Ana SayfaArşivSayı 22İdeoloji Tartışmaları

İdeoloji Tartışmaları

Zafer Parmaksız

Althusser, üretim ilişkilerinin yeniden üretimi üzerine olan çalışmasında, “İdeolojinin tarihi yoktur” diyor[1]. Bu önerme, ideolojinin sonu ‘ideolog’larınca ortaya atılan, ideoloji kavramının terkedilmesine ilişkin iddialara karşın, ideolojinin sonunun ol(a)mayacağını öne süren yaklaşımların (sağlam olsun ya da olmasın) dayanaklarından birini oluşturur. Bunun böyle olduğu, kuramlarında ‘ampirik veriler’e itibar etmeyen yazarlar için hiç de şaşırtıcı olmamaktadır[2]. Öte yandan, (Marksizm alanında veya değil) ideolojinin sonu ‘ideologları’nın, ideoloji kavramına saldırıları epeyce mesafe kaydetmiş durumda. Örneğin Foucault, ideoloji kavramının atılmasını -ve yerine söylem kavramının geçirilmesini- önererek bunu ideoloji kuramlarındaki üç soruna dayandırdı. Bunlardan birincisi, ideolojinin özneyle olan ilişkisi olurken; ikincisi, ideoloji-gerçek ilişkisi üzerinedir. İdeolojinin altyapı/üstyapı metaforundaki rolü ise onun üçüncü gerekçesi olur. Aşağıda, ideolojinin sonu kuramcılarının görüşleri ele alınmayacak; esasında ‘ideoloji’nin hala ‘faydalı’ olabileceğini düşündüğü görülen yazarlardan birkaçının yaklaşımına değinilecektir.

Sadece iktidarla ilişkilendirilen düşünceler mi ideolojiktir?

Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi‘ndeki, “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir” diye başlayan ünlü beyanatı, ideoloji kuramları üzerine olan bir çalışmanın mihenk taşlarından birini oluşturmaktadır. Bununla birlikte, bu pasaj belki temel konuları -fikirlerin ideolojik niteliği, toplumsal olarak belirlenip belirlenmediği, yanlış bilinç/yanılsama olarak bilinç, vb.- gündeme getirmektedir.

İdeolojinin, egemen düşüncelerle karıştırılmaması gerektiğine işaret eden Larrain, ideolojiyi sadece egemen sınıfların üretmediğini belirtir.[3] Larrain’de, maddi üretim araçlarına sahip olmakla zihinsel (ideolojik) üretim araçlarını kontrol etmek arasında bir ‘tabilik’ ilişkisi yoktur. M. Barrett, bu konuda iki ayrı belirlemenin olduğu saptamasında bulunur. Bu belirlemelerden ilki, ideolojik güçle ilgilidir: “Marx, egemen sınıf düşüncelerinin egemen düşünceler de olduğu büyük iddiasıyla başlar; fakat bunun niçin böyle olduğunu ileri sürmeye geçtiğinde verdiği açıklama, çok basit bir açıklamadır -egemen sınıf, ideolojik üretim araçlarını kontrol eder. O halde, bu, (…) ideolojik güçle ilgili genel bir belirlemedir.” [4] Barrett’in bu ilk belirlemesi ile Larrain’in ideoloji konusuna yaklaşımında bir benzerlik olduğu ileri sürülebilir. Her ikisi de “ideolojik üretim araçlarından yoksun olanların egemen sınıfa ‘tabi’ oldukları fikrine karşı çıkmaktadır. Öyle ki, Eagleton da hemen hemen aynı şeyleri söylemektedir: “İdeoloji terimi, egemen siyasi düşünme biçimleriyle sınırlı ise bu tür bir hareket hatalı (…) olur. Çünkü, insanların genel olarak ideolojik dediği her inanç yapısı, belirli bir egemen siyasi iktidarla ilişkili değildir.” [5] ‘Tarihselci Marksizm’ açısından bakıldığında bunlara katılmamak mümkün değildir.

Alman İdeolojisi’nin ideolojiyi iktidarla ilişkilendiren yaklaşımına karşılık Barrett’in ikinci belirlemesi, toplumsal sınıflarla ilgilidir. Barrett, Dale Spender’den destek alarak, Marx’ın tezlerinin güçlü olmadığını iddia etmekte; ama esas olarak, sorunun bu olmadığını, sorunun daha çok “diğer toplumsal bölünmelerin önemini kabul etmenin, egemen sınıf terimiyle anlatılmak isteneni yeniden düşünmeye bizi zorladığı” görüşünü savunmaktadır. [6] Genel olarak post-Marksizm, “yeni toplumsal hareketler”e alan açabilmek için egemenlik ilişkilerini “iktidarın her yerde olduğu” sınıra kadar çekme eğilimindedir.

Bütün fikirler ideolojik olmaz

Alman İdeolojisi‘nin, ideolojinin politik tanımı ile epistemolojik tanımı arasında tereddüt içinde olduğunu iddia eden Eagleton, “egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir” tezinin, “kendi toplumsal kökenini unutmuş düşünce olarak ideoloji kavramıyla tam olarak örtüşmediğini” belirttikten sonra, “Fikirleri ideolojik yapan şey nedir?” sorusunu sormaktadır. Bu durumda, ideolojinin toplumsal olarak belirlenip belirlenmediği, bütün fikirlerin mi, yoksa toplumsal olarak belirlenen veya iktidarla ilişkilendirilen düşüncelerin mi ideolojik olduğu türünden sorularla karşılaşılmaktadır.

D. Mclellan, “tarihsici görecelik” de denen (Balibar) “tüm fikirler, ideolojiktir” tezinin iki güçlükle karşı karşıya olduğunu belirtir: “Birincisi, bu neredeyse anlamsız olacak kadar kapsayıcı bir önermedir.” [7] Bu noktada, Eagleton, D. Mclellan’dan farklı düşünmektedir. O da, her şeyin ideolojik olduğunu düşünmenin yararsız olduğunu ve ideolojik olmayan hiçbir şeyin olmaması durumunda ideoloji teriminin anlamsızlaşacağını ileri sürmektedir. D. Mclellan, ikinci güçlük için, “Giritli Epimenides’in ‘bütün Giritliler yalancıdır’ önermesiyle aynı mantıksal saçmalığı taşır” diye yazar.

Bütün fikirlerin ideolojik olmaması, ‘düşüncelere ideolojik niteliğini veren şey nedir?’ sorusunu doğurmaktadır. D. Mclellan’ın düşüncesinde sadece toplumsal çelişkilerin gizlenmesine yardımcı olan fikirler ideolojik olarak nitelenirken, Eagleton’da fikirlerin ideolojik olup olmadığı, belli iktidar yapıları içindeki işlevine bağlıdır. Serpil Sancar Üşür’ün, her düşüncenin ideoloji olarak adlandırılmasını engellemek için önerdiği yol ise şudur: “İdeolojinin daha çok, farklı toplumsal anlam ve değerlerin çatıştığı bir alanda oluşan toplumsal düşünce olarak tanımlanması, sorunu bir ölçüde çözer.” [8] Böylece o, ideolojinin iktidarla ilişkileri sayesinde oluştuğunu vurgular. Larrain ise bütün fikirlerin toplumsal olarak belirlendiğini, ancak bütün fikirlerin ideolojik olmadığını belirtmektedir. [9] Eagleton, Marx’ın da aynı görüşte olduğunu vurgular. [10]

Her düşüncenin toplumsal olarak belirlendiğini kabul etmenin bilim-felsefe-politika ‘bütünlüğü’nde ne gibi sonuçları olacaktır? Burada ampirist bir yönelim olduğunun düşünülmesi, önermenin yadsınması sonucunu doğurur mu?

Altyapı/üstyapı ve ideoloji

Marx, Katkı‘nın “Önsöz”ünde şöyle der: “İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile -ki, bu bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir-, hukuki, siyasal, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırdetmek gerekir. Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi gözönünde tutularak bir hükme varılamaz; tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir.” [11]

Burada Marx’ın ideolojiyi, Alman İdeolojisi‘ndeki yanlış bilinç formülasyonundan farklı olarak yalnızca egemen sınıfı değil, bütün ‘insanları’ kapsayacak şekilde genişletmiş olduğundan söz edilir.[12] Hem Alman İdeolojisi‘nde, hem de bu pasajda ideolojinin ‘olumsuz çağrışımlarla’ kullanıldığını söylemek mümkündür. D. Mclellan ve T. Eagleton, Marx’ın “yanlış bilinç” ifadesini hiç kullanmamış olduğuna, bu ifadenin Engels tarafından yaratıldığına dikkat çekerler.

Barrett, yukarıda aktarılan pasajın, ideoloji üzerine üç önemli tezi -ünlü ‘temel ve üstyapı’ metaforu, ideolojik ‘mücadele’ düşüncesi ve ideoloji ile bilgi (ya da bilim) ayrımı- özlü bir şekilde tanıtmasıyla dikkate değer olduğunu savunmaktadır.[13]

Marx’ta ideolojinin, altyapı/üstyapı metaforunda nereye yerleştirilmesi gerektiği sorunu yoğun tartışmalara yol açmıştır. Barrett, bu konuda S. Hall’ün “temel/üstyapı modelinde iki değil, daha çok düzlem var” görüşüne katılıyor. Bu düzlemler şu şekilde saptanıyor: “Birincisi, maddi üretim ‘temel’i; ikincisi, sivil toplum ve devlet düzlemi ve üçüncüsü, bilinç, felsefe, din, vb. alanı.” Barrett’e göre, “Marx’ın ideolojiyi sivil toplum ve devlet-sivil topluluk olarak toplum düzlemine dek yüceltme isteksizliği, ideoloji konusunda klasik determinist denilen tutumdaki birçok belirsizlikten birinin kaynağıdır.” [14] Buna karşılık D. Mclellan, Artı-Değer Teorileri’ni kanıt göstererek Marx’ta ideolojinin, düşüncelerin üstyapısıyla bitişmediğini savunur. Çünkü ona göre, “üstyapı hem ideolojik hem de ideolojik olmayan unsurları kapsar”[15]. Eagleton ise, Marx’ın ideoloji anlayışı konusunda üç ayrı yaklaşımın olduğuna işaret eder. Ona göre, Alman İdeolojisi, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı‘nın önsözü ve Kapital‘deki meta fetişizmi bölümünün ideoloji teorileri arasında kuramsal farklılık vardır. Bu görüş açısından, D. Mclellan’ın “Marx’ın ideoloji kavrayışı muhtelif önemli güçlükler içerir” saptaması doğrudur.

Eagleton, Alman İdeolojisi‘nde Marx ve Engels’in “İnsanların fiili olarak yaptıklarını” bir tür “altyapı”, bunlara ilişkin fikirlerini de bir tür “üstyapı” saydıklarını belirtir.[16] Ona göre, Katkı‘nın önsözünde “toplumsal bilincin belirli biçimleri” olarak ideoloji, altyapı-üstyapı formülasyonunda üstyapıya ait bir kavram[17] olmasına rağmen, Kapital’in “Meta Fetişizmi” bölümünde ideolojinin, “üstyapıdan altyapıya adeta transfer edilmiş ya da en azından bu ikisi arasındaki özellikle yakın bir ilişkiye işaret ediyor” oluşunu vurgular.[18] Eagleton, Marx’ın ideoloji anlayışı konusunda -altyapı/üstyapı bağlamından farklı olarak- Alman İdeolojisi ile Kapital arasındaki farka dikkat çeker: “Alman İdeolojisi‘nde şeyleri gerçekte oldukları gibi görmeme meselesi iken, Kapital‘de gerçekliğin kendisinin ikiyüzlü ve aldatıcı olması meselesidir.” [19]

Denilebilir ki, yukarıda bahsi geçen üç metin arasında karşılaştırma yapan Eagleton, Barrett’le Mclellan’ın yaklaşımından daha güçlü bir teorik tarz izlemiştir. Hem Marx’ın kişisel teorik gelişimini takip edebilmek, hem de Marx’ta ideoloji düşüncesi hakkında net bir fikir sahibi olmak açısından bu tür bir yaklaşım zorunlu gibi görünüyor.

Yukarıda Katkı‘nın önsözünden aktarılan ünlü pasajda, “ideoloji düzleminde sınıf mücadelesinin bilincinde olan ve ‘savaşan’ insanlara Marx’ın gönderme yaptığını” savunan Barrett, bunu pasajın ikinci önemli özelliği olarak ifade eder. Laclau ve Mouffe ise burada sınıf mücadelesinin yer almadığına dikkat çekerler: “Tarihsel sürecin sonucunun yalnızca üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyle açıklanması şaşırtıcı değildir; ayrıca sınıf mücadelesinin bu tabloda hiç yer almayışında şaşırtıcı bir şey yoktur. Bütün bunlar Hegelciliğin ve metafizik düşüncenin temel öncülleriyle pekala uyum içindedir.” [20] Üşür’ün aynı görüşte olmadığı söylenebilir. Çünkü, ona göre, Marx bu pasajda, “İdeolojiyi, üretimin ekonomik koşullarının maddi dönüşümüne paralel olarak açıklanabilecek, insanların yaşadıkları çelişkilerin bilincine vardıkları ve bu bilincin yarattığı bir ‘mücadele’ içinde konumlandıkları alan olarak tanımlamaktadır”.[21]

Halbuki burada, yalnızca, ne Barrett, Laclau ve Mouffe’un iddia ettiği gibi -sınıf mücadelesinin olmayışı türünden- nesnellik vurgusu, ne de Üşür’ün belirttiği gibi -insanların yaşadıkları çelişkilerin bilincine vardıkları ve bu bilincin yarattığı bir mücadele içinde konumlandıkları alan türünden- öznellik vurgusu söz konusudur.[22]

Marx’ın yukarıda anılan sözlerinin üçüncü özelliğini bilim/ideoloji dikotomisi olarak belirleyen Barrett, “neo-klasik iktisadın ya da Parsonscu sosyolojinin ‘ideolojik’, oysa Marksist ekonomi politiğin ‘bilimsel’ olduğu nasıl ileri sürülebilir?” demektedir. Barrett’in bu sorusu, ideoloji kuramlarında bir sorun olarak esaslı bir yer teşkil eder. Balibar’da bu sorun şöyle somutlanır: “(Marx’ın) tarih bilimi adına, burjuva bilincinin spekülasyon ve yanılsamalarını kesin mahkum edişiyle, proletarya, komünizm ve Marksizm adları üzerine inşa edilmiş devasa ideolojik katmanı yan yana koymak yeter!” [23] “Ne yazık ki”, der D. Mclellan, “pek çokları için Marksizm ve psiko-analizin bilimsel olmayan düşüncenin mükemmel örnekleri olarak görüldüğünü düşünürsek, Althusser bize bir kuramın bilimsel olup olmadığı konusunda karara nasıl ulaşabileceğimizi anlatmamıştır”.[24]

Barrett, “Marksizmin ‘bilimsel’ statüsünün en göze çarpan savunucusu” dediği Althusser için, şunları yazar: “Althusser’in yaklaşımıyla düşünmenin bir yolu olarak burada benimsemeyi önerdiğim örnek, hümanizmin sadece bir ideoloji, oysa sosyalizmin bilimsel bir kavram olduğuna dair iddiasıdır. Bu iddianın her iki tarafı da, bana bütünüyle savunulamaz gibi geliyor.”[25] T. Eagleton, Barrett’in savunulamaz bulduğu konu üzerine şu değerlendirmeyi yapar: “Ortadoğu politikası üzerine Marksist bir tez yazmak Althusser için bilimsel bir projedir. Ama bu, ‘Kahrolsun emperyalistler’ diye bağırmak gibi ideolojik bir edimden zorunlu olarak daha önemli olmadığı gibi bazı durumlarda çok daha az önemli olabilir.”[26]

Bilim/ideoloji dikotomisi

Alman İdeolojisi‘nin ideolojik olan ile gerçek olan arasına epistemolojik bir ayrım koyduğu ileri sürülebilir. Marx’ta, ‘ideolojik’ olanın ‘gerçek’ olması şu anlama gelecektir: (Egemen) sınıfın çıkarına hizmet eden gizemleştirme olarak ideoloji ve gerçek olmayan düşünceler olarak ideoloji. Bu konu, Althusser’in bilim/ideoloji dikotomisi üzerine olan yazılarının merkezi temaları arasında yer alır.

İ. Sunar’a göre, Althusser için ideoloji bir görüntü değil, gerçekliktir; ideal değil “maddi”dir. [27] T. Eagleton, Althusser’in “maddi” terimini gereksiz yere şişirdiğini belirterek “hiç kimse, sadece ‘maddi’ sözcüğünü tekrarlayarak bilinci ortadan kaldıramaz” görüşünü dile getirir. [28]

Balibar, Althusser’deki bilim/ideoloji ikiliği hakkında şunları yazar: “Bilimle ideolojinin ilişkisi her açıdan eşitsiz, türdeş olmayan iki yönü kendiliğinden birleşemeyen, biri öbürü üzerinde ‘etki’ gösteremeyen ya da ancak bir üçüncü yönün, pratiğin, müdahalesiyle etki gösterebilen bir ilişkidir.” [29] Burada bilim ile ideolojinin iki ayrı alan olduğu ve bu alanların birbirleriyle etkileşimi olmadığı ileri sürülürken, ilişkinin pratiğin müdahalesiyle nasıl etki gösterebildiğini anlamak güç görünüyor.

Eagleton’a göre Althusser, bilim ile ideoloji arasındaki karşıtlığı, doğruluk ile yanılgı arasındaki karşıtlığa eşitlemektedir. Balibar ise, “hakikat/yanılgı ikilisinin Marksist bilim ve ideoloji kategorileri dahilinde düşünülmemesi gerektiği” görüşünü savunmaktadır. Balibar’a göre, asıl söylenmesi gereken “bilimlere ilişkin tarihsel bir kuramın kesin olarak, Varlık ya da Hakikat veya Hiçlik ya da Yanılgı felsefelerinin idealizminden kurtulması için bu sonuncu deyimi (Yanılgı) tamamen atması ve bilimlerin oluşumuna ilişkin tüm sorunu, ideolojilerin maddeci (tarihsel) kuramına ait olan alana taşımasının söz konusu olduğudur.” [30]

Eagleton, bir başka yerde, bilimsel önermelerle ideolojik önermeleri karşılaştırır ve bilimsel önermelerin diğerinden farklı olarak her zaman yanlış olabileceğini ileri sürer. Bu tür bir görüş, bilimi ideolojiden farklı kılan şeyin gözlem olduğuna dair pozitivist iddiayla birlikte gündeme gelecektir. Bu yaklaşım da, “ideoloji, bilimden başka bir şeydir” ya da “bilim ideoloji değildir” savlarında olduğu gibi bir tür pozitivizm içerir.

Üşür, Althusser’in -ideolojik ve politik düzeyin ekonomik düzey karşısında kazandığı kuramsal göreli özerklik konumu nedeniyle- ekonomik indirgemecilik (ekonomizm) sorununa duyarlı olduğunu belirtir. Üşür şunları yazar: “İdeolojik düzeyin sahip olduğu mekanizmalar kapitalist bir toplumsal formasyonda sadece üretim araçlarının değil, aynı zamanda üretim güçlerinin de, yani, emek gücünün de yeniden üretimini (…) olanaklı kılmaktadır. İdeoloji bu işlevini ideolojik aygıtlar içinde ve bir üstyapı pratiği olarak gerçekleştirir.” [31] Burada, eğer Althusser’in ekonomi ile ideolojik ve politik düzeyler arasındaki ilişkiyi öz/görüntü sorunsalı içinde ele almadığı -tersinin ekonomizm olacağı- ve onun bu düzeylere göreli özerklik atfettiği düşünülecek olursa, ideolojinin bir üstyapı pratiği sergilemiş olmasının, onun genel düzeyde ideoloji kavrayışının mantığına aykırı olduğu görülür. Sunar’a göre, üstyapı altyapıya indirgendiği zaman ekonomi öz; ideoloji, hukuk, din, siyaset gibi ögeler de görüntü durumuna düşerler. Althusser bu tür bir yaklaşımı ekonomizm olarak nitelendirmektedir.[32] Dolayısıyla Althusser’de ideolojinin -yeniden üretiminde- toplumsal formasyonun diğer ögeleri arasında çimento (harç) işlevini yerine getirdiği ileri sürülür.

Althusser, toplumsal formasyonun ekonomik, politik ve ideolojik düzey olmak üzere üç temel yapıdan oluştuğunu belirtir. Göreli özerk konumda bulunan bu üç temel öge birbirine indirgenemez ve toplumsal formasyonu son kertede ekonomi belirler.[33] Sunar, Althusser’in bu saptamasının kapitalizm öncesi üretim tarzlarında geçerli olmadığını göstermeye çalışır. Sunar’a göre, Althusser’de ekonomi dışı etmenlerin (örneğin ideoloji) rolü olmadan ekonomi kendi kendini devam ettiremez. Sunar, burada, “ideolojiyi tasarımsal olarak ekonomiye indirgememeye özen gösteren Althusser(‘in), bu defa işlevsel olarak ideolojinin varlık nedenini ekonomiye bağladığı” saptamasında bulunarak Althusser’in, ekonomizme dönmüş olduğu sonucuna varır.

Althusser’in, komünist toplumun bile ideoloji olmaksızın işlemeyeceğine ilişkin görüşü birçok eleştirinin konusu olmuştur. Örneğin Üşür, Althusser’in söz konusu görüşünün “ekonomik ve politik düzeylerin ideolojinin dolayımı olmaksızın işlemezmiş izlenimi veren” bir anlamı olduğu kanısındadır.[34] Althusser’in tezine karşı çıkışı Eagleton şu şekilde ifadelendirir: “Kapitalist toplumu (…) ayakta tutan ne ‘bilim’dir, ne de ‘ideoloji’, yalnızca kendi karmaşık, her şeye nüfuz eden işleyiş tarzıdır.” [35]

Ancak bu itirazların temelinin, ‘ideolojisi olmadan işleyen kapitalizm’ fikrine dayandığı kabul edilmemelidir. Hirst dışarıda tutulacak olursa, toplumsal yeniden üretim tezine ilişkin genel olarak Marksizm içinde en tipik (Althusserci olmayan) tepki, savı işlevselci görmek oldu.[36] Doğal olarak, Althusser’in ideoloji teorilerinde özne ve öznenin mücadelesini aradılar. Mesela Üşür, “Marx’ın praksis kavramıyla bütün kuramsal bağlantılarını koparan, ideolojiyi toplumsal pratik içinde öznelerin toplumsal pratik sonucu oluşan bir zihinsel varoluşu olarak tanımlamanın yolunu kapatan bir öznelliğe sahip olduğuna” dikkat çekerken, Mclellan “(Althusser’in) kuramının aşırı yapısal determinizmi, insanları özerk eylemleri, özellikle de içinde bulundukları yapıyı etkileşim içinde anlayışları ve ona karşı bir şeyler yapabilme olanakları için yer bırakmadığı” görüşünü dile getirdi.

Sonuç olarak, burada, ideoloji teriminden ‘yararlanılabileceği’ni öne süren yaklaşımların çabalarının bir kesiti sunulmaya çalışıldı. İdeoloji sorunu, Marksizmin gündemindeki yerini koruyacağa benziyor.

 
 


[1] Althusser, bu savın, Alman İdeolojisi‘nde pozitivist bir bağlamda yer aldığını belirterek Freud’un “bilinçdışı ebedidir” tezine bağlanması gerektiğinden söz eder. Buna karşılık M. Barrett’e göre, Althusser’in ideolojiye yaklaşımı, Freud’un bilinçdışına yaklaşımı gibi olmamakla kalmaz, onunla “bağlantılı değil”dir de. (M. Barret, Marx’tan Foucault’ya İdeoloji, Çev.: Ahmet Fethi, Sarmal Yay., İstanbul 1996, s. 113)

[2] Örneğin Terry Eagleton, “(ideolojinin sonu tezi) doğru olmuş olsaydı, insanların neden hala akın akın kiliselere gittiklerini, çocuklarına okullarda öğretilen şeyler hakkında kaygılandıklarını, bar köşelerinde ateşli siyasal tartışmalara girdiklerini ve gittikçe bozulan sosyal hizmetlerden dolayı uykularının kaçtığını anlamak güç olurdu” demektedir.

[3] J. Larrain, Tarihsel Materyalizmi Yeniden Yapılandırmak, Çev.: S. Çeviker, Toplumsal Dönüşüm Yay., İstanbul 1998, s. 157. Daha sonraları Larrain’in kapitalist sistemin yeniden üretim sürecinde ideolojinin rolü üzerinde durduğu İdeoloji ve Kültürel Kimlik‘te J. B. Thompson’dan esinlenerek sınıf egemenliğinin dışındaki egemenlik biçimlerini de kapsayan bir ideoloji kuramı geliştirmeye çalıştığı görülür.

[4] M. Barrett, a.g.e., s. 18

[5] T. Eagleton, İdeoloji, Çev.: Muttalip Özcan, Ayrıntı Yay., İstanbul 1996, s. 24-25

[6] Barrett, a.g.e., s. 19-20

[7] D. Mclellan, İdeoloji, Çev.: Ercüment Özkaya, Doruk Yay., Ankara 1999, s. 12

[8] Serpil Sancar Üşür, İdeolojinin Serüveni, İmge Yay., Ankara 1997, s. 8

[9] Larrain, a.g.e., s. 157

[10] Eagleton, a.g.e., s. 133

[11] K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev.: Sevim Belli, Sol Yay., Ankara 1993, s. 23-24

[12] T. Eagleton, a.g.e., s. 121

[13] Barrett, a.g.e., s. 21

[14] A.g.e., s. 22

[15] D. Mclellan, a.g.e., s. 31

[16] T. Eagleton, a.g.e., s. 113

[17] A.g.e., s. 122

[18] A.g.e., s. 128

[19] A.g.e., s. 130

[20] E. Laclau, C. H. Mouffe, “Amasız Fakatsız Marksizm Sonrası”, Çev.: A. Kardam, Marksizm ve Gelecek, S. 5, s. 22

[21] Üşür, a.g.e., s. 15

[22] Marx’ın düşüncesinin gerilimlerle yüklü olduğu tezi, büyük ölçüde haklılık payı içerir. Bu gerilime bazen tek bir cümle içinde bile rastlamak mümkün oluyor. Bilinen iki örnekten ilki: “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama istedikleri gibi değil, kendilerinin seçtiği koşullarda değil, doğrudan karşılaşılan verili ve geçmişten gelen koşullarda yaparlar. İkinci örnek: “Kuşkusuz, eleştiri silahı silahların eleştirisinin yerini alamıyor; somut güç, ancak somut güçle yenilebiliyor; ama teori de, yığınları sarar sarmaz, somut bir güç durumuna geliyor.”

[23] E. Balibar, Marx’ın Felsefesi, Çev.: Ö. Laçiner, Birikim Yay., İstanbul 1996, s. 60

[24] D. Mclellan, a.g.e., s. 52

[25] M. Barrett, a.g.e., s. 97

[26] T. Eagleton, a.g.e., s. 197

[27] İlkay Sunar, Düşün ve Toplum, Doruk Yay., Ankara 1999, s. 263

[28] Eagleton, a.g.e., s. 209-10

[29] Balibar, Althusser İçin Yazılar, Çev.: Hülya Tufan, İletişim Yay., İstanbul 1991, s. 49

[30] A.g.e., s. 37

[31] Üşür, a.g.e., s. 41-42

[32] İ. Sunar, a.g.e., s. 227

[33] Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev.: Yusuf Alp, Mahmut Özışık, İletişim Yay., İstanbul 1994, s. 25

[34] Üşür, a.g.e., s. 50

[35] Eagleton, a.g.e., s. 65

[36] Barrett, a.g.e., s. 110

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar