Ana SayfaGüncel YazılarFırtına Sirenleri

Fırtına Sirenleri

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Nesnelliğin Çağrısı Devrimci Öznenin Yokluğu

Çökmüş bir devlet sathı ve koşullarında devrimi aramak… Türkiye tarafının tarihselliğinin mevcut konjonktürde beliren ironisi burada düğümlenmiştir. Ezenler, devletli egemenlikten devletsizliğe doğru gidişinin getirdiği güvencesizliği sonuna kadar yaşıyorlar; seferberlik ilan ediyor, ikinci Kurtuluş Savaşı çağrıları yapıyor, boşluğu öyle ya da böyle doldurmak için umarsızca hamleler yapmaya çalışıyorlar. Yapılan her hamle, beliren hızlı sonuçlarıyla güvencesizliklerini derinleştiren etkiler üretmekten başka bir işe yaramıyor: Devletin Erdoğan’da temsil bulan hali, içerde kurumsal çöküş, dışarıda da politik kuşatılmışlık haliyle orta yerde duruyor.

Devlet ve devrim… Bu iki karşıt politik nesnellik kutbu arasındaki açı farkının devrim lehine kapatılamadığı, fakat devletin asgari varlık koşullarından da ancak birçok şerhle bahsedebildiğimiz bir konjonktürdeyiz. Devrim mi? Nesnelliğin çağrılarına rağmen devrimci öznenin yokluğunda beliren bir boşluk… Kafamızı vura vura gerçeklikle yüzleşiyoruz: Politikanın nesnelliğinin devrime koşullarını sunmasına rağmen, devrimin ancak devrimci öznelerle maddi bir güce dönüşüp politik sonuçlar üretebileceğini hatırlıyoruz. Şu halde mevcut trajedi sadece Türkiye Devletinin yapısal nedenlerle de beliren tarihsel çöküşünün konjonktüründe olması değil; aynı zamanda ve esasta bu çöküş konjonktürüne müdahale edecek devrimci öznelliğin belirsiz varlığının varoluşa ulaşamamasında.

Koşulların asgari ölçütlerle ele alınması bize, saray kadar kalmış ve saraya sıkışmış devletin mevcut hareket tarzıyla sürekli kendini imha etmesi durumuna karşı, devletli alanın tüm bileşenlerinin (hatta ‘düzen dışı muhalefet’in önemli bir kısmının da) “ya devlet başa ya kuzgun leşe” tarzında bir arayış biçimini zorlayacağı öngörüsünde bulunmayı sağlamakta zorluk yaratmıyor. Suriye’ye girerek aranan çıkış imkanı, derinlere inildikçe savaşın yakıcı gerçekliği içeriye dönük etkileri beraberinde getiriyor. Bu da yoğunlaşmış bir çatışma olasılığını güçlendiriyor. Tayyip’in bu savaşı, içerde asgari bir konsolidasyonu sağlayamazsa tüm çatışma potansiyellerinin aktifleşerek iç savaşa açılacağı aşikar. Belirsiz olan, bu iç savaşın zamanlaması ve kontrollü, sınırlanmış bir biçimde mi yaşanacağı yoksa tabiatı gereği tüm kontrol mekanizmalarını dağıtıcı yaygınlıkta mı yaşanacağı.

Net olan şu: Türkiye Devletinin geleneksel düzenleyicilik kudretinin ve kontrol mekanizmalarının olabildiğince zayıfladığı koşullarda bir ‘iç savaş’ın Türkiye Devletinin siyasi sınırlarının tanınmış çerçevesine sığmayacağıdır. Bölgeselleşmiş çatışmalar yığınının toplam etkileriyle birlikte çatışma potansiyelleri çarpan etkisiyle genişliyor ve bunun da iteklemesiyle devletin hakimiyet alanı hızla daralmaya doğru ilerliyor. Kurumsal merkezlerin zayıflamasıyla birlikte Tayyip, bugününü kurtarmak için çevreden kurumsal süzgeçten geçmeyen şiddet transfer ediyor. Tam da bu nedenlerin toplamından dolayı Tayyip ile özdeş bir devletin izleyebileceği bir politika aralığı yok! Neredeyse tamamı düşman olan ittifaklarına bağlı ve günübirlik müdahalelerle yol belirlemeye çalışan Tayyip, kendisine soluk aldıracak tutamak noktaları aramaya çalışıyor. Ancak ve ancak maruz kalıyor ve bu maruz kalmalara dönük refleksler gösterebiliyor. Bu da olsa olsa bir biyolojik varlığın hayatta kalmaya dönük sınırlı etkinliği ile özdeştir. Makamını koruması veya bir süre daha koruyacak olması bu durumu değiştirmiyor; sadece mevcut dengesiz denge durumundaki maruz kalmalara uyum ve hazmetme kapasitesinin genişliğine gösterge olabilir.

Tayyip’in İdeolojik ve Politik Yetmezliği

Ne devrimi ne de asgari bir düzeniçi dönüşüme uğrayamamanın devlette yarattığı çöküşün ve devletin kurumsal toplamının epeyce gürültü kopararak yıkılmasının kalıntılarından inşa edilmiş Saray devleti ancak sosyal bir çöküntünün üzerinde hükümdarlık yapmaya muktedir. Bu durumu en yakından ideoloji alanında izleyebiliyoruz. Tüm kurumlarını kadim tarihsel temellerine dayandıran devlet geleneği, yeni biçimlenişinde bu ideolojiyi Saray merdivenlerine dizilmiş, müsamere kıyafetlerine büründürülmüş erat aracılığıyla sundu. İdeolojinin sembolik düzeni ve tanımlayıcı yerleşik çağrışımları yerine jestlerin ardı arkası kesilmeyen tekrarı ve sadece gösterildiği anda etki doğurması beklenen biçimi ikame edilmeye çalışıldı. Bu kolektif harekete ifade imkanı sunan ideolojinin sadece Tayyip çevresinde değil, karşıtlarında da yitimine neden oldu. Bu koşullarda devletle özdeşleşmiş yığınlar şu ya da bu işaret edilen alana doğru salınıp duruyorlar. Sarkacın aşırı salınımlarına da aynı hızla ayak uydururken savrulmalara karşı da sürekli denetleniyorlar.

Tayyip’in ezilenlerinin mağduriyete sabitlenmiş ve politikleşemeyen durumu ise katmanlı bir yapıda izleniyor. Bu, ezilenlerin, onları ezenlere bağlayan bağlarla çepeçevre sarmalanmalarının ifadesi oluyor. Devletin kılıç sallayıcısı olan, boş meydanların çağrılı cengaverleri için bu basitçe gözlenebilecek olan endişeli mağdurluk. Tarihten bugüne devletli olmuşken (devletin paryası olarak olsa bile) devletsiz kalıvermeyle yüzyüze kalmış olmanın getirdiği bir panik havası bu. Yılların Kemalist heyulası “Sevr tehdidi”nin ikinci Kurtuluş Savaşı çağrılarıyla birlikte sürülüvermesi de bu halet-i ruhiye ile bağlantılı değerlendirilmeye açıktır. Öylesine mağdurlar ki onlar için mağdurluk devletin varlık yokluk sorunu; öpülecek bir etek, kapılanacak bir saray olmadan ne yapacaklarını bilmiyorlar. Avantür filmlerinin bayağılıklarına rahmet okutacak kahramanlık tevatürleriyle ve yüksek dozlu reaksiyoner milliyetçilikle tutkallanmaya çalışılan bu yığın, paçavraya dönmüş olsa da ortaya dikilen bir devlet sancağının gölgesini arıyor.

Muhalif mağduriyet ise Cumhuriyetlerinin Tayyip eliyle getirildiği hale hayıflanmanın ötesine geçemiyor. Bir an 15 Temmuz’un Fethullahçılara tahvil edilmesinden hemen sonra günlerinin geldiğini sandılar, ama bu hava hızlıca dağılıp mağduriyet hallerini katmerleyen bir aralığa açıldı. Kurumsal Kemalizmden azıcık sinyal alsalar bir nebze içleri rahatlayacak.

Kuşkusuz arzuları mesela İsviçre gibi bir devletlerinin olması, ama en azından o olamıyorsa bile uygarlık halkasının dış çeperlerinde bir yerde olan bir devlete razılar. Sol ideo-politik ortamın derinliklerine kadar sirayet eden bu mağdurluk türü formel siyasetin, ne idüğü belirsiz parlamentonun, yargıya nereden ve nasıl atfedildiği belirsiz bağımsızlığın arayıcılığını görev edinmiş. Bu sayede bir bakıma günlük yaşamın kaygı verici keskin etkilerine maruz kalmadan, korunaklı bir mesafeden, üstten bakışla dokunulmazlık alanlarına daha da çekilerek yaşamanın yolu bulunmuş oluyor.

Ezilenlerin ezilmişlik hallerine uyumu, doğrudan ezen siyasetine bağlanmalarına aralanan seçeneksizliğin getirdiği atalet durumu, konu ideo-politik merkezler olunca gerçeksiz bir ifade biçimiyle aşırı gerçekçi hareket tarzı arasındaki uyumsuz bileşim olarak yaşanıyor. Daha ötesi mağduriyetin bir kudret kazanma ve mukavemet oluşturmada birleştirici rol oynamaya elverişsiz “bireyselleşmiş” biçiminin politik bir çerçeve gibi kabulü, tahayyül edilmiş devlet kurumsallığına bağlanma olduğu gibi, devrimci politika karşıtı yönler de barındırıyor ve bu tür tutumlara açılıyor.

Yaklaşan Çelik Fırtınası

Tayyip’in Başkan olmasıyla vücuda geleceği düşünülen devlet hayali de, Kurumsal Kemalizmin şahlanarak kılıcını atacağı beklentisi de ve hatta ekonomik krize dayalı çöküşün nihayete ulaşması da bir tür olağanüstü dönem/olağan dönem bağlamında varsayılan normalleşme koşulunu ve nesnelliğini oluşturacağı politik etkinin oluşmasının beklentisidir. Tüm bu koşullar ve olasılıklar mümkün ve işler haldedir ama aynı zamanda yok hükmündedir de! En azından mevcut dinamikler içinde varlığını koruyabilen ama bunun ötesine geçemeyen güçler dağılımında, öngörülebilir bir süre için…

Esnemeye izin vermeyen koşullarda nesnelliğin kırılmaya dönük etkileri ve sonuçlarının ağırlığı hissedilir. Tayyip devleti şu halde geçmiş politikalarından -özellikle asıl kritik etki olarak yaşadıklarından emin olduğu dış siyasette- esneme gibi duran her adımında aslında esneyememenin köşeli zıt hattına doğru itilmektedir. Çubuğun yerini değiştirmek onu esnek kılmaz! Kırılmanın doğuracağı güçlü etkinin karşılanabileceği ezilenler lehine yegane politik merkez, bölgesel genişlemesinin yarattığı sınırlamalara rağmen ve onlar sayesinde Kürdistan Hareketidir. Yine aynı nedenle bu durum Türkiye tarafında kırılmanın şiddetini arttırıcı etkide bulunacaktır.

Fırtınanın ortasındayken daha büyük ve yıkıcı bir fırtınayı haber veren sirenler her yandan çalmaya başladı. Fırtınanın ardından belirecek olanı ise fırtına koşullarının sert etkisi belirleyecek. Çelik zamanlarında ancak çeliğin sesi duyulur. Yaklaşan da bir çelik fırtınası muhtemelen…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar