Ana SayfaArşivSayı 70Leninizm ve Blankicilik

Leninizm ve Blankicilik

Cultural Logic: An Electronic Journal of Marxist Theory and Practice
ISSUE 2012
http://clogic.eserver.org/2012/Greene.pdf
Leninizm ve Blankicilik
 
Doug Enaa Greene
Çeviri: Gülsüm Emek Başaraner
Bana fikri veren Jed Brandt’a ithafen  
Uzun süre boyunca Federal Soruşturma Bürosunun başkanlığını yürüten J. Edgar Hoover, Lenin’e ve onun Parti kavramına ilişkin şu resmi sunar: “Parti küçük, sıkı denetime sahip, derinden bağlılık gösteren bir grup olmalıdır.
Üyeler değil bağnazlık aslidir. Parti mensupları … partiye hizmet edilecekse yalan söylemeli, aldatmalı, öldürmelidir … [Lenin’in] acımasız ve zırhlı disiplin ile sarmalanmış Parti üstünlüğü kavramı, komünizme Batı uygarlığını şok eden bir bağnazlık ve ahlaksızlık getirmiştir.”[1] Hoover, ciddi bir tarihsel Leninizm veya komünizm âlimi olmasa da, onun kaba Lenin tasviri sayısız akademisyen, tarihçi ve siyaset bilimci tarafından daha büyük ciddiyetle tekrarlana gelmiştir. Partinin ahlaki değerlerle sınırlanmayan ve kitleleri küçük gören bir elit komplosu olarak resmedilmesi, 1917 Rus Devriminin, kitlelerin iradesine karşı bir coup d’etat olduğuna ilişkin günümüz algılarını beslemektedir.
Solda birçokları Hoover gibi profesyonel anti-komünistlerin yargılarını umursamazken bu iddialar Lenin’in yoldaşı sosyalistlerin çoğu tarafından tekrarlanmaktadır. Lenin’in devrim teorisi ve pratiği, çoğu zaman Blankicilik (kitlelerden kopuk bir elit iradeyle yapılan devrimci bir darbe) aşağılamasıyla karşılaşmıştır. Örneğin ‘Marksizmin Papası’ Karl Kautsky, “Rusya’da Marksizmin, büyük bir köylü ülkesindeki az bir proleter nüfusun geri koşullarında geliştiğini ve Rus Marksistlerin doktrini daha çok bağnaz bir hisle algıladıklarını ve pre-Marksist, Blankici veya Bakuninci renklerdeki fikirleri, giderek artan ölçüde, bilinçsizce doktrinin içine enjekte ettiklerini”[2] ifade etmiştir. Ona göre Rusya’da hakim olan geri koşullar nedeniyle, Marksizme bir dürtü yön vermiştir: “liderinin sınırsız diktatoryal güce ve üyelerinin körü körüne bağlılığa sahip olduğu bir komplocu örgütlenme dürtüsü; bu dürtü kitlelerin henüz kendi hareketlerine hakim olmadığı ve politik örgütlenmenin proletaryayı bağımsızlığa kadar eğitmenin aracı olarak değil bir anda politik iktidar elde etme aracı olarak görüldüğü durumlarda örgütün gizli olması gerektiği şeklinde kendini göstermeye devam eder. Böylece sınıf mücadelesi değil ‘putch’, darbe öne çıkarılır …”[3] Kautsky “Rusya’nın geri koşulları nedeniyle Marksist örgütleri geriletenin 1917 devrimi olduğu, “Blanqui, Weitling veya Bakunin tarafından temsil edilen pre-Marksist düşünce yöntemlerinin üstünlük sağladığı … Bu yüzden, hiç şüphe yok ki, ilkel düşünce biçimlerini yeniden canlandırdığı ve aynı zamanda politik ve sosyal savaşın vahşi ve kanlı biçimlerinin su yüzüne çıkmasına olanak sağladığı”[4] sonucuna varmıştır. Bu yüzden Lenin zamanındaki solun ortodoks müfrezelerine göre Bolşevizm, Marksizmin Blankiciliğe gerilemesinden başka bir şey değildi.
Kautsky’nin devrimci mücadeleden Rus Devrimi sırasında geri çekildiği doğrudur. Emperyalist bir savaş yürüten veya 1919’da devrimci işçileri öldüren Almanya hükümetindense Bolşeviklere karşı daha fazla ateş saklamıştır. Gözardı edilmesi daha zor olan eleştiri, sorgulanamaz bir devrimci olan Rosa Luxemburg’dan gelmiştir. 1904’te Lenin ve Bolşeviklerle polemiklerinde, Lenin’in merkeziyetçiliğini “en küçük ayrıntılarında tüm parti organlarının tek başına düşünen, kılavuzluk eden ve tümü hakkında karar veren parti merkezine kör tabiiyeti… örgütlenmiş devrimciler çekirdeğinin sosyal devrimci çevrelerinden kesin olarak ayrılması”[5] olarak özetlemişti. Luxemburg “Bolşevizmin, Blankiciliğin örgütsel ilkelerinin sosyalist işçi sınıfının kitle hareketiyle mekanik yer değiştirmesinden başka bir şey olmadığını”[6] söyler. Luxemburg gibi adanmış devrimciler için bile Bolşevizm işçi kitlelerinden kopuk elitist ve diktatoryal (Blankici) bir partidir.
Hoover gibi profesyonel anti-komünistlerden Kautsky gibi sosyal demokratlar ve Luxemburg gibi devrimci sosyalistlere kadar, elitist veya Blankicilik olarak Leninizm hakkında bir fikir birliğine sahip görünüyoruz. Gelgelelim bu yargıların tümü yanlış da değil. Lenin’e göre, Blankicilik komünist hareketin, sosyalist devrimi kazanmak istiyorlarsa üstesinden gelmeleri gereken bir şeydi. Leninizm, Rusya koşullarına uyarlanmış Blankicilik değil, Paris Komününün yenilgisinden açıkça devrimci dersler çıkaran, ezilen işçiler ve köylülerin kurtuluşuna adanmış devrimci bir öncü partinin gelişiminde ifadesini bulan bir Marksist politika tarzının gelişimidir. Aynı zamanda ‘Blankici’, sosyal demokratlar tarafından Marksizmin devrimci kalbini mahkûm etmek için kullanılan bir etiket olduğundan Leninizmin Blankici olduğu suçlamasında ufak bir gerçeklik payı bulunmaktadır.
Leninist politika tarzını açmadan önce Blankiciliğin ne olduğu sormak gerekir. Burada Blankicilik hakkında ayrıntılı bir cevap verilemeyebilir ancak bazı önemli noktalar özetlenebilir.[7] Blankicilik, adını, yenilemez Fransız komünist devrimci Louis-Auguste Blanqui’den (1805-1881) alır. Blanqui, bir sosyalist cumhuriyet başlatmak üzere Fransız devleti ve kapitalizmini devirmek için çok sayıda gizli dernek örgütlemiş ve yarım düzine ayaklanma başlatmış bir devrimcidir.
Çağdaşları arasında neredeyse yalnız kalan Blanqui sınıflar arasında bir uzlaşma aramamış, burjuvaziye karşı açıkça savaş ilan etmiştir. Gayretleri, Fransız yönetici sınıfı arasında korku ve terörü tırmandırmış ve Fransız işçi sınıfının özlemleri ve umutlarını dile getirmiştir. Blanqui, kendi durumunu doğanın kanunu olarak kabul etmeyi reddeden bir proletaryanın sembolüydü; ancak 1831’de, 1848’de ve en görkemli şekilde 1871’de Paris Komünü sırasında bu unvan geri alınmaya çalışıldı. Blanqui’nin gayretleri tamamen başarısız oldu ve ömrünün yarısından fazlasını hapiste geçirdi. Yine de hapisten başeğmez şekilde çıkacak ve devrimci mücadeleye devam edecektir.
Her ne kadar Blanqui’nin gayretleri Fransız yöneticilerini dehşete düşürse de, özellikle Paris Komünü olmak üzere 19. yüzyılın işçi ayaklanmaları yeni bir politika tarzını simgeledi. İşçi sınıfı, mücadelesini ulusal ve uluslararası düzeyde birleştirmek için sendikalar ve bağımsız politik partiler gibi kitle örgütleri geliştiriyordu. Paris Komünü, işçi sınıfının eski devlet iktidarını parçaladığı ve kendi menfaatlerine hizmet edecek yeni bir iktidar kurduğu yeni politik örgütlenme yöntemleri sergileyen bir proletarya devrimiydi.
Diğer yandan Blanqui ve onun politikaları, iktidarın küçük bir elitist komplo ile ele geçirilebileceğine inanan, köylülüğe güvenilmeyen, bir başkentte yoğunlaşmış, teorinin ihmal edildiği ve kitlelere dayanmayan, ölmekte olan ve tükenmiş Jakoben geleneklerinden biriydi. Blanqui ve takipçileri, Komünün temsil ettiği bu değişen mücadele koşullarına uyum gösteremezken yeni koşullara uyarlanan ve Avrupa çapında kitle partileri geliştiren devrimci Marksizm kendisini işçi sınıfının kurtuluşuna adadı.
Marx’a göre, Paris Komünü “işçi sınıfının politik iktidarının zaferiydi”.[8] Komün, eski baskıcı burjuva devleti tuzla buz eden ve işçi kitlelerinin gerçekten kendi kaderlerini tayin etmelerini ve eski burjuva mülkiyet ilişkilerine karşı köklü önlemler almalarını sağlayan bir proletarya devletiydi. Paris Komünü “her şeyden önce işçi sınıfı hükümeti, üreticiler sınıfının sahiplenenler sınıfına karşı yürüttüğü savaşımın bir sonucu, ensonu bulunan ve Emek’in iktisadi kurtuluşunun gerçekleşme olanağını sağlayan siyasal biçim idi.”[9]
Yine de Komün, yenilgiye uğramasına neden olan birtakım hatalardan muzdarip oldu. Bilhassa, artık çok geç olana kadar karşı-devrime karşı sonuç alıcı bir askeri hamle başlatmayı ihmal etmişti. İkinci olarak Komün köylü sınıfından yalıtılmıştı. Üçüncü olarak Komünün tek bir örgüt, hedef ve program arkasında birleşmiş merkezi bir liderliği yoktu.
Franz Mehring gibi Marx’ı takip eden bir devrimci sosyal demokratlar kuşağına göre Komün şunu sordu:
Devrimci işçi sınıfı, nihai zafer elde etmek için taktiklerini ve stratejisini nasıl örgütlemelidir? Komünün düşüşüyle birlikte eski devrimci efsanenin son gelenekleri de aynı biçimde ilelebet düştü; proletaryanın … kurtuluşunun değişmez koşullarına yönelik açık içgörüsünün yerini ne şartların olumlu dönüşü, ne kahramanca ruh ne de şehitlik alabilir. Azınlıklar tarafından ve azınlıkların menfaati için yürütülen devrimlerde elde edilenler proletarya devriminde elde edilmiyor… Komünün tarihinde, bu devrimin tohumları on sekizinci yüzyılın burjuva devriminden çıkarak on dokuzuncu yüzyılın devrimci işçiler hareketini zapteden yayılgan sarmaşıklar tarafından etkili bir şekilde bastırıldı. Komündeki eksiklik proletaryanın bir sınıf olarak sarsılmaz örgütlülüğü ve dünya-tarihsel misyonu bakımından temel anlaşılırlık idi; tek başına bu sebeple yenilmek zorundaydı.[10]
Çok sorulan soru şuydu: ne yapmalı?
Sosyal Demokrat Partilerin çoğunluğu devrimci oldukları iddiasındaydı, ancak eylemleri kesin olarak reformist ve aşamacıydı. Sosyalizmin kaçınılmaz olduğunu iddia eden fatalistik bir Marksizm versiyonuna bağlanmışlardı. Sosyalizmin kaçınılmazlığı, devrimci praksisi arkaplana düşüren Marksist bilim tarafından gösterilmişti. Doğrusu, ortodoks devrimci Karl Kautsky sosyalist partiyi “devrimci bir parti ancak devrimler yapmayan bir parti” olarak tanımlamıştı.[11] Bu, besbelli Marksizmi, pasifliğe ve devrimci fırsatlardan uzak durmaya, sosyalistler sosyalizme öncülük edecek bir çoğunluk haline gelene kadar oylarını ve parlamenter temsilcilerini yavaş yavaş artıracak kademeli reformist ilerlemeye mahkûm eden bir çıkmaza itiyordu.
Eduard Bernstein gibi bazı sosyalistler Marksizmi devrimci çekirdeğinden mahrum bırakmak ve hareketi bir reform hareketine döndürmek şeklinde Marksizmi revize etme arayışındayken Lenin, Blankici steriliteye gömülmedi ancak Marksist bir politika formu geliştirmek amacıyla Paris Komününden dersler çıkardı.
Alain Badiou, Lenin’in Komünün yenilgisinden çıkardığı dört dersi tanımlar:
1. İşçici veya halkçı birkaç yerel romantik isyanı değil Marksist politik pratiği uygulamak gereklidir. Ne Yapmalı?’nın engin anlamı bu zorlu ve orijinal çağrıda tamamıyla içerilmektedir: kesinlikle ve geri dönüşsüz şekilde politik aktivistler (“amatör politik liderleri kim gördü?” demeksizin ilerleyen profesyoneller anlamında) olalım.
2. En azından ulusal çerçevede, şeylerin genel görünümüne sahip olmak ve mücadele federalizmine parçalanmamak gerekir.
3. Kırsal kitlelerle bir ittifak yapmak gerekir.
4. Kesintisiz, askeri olarak taarruz halinde, merkezileşmiş bir süreç içinde karşı-devrimi kırmak gerekir.[12]
Badiou daha ileri gider ve öncü partinin “bir politika için zorunlu odak noktasını oluşturan bu dört gerekliliğin toplamının işleticisi olduğunu söyler.”[13]
Lenin’in politikasının neye tekabül ettiği üzerinde durmak için Badiou’nun değindiği bu dört gerekliliğin her birini ele alalım.
I. Halkın Sözcüleri[14]
Lenin’e göre komünist partinin profesyonel devrimcilerden oluşması zorunludur. Bu profesyonel devrimciler, koşullarını iyileştirmek için proletaryanın gündelik mücadelesinde yer almaya çabalayacaktır. Ancak bu mücadele yalnızca proletaryanın koşullarını iyileştirmek için yürütülmeyecek, ekonomik ve politik haklar için verilen bu mücadeleler açık bir şekilde sosyalist devrimin daha büyük hedefine bağlanacaktı.
Lenin, 1890’larda St. Petersburg işçi hareketine, İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği aracılığıyla katılmaya başlamıştı. Burada işçilerin koşulları Rus imparatorluğunun herhangi bir endüstri şehrindeki kadar kötüydü. Kötü olan yalnızca işçilerin koşulları değil, aynı zamanda Çarlık Otokrasisi tarafından açık örgütlenmenin de kesin bir şekilde yasaklanmasıydı. Başkentte Marksist çalışma çevreleri vardı ancak bunlar büyük oranda aydınlar ve öğrencilerden oluşma eğilimindeydiler. Lenin’in gelecekteki eşi Krupskaya bu çevrelere katılmıştı. Onların faaliyetini “o günlerin aydınlarının pek çoğu işçileri iyi tanımazlardı” sözleriyle açıklamaktadır. “Aydınlar çalışma gruplarına katılırlar ve işçilere bir çeşit konferans çekerlerdi.”[15]
Lenin, Marksist çalışma gruplarının işçi hareketiyle birleşmesi, deyim yerindeyse kaynaşması ihtiyacını gördü. Kruspskaya Lenin’in faaliyetini şöyle açıklıyor: “İşçilere Marx’ın Kapital’ini okudu ve açıkladı. Dersin ikinci bölümünü, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili sorunlara ayırır, onların yaşantısının toplumun bütünü üzerindeki önemini belirtir ve bu düzenin hangi yolla değiştirilebileceğini anlatırdı. Teori ile pratiği birleştirmek, Vladimir İlyiç’in çalışma gruplarında yürüttüğü çalışmanın bir özelliğiydi. Giderek grubumuzun diğer üyeleri de aynı yöntemi benimsemeye başladılar.”[16] Böylelikle Lenin sosyalizmin hayata geçebilmesi için mesajını işçiler arasında yayması gerektiğine inandı.
Lenin, kendi sınıflarının misyonuna ilişkin bilgi kazanan işçilerin propagandacılar olacağına ve böylelikle kendi çalışma gruplarını oluşturarak daha sonra hareketle birleşeceklerine inandı. Böylece işçiler daha büyük gruplar halinde harekete çekileceklerdi.
Lenin daha sonra kendi faaliyetini ve benzer faaliyetleri, “faaliyetlerimizi işçilerin hayatının bütün günlük sorunlarıyla birleştirmek, bu sorunları anlamada işçilere destek olmak, onların dikkatini en ağır haksızlıklara çekmek, işçilerin patronlara karşı taleplerini daha somut ve amaca en uygun biçimde ifade etmelerine yardımcı olmak, işçiler arasında dayanışma bilincini ve dünya proletarya ordusunun bir parçası olan birleşik bir işçi sınıfı olarak Rusya işçilerinde, çıkarlarının ve davalarının bir olduğu bilincini geliştirmek”[17] şeklinde formüle etti. İşçilerin olağan günlük mücadeleleri, Lenin tarafından, açıkça daha büyük sosyalist devrim hedefine bağlanmıştır.
Ancak devrimciler için işçi sınıfıyla birleşmek yeterli değildi. Mücadele, daha geniş proletarya kitleleriyle olan bağı sürdürürken daha büyük örgütlenmenin devamını sağlamak için temel güvenlik önlemlerini alabilecek (yani gizlilik kurallarını uygulayabilecek) ve Çarlık polisini atlatabilecekler tarafından yürütülmeliydi. Lenin’in de üzerinde durduğu gibi,
(1) sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; (2) hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları mücadeleye kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirlerse, böyle bir örgüte olan gereksinme o ölçüde ivedileşir, ve bu örgüt de o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini peşlerinden sürüklemeleri daha da kolaylaşmış olur); (3) böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; (4) otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerini devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve siyasal polisle mücadele sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimselerle ne denli sınırlarsak örgütü açığa çıkartmak, o ölçüde zorlaşacaktır; (5) harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki toplumsal sınıflardan gelme öğelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır.[18]
Profesyonel devrimcilerin komplo gibi pratik becerilere sahip olması önemli iken, Lenin, ayrıca profesyonel devrimcilerin halkın sözcüleri de olması gerektiğine inanıyordu. Lenin’in, koşullar çok kötü olduğundan, komünist özgürlük mesajını aldıktan sonra kitlelerin ateşe atılmaya ve mücadeleye çekilmeye hazır olduklarına yönelik güçlü bir inancı vardı. Ve Lenin’e göre, kahraman proletarya öncüleri devrimci ateşin işçiler arasında yayılmasının anahtarıdır. Şu sözleriyle bu durumu göremeyen “pratik” yoldaşları mahkûm etmiştir: “Pratik olmakla övünüyorsunuz, ama her pratik Rus işçisinin, sadece bir çevrenin değil, bir kişinin enerjisinin bile devrim davası için nasıl mucizeler yaratabileceğini bildiğini göremiyorsunuz.”[19]
Ve bu, özellikle kapitalist kriz zamanlarında devrim mesajımızı almaya ve ondan esinlenmeye hevesli insanları görmemiz gerektiği anlamına gelir. Tutkulu bir şekilde inanıyorum ki komünist mesaj ihtiyaç duyulduğu için önemsenecektir. Parti, mücadeleye çekilen geniş kitlelerde, devrim mesajını yayacak öncüler olma potansiyeline daha fazla sahip olanları görmelidir. Açıkçası, “devrimler bulaşıcıdır”, halk, kahraman önderlerden, cesur fikirlerden etkilenebilir ve mucizeler yaratabilir. Lenin, baskı ve sömürü zincirlerini kırmaları için işçi sınıfına öncülük edecek kahraman sosyalist örgütçülere inandı.
Lenin’in söylediği gibi,
Sosyal-demokratın sendika sekreteri olmak ülküsüne değil, keyfiliğin ve baskının kendini gösterdiği her yerde bunun bütün belirtilerine karşı tepki göstererek, polis şiddetini ve kapitalist sömürüyü tümüyle sergileyen bir tablo yaratmak ve bütün bunları genelleştiren sosyalist inançları ve demokratik haklar yolundaki davayı sergilemek, bunu herkese ve proletaryanın tarihsel sınıf mücadelesine katılmak isteyen her insana göstermek için en küçük fırsattan yararlanarak halkın sözcüsü olma ülküsüne sahip olması gerektiği iyice vurgulanmalıdır.[20]
Halkın sözcüsü, yalnızca işçi kitlelerine ilham vermez, aynı zamanda kimi etkilerse etkilesin kapitalist zulmün bütün tezahürlerine karşı savaşır, ulusal ve uluslararası mücadelenin daha büyük resmini ortaya koyar. Bu yüzden devrimci parti basit bir işçi partisi değildir, ancak komünist bir devrim gerçekleştirmek için toplumda sömürülenlerle birleşmiştir. Halkın Dostları Kimlerdir? adlı erken bir çalışmasında Lenin Rus devrimcilerinin görevlerini şöyle özetlemektedir:
Onun ileri temsilcileri, bilimsel sosyalizm fikirlerini, Rus işçisinin tarihsel rolü fikrini iyice kavradıkları zaman, bu fikirler yaygınlaştığı zaman, ve işçilerin bugünkü dağınık ekonomik savaşını bilinçli sınıf savaşımına dönüştürmek üzere işçiler arasında sağlam örgütler kurulduğu zaman – Rus İŞÇİSİ, tüm demokratik öğelerin başını çekerek mutlakıyeti devirecek ve RUSYA PROLETARYASINI (BÜTÜN ÜLKELERİN proletaryasıyla yan yana) açık siyasal savaşımın düz yolundan KOMÜNİST DEVRİMİN ZAFERİNE götürecektir.[21]
II. Praksis Felsefesi[22]
Lenin, halkın sözcülerinin toplumun büyük resmine ilişkin bir anlayış sunacak politik ve devrimci bir teorik donanıma sahip olmaları gerektiğine inanıyordu. Bu, sınıf mücadelesine ve dünyayı değiştirmeye adanmış Marksizmdi. Profesyonel bir devrimci, halkın sözcülüğünü yapacaksa ve her bir özel mücadelenin bağlarını bütün kapitalist sistemle ilişkilendirecekse, bu mücadeleleri bütünlüklü olarak kavramak için bir analiz yöntemine ihtiyacı vardı.[23]
Lenin, “Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olamaz. Moda halinde oportünizm övgüsünün, pratik eylemin en dar biçimlerine delicesine bir kapılmayla el ele gittiği bir zamanda, bu düşünce üzerinde pek güçlü olarak direnilemez”[24] sözleriyle teorinin gelişimine son derece büyük bir önem atfetmiştir.
Lenin’e göre, Marksizmin sunduğu bu yöntem “bütünlüklü ve uyumludur, insanlara, hiçbir batıl inançla, hiçbir gericilikle, hiçbir burjuva köleliğinin savunulmasıyla uzlaşmayan bütünlüklü bir dünya görüşü verir. İnsanlığın ondokuzuncu yüzyılda Alman felsefesi, İngiliz politik ekonomisi ve Fransız sosyalizminin şahsında yaratmış olduğu en iyi şeylerin meşru mirasçısıdır.”[25] Bu teori önemlidir çünkü “proletaryaya, o zamana kadarki bütün ezilen sınıfların içinde sefil bir hayat yaşadıkları düşünsel kölelikten çıkış yolunu göstermiştir.”[26] Marksizm, ekonomik, sosyal, politik koşulları analiz etmenin ve bu analiz üzerinden, bu koşulları kolektif eylemle değiştirmenin araçlarını sunmuştur.
Ancak Lenin Marksist teoriyi bir dogma olarak görmüyordu veya dinsel referansla sınırlamıyordu. Daha çok Marksist diyalektiğin toplumu analiz etmenin araçlarını sunduğuna inanıyordu. 1915’te İkinci Enternasyonal partileri emperyalist savaşı desteklemek üzere oy kullandıktan sonra Lenin, Hegel’e ve Marksizmin temel kaynaklarına ilişkin derin bir incelemeye girişti. Lenin’in öğrencisi Michael Löwy, Lenin’in İkinci Enternasyonal ve onun evrimci, mekanik ve aşamacı Marksizm anlayışı ile felsefi düzeydeki ayrımının izlerini Hegel çalışmasından başlayarak sürer. Löwy; “Hegelci mantık çalışması Lenin’in Petrograd’daki Finlandiya İstasyonuna götüren teorik yolu temizlemesinin aracı olmuştur. Mart-Nisan 1917’de, diyalektik öncesi Marksizmin temsil ettiği engelden kurtulan Lenin, olayların baskısı altında…dikkatini sorunu [devrim sorunu] pratik, somut ve gerçekçi açıdan incelemeye verebildi…”[27]
Lenin’in devrimci diyalektiği kullanarak somut durumlara ilişkin sunduğu somut tahliller, devrimin “bir ordunun belirlenmiş bir noktada mevziye girerek ‘Biz sosyalizmden yanayız’ ve bir başka ordunun da bir başka noktada saf tutarak ‘Biz emperyalizmden yanayız’ diyeceğini ve o zaman toplumsal devrim olacak!” gibi basit olacağını düşünen devrimcilerle alay etmesinin yolunu açtı. Lenin devrimlerin çok basit ve saf olacağını bekleyen devrim görüşlerini “‘saf’ bir toplumsal devrim bekleyen kimsenin ömrü, bunu görmeye yetmeyecektir. Böylesi, gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde-devrimcidir”[28] sözleriyle reddetti. “Toplumsal devrimin, sömürgelerde ve Avrupa’da ayaklanmalar olmadan, bütün önyargılarıyla küçük-burjuvazinin bir kesiminin devrimci patlaması olmadan, siyasal bakımdan bilinçsiz olan proleter ve yarı-proleter yığınların, toprakbeyliği, kilise, krallık boyunduruğuna karşı, ulusal vb. boyunduruğa karşı hareket olmadan düşünülebileceğini sanmak, toplumsal devrimi reddetmektir.”[29]
Marksizm anlayışı (ve nihayetinde Bolşevik Partinin Rus Devrimi sırasında nasıl hareket edeceği) üzerindeki muazzam etkisini dikkate alarak Lenin’in Hegel çalışmasının,ana içgörülerinden bazılarına değinmek bizim için zorunlu hale geliyor. Lenin’in Hegel çalışmasının merkezinde, Marksizmin kavranmasında belirleyici olduğuna inandığı diyalektiğin iç işleyişine bakışı yer almıştır.[30]
Felsefe Defterleri‘nde Lenin şunları diyalektiğin temel unsurları olarak tanımlıyor:
Birin ikileşmesi ve çelişkin parçaların bilgisi … diyalektiğin (biricik temel özü değilse bile, “özler”inden biri, temel özellik ya da belirtilerinden biri) asli özü’dür. Nitekim Hegel de böyle koyuyor sorunu…[31]
Buradan hareketle gerçekliğin bütünü çelişkinin bu özelliğiyle tanımlanmıştır (karşıtların birliği). Ve bu çelişki devinmekte ve değişmektedir. Lenin’in belirttiği gibi,
Karşıtların özdeşliği (özdeşlik ve birlik terimleri arasındaki fark burada temel bir önem taşımamakla birlikte, belki de “karşıtların birliği” demek daha doğru olurdu. Belli bir anlamda her iki deyiş de doğru), doğanın (ve zihnin ve toplumun da) bütün fenomen ve süreçlerindeki çelişkin, birbirlerini karşılıklı olarak dışındalayan, karşıt yönsemelerin varlığının kabul edilişidir (keşfedilişidir). Evrenin bütün süreçlerini “özdevinim“leri içinde, kendiliğinden gelişimleri içinde, canlı hayatları içinde bilebilmenin koşulu, bu süreçleri karşıtların birliği olarak tanımaktır. Gelişim, karşıtların “mücadele”sidir.[32]
Hangi olası diyalektik geçiş kavramlarıyla gerçekte karşılaşılacağını sorarken “Sıçrama ile. Çelişme ile. Tedriciliğin kesikliğe uğraması ile”[33] diyor Lenin. Buradan hareketle devam ediyor ve tanımlıyor:
İki temel (ya da iki olanaklı? Ya da tarihte gözlemlenebilen iki) gelişim (evrim) anlayışı vardır: Eksilme ya da artma olarak, tekrar olarak gelişim, ve karşıtların birliği (bir’in birbirlerini karşılıklı olarak dışlayan karşıtlar halinde ikileşmesi ve bu karşıtlar arasındaki karşılıklı bağıntılar) olarak gelişim. İlk anlayış, öz-devinimi ve bu özdevinimin devitgen gücünü, kaynağını, sebebini karanlıkta bırakmaktadır (ya da dışarıya aktarmaktadır bu kaynağı: tanrı, özne, vs.). İkinci görüş ise dikkati özellikle öz devinimin kaynağı‘nın bilgisine yöneltmektedir.[34]
İlk gelişim türü tedricilikle nitelenmiştir ve nedeni gizlidir ya da Tanrı gibi dış kaynaklara atfedilebilir. Lenin, iç çelişkiden hareketle ikinci kavramı ise şöyle tanımlar: “hayat doludur. Varolan her şeydeki ‘özdevinim’in anahtarını sadece bu ikinci görüş verir; ve gene sadece o verir ‘sıçramalar’ın, ‘derecelenmede kesikliğe uğrayış’ın, ‘karşıta çevriliş’in, eskinin yıkılışının ve yeninin doğuşunun anahtarını.”[35]
Lenin, diyalektik değişimin, “bir ‘form’un bir başka forma sıçramalar aracılığıyla geçmesi”[36] şeklinde gerçekleştiği sonucuna varır. Nitekim, her ulusun ilk olarak bir burjuva devrimi ardından bir sosyalist devrim yaşayacağı gibi, geleceğe ilişkin önceden yazılmış basit bir tarih yoktur. Daha çok, oluşabilecek ve devrimci sosyalist mücadele için imkanlar sağlayacak kesintiler ve açıklıklar vardır. Ve Lenin devrimcilerin olayların ve sıçramaların meydana geldiği bu tarihin diyalektiğinin radikal açıklığını anlamaları gerektiğine inandı. Devrimcilerin görevi, bir durumu, cansız bir dogmaya değil “her bir özel tarihsel duruma ilişkin somut analize”[37] dayanarak incelemek ve devrimci mücadeleyi ileri taşımaktı.
Daniel Bensaid, Lenin’in diyalektik gerçeklik anlayışını şu görüşle dile getiriyor: “Devrimlerin ivmelenmeler ve yavaşlamalarla belirginleşen, kendi tempoları vardır. Ayrıca düz çizginin çatallanma ve ani dönüşlerle kesildiği, kendilerine ait bir geometrileri vardır.”[38]
Lenin’e göre, profesyonel devrimci eylemcinin, bu analiz yöntemini, devrimde ona yol göstermek için canlı sınıf mücadelesine uygulaması gerekliydi:
Canlı sezgiden soyut düşünceye, ve soyut düşünceden de pratiğe –hakikat bilgisinin, nesnel gerçeklik bilgisinin diyalektik yolu işte budur.[39]
Gerçekliğin diyalektik incelenmesi sayesinde Marksistler bir strateji anlayışı ve olaylar zincirinin devrimci mücadeleye yol gösterdiği durumları görme yeteneği geliştirecekti. Ve yalnızca devrimci diyalektik yoluyla bütünü tüm çelişkileri ve devinimi içinde bilebilmekle uygun stratejileri geliştirmek mümkün olmuştu ve olacaktı. Lenin şöyle diyordu:
Basitçe devrimci ve sosyalizm yandaşı ya da komünist olmak yetmez. Verili her anda, tüm zinciri sımsıkı elde tutmak ve bir sonraki halkaya geçişi esaslı bir şekilde hazırlamak için, vargücünle asılman gereken zincirin o özel halkasını bulmayı bilmek gerekir, ve olayların tarihsel zincirinde halkaların düzeni, biçimi, bağıntısı, birbirinden farkı, bir demircinin yaptığı normal bir zincirdeki gibi kolay ve basit değildir.[40]
Kişisel olarak Lenin için teori ve pratik arasında hiçbir ayrılık yoktu. Devrimci Victor Serge’in gözlemlerine göre Lenin’in düşüncesi eylemdi. Makaleleri eylemin günlük gerekliliklerine göre yazılmıştı, eylemle özdeşti, onu önceliyordu, teşvik ediyordu ve gerekçelendiriyordu. Bu bizim bu heybetli kişiliğin temel özelliklerinden biri olarak dosdoğru keşfedeceğimiz şeydir: Lenin’de eylem ve düşünce arasında hiçbir ayrılık yoktur. Onda, bir entellektüelin mesleki kusurlarından hiçbiri yoktur. Asla hiçbir soyut spekülasyon yoktur. Akıl ve irade arasında tam bir uyum söz konusudur.”[41]
Lenin’in sosyalist devrimi gerçekleştirmek için tüm düşüncesinin bir sonucu ve amacı vardır. “Devrimin güncelliği: Lenin’in temel düşüncesi ve aynı zamanda onu Marx’a kesin olarak bağlayan nokta budur. Çünkü proleter sınıf mücadelesinin kavramsal ifadesi olarak tarihsel maddecilik, teorik olarak da ancak tarihsel bir anda, devrim tarihin gündeminde pratik bir güncellik kazandığında anlaşılabilir ve formüle edilebilir. Marx’ın deyişiyle proletaryanın sefaletinde yalnızca sefaletin kendisinin değil, “eski toplumu altüst edecek” devrimci yanın da görülebildiği anda anlaşılabilir.’”[42] Kautsky ve İkinci Enternasyonalin tersine, Lenin, Marksizmi bir eylem felsefesi olarak gördü.
Lenin için, devrimci Marksizmin diyalektik çekirdeği, analiz etme ve gerçekliğin ivediliklerine uyum sağlama yeteneği, yürüyüş hattını görmesine ve onun için hazırlanmasına olanak tanır. Kaynayıp taşan çelişkileri görebilir. Çalışmalarında, çıkan olanakları, diğerleri bu olanaklara karşı kör kalmaya devam ederken Lenin görebildi. Örneğin 1917’de Çar alaşağı edildikten sonra birçok devrimci geçici hükümeti desteklemek için sıraya girdi. Ancak Lenin devrimci sıçramanın çok uzak olmadığını ve dünya savaşının başlattığı krizin toplumun çelişkilerini kaynama noktasına getirdiğini görebildi. Ve Lenin, bu çelişkide, sosyalizm umudunu gördü.
III. Köylüler
Lenin’in Rus Sosyal Demokrasisinin Ekonomistler olarak bilinen bir eğilimine karşı az tahammülü vardı. Ekonomistlere göre, ekonomik mücadele işçilerin doğal amacıydı, çünkü politik müdahalenin hiçbir etkisi olamazdı. İşçiler acil menfaatlerinin ötesinde sorunlarla ilgilenmediklerinden ileri fikirleri kavrayamazlardı. Bu nedenle politika, politik özgürlük getirecek burjuvaziye bırakılırken işçiler bu mücadelede burjuvaziyi desteklemeli ve kendi acil ve dar ekonomik çıkarlarına (örn. ücretler, saatler, sendikal hakkın tanınması vb.) odaklanmalıydı. Ekonomistler ekonomik mücadeleye katılım sonucunda kaçınılmaz olarak politik bir anlayışın oluşacağına inanıyordu. Ancak Lenin, işçilerin kendi acil çıkarları için mücadele ederken politik sorunların farkına vardıklarını biliyordu. Aynı zamanda burjuvazi demokratik özgürlükler için savaşmaktan devamlı olarak geri duruyordu.
Lenin, “siyasi ajitasyon, iktisadi ajitasyonu izlemelidir” diyen ekonomistlerle alay etti. “İktisadi savaşımın, genel olarak yığınları siyasal savaşıma sürükleyebilecek ‘en geniş uygulanabilirliğe sahip araç olduğu doğru mudur?” Kendi sorusunu üzerine basarak cevapladı:
Tamamıyla yanlıştır. Yalnızca iktisadi mücadeleye olan bağlantısı bakımından değil, polis zorbalığının ve otokratik zulmün bütün belirtileri, yığınları “çekmekte” hiç de daha az “geniş uygulanabilirliğe sahip” bir araç değildir. Zemskiye naçalniki ve köylülerin kırbaçlanması, memurların rüşvetçiliği ve polisin kentlerde “sıradan halka” karşı davranışı, açlara karşı mücadele, halkın aydınlanma ve bilgi için olan çabasının baskı altına alınması, vergilerin zorla tahsili ve dinsel mezheplerin ezilmesi, erlere karşı aşağılayıcı davranışlar ve öğrencilerle liberal aydınlara kışla yöntemlerinin uygulanması – bütün bunlar, ve zorbalığın buna benzer binlerce belirtisi, “iktisadi” mücadeleyle doğrudan doğruya bağlantılı olmamakla birlikte, siyasal ajitasyon için ve yığınları siyasal mücadeleye çekmek için, genel olarak, daha az “geniş uygulanabilirliğe sahip” fırsatlar mıdır? Doğru olan, bunun tam tersidir. İşçilerin (bizzat kendilerinin ya da onlarla yakın bağları olanların), zulümden, zorbalıktan ve hak yoksunluğundan acı çektiği durumların toplamı içinde, sendikal mücadeledeki polis zorbalığı durumları, hiç şüphe yok ki, azınlıkta kalır. O halde sosyal-demokratların, genel olarak söylemek gerekirse, hiç de daha az “geniş uygulanabilirliğe sahip” olmayan öteki araçlara da sahip bulunması gerekirken, niçin araçlardan yalnızca birini “en geniş uygulanabilirliğe sahip araç” ilan ederek siyasal ajitasyonun kapsamını önceden sınırlandıralım?[43]
Lenin sosyal demokratların yalnızca sendikalar ve işyeri koşulları için savaşmaması ayrıca Çarın polisinin Rus toplumuna zulmüne karşı da savaşması ve bu zulmü ifşa etmesi gerektiğine inanıyordu. Lenin bu politik görevi üstlenmeyen ve kitlelerin ileri politik düşünceleri kavrayamayacağı pesimizmini gösterek dar bir biçimde ekonomiye odaklanan sosyal demokratları kınamıştır. “Eğer bütün utanç verici haksızlıklara karşı yeteri kadar geniş, çarpıcı ve anında teşhirleri hâlâ örgütleyemiyorsak suç bizdedir, yığın hareketinin gerisinde kalışımızdadır. Bunu yaptığımız zaman (ve bunu yapmak zorundayız ve yapabiliriz de), en geri işçi bile, öğrencilerin ve dinsel mezheplerin de, köylülerin ve yazarların da, kendisini yaşamının her adımında baskı altında tutan ve ezen aynı karanlık güçler tarafından hareketlere ve keyfi davranışlara uğradıklarını anlayacak ya da içinde duyacaktır; ve bunu duyunca kendisi de tepki göstermek isteyecektir, bu yolda dayanılmaz bir istek duyacaktır…”[44] diyordu Lenin.
Lenin’in devrimci partiyi desteklemesini istediği bir toplum kesimi de köylülerdi. 1861’de endüstriyel kapitalizmin gelişimi ve serflerin özgürlüğüne kavuşmasına rağmen Rusya ezici çoğunlukla bir tarım ve köylü ülkesi olmaya devam etti. Lenin serflerin özgürlüğe kavuşmasının genel sonucunun “köylülerin aşırı yoksul, ezilmiş, ihmal edilmiş kalmasına ve mahkemelerde, idari organlarda, okullarda ve Zemstvo’larda feodal torak sahiplerine maruz kalması olduğunu” gözlemledi. “Büyük reform feodal bir reformdu, feodal toprak sahipleri tarafından yürütüldüğü için hiçbir şey yapamazdı.”[45]
Pazar büyüdükçe eskiden kendi mallarını kendi arazilerinde üreten köylüler artık pazara gitmek sorunda kalmıştı. Aletler geri kalmıştı. Kıtlık Rusya’da sık görülmekteydi. Kitle yoksul ve sefil kalmaya devam ederken az sayıda köylü (ve toprak sahibi) zenginleşmişti. Birçok köylü kendi arazilerini terk ederek şehirlerde genişleyen endüstrilere gitmişti. Rusya köylüsü topraksız proletarya ve tarımsal burjuvaziye bölünmüştü. Rusya kapitalizminin gelişmesi köylülere özgürlük getirmemiş daha çok onları yoksullaştırmıştı.
Aslında, Rus burjuvazisi, aristokrasi ile uzlaşmış, köylü sınıfını geri kalmışlığa terk ederek kapitalizmin kırsal kesimde gelişmesini yavaşlatmıştı. Troçki’nin gözlemlerine göre “tarih sahnesine geç çıkan, zamanından evvel bir yaşlılık sendromuna tutulan açgözlü ve korkak Rus burjuvazisi, feodal mülkiyete el uzatmaya cesaret edemedi. Bu suretle iktidar sırasını ve bununla birlikte burjuva toplumunun kaderini çizme hakkını da proletaryaya vermiş oldu.”[46] Öyleyse köylü sınıfına burjuvazi kurtuluş sağlayamamışsa kim sağlayabilirdi? Lenin’in devrimci stratejisi, “kapitalist toplumda proletaryanın tek başına gerçek bir devrimci sınıf olduğu tartışmasız gerçeğine”[47] dayanıyordu. İşçi sınıfı ekonomik olarak şehirlerde yoğunlaşmış devrimci bir sınıf olsa da Rusya’da hâlâ açık bir azınlığı oluşturuyordu. Köylü sınıfını (ve kendisini) Çarlık’tan kurtarmak amacıyla işçi sınıfının köylü sınıfı ile bir ittifak oluşturması gerekiyordu. Bu ittifakın kazanılamaması, beklenen devrimin (burjuva veya sosyalist) yenilgiye mahkûm olması anlamına gelecekti.
Şöyle diyordu Lenin: “Ülkemizde burjuva-demokratik hareketin tam zaferi yalnızca ‘uzlaşan’ liberal burjuvaziye rağmen ve yalnızca demokratik köylü kitlesinin tam özgürlük ve ülkenin tamamı için kavgada proletaryayı izlemesi durumunda mümkündür.”[48]
Lenin, Rus devriminin, temel burjuva görevleri yürütmesi (cumhuriyet, 8 saatlik işgünü ve toprak dağıtımı)[49] gerekse dahi, çok ödlekçe hareket ettiği için burjuvazinin önderliğinde olmayacağına inanıyordu. Burjuvalar, Çarlığın temel yapılarını yerinde bırakarak reforma başvuracaktı. Bu reformlar burjuvaziye yarayacak, ne var ki hem proletarya hem de köylüler sefalet çekecekti. Gerekli olan, “çürümüş organın en çabuk bir biçimde kesilip atılmasında proletaryanın en az acı çekeceği, kokuşmuş olan şeylerin atılmasında en kestirme, monarşiye ve onu getirdiği iğrenç, aşağılık, çürümüş ve zararlı kurumlara en az boyun eğmeyi ve bunları en az dikkate almayı gerektiren”[50] kapsamlı ve esaslı bir devrimdi. Lenin’e göre proletarya Çarlığın ve feodalizmin kalıntılarını süpürecek tek tutarlı demokratik güç olabilirdi. “Ve proletarya köylülerin taleplerini destekleseydi, onlarla ittifak yapsaydı ve gerçekten devrimci bir tarzda hareket etseydi, zaferin sonucu, burjuva devriminde zafer kazanan ‘proletarya ve köylülüğün’ bir koalisyonu olacaktı ve bu da proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğünden başka hiçbir şey değildir.”[51]
Bu, Lenin’in, 1905 Devrim dönemi sırasında, yaklaşan devrimi iki aşamaya ayırdığı (burjuva ve sosyalist) sırada geliştirdiği perspektiftir. Lenin, burjuva devrimi sırasında proletaryanın Çarlığa karşı köylülüğün tamamı ile birlikte yürüyeceğine inandı. Ne var ki köylüler küçük arazi sahipleri ve küçük işletme sahipleri ile karakterizeydi. Köylüler bölünmüştü ve ayrı ayrı özel çiftliklerde çalışıyorlardı. Daha zengin köylülerin çoğu sosyalizme ilerlemeye karşı direnç gösterecekti. Yine de Lenin Çarlığa karşı bütün köylülükle ile birlikte mücadele etmeye hazırdı ancak sosyalist devrim sırasında proletarya “köylülüğün yoksul, proleter ve yarı-proleter kesimiyle ittifak kuracak ve birlikte sosyalist devrime doğru ileri [gidecekti]! Bolşeviklerin politikası buydu, ve biricik Marksist politika da buydu.”[52]
1917’de yıllarca savaştan ve milyonlarca ölümden sonra askerler (üniformalı köylüler) barış talep ediyordu. Köylüler toprak talep ediyordu. Ve şehirlerdeki açlık çeken işçiler ekmek talep ediyordu. Çarlık otokrasisi çöktüğünde burjuva Geçici Hükümeti kitlelerin taleplerini karşılamak için hiçbir çaba göstermedi. Lenin bu anın devrimin ikinci sosyalist aşamasına geçmek için uygun vakit olduğunu görebildi. Lenin, Nisan Tezlerinde, sosyalist devrim aşamasında muzaffer devrimin “iktidarı proletaryaya ve köylülüğün yoksul katlarına devretmesi gerektiğini”[53] ilan ediyordu.
Geçici Hükümet köylülere toprak vermeye çekindiğinde köylülük kendi işini kendi gördü ve zorla aldı. Lenin ve Bolşeviklerin bu eylemi desteklemeleri proletarya ile köylülük arasındaki ittifakı kazanmalarına ve Kasım 1917’de iktidarı almalarına olanak tanıdı. Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler gibi diğer devrimciler, Rusya’da güya sosyalist devrimin zamanı gelmediğinden burjuvalar ile işbirliği yaparken, yalnızca Lenin, işçilerin köylülerle ittifak yapması halinde durumun sunduğu olanakları gördü. Lenin, devrimden sonra, Marx’tan alıntı yaparak şöyle diyordu ” ‘Almanya’da her şey, proletarya devriminin Köylü Savaşının ikinci bir edisyonuyla desteklenmesi olanağına bağlı olacaktır. İşte o zaman her şey mükemmel olacaktır.’ İşte, şimdi boğazına kadar sosyalizme ihanete batmış ve burjuvazinin kucağına düşmüş Menşeviklerimizin 1905’ten beri anlamakta güçlük çektikleri budur.”[54]
Lenin’in köylülükle ittifakta işçi sınıfının önderliği üzerine kurulu politika tarzı, Rusya’da bir sosyalist devrimi yürütmek için gerekli karşı-hegemonik bir blok oluşturabilmişti. Lenin’in sosyalizm anlayışı Slavoj Zizek’e göre, “bir sıçrama yapılması, durumun paradoksu içine balıklama dalınması, fırsatın değerlendirilerek müdahale edilmesi, durum prematüre bile olsa, başlangıçtaki durumu ‘prematüre gösteren ‘nesnel’ kuvvetler ilişkisini radikal biçimde değiştirecek tam da bu ‘prematüre’ müdahale kumarını oynamayı –yani, durumun ‘prematüre’ olduğunu bize söyleyen standardın kendisini kaale almamayı– içeriyordu.”[55]
IV. Silahlı Halk
Paris Komününün hatalarını analiz ettiği 1908 yılında Lenin, proletaryanın zafere ulaşmasını engelleyen iki hatayı belirler. Bunlardan biri şuydu:
Proletarya yarı yolda durdu: “mülksüzleştiricileri mülksüzleştirme”ye girişecek yerde, ülkede ortak bir ulusal görev ile birleşen yüce bir adaletin kurulması üzerine düşlere kapıldı; örneğin bankalar gibi kurumlara hiç dokunulmadı, prudoncu “adaletli değişim” vb. teorisi henüz sosyalistler arasında egemen bulunuyordu. İkinci yanılgı, proletaryanın çok büyük yüce gönüllülüğü oldu; düşmanlarını ortadan kaldıracak yerde proletarya, onlar üzerinde sağtörel (morale) bir etkide bulunmaya çalıştı, iç savaştaki salt askeri eylemlerin önemini savsadı ve Paris’teki zaferini Versailles üzerine gözüpek bir saldırı ile taçlandıracak yerde oyalandı ve Versailles hükümetine karanlık güçleri toplamak ve kendini Mayıstaki kanlı haftaya hazırlamak zamanını kazandırdı.[56]
Lenin gelecekte Rus Sosyal Demokratlarının bu hataları tekrarlamaması gerektiği konusunda kararlıydı. Gereken şey, burjuvaziye sonuç alıcı darbeler vurma ve özel mülkiyete despotik akınlar yapma zorunluluğunu ve iktidara giden tek yolun silahlı mücadele olduğunu kavramaktı.
Her ne kadar Lenin devrimciler için barışçıl mücadeleyle ilgilenme ve reformlar için mücadele etme ihtiyacını hiçbir zaman reddetmese de, nihayetinde bir devrimin seçimler veya parlamenter mücadele yoluyla barışçıl bir şekilde gelebileceğine inanmaz. Lenin devletin halka tarafsız bir şekilde hizmet eden, sınıfların üzerinde duran doğal bir aygıt olduğunu düşünmez. Tersine, en demokratik cumhuriyette bile “devlet, bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır; sınıflar arasındaki çatışmayı hafifleterek, bu baskıyı yasallaştırıp pekiştiren bir ‘düzen’in kurulmasıdır.”[57] Paris Komünü çalışmasında Lenin’in Marx’ı izleyerek savunduğu şudur: “proletarya, ‘yönetim aygıtını’ ve tüm devlet aygıtını yıkar ve onun yerine silahlı işçiler tarafından oluşturulan bir yenisini koyar.”[58]
1917’de Lenin, Rus Devriminin yarattığı Sovyetlerin Paris Komünüyle eşdeğer olduğunu savunuyordu. Lenin’e göre Sovyetler “proletarya ile (asker üniforması altındaki) köylülük”ten oluşuyordu. “[Bu hükümetin] siyasal niteliği nedir? Devrimci bir diktatörlük, yani merkezi bir devlet iktidarı tarafından yayınlanan bir yasaya değil, ama doğrudan doğruya devrimci bir zorlamaya, halk yığınlarının aşağıdan gelen dolaysız girişkenliğine dayanan bir iktidar… Bu iktidar, 1871 Paris Komünü ile aynı tipte bir iktidardır.”[59] Kapitalist devletin yapısı ve silahlı mücadele ihtiyacını göz önüne alan Lenin, işçilerin silah kullanmayı öğrenmesi gerektiğini üzerine basa basa söylemişti. “Silah elde etmeye ve bunların kullanılışını öğrenmeye çalışmayan ezilen bir sınıf köle muamelesi görmeyi hak eder.”[60]
Buraya kadar anlatılanlardan net bir şekilde anlaşılacağı gibi, Lenin’in iktidarın silahla devrimci bir tarzda ele geçirilmesi anlayışı, Blankici anlayıştan temelden farklıydı. Lenin’in tüm teorisi ve pratiği, iktidarın kitlelerden kopuk küçük bir komplocu grup tarafından ele geçirilebileceği fikrinden ayrılıyordu. Rus Devrimi esnasında Lenin, Bolşevik stratejisinin temelini, Geçici Hükümetin “ne barış, ne ekmek ne de tam özgürlük verebilecek, oligarşik, burjuva ve halka dayalı olmayan bir hükümet olduğundan devrilmesi zorunluluğu” ve aynı zamanda devrimci işçilerin Sovyet İktidarını desteklemek için sabırla krizi açıklayarak ve olgunlaşmasını bekleyerek çoğunluğu kazanması zorunluluğu olarak formüle ediyordu. Lenin bunu net bir ifadeyle belirtiyor: “Biz Blankici, yani iktidarın bir azınlık tarafından alınması yandaşları değiliz.”[61]
Marksistleri ayaklanmayı bir sanat olarak gördükleri için, Blankicilikle suçlamak! Ayaklanmanın bir sanat olduğunu, onu bir sanat olarak ele almak gerektiğini, ilk başarıları kazanmak ve kargaşalık içine düşmesinden yararlanarak, düşmana karşı yürüyüşü aksatmaksızın, başarıdan başarıya ilerlemek gerektiğini, vb., vb. söyleyerek bu konudaki fikrini en belirgin, en açık ve en kesin bir biçimde açıklayanın Marx’ın ta kendisi olduğunu hiçbir Marksist yadsıyamayacağına göre, gerçeğin bundan daha apaçık bir çarpıtılması olamaz. Başarmak için, ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama öncü sınıfına dayanmalıdır. İşte birinci nokta. Ayaklanma halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İşte ikinci nokta. Ayaklanma yükselen devrim tarihinin, halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir. İşte üçüncü nokta. Ayaklanma sorununu koyma biçiminde, Marksizmin Blankicilikten ayrılması sonucunu veren üç koşul, işte bunlardır. Ama bu koşullar yerine geldikten sonra, ayaklanmayı bir sanat olarak görmeyi kabul etmemek, Marksizme ihanet etmektir, devrime ihanet etmektir.[62]
Böylece ayaklanmayla ilgili Marksist konumun özüne ulaşıyoruz. İlk olarak, bir ayaklanma bütünüyle komploya değil, halkın devrimci patlamasına dayanmalıdır. İkincisi, devrimci faaliyetin yoğunluğu artıyor olmalıdır. Son olarak sınıf düşmanı içindeki bölünmeler, kararsızlıklar en yüksek noktasında olmalıdır. Bu koşulların tümü, işçiler ve diğer müttefik sınıfların desteklediği yeni bir devlet iktidarını savunan halkın sözcülerinden oluşan devrimci bir partiye ve bu partinin, somut durumun somut tahlilini yapabilen Marksizmin gelişmiş politik teorisinin kılavuzluğunda hareket etmesine dayandığı için Blankicilikten önemli ölçüde ayrılır.
Her ne kadar Lenin “Marksizm ve Ayaklanma”da ayaklanmaya ilişkin Marksist ve Blankici yaklaşımlar arasındaki farklar için genel bir tartışma sunsa da, daha sonra 1917’de bu farkları “Yoldaşlara Mektup” ile keskinleştirir. Aşağıdaki alıntıda net bir şekilde görüldüğü gibi, bu konuda Blankicilik ile Marksizm arasında bir uçurum vardır:
Eğer belirli bir sınıfın siyasal partisi tarafından örgütlendirilmemişse, eğer örgütleyicileri genel olarak siyasal anı ve özel olarak da uluslararası durumu doğru biçimde değerlendirmemişlerse, eğer onlar halkın çoğunluğunun (olaylarla kanıtlanmış) sevgi ve güvenini kazanmamışlarsa, eğer devrimin izlediği seyir, küçük-burjuvazinin sınıflar arasında anlaşmanın olanağına ve etkinliğine olan inancını ve umutlarını kırmamışsa, eğer komplonun düzenleyicileri, ‘tam yetkiye sahip’ ya da Sovyetler gibi ulusun yaşantısında önemli bir yeri olan devrimci savaşım organları içinde çoğunluğu elde etmemişlerse; eğer (savaş halinde) orduda, halkın iradesine karşın, haksız bir kâr savaşı sürdüren bir hükümete karşı belirli bir düşmanlık duygusu yoksa; eğer ayaklanmanın sloganları (‘bütün iktidar Sovyetlere’, ‘toprak köylüye’, ‘savaş halinde bulunan bütün devletlere derhal yapılacak bir demokratik barış önerisi’, ‘gizli anlaşmaların derhal yürürlükten kaldırılması’, ‘gizli diplomasinin yasaklanması’ vb.) büyük çoğunluk arasında yaygın değilse, eğer ileri bilinçte olan işçiler yığınların durumunun umutsuzluğu kanısında değillerse ve köylülerin (önemli bir hareketi ile ya da büyük toprak sahiplerine karşı ve onları savunan hükümete karşı büyük ölçüde bir ayaklanmayla kanıtlanan) desteğini sağlamamışlarsa; eğer iktisadi durum, bunalımın olumlu biçimde barışçı araçlarla ve parlamenter yoldan çözüme bağlanmasının ciddi olarak umulmasına izin veriyorsa (bu kadarı belki yeterlidir) askeri bir komploya girişmek Blankicilikten başka bir şey değildir.[63]
Lenin, hiçbir savaş planının plana uygun şekilde ilerlemek zorunda olmadığının farkındaydı ancak pratik, inisiyatif ve atılganlık olmaksızın partinin felç olacağını düşünüyordu: “asıl önemli şey bu deneme saldırılarından korkmamak, bir an önce eylemli pratikten öğrenmeye başlamaktır. Tabii ki aşırı uçlarda yozlaşabilirler, ancak bu yarının derdidir, bugünün derdi ise durgunluğumuzdur, doktriner ruhumuzdur, öğrenilmiş hareketsizliğimizdir ve ihtiyarlara özgü inisiyatif alma korkumuzdur.”[64] Ve aslında devrimciler, derin krizde kandırılarak ya da kendileri inanarak toplumsal düzenin savunucusu olan düşman askerlerin, “bir çırpıda bizden yana geçeceklerini” beklemek yerine onlarla savaşma isteğinde olacaktır; bu da ordudaki bölünmeleri ve kararsızlıkları hızlandırmaya yardımcı olacaktır. “Bununla birlikte, gerçekten halkçı her harekette olduğu gibi, askerlerin kararsızlığı, devrimci çarpışma kızıştığında iki tarafı da askerleri elde etme savaşına sürükler… Ancak, bir ayaklanma anında askerleri elde etmek için bedensel bir savaş da gerektiğini unutursak, zavallı bilgiçler olup çıkarız.”[65]
Lenin ayaklanmanın teknik yönünü de ihmal etmiyor ve düşmanın onları hazırlıksız yakalamaması için şehirdeki kitlelerin daha organize olması gerektiğini düşünüyordu:
Çizgimizin doğruluğu her geçen gün tarafından kanıtlanıyor. Başarıyla sonuçlandırmak için proleter kitleler şu anda olduğundan üç kat daha örgütlü olmalıdır. Her semt, her parsel, her fabrika, her askeri bölük tek bir vücut gibi davranma özelliğine sahip, güçlü, birbirine kenetlenmiş bir örgüte sahip olmalı. Bu örgütlerden her biri merkezle, Merkez Komiteyle doğrudan bağlara sahip olmalı ve bu bağlar güçlü olmalı, öyle ki düşman bu bağları ilk darbede kıramasın; bu bağlar kalıcı olmalıdır, her gün ve her saat güçlendirilmeli ve sınanmalıdır, öyle ki düşman bizi gafil avlamasın.[66]
Ve Lenin, saldırma ve ayaklanmayı bir sanat gibi işleme zamanı geldiğinde, merkezi komutanın, başkentteki stratejik noktaların zaptedilmesinin, hükümet liderlerine, orduya ve önemli garnizonlara karşı harekete geçilmesinin gerekli olduğu fikrindeydi:
Ve ayaklanmayı Marksistler olarak, yani bir sanat olarak görmek için, aynı zamanda, bir dakika yitirmeksizin, ayaklanma müfrezeleri kurmayını örgütlemeli, güçlerimizi yerli yerine dağıtmalı, güvenilir alayları en önemi noktalara göndermeli Aleksandra Tiyatrosunu kuşatmalı, Peter ve Paul Kalesini kuşatmalı, genelkurmayı ve hükümeti tutuklamalı, harpokulu öğrencilerine ve “vahşi tümen”e karşı, düşmanı kentin stratejik merkezlerine sokmaktansa, ölmeye hazır müfrezeleri göndermeliyiz; silahlı işçileri seferber etmeli, onları son ve amansız bir savaşıma çağırmalı, telgraf ve telefonu aynı zamanda işgal etmeli, bizim ayaklanma kurmayımızı Telefon Merkezine yerleştirmeli, onu bütün fabrikalara, bütün alaylara, bütün silahlı savaşım merkezlerine, vb. telefonla bağlamalıyız.[67]
Her ne kadar Lenin bir devrimin ezilen sınıfların çoğunluğunun desteğine dayanması gerektiğini düşünüyor olsa da, kitlelerin arzusunun kesin olarak tespit edilebileceği herhangi bir dış garanti olmadığının farkındaydı. Ancak zamanı geldiğinde, devrimcilerin harekete geçmesi ve kazanmak için savaşması gerekiyordu. “Devam. Devrimin devletteki ‘mutat durum’dan farkı, devlet yaşamının tartışmalı sorunlarının –silahlı mücadeleye varana dek– doğrudan sınıfların mücadelesiyle ve kitlelerin mücadelesiyle karara bağlanmasıdır… Bu temel olgudan, devrimci bir dönemde, ‘çoğunluğun iradesi’ni ifade etmenin yeterli olmadığı sonucu çıkar –tayin edici anda ve tayin edici yerde daha güçlü olmak, zafer kazanmak gerekir.”[68]
Lenin tarafından dile getirilen bu silahlı kitle mücadelesi ilkeleri Kasım 1917’de Bolşevikler tarafından uygulamaya kondu. Bolşevikler –işçi sınıfı içindeki destekleri, kent Sovyetlerinde çoğunlukta olmaları, Rus ordusunun çözülmesi, köylülerin toprak işgallerinin patlaması ve hükümetin tamamen dağılmasına dayanarak– Rusya’da iktidarı ele geçirdiler ve dünyanın ilk sosyalist cumhuriyetini inşa etmek için ilk zorlu adımları attılar.[69]
V. Parti
Yukarıda açıklanan politik yaklaşımın dört gerekliliği için dört koşulun politik operatörü; halkın sözcüleri, devrimci teorinin geliştirilmesi, köylülerle sınıf ittifakı ve merkezileştirilmiş bir askeri mücadele, Alain Badiou’ya göre devrimci öncü partidir.
Lenin bunu Bir Adım İleri, İki Adım Geri’de şöyle ifade ediyor:
İktidar savaşımında, proletaryanın, örgütten başka bir silahı yoktur. Burjuva dünyasındaki anarşik rekabetin egemenliğinden ötürü birbirinden ayrı düşmüş; sermaye köleliğiyle yerine bağlanmış; azami yoksulluğun, vahşetin ve bozulmuşluğun “derin çukurları”na sürekli olarak itilmiş olan proletarya, ancak Marksizmin ilkeleri üzerinde ideolojik olarak birleşerek ve bunu, milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfı ordusu halinde kaynaştıran maddi örgüt birliğiyle pekiştirerek, yenilmez bir güç haline gelebilir ve gelecektir.[70]
İşçi sınıfı burjuvaziye, reformist veya diğer politik güçlere bel bağlayamaz, kendi bağımsız örgütüne ihtiyacı vardır. Lenin, Paris Komününün hatalarından birinin, karşı-devrimle mücadeleyi düzenlemek için net bir liderlik ve programı olan tek bir örgüte sahip olmaması olduğunu biliyordu. Önceki tartışmalardan net bir şekilde anlaşılabileceği gibi, bir devrim tek başına öncü parti tarafından yapılamaz, kitlelerin taleplerini kapitalizmin genel bir teşhiriyle ilişkilendirerek ve sosyalizme ulaşacak şekilde iktidarın devrimci bir tarzda ele geçirilmesi amacı doğrultusunda gerçekleştirilebilir.
Parti örgütsüz şekilde ve merkezi olmayan bir tarzla hareket ederse amacına ulaşamaz. Lenin’e göre bir parti için gerekli olan şey disiplindir. Bu disiplin, merkezi bir liderlik altındaki demokrasiye dayanır. Tartışma özgürlüğü ve yoldaşlar arası eşitlik vardır (üst düzey parti kurumları seçimle göreve gelir ve tabanın kontrolüne tabidir) ancak bir kez demokratik bir karar alındığında, o karar bağlayıcıdır (sonraki parti kongresine kadar) ve eylemde birlik vardır. Lenin bunu şöyle vurguluyor:
Disiplinin önemine ve işçi partisinde disiplin kavramına ilişkin görüşlerimizi sık sık ana çizgileriyle belirttik. Eylem birliği, tartışma ve eleştiri özgürlüğü –bizim tanımlamamız böyledir. Ancak böyle bir disiplin en ilerici sınıfın demokratik partisine yakışır. İşçi sınıfının gücü örgüttür. Yığınların örgütü olmazsa proletarya hiçtir. Örgütlenmiş proletarya her şeydir. Örgütlenme eylem birliğidir, pratik eylemlerin birliğidir.[71]
Yine de parti yanılmaz bir varlık değildir ve mücadele sürecinde hatalar yapabilir. Partinin, kitlelere öğretmenin yanı sıra onlardan öğrenerek hataları düzeltmesi gerekir. 1917’de Bolşevik Parti’nin Şubat Devrimine hazırlıksız yakalanan Petrograd’daki önderleri, başlangıçta Geçici Hükümeti desteklediler ve gelişen devrimi belirli sınırlarda tutma arayışındaydılar (tüm devrimci birlik adına). Oysaki kitleler Bolşevik Parti’nin solundaydı ve barış, toprak, ekmek ve sovyet iktidarı talep ediyorlardı. Bolşeviklerin kendilerini düzeltebilmeleri için kitle mücadelesinin nabzını tutabilen Lenin’in geri dönmesi ve Nisan Tezleri’ndeki devrimci yaklaşımın benimsenmesi gerekecekti. Troçki, Bolşeviklerin bu değişim-öğrenme sürecini şöyle açıklıyor:
İnsanlık tarihinin bugüne dek tanıdığı en devrimci parti yine de devrim hadiseleri karşısında hazırlıksız yakalanmıştı. Ateş altında kendini yeniden kuruyor ve hadiselerin itkisiyle yolunu buluyordu. Büyük dönemeç sırasında kitleler en soldaki partiden ‘yüz kat’ daha solda bulunuyorlardı. Doğal bir tarihi sürecin kesinliğiyle meydana gelen Bolşeviklerin etkisindeki artış, daha yakından incelendiğinde, çelişkilerle dolu, zigzaglı ve gelgitliydi. Kitleler türdeş değil, dolayısıyla devrimin ateşini ancak ellerini yakarak ve geri kaçarak körüklemeyi öğreniyorlardı. Bolşevikler olsa olsa kitlelerin bu öğrenim sürecini hızlandırabilirlerdi. Sabırla izah ediyorlardı. Ve bu kez tarih onların bu sabrını boşa çıkarmadı.[72]
Lenin, kitlelere önderlik etmek için partinin onlara hizmet etmesi ve onlarla içten bir bağa sahip olması gerektiğini biliyordu. Eğer parti yanlış bir hat izlemişse, bu, kitlelerin veya devrimin menfaatine uygun değildi. Partinin kendini düzeltme kabiliyetine ihtiyacı vardı. Lenin partinin kendi hatalarını düzeltme kabiliyetiyle ilgili olarak şunları ifade ediyor:
Bir siyasi partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddi olup olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi yığınlara karşı görevini yerine gerçekten getirip getirmediğini saptayabilmemiz için, en önemli ve en güvenilir kıstaslardan biridir. Yanılgısını açıkça teslim etmek, nedenlerini arayıp bulmak, bu yanılgıya meydan veren durumu tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek; işte ciddi bir partinin işaretleri bunlardır, ciddi bir parti için görevlerini yerine getirmek, sınıfı ve ardından da yığınları eğitmek ve bilinçlendirmek bu demektir.[73]
Yukarıda tartışıldığı gibi, Lenin’in kendi diyalektik çalışması tarihte patlamalar yaratabilecek olaylar ve sıçramaların aniden ortaya çıkmasını temel alıyordu. Kendisinin de onayladığı gibi, tüm olayların denetimi partinin elinde olamazdı ve devrimi tetikleyebilecek, bilinmeyen, yeraltında gizli bazı yangınlar veya kıvılcımlar mevcut olabilirdi:
Durmadan sistemli ve planlı hazırlıktan söz ettik, ama asla, istibdadın ancak düzenli bir kuşatmayla ya da örgütlü bir saldırıyla yıkılabileceğini söylemek istemiyoruz. Böyle bir görüş, hem saçma, hem de nazariyatçı bir görüş olur. Tam tersine, istibdadın, kendisini sürekli olarak tehdit eden kendiliğinden patlamaların ya da önceden görülemeyen siyasi karışıklıkların etkisi sonucu çökmesi son derece mümkündür ve böyle ihtimal tarihi olarak çok daha fazladır.[74]
Partinin, beklenen yerlerden geliyor olsa dahi bu patlamaların tümünü teşvik etmesi gerekiyordu, çünkü Lukács’ın gözlemlediği gibi “Eğer proletarya bu mücadeleyi kazanmak istiyorsa, burjuva toplumun dağılmasına katkıda bulunacak her eğilimi kışkırtmalı ve desteklemelidir, ve herhangi biçimde ezilen bir tabakanın her hareketini –ne kadar içgüdüsel ya da belirsiz olursa olsun– devrimci genel hareketle bütünleştirmek için elinden geleni yapmalıdır.”[75]
Paradoksal olarak, hiçbir savaş planının bir devrimci gelişmeyle temastan sağ çıkamayacağı doğru olmakla birlikte, ancak sistematik olarak plan yapma kabiliyetine sahip bir parti devrimi zafere ulaştırabilecektir. Lenin için Marksizmin diyalektik araçlarını kullanarak iyi plan yapabilen devrimci parti, birden ortaya çıkabilen, beklenmedik ve bilinmeyen olaylara daha iyi yanıt verebilecekti.
Lenin, mücadelede kendiliğinden patlamaların meydana geldiğini ve partinin genellikle kitlelerden geri kaldığını biliyordu ancak –anarşistlerin aksine– kendiliğinden mücadelenin sosyalizmi doğurmak için yeterli olmayacağını da biliyordu. Kitlelerin birbiriyle bağlantısız görünen mücadeleleriyle bağ kuran ve bunları yönlendiren, organize ve disiplinli, ayaklanmayı bir sanat gibi işleyebilen, devrimci teorinin kılavuzluk ettiği ve plan yapabilen merkezileştirilmiş bir güç gerekiyordu. Şüphesiz Lenin, bir partinin eksik olduğu bir olayın sınırları hakkında Slavoj Zizek’in aşağıdaki gözlemini onaylardı:
Hareketler içerisinde insanlar “kendilerini örgütlemeye” çalıştıklarında en fazla gelebildikleri nokta, tartışmada konuşmacıların kurayla seçildiği ve herkese konuşmak için eşit (kısa) süre verildiği eşitlikçi alan. Ancak bu gibi protesto hareketleri, birinin eyleme geçmesi, yeni bir düzen getirmesi gerektiği noktada yetersizdir –bu noktada parti gibi bir şey gereklidir.[76]
Sonuç olarak diyalektik üzerine çalışmalarından köylülerle ittifak kurmasına, bir askeri politika geliştirmesine vb.’ne kadar Lenin’in politika tarzının tamamı, parti aygıtı olmadan basitçe akademik olurdu. Eğer Lenin 1917’de Blankici örgüt tarzlarına veya sosyalizmin kendiliğinden gelişimine itimat etseydi, iktidar ele geçirilmez ve Sovyet Cumhuriyeti var olmazdı. Lenin tarafından geliştirildiği haliyle devrimci parti, Marksist politikaların operatörüdür, dünyayı değiştirmek ve sosyalizmi getirmek için teori ve pratiğin birleştiği yerdir. Lukács bunu şöyle ifade ediyor:
Leninist parti anlayışı, Marksizmin mekanik ve kaderci tarzda basitleştirilmesinden kesin kopuştur. Marksizmin gerçek özünün, en köklü eğiliminin pratik gerçekleşmesidir: “Filozoflar dünyayı yalnızca farklı olarak yorumladılar ama söz konusu olan onu değiştirmektir.”[77]
VI. Blanqui’nin Ortak Duyusu
Lenin’in politikaları ve onu Blanqui’den ayıran uçsuz bucaksız uçurumla ilgili önceki tartışmalara rağmen, yine de Lenin’in Blankici olarak suçlanmasında ufak bir gerçeklik payı vardır. Bu gerçek, Lenin ve Blanqui’nin paylaştığı ortak duyudan gelmektedir. Bunun nedeni Blanqui’nin, çağdaşlarının çok azının paylaştığı bir gerçeği, sosyalizmin büyük ütopyalar üzerine hayaller kurarak, yönetici sınıfa tüm sistemde reform yapması talebinde bulunarak veya devrimci eylem olmadan doğmayacağıdır:
Ancak programların fantastik serabını ve Ütopya Krallığının sislerini bir kenara bırakan samimi bir adam [romantik] romanı bırakıp gerçekliğe girdiğinde, ciddi ve esaslı bir şekilde konuşmaya başladığında  – “Burjuvaları silahsızlandırın, halkı silahlandırın: bunlar ilk gerekliliklerdir, devrimin sağlığının tek işaretleridir” – oh! ardından kayıtsızlık toz olur ve Fransa’nın bir ucundan diğerine uzun bir öfke uluması yankılanır. Kutsala küfür! Ata katili! Kuduz! İsyan vardır; büyük öfke bu adama yönelir; ortak duyunun ilk sözlerini alçakgönüllülükle söylediği için şeytan ilan edilir.[78]
Devrim gerçeği, aldatılmışların ve lanetlilerin rüyalarındaki gibi, uzlaştırılamayacak karşıt sınıflar arasındaki mücadele anlamına geliyordu. Yönet ya da yık şiarıydı. Ve ister Blanqui ister Lenin olsun her devrimcinin, eğer sosyalizm konusunda kararlıysa, politik iktidarın fethedilmesiyle ilgili ciddi şekilde düşünmesi gerekiyordu.
Ve tüm hataları açısından Blanqui, politik iktidarın devrimci tarzda fethedilmesi zorunluluğu açısından çeşitli sosyalist partilerdeki tüm revizyonistler ve reformistlerden ilerideydi. Devrimin örgüt, planlama ve fedakârlık gerektirdiğini biliyordu. Sosyalizm, bir farkla çoğunluğu ele geçirdiğinde, devrime oy verecek parlamenter temsilcilerin sayısının kararlı bir ilerleyişle artmasıyla ya da barışçıl reformlarla gelmeyecekti. Bernstein ve revizyonistlerin sosyalizmi, tarihin yapısındaki sıçramalar, kararlı eylem veya kopuşlarla ilgisizdi. Revizyonistlerin sosyalizmi ve ortodoks sosyalizm kaçınılmaz olandı ve güneşin doğmasını bekler gibi pasif bir şekilde beklenebilirdi. Devrimci içeriği boşaltılmış ve bilim kılığındaki bir dogmaya dönüşmüş bu sosyalizm Marksist metinlerde önceden belirtiliyordu. Ve reformistler ve revizyonistlerin sosyalizmi, hiç gelmemiş olan ve gelmeyecek olan bir sosyalizmdi.
Lenin, sosyal demokratların, anarşizme ve Blankiciliğe karşı oldukları için gerilla savaşı ve silahlı mücadeleye karşı olduklarını gururla ilan ettiklerini duyduğunda şaşırarak şunları ifade etmişti:
Bu adamlar ne söylediklerinin farkındalar mı? … Ben örgütümüzün zayıflığı ve hazırlıksız oluşu yüzünden, belli bir yerde ya da belli bir zamanda, bu kendiliğinden mücadelede parti önderliğinden kaçınmamızı anlayabilirim. Ben, bu sorunun yerel eylem işçileri tarafından saptanması gerektiğini, ve zayıf ve hazırlıksız örgütlerin yeniden biçimlendirilmesinin kolay bir şey olmadığını kavrıyorum. Ama bu, bir sosyal-demokrat teorisyen ya da yayımcının bu hazırlıksızlığı kınamadan çok, gururlu bir böbürlenme ve kendini beğenmiş bir edayla anarşizm, Blankicilik ve terörizm konusunda gençliğinde papağan gibi öğrendiği tümceleri yinelediğini gördükçe, dünyanın en devrimci öğretisinin bu aşağılanması, bana dokunuyor.[79]
Açıkça görüldüğü gibi Lenin’in eleştirisi, işçilerin silahlı mücadeleye başvurması değil, işçilerin zaferi sağlayacak bir tarzda hazırlanmamış ve organize olmamış olmasıdır. Hatta devrimci için zorunlu olan silahlı mücadeleden kaçınmıyordu çünkü bu Marksist ilkelere ihanet olurdu.
Rosa Luxemburg, Alman Sosyal Demokrat Partisi’ndeki revizyonistlerle polemiğinde şu gözlemlerde bulunmuştu: “Politik gücün ele geçirilmesine ‘Blankici bir güç kuramıdır’ diye karşı çıkan Bernstein’in karşısında bir tehlike belirir. Bu da, tüm insanlık tarihinde yüzyıllar boyu bir itici güç olan politik gücün ele geçirilmesini Bernstein’ın Blankici bir hesap hatası olarak görmesidir. Sınıfların ortaya çıkmalarından ve sınıf kavgalarının toplumların tarihinin başlıca içeriğini oluşturmasından bu yana, politik gücü ele geçirme, yükselmeye çalışan tüm sınıfların amacı olduğu kadar, her tarihsel dönemin başlangıcı ve bitiş noktasını da meydana getirmiştir.”[80] Bu nokta Troçki tarafından da tekrarlanmıştı: “İşçi sınıfı için en zoru, tarihi görevlerinin çapına uygun bir devrimci örgüt yaratmaktır. En eski ve en uygar ülkelerde, devrimci öncüyü zayıflatmak ve bölmek için muazzam güçler çalışıyor. Bu çalışmanın önemli bir kısmı sosyal demokrasinin Blankiciliğe –Marksizmin devrimci özünü kastederek oluşturulan bir adlandırma– karşı mücadelesinde yapılır.”[81]
Nihayetinde Marksizm bayrağı altında Lenin’i “Blankiciliği” için suçlayanlar, bunu devrimci ve kazanmayı isteyen bir Marksist politikayla savaşmak istedikleri için yapıyorlardı. Ve Lenin kazanmaktan korkmuyordu. 1905’te burjuvazinin yüz çevirmesine neden olan devrimci tedbirlerden ürken sosyal demokratlara cevap olarak şöyle söylüyordu: “Kazanmayı göze alıyor muyuz?” Kazanmamız uygun düşer mi? Kazanmak bizim için tehlikeli olmayacak mı? Kazanmamız gerekir mi? İlk bakışta böylesine garip görünen bu soru, her şeye karşın ortaya atıldı ve ortaya atılması da gerekiyordu, çünkü oportünistler zaferden korkuyorlardı, bundan bela doğacağı kehanetinde bulunarak ve buna doğrudan doğruya çağrıda bulunan sloganları alaya alarak, proletaryayı ondan uzak durması için korkutuyorlardı.”[82]
Lenin yalnızca politik iktidar meselesi üzerine ciddi şekilde düşünmüş, adanmış bir devrimci olması bağlamında Blankici olarak anılabilir. Ve Lenin bilinmeyene doğru devrimci bir sıçrama yapmaktan ve bu sıçramanın tüm sonuçlarını kabul etmekten korkmuyordu. Ancak Blanqui’nin aksine Lenin, devrimci zaferler uğruna savaşabilen ve devrimci zaferler kazanabilen bir teori ve pratik geliştirdi.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

[1] J. Edgar Hoover, Masters of Deceit (New York: Pocket Books, 1964), 26, 32. Ayrıca Hoover ve bu çalışma üzerine bir tartışma için bkz. Paul LeBlanc, Lenin and the Revolutionary Party (Amherst: Humanity Books, 1990), 2-3.

[2] Karl Kautsky, “Communism and Socialism: Dictatorship in the Party,” Marksist İnternet Arşivi, <http://www.marxists.org/archive/kautsky/1932/commsoc/ch03.htm> [Erişim: 7 Ekim 2013].

[3] A.g.e.

[4] Karl Kautsky, “Terrorism and Communism: Chapter VII – The Effect of Civilization on Human Customs”, Marksist İnternet Arşivi, <http://www.marxists.org/archive/kautsky/1919/terrcomm/ch07.htm> [Erişim: 7 Ekim 2013].

[5] Bkz. Organizational Questions of Russian Social Democracy, Rosa Luxemburg, Rosa Luxemburg Speaks, Editör: Mary-Alice Waters (New York: Pathfinder Press, 1970), 118. Bu nokta, Lev Troçki’nin Bolşevizm hakkındaki ünlü sözlerinde tekrarlanmaktadır “Partinin iç politikasındaki bu yöntemler ileride göreceğimiz gibi, parti örgütünün partinin kendisi, merkez komitesinin parti örgütü ve sonuçta bir diktatörün merkez komitesi yerine geçmesine neden olacaktır…”, “Our Political Tasks: Part II”, Marksist İnternet Arşivi, <http://www.marxists.org/archive/trotsky/1904/tasks/ch03.htm> [Erişim: 7 Ekim 2013]

[6] Luxemburg 1970, 118.

[7] Blankicilikle ilgili daha kapsamlı bir tartışmayla ilgilenenler yakında yayınlanacak olan Specters of Communism: Blanqui and Marx çalışmama bakabilir.

[8] Marx’ın Enternasyonalin Yedinci Yıldönümündeki Konuşmasının kaydı [24 Eylül 1871’de Londra’daki Yıldönümü Toplantısı ile ilgili Gazete Haberinden], Marx and Engels Collected Works (bundan böyle MECW) 22.634. Engels ayrıca yirmi yıl sonra şöyle diyordu: “Sosyal-demokrat hamkafa [Orijinal metin Alman hamkafa idi – DEG] son zamanlarda proletarya diktatörlüğü sözünün söylendiğini duymakla yararlı bir teröre kapılmıştır. Eh peki, baylar, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris Komününe bakınız, Paris Komünü, proletarya diktatörlüğü idi.” Karl Marx’ın Fransa’da İç Savaş’ına Giriş, (Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Çev. Kenan Somer, Sol Yay., Şubat 2005, s.21)

[9] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Çev. Kenan Somer, Sol Yay., Şubat 2005, s.66

[10] Alıntı: Walter Benjamin, The Arcades Project (Cambridge: Harvard University Press, 1999), 788.

[11] Karl Kautsky, The Road to Power (Alameda: Center for Socialist History, 2007), 41.

[12] Alain Badiou, Theory of the Subject (New York: Continuum International Publishing Group, 2009), 46.

[13] A.g.e.

[14] Bu kısmın bazı bölümleri ayrı bir makale olarak yayınlandı: Doug Enaa Greene, “The Rapids of Revolution,” Kasama Project. <http://kasamaproject.org/threads/entry/rapids-of-revolution> [Erişim: 27 Temmuz 2014].

[15] Nadezhda K. Krupskaya, “Reminiscences of Lenin”, Marksist İnternet Arşivi, <http://www.marxists.org/archive/krupskaya/works/rol/rol01.htm> [Erişim: 16 Temmuz 2011].

[16] A.g.e.

[17] The Tasks of the Russian Social Democrats, Lenin Collected Works (Fourth Edition) 2.329. (Henceforth LCW.)

[18] Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, Çev. Muzaffer Erdost, Sol Yay., Ankara 2004, s.136

[19] Lars Lih’in bu alıntıyla ilgili tartışması için bkz. Lars Lih, “Scotching the myths about Lenin’s ‘What is to be done,’” International Journal of Socialist Renewal, <http://links.org.au/node/1953> [Erişim: 1 Kasım 2012]. Orijinal alıntı: Ne Yapmalı: Hareketimizin Canalıcı Sorunları, s. 118. Ayrıca Lars Lih’in daha geniş kapsamlı tartışması için bkz: What is to Be Done in Lenin Rediscovered: What is to Be Done? In Context (Chicago: Haymarket, 2008).

[20] Lih, 2008, 746 ve Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, s. 91.

[21] Lenin, “Halkın Dostları” Kimlerdir? ve Sosyal-Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?, Çev. Vahap S. Erdoğdu, Sol Yay., Ankara 1996, s.183. Vurgu orijinalindeki gibidir. Bu pasaj Lars Lih tarafından “yaşamının geri kalan kısmında ilerleyeceği şiar” olarak vurgulanmaktadır. Lenin (London: Reaktion Books, 2011) adlı eserinde s.46’ya bakın.

[22] Lenin’in Felsefe Defterleri‘ne ilişkin bu bölümdeki birçok argümanda John Rees’in şu eserini temel alıyorum: The Algebra of Revolution: The Dialectic and the Classical Marxist Tradition (New York: Routledge, 1998), 184-94.

[23] Georg Lukács, bütün kavramını Marksizm ve burjuva bilimi arasındaki ayrım çizgisi olarak konumlandırmaktadır: “Marksizmi burjuva bilim ve düşüncesinden ayıran nitelik, ekonomik gerekçelerin tarihin açıklanmasında oynadığı öncel rol değil, “bütün” anlayışı denen görüş açısıdır. Bütün kategorisi, yani bütün’ün parçalar üzerindeki her yönden belirleyici öncellik veya üstünlüğü Marx’ın Hegel’den alıp yepyeni bir bilimin temeli haline, ama özgün bir anlayışla getirdiği yöntemin özüdür. Kapitalizmin, üreticiyi üretimin bütünsel sürecinden koparıp ayırması; çalışma sürecini emekçinin insan-bireyi olarak özelliğini hiçe sayan bölümlere ayırıp paramparça etmesi, toplumun plansız ve birbirinden ilişkisiz olarak habire üretmeye koşulan bireyler halinde atomlaştırılması v.b. bunların hepsinin kapitalizmin düşünce, bilim ve felsefesini muhakkak ki derinden etkilemesi gerekiyor. Proletarya biliminin temeldeki devrimci yanı, burjuva toplumunun karşısına sadece kendi devrimci fikirlerini koymasında değil, her şeyden önce kendi yönteminin devrimci özünden geliyor. Bütün kategorisinin öncel üstünlüğü bilimdeki devrimci ilkeyi taşıyan temeldedir.

Georg Lukács, Tarih ve Sınıf Bilinci, Çev. Yılmaz Öner, Belge Yayınları, 1998, s.87.

[24] Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, s. 31.

[25] Lenin, Seçme Eserler Cilt: 11, Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Bileşeni, Çev. Süheyla Kaya, İsmail Yarkın, s.14

[26] A.g.e., s.18

[27] Bkz. Michael Löwy, On Changing the World: Essays in Political Philosophy, From Karl Marx to Walter Benjamin (Atlantic Highlands: Humanities Press, 1993), 77-90. 84.

[28] The Discussion On Self-Determination Summed Up, LCW 22.355-6 (“Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı Üzerine Bir Tartışmanın Özeti”, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Çev: Muzaffer Erdost,Sol Yay., s.189).

[29] A.g.e., s. 189.

[30] Kendisini Marksist ortodoksiye sahip olmadığı hususunda eleştiren Menşevik Sukhanov’a karşı tartışmada Lenin şöyle cevap veriyor: “Hepsi kendilerine Marksist diyor, fakat onların Marksizm anlayışı imkansız derecede ukalaca. Onlar Marksizmde belirleyici olanı, yani devrimci diyalektiği hiç kavramamışlar.” Bkz. Our Revolution, LCW 33.476.

[31] Felsefe Defterleri, s. 303.

[32] A.g.e., s.303-4.

[33] A.g.e., s. 232.

[34] A.g.e., s.304. Sonraki birkaç paragrafı içeren bu yorumda büyük ölçüde Rees (1998,186) temel alınmıştır.

[35] Felsefe Defterleri, s. 304.

[36] A.g.e., s.404.

[37] The Junius pamphlet, LCW 22.316.

[38] Bkz. Daniel Bensaid, “Sıçramalar! Sıçramalar! Sıçramalar!”, Sebastian Budgen, Stathis Kouvelakis ve Slavoj Zizek, Yeniden Lenin: Bir Hakikat Siyasetine Doğru, Çev: Cumhur Atalay, Otonom Yayıncılık, s.177.

[39] Felsefe Defterleri, s. 138.

[40] Immediate Tasks of the Soviet Government, LCW 27.274 (“Sovyet İktidarının En Yakın Görevleri”, Seçme Eserler C. 7, s. 361).

[41] Victor Serge: The Century of the Unexpected, Essays on Revolution and Counterrevolution, ed. Al Richardson (London: Socialist Platform, 1994), 6. Emphasis in the original.

[42] Georg Lukács, Lenin: A Study in the Unity of his Thought (Cambridge: MIT Press, 1971b), 11. Vurgu orijinalindeki gibidir (Georg Lukács, Lenin’in Düşüncesi, Belge Yay., s.9).

[43] Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, s. 68.

[44] A.g.e. s.81.

[45] The Peasant Reform, LCW 7.121.

[46] Lev Troçki, “Rus Devrimini Savunurken.” (https://www.marxists.org/turkce/trocki/1932/kasim/27.htm)

[47] Revolutionary Adventurism, LCW 6.195.

[48] Agrarian Question and the Forces of Revolution, LCW 12.335.

[49] Lenin toprak dağıtımı için mücadeleyi burjuva devriminin görevleriyle aynı eksende kabul ediyordu: “Meşruiyetini ve ilericiliğini tamamen teslim ederiz ancak aynı zamanda demokratik, yani son tahlilde, burjuva-demokratik içeriğini ortaya koyarız.” On Our Agrarian Programme, LCW 8.250.

[50] İki taktik, s. 104.

[51] Assessment of the Russian Revolution, LCW 15.57.

[52] Proletariat Revolution and the Renegade Kautsky, LCW 28.310.

[53] The Tasks of the Proletariat in the Present Revolution (i.e. April Theses), LCW 24.22.Bugünkü Devrimde Proletaryanın Görevleri (yani Nisan Tezleri), s.10.

[54] Preface to The Tasks of Revolutionary Social-Democracy in the European War, LCW 21.13.

[55] Slavoj Zizek, Biri Totalitarizm mi Dedi?, Çev. Halil Nalçaoğlu, Epos Yay., Ankara 2009, s.109.

[56] Lessons of the Commune, LCW 13. 476

[57] The State and Revolution, LCW 25.392

[58] 8 Ibid. 491. A.g.e.

[59] The Dual Power, LCW 24.38.

[60] The Military Programme of the Proletariat Revolution, LCW 23.80

[61] The Dual Power, LCW 24.40

[62] Marxism and Insurrection, LCW 26. 22-23. Başka bir yerde Lenin kendi yaklaşımı ile Blanqui’ninki arasındaki farkı şöyle özetlemişti: “Halkı hiçe sayamazsınız. Bir azınlığın kendi iradesini bir çoğunluğa dayatabileceğine yalnızca hayalciler ve komplocular inandı. Bu Fransız devrimci Blanqui’nin düşüncesiydi ve yanılıyordu. Halkın çoğunluğu henüz anlamadığı için iktidarı ele geçirmeyi reddettiğinde azınlık, ister devrimci ister açıkgöz olsun, kendi isteğini halkın çoğunluğuna dayatamaz.” Bkz. Report on the Results of the Seventh (April) All-Russia Conference of the R.S.D.L.P.(B.) at a Meeting of the Petrograd Organisation, LCW 41.433.Petrograd Örgütünün bir Toplantısında RSDİP (B)’nin Tüm Rusya Yedinci (Nisan) Konferansının Sonuçları Üzerine Rapor.

In volume 3, chapter 43 of Trotsky’s History of the Russian Revolution (Ann Arbor: University of Michigan Press, 1967), 170, Troçki silahlı ayaklanma için Leninist yaklaşımı Blankici yaklaşımdan aşağıdaki gözlemlerle ayırıyor:

“İçinde yer aldığı veya tanık olduğu sayısız ayaklanmanın başarısızlıkları üzerindeki gözlemlerine ve düşüncelerine dayalı olarak Auguste Blanqui, onlar olmazsa ayaklanmanın başarısının son derece zor, hatta imkansız olduğu bir dizi taktik kural çıkarsaması yaptı. Blanqui münasip zamanda düzenli devrimci birlikler kurulmasını, bunların merkezi olarak yönetilmesini, cephane bakımından iyi beslenilmelerini, yapımları önceden düşünülmüş ve rastgele değil, sistematik biçimde savunulacak barikatların mekanda iyi hesaplanmış bir şekilde dağılmasını gerekli buluyordu. Ayaklanmanın askeri sorunlarıyla ilgili tüm bu kurallar, tabiatıyla, toplumsal koşullar ve askeri teknikteki değişmelerle kaçınılmaz olarak değişikliğe uğrarlar; ama kendi başlarına hiç de “Blankicilik” değillerdir…

“Ayaklanma bir sanattır ve bütün sanatlarda olduğu gibi yasaları vardır. Blanqui’nin kuralları devrimci savaş realizminin gerekleriydi. Blanqui’nin hatası pozitif teoreminde değil, negatif teoreminde yatıyordu. Taktik yetersizliğin ayaklanmayı başarısızlığa uğratmasından Blangui ayaklanma taktiğinin kurallarına uyulmasının kendi başına zaferi sağlamaya yeteceği sonucunu çıkartıyordu. İşte Blankiciliği Marksizmle karşı karşıya getireceğimiz asıl yer burasıdır. Fesat, ayaklanmanın yerini tutamaz. Ne kadar iyi organize olursa olsun, proletaryanın aktif bir azınlığı ülkenin genel durumundan bağımsız olarak iktidarı ele geçiremez: bu noktada, Blankicilik tarih tarafından mahkûm edilmiştir. Ama yalnız bu noktada. Pozitif teorem tüm gücünü korur. İktidarın fethi için, proletaryanın kendiliğinden güçlerin ayaklanmasından daha fazlasına ihtiyaç vardır. Ona buna uygun bir örgüt, bir plan, fesat gerekir. İşte Lenin sorunu böyle ortaya koymuştu.”

[63] Letter to Comrades, LCW 212-3.

[64] To Combat Committee of St. Petersburg Committee, LCW 9.346.

[65] Lessons of the Moscow Uprising, LCW 11.174. Benzer bir noktaya aynı kaynakta başka bir yerde değiniliyor: “Ölümü hor görmeliler ve zafere güvenmeliler. Düşmana şiddetle, canla başla saldırmalılar; ‘savunma yok, saldır’ olmalı kitlelerin sloganı; ödevleri düşmanı amansızca yok etmek olacak; çarpışmanın örgütü hareketli ve esnek olacak; askerler arasındaki kararsız öğelerin bu yana etkin olarak katılması sağlanacak. Bu büyük çarpışmada bilinçli işçi sınıfının partisi ödevini son kertesine kadar yapmalı.”

[66] Foolish Gloating, LCW 24.223-4.

[67] Marxism and Insurrection, LCW 26.27

[68] Constitutional Illusions, LCW 25.203.

[69] 1917 Rus Devriminin halkçı karakterinin tam ayrıntılı bir hikayesini sunmak bu makalenin kapsamını aşıyor. İlgilenen okuyucular bir genel bakış için aşağıdaki çalışmalara başvurabilir: Leon Trotsky 1967, Alexander Rabinowitch, Bolsheviks Come to Power: Revolution of 1917 in Petrograd (New York. W.W. Norton and Company 1978), Alexander Rabinowitch, Bolsheviks in Power: The First Year of Soviet Rule in Petrograd (Indianapolis: Indiana University Press, 2007), and Victor Serge, Year One of the Russian Revolution (New York: Holt, Rinehart and Winston, 1972).

[70] Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Sol Yay. s. 222.

[71] Party Discipline and the Fight Against the Pro-Cadet Social-Democrats, LCW 11.320 Kadetleşen Sosyal Demokratlara Karşı Savaşım ve Parti Disiplini, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, s. 264. Lenin ve Parti üzerine olan tartışma, Lenin’i bir proto-diktatör olarak görenden büyük bir demokrat olarak görene kadar çok çeşitli görüşleri kapsamaktadır. Eleştirel bir görüş için bkz. Harding, 1996, 23-7. Lenin’in Alman SPD’sine dayanan demokratik bir parti yaratmaya çalıştığı görüşüne büyük bir itiraz için, bkz. Lih 2008. Lih, Lenin’in SPD’den daha fazla demokratik yönelim oluşturmakta Marx’ın adımlarını izlediğine inanan August Nimtz’in, “Lenin – Without Marx and Engels?” (Science and Society 73 (October 2009): 452-473) adlı çalışmasına itiraz ediyor. Demokratik merkeziyetçiliğe ilişkin güzel bir değerlendirme için bkz. LeBlanc, 1990, 127-141.

[72] Trotsky 1967, Cilt 1 435-6.

[73] “Left-Wing” Communism: An Infantile Disorder, LCW 31.57.  Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı s.47. Lenin ayrıca şöyle söylüyor: “Bireyler için doğru olan şey, nispetler korunmak şartıyla, siyaset için de, partiler için de doğru olabilir ve bunlara uygulanabilir. Akıllı adam, yanlış yapmayan adam değildir. Böylesi yoktur ve olamaz. Akıllı adam odur ki, pek vahim olmayan yanlışlar yapar ve onları kolayca ve çabuk düzeltir.” A.g.e., 35-6,

[74] Where to Begin, LCW 5.24. Benzer bir noktaya “Sol” Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı eserinde de değiniliyor: “Hangi kıvılcımın, –dünya iktisadi ve siyasi bunalımın etkisiyle, bütün ülkelerde her yandan şimdi fışkırdamakta olan kıvılcımlar yığını içinde hangi kıvılcımın–, yığınların özel uyanışı anlamında yangını alevlendireceğini bilemeyiz. Onun için, biz, yeni ilkelerimizi harekete getirmeli ve bütün alanları, en eskileri, en yıpratılmış ve görünürde en kısır alanları bile ‘hazırlamalıyız’; yoksa görevimizi hakkıyla yerine getiremeyiz, kendi içimize kapanmış oluruz, bütün silahlara sahip olamayız, ve … burjuvaziye karşı zafer kazanmak için gerekli hazırlığımızı yapamayız.” (sayfa 88)

[75] Lukács 1971b, 29-30. Daha sonra A.g.e. s. 38’de Lukács partinin “kitlelerin kendi doğru sınıf içgüdülerinden kaynaklanan kendiliğinden bulgularını, devrimci mücadelenin bütünlüğüyle birleştirmesi ve onları bilinçli kılması” gerektiğini söyler.

[76] Bkz. “Answers Without Questions”, Slavoj Zizek, ed. Idea of Communism 2: New York Conference (New York: Verso Books, 189), 189.

[77] Lukács 1971b, 38.

[78] “‘The Imaginary Party’ Introduces Blanqui.” Not Bored <http://www.notbored.org/blanqui.html>.

[Erişim 10 Eylül 2013].

[79] Guerrilla Warfare LCW 11.220-1.

[80] Bkz. Reform and Revolution, Luxemburg 1970, 77.

[81] Volume three of Trotsky 1967, 171. Troçki – Rus Devriminin Tarihi 3, s.180.

[82] Two Tactics of Social-Democracy in the Democratic Revolution, LCW 9.108. İki taktik, s. 104.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar