Ana SayfaArşivSayı 44Teknolojik Determinizm ve Materyalist Tarih Anlayışı

Teknolojik Determinizm ve Materyalist Tarih Anlayışı

“Technological Determinism and the Materialist Conception of History: A Critical Review of Two Recent Studies”, Modern China, Vol. 7 No.4 (October 1981) 483-497

 

Teknolojik Determinizm ve Materyalist Tarih Anlayışı

Yakın Tarihli İki Çalışmanın Eleştirel İncelemesi

 

Arif Dirlik

Çeviri: Özgür Yakupoğlu

Marx’ın determinizmi sorunu Marksizmin tarihi kadar eskidir. Marksist düşüncenin ciddi bir değerlendirmesinden değil de Stalinist dogmanın hatırasından türetilen bir eğitimle bilgilenmiş popüler bilinçte, Marx her zaman bir ekonomik determinist olmuştur. Marksizmin ciddi öğrencileri ise bu görüşü çok önceleri reddetmiştir. Hiçbir Marksist hayatı genel olarak anlamak için ekonomik hayatın anlaşılması gerektiğinin önemini reddetmezken, son elli yılda sayısız Marx yorumu (kısmen Stalinist dogmaya bir tepki olarak), Marx’ın düşüncesinin veya eserinin ekonomik determinist olduğu görüşüne meydan okudu. Farklı bakış açılarından felsefeciler, tarihçiler ve toplum teorisyenleri, determinist yorumlanışının Marx’ın toplumsal yapıya ve tarihsel sürece dair anlayışının aşırı basitleştirilmesini ve hatta vulgarlaştırılmasını temsil ettiğini iddia etmiştir.

Cohen (1978) ve Shaw’ın (1978) çalışmaları[*], Materyalist Tarih Anlayışının (MTA) determinizmini asgariye indiren ve iki yazarın Marx’ın eserinin yanlış yönlendirilmiş veya yanlış anlaşılmış okumalarına dayalı yeni bir ortodoksi olarak gördükleri bu yorumlara meydan okumaktadır. Her iki yazar, hiç taviz vermeden, MTA’nın determinist ve aslında teknolojik determinist bir tarih teorisi olduğunu iddia etmektedir. Yazarların ele aldıkları konuyu ortaya koyuşlarındaki dikkat göz önünde bulundurulduğunda, onların argümanlarını, yalnızca gerçekleri gizlemeye çalışan bir ideolog vulgar Marksizmin dirilişi olarak görmezden gelebilir. Argümanlarının dikkatli bir şekilde ele alınışının ise Marx’ın teknolojik determinist yorumlanışının katkıları ve kısıtlılıkları hakkında ortaya koyacağı çok şey vardır. Kısıtlılıklar katkılara göre daha ağır bassa bile yazarlar yine de konuyu bu kadar özenli bir şekilde ortaya koydukları için minnettarlığımızı hak etmektedir. İdeolojik eğilimler ne olursa olsun teknoloji şu anda hayatın merkezi sorunudur. Teknoloji temelli ima ve iddialara karşı çıkmak, Marksistler açısından çağdaş toplumun eleştirisinde temel bir yere sahiptir. Teknoloji iddialarının Cohen ve Shaw tarafından eleştirel olmayan bir tarzda kabul edilişi, Marksistlerin, kendi çağlarının saltanat süren varsayımlarının aldatıcılığına karşı nasıl da diğer herkes kadar savunmasız olduklarının farkına varılması olarak üzerimize çökmektedir.

İki çalışma da kökenleri ve kavramları açısından ilişkisiz değildir. Shaw, Acknowledgments adlı çalışmasında Cohen’i “arkadaşı ve öğretmeni” olarak kabul etmektedir ve çalışması okuru, Cohen’in MTA’nın kavramları ve teorik yapısına dönük kapsamlı ve geniş yelpazedeki incelemesinin daha doğrudan ve uzlaşmaz bir okuması olarak etkilemektedir. Ayrıca, her iki çalışma da, Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözünde açıkça belirttiği, tarihin teorik yapısının açıklanmasına ve netleştirilmesine adandığı için, aynı noktadan hareket etmektedir. Ve bu anlamda, her ikisi de, dikkat çekici biçimde benzer tarzda tanımladıkları aynı kavramlar üzerine yoğunlaşmaktadır. Son olarak, her iki yazar da, MTA’nın Marx’ın düşüncesindeki yeri itibarıyla benzer öncülleri paylaşmaktadır. Bu öncül, Marx’ın tarih teorisini, düşüncesinin diğer veçhelerinden, yani ekonomi, felsefe veya politikadan yalıtmanın mümkün olduğudur.

Ama yine de, Marx’ın düşüncesindeki tarih sorununa dönük bu iki yaklaşım arasında esaslı bir fark vardır. Shaw, Marx’ın eserinde “bilimsel” bir tarih teorisi olduğuna inanmakta ve bu teoriyi keşfetmek (veya kendi ifadesiyle “kazarak çıkarmak”) için yola koyulmaktadır. Bu amaçla benimsediği yöntem ise “metinsel yorumlama”dır. Cohen ise tipik olarak, Marx’ta olanlar ve olmayanlar konusundaki iddiaları hakkında dikkatlidir. Kendisinin de belirttiği gibi, amacı, “Marx’ın tarihin öznesiyle ilgili söyledikleriyle büyük bir uyum gösteren savunulabilir bir tarih teorisi oluşturmaktır”. Marx’ın eseri temelinde yeni bir tarih teorisi yarattığına inanmamaktadır. Daha ziyade, mantıksız ve hatta tutarsız ve çelişkili olana mantık kazandırmak için, Marx’ın tarih üzerine açıklamalarını analitik felsefe yöntemleriyle teste tabi tutmaktadır. Her iki yazarın da Marx’ın herhangi bir kesinlikle tanımlama zahmetine asla girmediği kavramlar ve terimlerden sistematik bir tarih teorisi oluşturması ve belirsizlikten kesinlik yaratması anlamında elde edilen sonucun aynı olduğu söylenebilir. Ancak, farklı yaklaşımlar, tarz ve birleştirme açısından önemli farklara yol açmaktadır. Cohen, Marx’ın tarihsel düşünüşündeki sorunlara karşı durmada ve alternatif yorumlara karşı davasını savunmada Shaw’dan belirgin bir biçimde daha özenlidir. MTA’yı nitelemesinde “teknolojik determinizm” yerine “teknolojik açıklama”yı tercih etmesinin nedeni de bu sorunların farkında olması olabilir. Son olarak Cohen, kendi doğa görüşünü Marx’ın tarih teorisine (“işlevsel açıklama”) eklemler. Benzer bir takdiri Shaw da paylaşmakta, ancak görüşleri net ifade edilmemektedir.

Kısacası, her iki çalışma da, Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözündeki açıklamaların harfi harfine bir okumasına girişmektedir. Marx’ın orada sunduğu formülasyon, yazarlara, Marx’ın tarihsel teorisinin eklemlenmesine yönelik kalkış noktasını sunar ve teorinin yapısını şekillendirir. Bu formülasyonun tartışmadaki önemi açısından bazı ayrıntıları alıntılamak önemli olabilir:

Yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, zorunlu ve kendi iradelerinden bağımsız belli ilişkilere, maddi üretici güçlerinin belli bir gelişme aşamasına uygun düşen üretim ilişkilerine girerler. Bu üretim ilişkilerinin toplamı, toplumun ekonomik yapısını, üzerine hukuki ve politik bir üstyapının yükseldiği ve belirli toplumsal bilinç biçimlerinin uygun düştüğü gerçek temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genelde sosyal, politik ve entellektüel yaşam sürecini belirler. … Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.

Her iki tartışma da, bu formülasyonun Marx’ın diğer eserleri temelinde açıklanmasına adanmıştır. Shaw, açıklamalarında yer alan kavramlar için Marx’ın aynı kavramları başka bağlamlardaki kullanışını ele alarak kesin tanımlamalar bulma stratejisini kullanmaktadır. Cohen bu stratejiyi, kavramları ve bunların birbirleriyle ilişkilerini anlambilimsel bir değerlendirmeye tabi tutarak destekler. Bununla birlikte sonuçlar önemli bir fark göstermemektedir ve belki de aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  1. (a)Üretici güçler ve üretim ilişkileri kavramlarının her ikisi de Marx’ın tarih teorisi açısından temel bir öneme sahiptir. Shaw bunları “tarihsel materyalizmin kilit taşı” olarak tanımlamaktadır.

  2. (b)Bu iki kavramın ayırt edilmesi gerekmektedir çünkü Marx, bunları farklı şeyleri açıklamak için kullanmıştır. Cohen, Önsöze referansla şunu gözlemler: “Burada ekonomik yapının (ya da “gerçek temel”in) üretim ilişkilerinden ibaret olduğu söyleniyor. Bileşimine başka bir şeyin katıldığı söylenmiyor. Tek başına üretim ilişkilerinin ekonomik yapıyı oluşturmaya yaradığı sonucunu ex silentio çıkarıyoruz. Bu demektir ki, üretken güçler ekonomik yapının parçası değildir” (s. 28). Ayrıma ilişkin herhangi bir şüpheye yer bırakmamak için güçlerin ilişkiler olmadığını ekler; üretim ilişkileri ekonomik iken üretici güçler değildir; ve son olarak, “[Önsözde de ifade edildiği gibi] üretim ilişkilerinin üretken güçlere uygunluğunu üretken güçleri üretim ilişkileri kümesine dahil etmekle bağdaştırmak güçtür.” (s. 28-9).

  3. (c)Bu ayrım yapıldıktan sonra, Önsözdeki formülasyondan, üç düzeyden oluşan ayrı bir yapı ortaya çıkar: toplumun maddi tabanını oluşturan üretken güçler; üretken güçlere tekabül eden üretim ilişkilerinin bütününü temsil eden ekonomik yapı; “nitelikleri ekonomik yapının doğasıyla açıklanan ekonomik olmayan kurumlar”dan oluşan bir üstyapı. (Cohen, s. 216). Bu yapı hakkındaki önemli husus, her bir düzeyin bir üzerindeki düzey üzerinde nedensel önceliği olmasıdır.

  4. (d)Eşzamanlı olarak doğru olan artzamanlı olarak da doğrudur. Bir başka deyişle, aynı nedensel öncelikler sıralaması, tarihsel gelişim için de geçerlidir. Üretici güçlerin düzeyi üretim ilişkilerinin doğasını belirler. Ve belirli bir üretim ilişkileri düzenlemesi yalnızca üretici güçlerin gelişimine izin verdiği sürece varlığını korur. Mevcut ilişkilerin üretici güçlerin gelişimine artık izin vermediği (yani gelişimlerini engellediği) noktada, farklı bir üretim ilişkileri düzenlemesi tarafından nitelenen yeni bir üretim biçiminin tesis edilmesine yol açan devrimci bir dönüşüm meydana gelir. Bu nokta, her ikisinin de kabul ettiği gibi teori itibarıyla öngörülebilir değildir.

  5. (e)Bu formülasyon, tarihin “işlevsel açıklama”sını ortaya çıkarır. Shaw bu dolaylılığı kabul eder (Marx, “yalnızca toplumların tümleşik bütünler oluşturduğuna değil, bu işlevsel olarak ilişkili toplumsal bütünlerin kendi ekonomik temelleri tarafından belirlendiğine de inanmaktadır,” s.67). Cohen, toplumsal sistemin işleyişindeki çatışmaya karşı doğalarında var olan uyum eğilimlerine sahip işlevsel açıklamalara yönelik Marksist muhalefete hassas olduğundan dolayı davasını savunmak için uzun açıklamalara girişir. “İşlevsel açıklama”yı “işlevselcilik”ten ayırt eder ve şu şekilde açıklar: “Marksist açıklamalar işlevseldir, yani kabaca ifade edersek, açıklanan şeyin karakteri, onu açıklayan şeyin üzerindeki etkisi tarafından belirlenir” (s.218. Vurgular orijinalde de vardır). Bu ifadenin “açıklanan şeyin karakteri açıkladığı şey tarafından belirlenir” ifadesinden farkına dikkat edin. İkincisi basit bir determinizm varsayarken ilkinde böyle bir şey yoktur. Bu yüzden, üretim ilişkileri basit bir şekilde üretici güçlere tekabül etmez, ayrıca “üretici güçleri” kapsamlı bir şekilde etkilerler; üst yapılar yalnızca ekonomik tabanı yansıtmaz, ayrıca “ekonomik tabanı” koşullandırır. Bu, Cohen’in, işlevsel açıklamanın (işlevselcilik gibi) tutucu olmaktan ziyade devrimci olduğu iddiasının temelidir. Üretim ilişkileri (üretici güçlerin gelişimine yönelik) işlevselliklerini yitirdiğinde yıkılırlar. Ancak, bu tür bir gelişime yönelik işlevselliklerini korudukları sürece varlıklarını sürdürürler. Bu, mevcut ilişkilerin kendilerini reforma uğratma yeteneğini ve ezilenlerin, baskıya karşı mücadele yoluyla sistemi giderek kendi lehlerine biçimlendirmek suretiyle durumlarını iyileştirme yeteneğini algıladığı için önemlidir. “Sermayenin varlığını koruması açısından temel bir öneme sahip olan reform, ‘emeğin ekonomi politiğinin mülkün ekonomi politiği karşısında zaferi’ olarak da nitelenebilir’. Kapitalizmin yalnızca reformun onun üzerinde zorladığı değişiklik kapsamında kendi varoluşunu sürdürebildiği durumda zafer söz konusudur.” (s. 295-296).

Şayet bu özet somutluktan yoksunsa, bunun nedeni her iki çalışmanın da, Cohen’de arada sırada görülen (açıklama ile aynı şey olmayan) örnekler dışında somuttan uzak durmasıdır. Marx’ın tarih teorisinin alternatif yorumlarını çürütmek için her iki yazarın da faydalandığı çok miktarda özgül argüman bulunmaktadır ancak bu durumda bile söylem yüksek bir soyutlama düzeyinde yürütülmektedir. Teorinin tarihteki somut süreçlerin veya somut politik eylemlerin açıklanmasıyla ilişkisini göstermedeki bu başarısızlık her iki çalışmanın da başlıca eksikliğidir ve yazarları, Marx’ın tarihe yaklaşımıyla çelişkiye düşürmektedir. Bu tür soyut teorileştirmenin uzantılarına dair bir tartışmaya geçmeden önce, Cohen ve Shaw’ın kendi argümanlarının kalan kısmı için dayanak noktası görevi gören üretici güçler kavramından ne anladıklarını biraz ayrıntılı olarak incelemek zorunludur.

Yazarların Önsöz’den türettikleri yapı, kendi içerisinde yeni değildir. Düzen, üretici güçler, üretim ilişkileri ve üstyapı, MTA’nın tüm ekonomik determinist yorumlarının temel özelliğidir. Yeni olan şey, Cohen ve Shaw’ın üretici güçleri tanımlama şekillerinin dahili olarak farklı bir yapı organizasyonuna yol açmasıdır. Ekonomik determinist versiyonda, üretici güçler artı olarak üretim ilişkileri, birlikte, daha sonra üstyapıyı şekillendiren ekonomik altyapıyı oluşturur. Bu versiyonda ise üretici güçler, kendi başlarına ekonomik yapıyı oluşturan üretim ilişkilerinden ayrılır. Bu nedenle üretici güçler ekonomik yapıdan çıkartılıp, Cohen’in ifadesiyle “ekonomik tabanın altına” yerleştirilir (vurgu orijinalde vardır). Bu yüzden de ekonomik değil teknolojik veya maddidirler. Bu, MTA’nın yalnızca ekonomik bir determinizm değil teknolojik bir determinizm (Shaw), veya tarihin teknolojik açıklaması (Cohen) olduğu argümanının temelidir.

Bu aynı açıklama ayrıca, yazarlara, Marx’ın tarih teorisinin “karşılıklı etkileşimci” yorumlarını, bir başka deyişle, üretici güçleri, üretim ilişkilerini ve üstyapının öğelerini karşılıklı neden sonuç ilişkisi içerisinde birbiriyle ilişkili olan tek bir gerçekliğin ayrı veçheleri olarak gören yorumları hiç ödün vermeden reddetme imkanı tanır. Ollman’ın “iç ilişkililiği” gibi bazı versiyonlarda söz konusu neden sonuç ilişkisi başlatıcı formuna bürünmektedir: bir veçhedeki değişiklikler diğerlerinde de değişikliklere neden olur çünkü çeşitli veçheler birbirini içerir. Üretici güçlere, teknoloji adında, kendilerininkinden çok daha farklı bir yaşam bahşeden Cohen ve Shaw, bir yandan ikincil ve üçüncül nedensellik olasılığını barındırırken, diğer yandan bu türden argümanların altını oyabilmektedir. Toplumsal ve politik olan, üretici güçlerin gelişme yönünü ve hızını etkileyebilir, ancak politiğin kendi başına ayrı bir varoluşu bulunmaktadır ve toplumsal yapı ile tarihsel süreci şekillendirmede önceliğini korumaktadır. Ekonomik determinizm bu türden bir önceliği uzun süre koruyamamıştır, çünkü savunucuları, ekonomik ve toplumsal alanlar arasındaki ayrımı hiçbir zaman açık bir şekilde gösterememiştir. Teknolojik determinizm, bunu, teknolojik (veya maddi) olanı toplumsal (ve ekonomik) olandan ayırarak başarır. Teknoloji tarihten ayrılır, ya da daha doğru bir ifadeyle teknolojiye, tarih ve toplumdan bağımsız, ve tarih ve toplumu şekillendiren kendinden menkul bir tarih bahşedilir. Belirli bir üretim ilişkileri grubunun bulunup bulunmaması üretici güçlerin düzeyine bağlıdır; aksi doğru değildir, çünkü üretici güçler (üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişimini etkileyebilecek olsa bile) bir üretim ilişkileri grubuyla sınırlandırılmamaktadır.

Bu mantık yürütme, Marx’ın tarih teorisinin açıklaması olarak ne derece ikna edicidir? Yazarların kendi iddialarını kanıtlamak için kullandıkları Marx’tan alınan metinsel katkılar anlam itibarıyla her zaman kesin değildir ve her zaman aksi kanıtlar bulmak mümkündür. Bu bağlamda, Marx’ın, (a) kapitalizmin üretim aşamasında emeğin yeniden örgütlenişi sanayi kapitalizminin tamamen olgunlaşmış gelişimine zemin hazırlayan ilkel birikimi olanaklı kılmıştır, ve (b) İngiltere tarafından ticaretin genişletilmesi, bir “dünya pazarı”nın yaratılması, metaya duyulan giderek artan ihtiyaç nedeniyle fabrika üretiminin gelişimine olanak tanımıştır, şeklindeki gözlemleri özellikle önemli hale gelmektedir. Yazarlar ilk maddeyi, emeğin örgütlenişini toplumsal olmaktan ziyade teknik bir fenomen olarak kabul ederek (her ne kadar çok hızlı olsa da) açıklayabilmektedir, ancak bu çok sorunlu bir yaklaşımdır, çünkü işbölümü toplumsal ilişkilerin merkezindedir. İkinci madde her iki yazar tarafından da basitçe yok sayılmaktadır.

Cohen ve Shaw’ın kendileri, tezlerini ciddi zorluklar karşısında koruduklarını kabul etmektedir; ancak bu durum, okur nezdindeki inandırıcılıkları açısından bir fayda sağlamamaktadır. Cohen, üretim ilişkilerinin “üretici güçlerin gelişim hızını etkilediğini” ve hatta “güçlerin bağımsız açıklama gücünü kısıtlayan” “gelişimin girdiği özel yolun belirlenmesine yardımcı olduğunu” kabul etmekte, ancak şu sonucu çıkarmaktadır: “Bu nitelemelere karşılık, nasıl ki türlerin çevreyi etkilemesine rağmen bir bütün olarak çevrenin niteliğinin bir hayvan türünün niteliğine hükmettiği söylenebilir, aynı şekilde, kolayca kanıtlanmasa da, bir bütün olarak üretken güçlerin üretim ilişkilerine hükmettiği yine de ileri sürülebilir” (s. 165). Show da benzer bir perdeden çalmaktadır: “Marx’ın karmaşıklığı ve arada bir görülen tutarsızlığı tarihsel materyalizm yorumumu kanıtladığımı iddia etmeme engel olsa da, Marx’ın genel beyanlarını, özgül sözsel kullanımını ve ayrıca her iki türdeki açık yorumlarını en tatminkar şekilde barındırdığını kesinlikle doğrularım” (s. 149). Bu çıkarsama özellikle Shaw için utandırıcıdır (veya öyle olmalıdır), çünkü Cohen’den daha az ihtiyatlı olan çalışması, önceki araştırmacıları Marx’ın eserinde gömülü olan kesin bilimsel teoriyi algılamaktan alıkoyan şeyin, onların beceriksizliği olduğu iddiasıyla başlar!

Shaw, “Marx’ın teorisinin güçlendirilebilmesi için, tarihin genel gelişim seyrinin üretici güçlerin genişlemesiyle şekillendirildiğini göstermenin yeterli olacağı” gözleminde bulunmaktadır. Bu ifadeye itiraz etmek imkansızdır, ancak Cohen’in yukarıda anılan, çevreye ilişkin açıklamasında olduğu gibi, bu öyle bir genellik düzeyinde yapılmaktadır ki, içerdiği iddialar, yalnızca bu iddiaları önemsiz kılmak için korunmaktadır. Bu, her iki çalışmanın da temel sorunudur. Marx’ın bir şekilde diğer herkesi atlatmış olan gerçek tarih teorisini keşfetme iddiasında bulunurken tek başarabildikleri, Engels’in Joseph Bloch’a yazdığı 1890 tarihli mektupta üretim ve yeniden üretimi, tarihteki “nihai” belirleyici faktör (son kertede belirleme) olarak açıklamasının yeniden onaylanmasıdır. Çok iyi bilindiği üzere, aynı mektupta, toplumsal yapının oluşumu ve tarihsel değişimde toplumun çeşitli öğeleri arasındaki etkileşimin önemi de kabul edilmektedir.

Toplumun diğer öğeleri önemli oranda özerkliğe sahipken ve hatta teknolojinin gelişim seyrini “belirlemeye yardımcı olurken” MTA hangi anlamda bir “teknolojik determinizm” ya da bir “teknolojik açıklama”dır. Shaw, “üretici gelişim düzeyinin, ortaya çıkardığı ekonomik biçimlere yalnızca genel sınırlar koyuyor olması mümkündür” (s. 161) diye teslim etmektedir. Bu, Marx’ın bir teknolojik determinist olduğunu göstermeye hiç de yeterli değildir. İkincisi, üretici güçlerdeki özgül değişimlerin üretim ilişkilerinde de özgül değişimlere yol açtığının gösterilmesini gerektirir, fakat söz konusu eserlerde, bu denenmemektedir bile. Bu görev, Marx’ın, “El değirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınaî kapitalistli toplumu” ifadesini veya kapitalist ve köleci toplumların farklı üretici gelişim düzeylerine karşılık geldiği gözlemini alıntılamakla başarılmaz. Bu tür açıklamalar yalnızca üretici güçlerin önemini gösterir, teknolojik determinizme kanıt teşkil etmez. Yazarlardan herhangi biri, el değirmeninin Asya Tipi Üretim Tarzı ile tutarlı olmadığını öne sürmeyi düşünür mü?

Yukarıda da belirttiğim gibi, yazarlar, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki ayrımlarını, yalnızca, ilkini teknolojik veya maddi, ikincisini ise toplumsal veya ekonomik olarak tanımlayarak sürdürebilirler. Ayrımın sorunlu doğası, üretici güçlerin içeriğini ele alışlarına baktığımızda çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Cohen ve Shaw, üretici güçleri aşağıdaki gibi kabul etmektedir: üretim araçları (üretimde kullanılan aygıtlar, artı, üretici faaliyetin nesneleri, yani ham maddeler) ve emek gücü. Emek gücüne bu katkı nedeniyle bilimi de üretici bir güç olarak sınıflandırmaktadırlar. Açık bir şekilde maddi ve teknolojik olan üretim araçlarıyla ve hatta üretim araçlarına katkısı bağlamında bilimle ilgili bir sorun yoktur. Ancak emek gücü ve bilim, toplumsal içeriklerine gönderme yapılmadan, Marx’ın tarihsel analizinin temel amacı ve yöneliminin altını oymadan, genel olarak yalnızca teknolojik veya maddi olarak sınıflandırılabilir mi? Cohen ve Shaw bunun yapılabileceğini düşünmektedir. Dikkatli bir değerlendirme, her iki durumda da (emek gücü ve bilim), yazarların, Marx’ın kapitalist toplumu analiz etmek için kullandığı evrensel teorik durum kavramlarını, Marx’ın eleştirel amacını ve tarihselci kapitalizm kavrayışını tahrip ederek şeyleştirdiğini gösterecektir.

Bir kavram olarak emek gücü, işçi veya emek faaliyetinden farklıdır; işçinin kuvveti, becerileri, aklı, eğitimi ve benzeri özelikleri sayesinde sahip olduğu şey üretici güçtür. İşçinin sattığı ve kapitalistin satın aldığı tam da budur. Marx bu kavramı kapitalist toplumu analiz etmek için kullanmıştır, çünkü işçinin soyut emeğe (emek gücü) dönüştürülmesi kapitalist toplumun gerçekliğini temsil etmektedir. Kavram, bir meta ekonomisinin dışında anlamsızdır, çünkü yalnızca meta ekonomisinde, emek meta olarak, işçi ise emek gücü olarak görülür. Meta ekonomisinin toplumsal olarak kapitalizme özgü olduğu ölçüde (yazarlar bunu kabul etmektedir), emek gücü kavramı meta ekonomisini karakterize eden toplumsal ilişkilerden ayrılamaz: üretim araçlarına sahip olan ve sermaye biriktirmek için üreten kapitalistler karşısında, emek güçlerinden başka hiçbir şeyleri olmayan, yaşamlarını sürdürebilmek için bunu kapitaliste satmak zorunda olan işçiler. Marx’ın kullandığı haliyle emek gücü kavramı, yalnızca kapitalist toplumun teknik gerçekliklerini yansıtmaz, ayrıca yapısında kapitalizmin sınıf ilişkileri özelliklerini de barındırır. Shaw, “Marx’ın, kapitalizmi, kapitalizm için basit bir şekilde emek gücü olarak varolan işçileri yalnızca sermaye uzantılarına dönüştürmekle itham edebildiğini” görmektedir (s.77). Sermayenin amacı, işçinin tüm direnişine rağmen emeği emek gücüne indirgeyerek işçiden maksimum miktarda artık emek çıkartmaktır. Ancak, emek gücü kavramının bu önemli toplumsal yönü, emek gücünü, özgül toplumsal ilişkilerden ayrı olarak toplumun maddi temeline havale eden bir tanımla gizlenir. Bu tanımda, kavram yalnızca can alıcı eleştirel anlamını kaybetmekle kalmaz, kapitalizmi aşan teorik bir üretici güç halinde şeyleştirilir. Kapitalist toplumun eleştirisi olan şeyin, sermayenin iddialarına göre onun entelektüel onaylanması haline gelmesi, teoride evrenselleştirilir. Emek gücünün bu iki çalışmadaki ele alınışı, kapitalizmin yöneticilerinin zihinlerindeki kavranışından çok da farklı değildir. Harry Braverman (1974) şöyle der: “Üretim malzemeleri ve araçlarına bir de ’emek gücü’ yani, bir başka ‘üretim faktörü’ daha eklenmiş ve süreç bundan böyle yönetim tarafından yegane öznel öğe olarak yürütülmüştür. Bu, yönetimin eğilim gösterdiği ve ulaşmak için bilim tarafından sunulan her üretken yeniliği kullandığı ve şekillendirdiği idealdir.”

Braverman’ın açıklaması bizi uygun bir şekilde ikinci soruna, yazarların bilimi bir üretici güç olarak ele almasına götürür. Bilimin ilkeleri evrenseldir, ancak MTA’nın, bilimin, üretime uygulanışı itibarıyla toplumsal bağlamının ideolojik varsayımlarından bağımsız olduğu gibi bir görüşe imkan tanıdığı iddia edilemez. Shaw, “bilimsel yönetim”i maddi üretici güçlere dahil edecek kadar ileri gider: “İşbirliği örgütlenmesini dikte eden bilimsel yönetim ilkeleri, bir üretim sürecindeki belirli aracıların [agents] emek gücünün parçaları olduğu için üretici güçlerin de parçasıdır.” (s. 24) Shaw, üretimin örgütlenişi (bir üretici güç) ile “çalışma ilişkileri” (bir üretim ilişkisi) arasında, çalışma ilişkilerinin mülkiyet ilişkileri tarafından şekillendirildiğini söylemek dışında hiç açıklamadığı bir ayrım yapar. Örgütlenmenin teknik mi yoksa toplumsal mı bir ilişki olduğu sorununu bir kenara bırakırsak, emeğin örgütlenmesinin mülkiyet ilişkilerinden bağımsız mı varolduğu ve bu nedenle bilimsel yönetimin onu keşfetmiş olan kapitalist sistemden özerk bir üretici güç mü olduğu sorusunu hala sorabiliriz. (Her üretimin bir tür yönetim gerektirdiği cevabını vermek yetmez!) Shaw, okurlarına, yukarıda alıntılanan açıklamasında “belirli aracılar”a yaptığı göndermede kimden bahsettiğini söylemiş olabilirdi. Taraftarlarının seve seve kabul edeceği üzere bilimsel yönetim, sadece üretimi arttırmaya dönük bir teknik değil, aynı zamanda emeğin sermayeye itaatini garanti etme, işçiyi emeğinin bütünlüğünden yoksun bırakma ve kişiyi üretimin -emek gücü olarak- sadece bir uzantısına dönüştürme aracıdır. Braverman (1974), Noble (yakında, 1979) ve diğerlerinin (Winner, 1980) gösterdiği gibi bilim ve teknoloji, yalnızca üretimi arttırmaya dönük aracılar değildir; aynı zamanda bir sınıfın diğeri tarafından kontrol edilmesini sürdürmek için de kullanılırlar. Shaw, bilginin, toplumsal bağlamına ilişkin olarak özerkliğini ima eder şekilde sürekli olarak “doğal” bilgi birikimine vurgu yapar. Cohen, bilim ve yönetimin toplumsal kullanımı görür ancak bu görme, onun tartışması açısından arızidir. Her durumda buradaki husus, bilim ve teknolojiye herhangi bir özerklik tanımamız gerektiği değildir. Ancak iki yazarın emek gücünü ele alışlarında olduğu gibi, bilimin evrensel bir maddi güç olarak şeyleştirilmesi, bilimin farklı toplumsal bağlamlarda üstlendiği işlevleri gizlemektedir.

Shaw çalışmasında, Marx’ın teorisinin kapitalizm öncesi toplumları tatmin edici bir şekilde açıklamadığını gözlemler. Bu şaşırtıcı değildir. Genelleştirme eğilimi ve (kapitalizmi anlama çabasının bir uzantısı olan) kapitalizm öncesi toplumlara ilgisine rağmen Marx’ın asıl amacı kapitalist toplumun “yasalarını” keşfetmekti. O ve Engels, pek çok durumda vurguladıkları gibi, bu “yasalar”ın tüm toplumlar açısından evrensel olduğunu düşünmediler. Cohen ve Shaw, Marx’ın kapitalist toplumu analiz etmek için kullandığı kavramları toplumsal bağlamlarından ayırmak suretiyle, geçerliliği açısından evrensel bir tarih teorisi formüle edebilmekte, ancak bunu sadece Marx’ın toplumsal olarak özgül kabul ettiği tarih fikirleri bütününden faydalanarak yapabilmektedirler. Bu bağlamda, Marx’ın tarih teorisinin, kapitalizm öncesi toplum açısından, kapitalizmin tarihi açısından geçerli olduğu gibi geçerli olmadığından şikayet etmek çok da anlamlı değildir.

Bu kavramların özerkliğinin tanınmasının, aksi takdirde mümkün olmayan bir kesinliği olanaklı kıldığı söylenebilir. Süreçte, kavramların, toplumsal gerçekliğin eleştirel değerlendirmesiyle ilişkilerini kaybetmeleri halinde, kesinliğin bedelinin çok yüksek olacağını unutmamak kaydıyla, bu açıklamanın kesin bir geçerliliği vardır. Cohen ve Shaw’ın ulaştığı kesinlik, gerçekliği açıklamaya değil onu gizemli bir hale getirmeye hizmet etmektedir.

O gerçekliğin işlevsel açıklamayla kuşatılmasının da aynı işe yaradığını ekleyebiliriz. Göründüğü kadarıyla, Cohen’in işlevsel açıklama savunması, açığa çıkardığından çok daha fazlasını gizlemektedir. İşlevsel açıklamayı, kapsamlı bir düzeyde açıklayıcı olmaktan ziyade gerçek anlamıyla eleştirel hale getirmek için, bir toplumsal fenomenin sadece üretim açısından işlevsel olup olmadığını değil, aynı zamanda kimin için işlevsel olduğunu da sorgulamak zorunludur. Cohen, sermayenin emek üzerinde denetim arayışını görür, ancak bunun ardından sermayenin, üretici güçlerin gelişimine olanak tanıma ve bu gelişimi uyarma yeteneğinin onun gücünü pekiştirdiğini ileri sürer. Sermayenin, üretimi geliştirmeye devam ettiği ve emeğin zorlamalarıyla meydana gelen değişikliklere göre ayarlamada önemli bir yetenek sergilediği reddedilemez. Ama aynı zamanda, tepkilerini, kendi gücünü en üst seviyeye çıkaracak şekilde seçmiştir. Emeğin koşullarının zamanla iyileştiğini görmezden gelmek toyluk olurdu. Ama sermaye üretim üzerindeki denetimini yoğunlaştırdıkça süreç içerisinde işçinin insanlıktan uzaklaştırılmasının da yoğunlaştığını yok saymak gericiliktir. Braverman’ın kuvvetli bir şekilde iddia ettiği gibi, bu, bilimsel yönetimin “işlevsel” başarısıydı.

Marx, Kutsal Aile’de, “tarih, kendi amaçlarının peşinde koşan insanın faaliyetinden başka bir şey değildir” demektedir. Bu çalışmaların sonuçta başarısız olduğu nokta, bu ifadenin yapısında bulunan uyarıyı dikkate almamalarıdır. Marx’ın tarih teorisinin, düşüncesinin diğer veçhelerinden, özellikle de politik eleştirisinden yalıtılarak kavranabileceğine karar verdikten sonra, kendilerini, dinsel bir şekilde, Marx’ın tarihe ilgisinin altında yatan niyetini ve teorik kavrayışları tarihin somut gerçeklikleriyle yüzleştirmeye dönük sürekli çabasını görmezden gelerek, Marx’ın eserinde gömülü olan teorik ilkeler üzerinde çalışmayla sınırlandırmışlardır. Bu yüzden, sadece, üretici güçlerin geliştiğini, üretim ilişkilerinin üretici güçlere tekabül ettiğini, birinin diğerini engellediğini, vb. görmektedirler; tarihteki o düzensiz sıkıntıyı, kendi amaçları peşinde koşan erkek ve kadınları, analizlerinin dışında tutmaktadırlar.

Burada amaçlanan, teorinin önemini reddetmek veya tarihin insan faaliyetlerini şekillendirebilecek ve sınırlandırabilecek maddi temellerinin aranmasını önlemek değildir. Ancak, insanlar ve onların maddi çevreleri, sömüren ile sömürülen arasında gün be gün gerçekleşen yüzleşmeyi dikkate almayan cansız bir teori, gerçeklikle temasını kaybeder ve kendi sonunu getirir. Üretici güçler ve üretim ilişkileri, bu ilişkilere girenler (veya girmek zorunda kalanlar) şahsında sürekli bir çatışma içindedir. Mücadele, Marx’ın, bir ilişkiler grubunun bir başka ilişkiler grubuyla değiştirilmesiyle sonuçlanacağını düşündüğü kesintisiz sürecin bir parçasıdır. Teori, bu sürekli faaliyeti açıklamalıdır: üretim ilişkileri üretici güçlere engel olduğunda gibi nihai bir yargı önermekle yetinemez. Bu fikir kavramsal bir güce sahip olabilir, ancak tarihin toplumsal ve politik süreçleri (veya politik faaliyetler) ile ilgili herhangi bir tutamak noktası sunmamaktadır. Teori, “zarif” formülasyonlarla kuşatılması kolay olmayan günlük faaliyeti baypas ederek tutarlılık kazanmakta, ancak tutarlılık kazandıkça anlamlılığını yitirmektedir.

Bu, MTA’nın teknolojik determinist yorumunun başarısıdır. Teknoloji, tarihin nihai seyri açısından temel bir yere sahip olabilir, ancak toplumsal olarak tarafsız kılınacak kadar da temel değildir. Cohen’in kabul ettiği üzere, teknoloji tercihi toplumsal bir tercihtir. Teknolojinin kendi başına bir mantığı olabilir, ancak seyrini belirleme yetkisi toplumsal tercihe bağlı olduğu sürece, ondan, toplumsal ilişkilerden bağımsız bir itici güç olarak bahsetmek anlamsızdır. Tam aksine, teknoloji toplumsal olarak tarafsız değilse, teknoloji tercihi de basitçe bir “teknik” tercih değildir. Komple bir toplumsal varsayımlar ve tercihler grubunu ifade eder. Bu durumda tercihi kimin ve ne amaçla yaptığı can alıcı sorular haline gelmektedir. Teori, bu soruları hiçbir şekilde açıklayamıyorsa çok da yardımcı olduğu söylenemez.

Çin’deki öğrencilerle ilgili somut bir örneği kullanırsak; son yıllarda Çinliler “yönetim teknolojisi” de dahil olmak üzere kapitalizm altında gelişen teknolojiye çok fazla ilgi gösterdiler. Bu, Cohen ve Shaw’ınkine benzer bir teorik argümanla rasyonalleştirilmektedir: üretici güçler üretim ilişkileri tarafından belirlenmeyip aksine onları belirledikleri için teknoloji toplumsal ilişkilerden bağımsızdır. Bu nedenle, teknoloji ve yönetim gelişimi teşvik ettiği sürece Çin sosyalizmine ve aynı zamanda şirket kapitalizmine hizmet edeceklerdir. Teknolojiyi kendinden menkul bağımsız ve özerk bir yaratım olarak değil de komple bir teknik ve ayrıca toplumsal ilişkiler grubu topluluğu olarak ele aldığımızda soru o kadar da basit değildir. Bu ikinci görüş, Marksist teknoloji analizi açısından hayati öneme sahiptir, çünkü bu, teknolojinin toplumdaki rolü itibarıyla Marksist bakış açısını burjuva bakış açısından nihai olarak ayıran şeydir.

Shaw, çalışmasında bir noktada, üretici güçler üretim ilişkileri üzerinde açık bir şekilde nedensel önceliğe sahipken Marx’ın neden enerjisinin büyük bir kısmını üretim ilişkilerini analiz etmeye harcadığını merak eder. Buna cevabı ise, üretici güçlerin temelliğinin, Marx’a, uzun bir çalışmayı gerektirmeyecek kadar açık görünmüş olmasıdır. Bir başka olası cevap daha vardır: insanların faaliyetlerinin yörüngesi üretici güçlerde değil üretim ilişkilerindedir ve Marx’ın anlamaya çalıştığı, tüm yaratıcılığı ve sınırlılıklarıyla birlikte insan faaliyetidir. Üretici güçler insan faaliyetinin araçlarıdır, faaliyetin kendisi değil. Tıpkı, Marx için tarihi anlama çabasının, kendi başına bir amaç değil tarihin seyrini dönüştürme aracı olması gibi. Materyalist Tarih Anlayışı, ona esin kaynağı olan felsefi ve politik anlayışlardan ayrılarak pozitivistçe bir tarih teorisine dönüştürüldüğünde kaybolan anlayış budur.

 

 

Kaynakça

Braverman, Harry (1974) Labor and Monopoly Capital. New York: Monthly Review Press.

Cohen, Gerald A. (1978) Karl Marx’s Theory of History: A Defense. Princeton, NJ: Princeton Univ. Press. (Karl Marx’ın Tarih Teorisi: Bir Savunma, Çev.: Ahmet Fethi, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1988,)

Noble, David (yakında çıkacak) “Social choice in machine design: the case of automatically controlled machine tools,” in Case Studies in the Labor Process. New York: Monthly Review Press.

——- (1979) America by Design: Science, Technology, and the Rise of Corporate Capitalism. New York: Knopf.

Shaw, William H. (1978) Marx’s Theory of History. Stanford, CA: Stanford Univ. Press.

L Winner (1980) “Do artifacts have politics‘” Daedalus (Winter).

 



[*] Arif Dirlik, Cohen ve Shaw’ın, birer bölümüne önceki sayfalarda yer verdiğimiz iki eserini eleştiriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Marksizm Nereye?

Aynı kategoriden yazılar