim aşamasında ve bilimsel devrimde ontolojik bir boyut varsayar. Bilimsel paradigma bilim adamlarının varlığı ve öne sürülen önermeler üzerinde oluşturulan bir konsensüste, tarihsel ontolojide kurulan hegemonya aracılığıyla ifade edilen bir bilim anlayışıdır. Bu yaklaşımın sonucu, varlığın (ontolojik boyutun) bilim (epistemolojik boyut) aracılığıyla kurulması türünden bir idealizme kapı açar. Bilime ontolojik bir boyutun (bilim çevresi) dahil edilmesi, felsefi kategorilerin bilim düzeyine taşınması anlamına gelir. Koşul olarak bilgi nesnesinin ontolojik boyutla iç içe geçirilmesiyle Kuhn’un felsefesinde ‘farklı dünyalar’, farklı ontolojiler yaklaşımı sonucuna ulaşılır.

Kuhn diyor ki; “Bir kuramın varlıkbilimi ile doğada bulunan ‘gerçek’ karşılığı arasında bir uyum olacağı kavrayışı bana artık ilkece yanılsatıcı görünüyor.” Buradaki ifadeyi, Kuhn’un “kuram bağımsız bulmaca olmaz” yaklaşımını da ekleyerek değerlendirirsek… Eğer Kuhn’un ifadesi bilginin ‘geçişsiz nesneleri’ni[5] yadsıma olarak ifadesini buluyorsa, buradan çıkan sonuç idealizmdir, ki epistemolojik düzeye dahil edilen ontolojik boyut olarak özne (bilim adamı) kategorisi bilimin bilgi sürecine yaptığı sızmayla göreciliğin ve bilimsel bilginin olanaksızlığının yolunu açar. Diğer yandan bu ifade şeklinin, ‘bilim adamı’nın rolünün düşülmesi kaydıyla, ‘bilgi nesnesi’ – ‘gerçek nesne’ ayrımı için bir olanak taşıdığını da ifade etmek gerekir.

Bilim adamları, belirli bir tarihsel koşulda konsensüs aracılığıyla sosyolojik olarak –daha doğrusu felsefi özne kategorisiyle– bilimin oluşmasına ve bilgi sürecine dahil edilmeleri aracılığıyla bir teorinin hegemonya kurmasında Kuhn’un zincirleme anlayışıyla paradigma → olağan-bilim → paradigma bunalımı → bilimsel devrim zincirinde özel bir yere sahiptirler. Bilimin ‘bilgi nesnesi’ ya da Kuhn’un felsefesindeki bilimsel paradigma bir kurucu unsur olarak bilim adamının –bilim cemaatinin– sosyo-psikolojik konumuna bağlanmıştır. Bu durum, bilimin ne’liği ve gelişimi konusunda epistemolojik bir boşluk oluşturur. Kuhn’un bilim anlayışı öznecilik, bilimde ilerleme karşıtlığı ve nihayetinde bilinemezcilik olarak uç verir. Özellikle bilim düzeyine sokulan öznel öğe (bilim adamı / cemaati), farklı teorik yapılarda bir ölçüt olarak nesnelliğin yadsınmasının sonucu olarak ele alınmalıdır. Bir gösterge olarak, Kuhn siyasal devrimlerle paralellik içinde ele aldığı bilimsel devrimi paradigmalar arasındaki güç ilişkisine indirgeyerek nesnelliği yadsır.

Atabey’de paradigma

“Her ne kadar kavram olarak bilim ve teknik temelli olsa da, rastlantı olmaktan kurtulmuş düşünsel ve manevi anlamda belli bir sistem çevresinde kural ve kültürüyle tarihin herhangi bir döneminde toplumun yaşamını üretmede ve yönlendirmede rol oynayan düşünce bütünlüğüne paradigma denilebilir.” (41: 186) Atabey, paradigma kategorisini, üzerinde oynayarak ‘düşünce bütünlüğü’ diye ifade ediyor. İçerik ise, mit, animizm, felsefe ve bilimsel düşünce gibi geniş bir sentezi barındırıyor. Hızlı bir felsefe müdahalesiyle ‘diyalektikçi akıl’ devreye giriyor ve ‘düşünce tarihi’ paradigma temelinde ardı ardına sıralanıyor. Ancak şunu hatırlatmak gerekir ki, paradigma ‘bilimsel / teknik’ bir kavram değil felsefi bir kategoridir ve Kuhn’un bilim’in ne’liğine yönelik felsefi müdahalesinin izlerini taşır. Yazarın da kullanım şekli bu felsefi içeriğe paraleldir, ancak hazır ‘paradigma’ anlayışı mevcutken ‘düşünce tarihi’ne bir gezinti yapılmadan bırakılmıyor.

Ontolojizm, bir ‘diyalektik’ gelişme seyri içinde ele alınınca, her alanla ilgili bağlantılar kuruluyor. Marksizm ‘üç kaynak’ indirgemesinin sentezi oluyor, üstelik ‘tarihe ve topluma’ yön veren bir düşünce gelişim modeliyle, yazar, saflarını belirliyor: İdealizm…

Epistemolojik kriz…

Atabey’in ‘paradigma bunalımı’ diye ifade ettiği Marksizme yönelik belirlemeleri bir tür ‘epistemolojik kriz’ iddiasıdır. Tarih biliminin ‘insan iradesi’ni hesaba katmadığı, ‘teneke yürekli’ bir toplum yaratmaya önayak olan epistemolojiyle aynı temele dayandığı iddia ediliyor. Öyle ya, ‘düşünce bütünlükleri’ toplumlar yaratır, toplumlar yıkar!

Artık terk edilmesi, Atabey’in ifadesiyle, ‘diyalektik olarak aşılması’ gereken Marksist epistemoloji çağın gerçeklerine dar gelmektedir. Hem Marx yaşıyor olsaydı, ‘bilimsel diyalektiğiyle’ onun yapacağı da bu olurdu. Ancak sonuç şu ki, tüm paradigma bunalımı ‘açıklama’larına karşın, tam da bilime yönelik itirazlar oluşturulurken ‘bilim’e başvurulmaktan özenle kaçınılıyor. Gerekçeler, ontolojik boyutta, felsefi temelde ve politika içinden geliştiriliyor.

Bilim’e yapılmaya çalışılan müdahale teorik bir içeriğe sahip olmaktan uzaktır. Niceleyici ifadelerle karşıya alınan ‘eski bilim’i ifade etmekte utangaç Atabey. Tüm itirazını kurduğu, ‘eski bilim’ paradigmasının ‘kaba determinizm’i. Öyleyse, ‘kaba’ olmayan bir determinizmden mi yana tutum alınıyor? Haşa!

Savunulan, öne sürülen ‘yeni bilim’ paradigması, felsefe tarafından sömürülmüş, ‘kuantum metafiziği’nce olumsallığın, göreliliğin, iradenin öne çıkarıldığı bir nitelik taşıyor. A. Koyre’nin pozitivizm için kullandığı “başarısızlığın ve vazgeçmenin çocuğudur”[6] belirlemesi, ontolojizm ve ortağı olan tarihsel idealizm için geçerlidir. Atabey bilim üzerine konuşurken “saf iyi-kötü, saf doğru-yanlış yoktur” diyor. (41: 190) Teori içi bir yanı olmayan bu ifadelerle okuyucunun yüreğine sesleniyordur olsa olsa, hani ‘teneke yürekler’ belki yumuşar diye!

Atabey tutarlı bir ontolojist de değil üstelik. Onun için “doğada da kısmen bazı koşullarda katı bir yasalılıktan bahsedilebilir belki. Fakat, toplumsal olgu için aynı şeyi söyleyemeyiz”.(42-43: 323) İki farklı dünya, iki farklı gerçeklik, iki farklı ontoloji! Oldukça tanıdık ve yaygın bir epistemoloji! Atabey, çevresinde gözlemlediği karmaşadan ve karmaşanın büyüsünden etkileniyor, bilmekten vazgeçiyor ve bilinemezciliği teorize ediyor, ama uzanamadığı bir bilgi alanına yönelip kaçınılmaz bir tutarsızlığa düşüyor.

“Marksist paradigmanın ‘içkin’ bunalımı” mı?

Atabey Marksizmi dört maddeyle inceliyor. Asıl itiraz noktasına bağlı itirazlar olarak ele alınmalı bu maddeler.

İlk madde ile Marksizm bir tarih felsefesi yerine yerleştiriliyor “sentezci akıl” ışığında. Atabey’in itirazı bu “tarih felsefesi”nin politikada kapsayıcı olmadığı, efendi-köle, serf-derebeyi, işçi-patron çatışması temelinde ilerleyen teleolojik tarih anlatısının ezilenlerin anlamlı bir kısmını dışladığı. Yani Marksizmin, cins, farklı sosyal gruplar, etnik-kültürel, dini, mezhepsel gruplar gibi ayrıştırmalara kör olduğunun ifadesiyle felsefi konumdan politik konuma hızlı bir geçiş yapılıyor. Ontolojist yaklaşım, “tarih felsefesi” olarak anladığı Marksizmin sınırlılığını ve geçersizliğini temellendirirken tam da eleştirdiği yaklaşımla özdeş bir konum alıyor. Epistemolojiye dayalı bir politik konumlanış için, önce epistemoloji –bilim– ya da Atabey’in bilim olarak gördüğü “tarih felsefesi” parçalanmalı ki ayak bağından kurtulunsun ve “yeni bilim”e yaslanılsın! Ontolojizmde tutarsızlık, “Toplum ve Tarih teorisi”ne yaklaşımda sentezciliği devreye sokuyor.

Atabey’in ikinci eleştirisi ve alt maddeleri politikadan konuşuyor. Temel önermesi; şimdiye kadar olmadı demek ki olmuyor, şeklinde özetlenebilir. Eğer müdahale politik eylemin olanaklarıyla ilgiliyse tartışma açık uçludur, ancak buradaki yaklaşımla anlaşılıyor ki, epistemolojik önermelere ontolojik bir doğrulama-yanlışlama kriteri getiriliyor.

Marksist teorinin doğruluğu politika alanından müdahalelerle sınanamaz. Marksist teori, ‘doğru’ olduğu için başarıyla uygulanabilir, tam tersi anlayışla başarılı olduğu için doğrulanmış olmaz.

Atabey’in önerdiği politik hat, liberal teorinin bir türevi olan ‘sivil toplumcu’ uzlaşmacılıktır. Biraz daha ilerlenerek politik ‘strateji’ olarak ütopya ihtiyacına kadar gerilenir. Ele alınan başlığın bu şekilde ifadesi ile devrimci politikanın ve Marksist teorik-politik tutumun etkileşime girme olanağı olmadığına ek olarak, daha genel anlamda bu anlayışta, herhangi bir politik yaklaşımın ifadesinin bulunma zemini yoktur. Alınan politika konusunda felsefi tutumdur. Ki bu da politik düzeye dışsaldır.

Atabey, Devlet ve Demokrasi ikiliği üzerinden devlete karşı demokrasiyi koyarak teorik bir probleme yol açıyor. Politikanın ‘güç’le ilişkili olduğundan yola çıkarsak, demokrasi söylemi güç sahibi olmayanların güçlüden kendilerine bir yaşam alanı talebinden öte anlam taşımaz. En geniş anlamıyla herkesin herkesi yönetmesi, ya da en dar anlamıyla, hukuk çerçevesinde çizilmiş temsil aracılığıyla demokrasi, politik olarak güç hiyerarşisinin ifadesidir. Ütopist uğrak, anti-politika olarak liberal ideolojinin birey özne, kendinden menkul birey anlayışıyla ilişkilenme çabasında özellikle konu ‘devlet’ olunca problemlidir.

Atabey’in oldukça iddialı bir şekilde ifade ettiği ve “Marksist paradigmanın ‘içkin’ bunalımı” olarak andığı husus, teorik alandan kaynaklanan epistemolojik bir krize mi denk düşer, politikadan, bir başka ifadeyle ontolojiden mi kaynaklanır? Bahsedilen şekliyle bir bunalımın çözüm önermeleri “önce zihniyetle” kazanılması gereken ütopya dönüşümüdür. Bu anlamda politik alanla ilgili apolitik söylem düzeyinin ötesinde anlamı yoktur.

Marksizme yönelik teorik eleştiri getirme iddiası kaçınılmaz olarak onun kavramsal alanıyla ilişkilenmeyi gerektirir. Marksist teorinin açıklayıcı gücünün, bilimsel yeterliliğinin eksik kaldığı, yani Kuhncu anlamda bir paradigma bunalımında olduğu öne sürüldüğünde, ‘üretim’, ‘üretici güçler’, ‘üretim ilişkileri’, ‘yeniden üretim’, ‘üretim tarzı’, ‘toplumsal formasyon’ vb. kavramların yetersizliği ileri sürülmüş olacaktır ve bu itirazlar aracılığıyla teorik bir açıklama geliştirilebilecektir. Ancak bu temelde yürütülen ve esasında epistemolojik düzeyle bilim alanında işleyen bu tartışma ardı ardına dizilen politik ve felsefi önermelere, ideolojik referanslara dışsaldır. Atabey’in dördüncü maddesi tüm değerlendirmesinde ontolojizmin en belirgin ifade edilişini taşır.

 
 


[1] Ergin Atabey, “Marksist Paradigmanın Bunalımı Üzerine”, Teori ve Politika 41, ve “Devletsiz Yaşamak Mümkün mü?”, Teori ve Politika 42/43. Bundan sonra ele alınan yazının yayınlandığı dergi sayısı ve sayfa numarası parantez içinde verilecektir.

[2] M. Kayaoğlu, “Marksizmin Ayıraçlarına Doğru”; Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995, içinde s. 9

[3] M. Kayaoğlu, s. 25.

[4] Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev.: Nilüfer Kuyaş, Alan Yay., İstanbul 2003, s. 53.

[5] Roy Bhaskar, “Felsefe ve Bilimsel Realizm”, Çev.: Aysel Kara, Teori ve Politika 4, Güz 1996. “… bilginin geçişsiz nesneleri, genelde, onlar hakkında bilgimize göre değişmezler; onlar gerçek şeyler ve yapılar, mekanizmalar ve süreçler, dünyanın olayları ve olasılıklarıdır ve mutlak olarak bizden bağımsızdırlar. Bilinemez değildirler, çünkü işin doğrusu onlar birinci derecede bilinebilir… Geçişsizdirler, bilim-bağımsızdırlar, bilimsel keşfin ve araştırmanın nesnesidirler.” (s. 63-63) Bhaskar’ın yaptığı geçişsiz nesne / geçişli nesne ayrımı Kuhn’un göreciliği karşısında avantajlı bir konumu ve materyalist duruşu temsil eder.

[6] Alexander Koyre, Bilim Tarihi Yazıları, Çev.: Kurtuluş Dinçer, Tübitak Yay., 2004, s. 97

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar