Ana SayfaArşivSayı 39Ezberler Bozulurken

Ezberler Bozulurken

 

 

 

Ezberler Bozulurken
Teori ve Politika

 

 

Mithat Seloğlu

1993’te yazıldıktan sonra, “Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı” adıyla 1995’te sol kamuoyunun ilgisine sunulan kitapçıktan sonra yayımlanan Teori ve Politika, 38 sayıyı geride bıraktı. Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu Marksizm anlayışı ve çabası onuncu yılında, dışarıdan yazılarla masaya yatırılmaya çalışılarak 37. sayı oluşturuldu. 38. sayıda ise İstanbul, Ankara ve İzmir toplantılarında farklı çevrelerden gelen katılımcıların konuşmaları deşifre edilerek yayımlandı.

Teori ve Politika’nın, teorik-politik bir misyonunun olduğu pek çok açıdan teslim edilebilir. Bu anlamda Teori ve Politika kollektifinin ortaya koyduğu Marksizm anlayışının tartışmaya açıldığı 37. ve 38. sayılarda bu misyona karşı, Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu Marksizm anlayışını “sarsan” bir eğilimle karşılaşılmamış olması da kayıt altında tutulmalıdır.

Bu iki sayı, şimdiden, Teori ve Politika’nın nasıl anlaşıldığına dair önemli bir yere sahip oldu. Ancak, ortaya çıkan ürünlere bakarak, Teori ve Politika’nın Marksizm anlayışının ve Marksizme ilişkin üzerinde durmak gerektiğini savunduğu hususların genel olarak anlaşıldığını söylemenin mümkün görünmediğini peşinen söyleyebiliriz.

Bu anlamda bilim-felsefe-politika tümleyenlerinden oluşan epistemolojik alan ile teori-politika-pratik düzlemlerinden oluşan ontolojik alan arasındaki kategorik ayrımların nasıl gerçekleştiği, özellikle “özne” konusunda Teori ve Politika’nın gerçek nesne-bilgi nesnesi ayrımında ısrarlı durmasına karşın, “özne”nin ontolojik düzlemde bir alana çekilmeye çalışılarak Marksizmin temeli niteliğindeki bileşeni olan bilimin savunulamaz hale gelmesi, tümleyenlerde gerçekleşen boyutlarının göz ardı edilerek krizin sadece “pratiğe” indirgenmesi ve bir tür işçicilik karşıtlığının ifadesi olarak da Teori ve Politika sayfalarında yer bulan “ezilenler” vurgusunun işçi sınıfının kavramsal ve “özerk” alanının yitimine neden olduğu düşüncesi genel olarak ortaya çıkan eleştirel alanın ana hatlarını oluşturmaktadır.[1]

“Avrupa’da dolaşan komünizm hayaleti”nin içinde bulunduğumuz konjonktürde gerçek bir hayal(et)e dönüştüğünü ve birer birer düşen Marksist kalelerin yerlerini farklı ideo-politik alanlardan beslenen direniş “sanat”larına bıraktığını görmemiz şaşırtıcı olmaktan artık uzak. Yolunda gitmeyen işlerin “analizlerini yapmak” bizden önce post-Marksistlerin kalemine düştü[2], ve yapılan analizler dar-Marksistlerin oluşturduğu Marksizm kanalını her geçen gün daha da zor duruma soktu. Hatta o kadar zorlaştırdılar ki, dar-Marksizmin önemli temsilcilerinden Wood[3], post-Marksistlerin saldırıları karşısında, onları “nesnel sınıf çelişkilerini teorik manevralarla, söz oyunlarıyla ortadan kaldırmakla eleştirerek, kendi teorik kavrayışının güçsüzlüğünü”[4] ortaya koymakta tereddüt bile etmedi. Karşı tarafta yer alan “aktörlerin hem biyografik hem de düşünsel olarak Marksizmle bulaşık”[5] olmaları ise düşen kalelere ek olarak, terk edilen kaleleri de beraberinde getiriyordu. Post-Marksistlerin ortaya koyduğu hususları dar-Marksistlerin oluşturduğu kanal içerisinde kalarak göğüsleyebilmenin imkanları sınırlı, ilk elden Marksizmin kurucularına ve Lenin’e dönmek ise yetersizdi. “Marksizmin kurucularının teori ve pratik arasındaki ilişki üzerine söylemiş olduklarının sistemli bir hale sokulmasından elde edilen epistemoloji, krizi atlatmaya yeterli olmayacaktır”,[6] krizin varlığından haberdar olarak sadece Marx’a yönelmek ise “tipik bir skolastik”[7] unsur olarak kaydedilecektir.

***

Teori ve Politika’nın 10 yıl boyunca ortaya koymaya çalıştığı Marksizm anlayışı ve Marksizmin bütünlüğünü kendi konumundan kurmaya yönelik çabaları özel bir ifade ile, “Marksizmi yeniden inşa etmeye, Marksizme yeniden dönmeye, Marksizmi yeniden kurmaya”[8] yönelik çabalar dizisi olarak karşımıza çıktı. Teori ve Politika’nın ilk sayısında “Başlarken”de ifade edildiği üzere “Marksist teori ve politika, esaslı bir kavgadan nicedir uzak duruyor”du.[9] Ancak 37. sayısında da ilan edildiği üzere, Teori ve Politika’nın artık “Marksist teorik-politik bir akım”ı temsil ettiği savı, “Geçmiş Misyon Gelecek” yazısında tok bir ifade ile sol kamuoyuna sunuldu. “Biz bir Marksizm anlayışını temsil ediyoruz. Temsil ettiğimiz ve kurmaya çalıştığımız anlayışın felsefi bakımdan güçlü, bilimsel bakımdan geçerli ve politik bakımdan uygun olduğu, Marksizmin cari varlığı ve ihtiyaçlarını karşılama bakımından yeterliliğe en yakın konumda olduğu ve kategorik bir nitelik taşıdığı konusunda güven içerisindeyiz.”[10] Teorik-politik bir misyon oluşturmak her şeyden önce farklı bir Marksizm tanımlaması ve anlaşılmasını da beraberinde getirmekteydi. Farklılaşmak ise Marksizm alanında yaşanan “dar”lık karşısında özel bir alana tekabül etmekteydi.[11] Teori ve Politika pek çok konuda özel saptamalar ortaya koyarken, var olan dar-Marksist yaklaşımların -bilim alanından felsefeye, ideolojik alandan politik alana kadar- ezberini bozacak bir işlev gördü. “Düşmanı tanımak için düşman bölgesine giden” Teori ve Politika, zaman zaman düşman bölgesindeki “ılık melteme kendini kaptırsa da”[12] bunun zorunlu bir etki olduğu altı çizilerek özellikle vurgulandı.

***

Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu Marksizm anlayışının, ilk elden kabul görmemesi ve Marksist özneler tarafından olumlu bir edinime tabi tutulmamasının[13] en önemli nedeninin, teorik-politik misyon oluşturma çabasının, pratik alan dışında sürmesi olduğu, net bir şekilde vurgulandı. Ancak Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu Marksizm anlayışının ve kriz tespitinin, net ve güçlü bir reddedişle karşılandığını söyleyebilmek mümkün görünmüyor. Bu anlamda Ali Osman Alayoğlu’nun. Ankara toplantısında “anlayış ve bütünlüğü kurmak üzerine” sıraladığı altı madde[14], Metin Kayaoğlu’nun gerek İstanbul gerekse İzmir toplantısında, Marksizmin politik alanına ilişkin vurguları,[15] bu anlamda derin bir algılayış farklılığını ve alanlar arasında kurulan ayrımların kategorik olarak ifadelendirilmesini açığa çıkarması bakımından özel önemdedir.

Teori ve Politika’nın son iki sayısında “genel bir algılayışın” farklı dozlardaki unsurlarını görebilmek mümkün olmaktadır. Yazılarda ve konuşma metinlerinde[16] açığa çıkan ve genel olarak Marksizmin algılanışında başat bir yere sahip olan, Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in “istenilen” tarzda anlamaya ve uygulanmaya dönük pozisyonudur. Wallerstein’ın ifade ettiği gibi, “herkes’in Marx’ı kendine”[17] şeklinde yorumlanabilecek klasikleri anlama çabası, krizin karşısında bir anlam ifade eden çapta ve sarsıcı olmaktan uzaktı. Bu anlamda Ali Osman Alayoğlu’nun bu alana ilişkin yaptığı vurgular önemli görünmektedir. Örneğin, Lenin’in “devrimler yapılmaz olur” önermesini bilim içi bir bütünlüğün verisi olarak algılamak gerekirken[18] yine “devrimler olmaz yapılır” önermesinin ise konjonktürel bir anlamı olduğu için önemsendiği[19] özellikle altı çizilerek vurgulanmaktadır. Bu anlamda Lenin’in ve genel olarak Marksizmin tarihsel seyrinin sadece işçicilik temelinde bir dışa vurum olarak algılanmasının da önüne set çekilmiş olunmaktadır. Politik düzlemde konuşan Marx ve Engels ile Lenin’in eseri, Teori ve Politika’nın teorik-politik misyonunda kuşkusuz kategorik bir yere sahiptir, aynı zamanda Marksizmin temel bileşeni olan tarih biliminin de, Teori ve Politika’nın teorik-politik misyonunda temel bir belirlenim görevi gördüğü yeterince açıktır. Bu anlamda, Marx ve Engels’in “argümanlarının, bilimle politikayı, tarihle konjonktürü ayırmayan bir bakışa konu edilmesi, devrimci öznenin yaratılmasının ve devrimciliğin açıklanamazlığının kabulü demektir”[20] ifadesi, bütünsel yapı içerisinde tümleyenlerin kendi iç dinamiklerinin yitirilmemesi ve kurulması açısından başat bir yere sahiptir.

***

Söz konusu edilen her iki sayıda, Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu Marksizm anlayışının ve bütünlük kurma çabasının farklı derecelerde bir reddiyeye tabi tutulduğunu, öte yandan Marksizmi genel algılayış açısından da özel kategorik farkların ortaya çıktığını izleyebilmek mümkün olmaktadır. Teori ve Politika’nın Marksizm anlayışına kategorik olarak karşı çıkmayan ve üzerinde durulan bütünlüğün savunulması gerektiği üzerine veriler ortaya koyan SDP bileşenlerinden Bedreddini Hareket adına yazı ve konuşmalarda da kimi önemli yerlerde itirazların olduğu kaydedilmelidir. “Teori ve Politika, pratik-politika söz konusu olduğunda Lenin’in değil, Marx’ın ve daha çağdaş ama kesinlikle bu düzlemde tamamen başarısız bir örnek olarak Althusser’in hareket biçimini izlemeyi yeğlemektedir.”[21]

İlk olarak, Teori ve Politika’nın politik-pratik alan içerisinde Lenin’i gerilerde bıraktığına dair izlenim anlamlı ve geçerli değildir. Bu anlamda Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu açık uçlu politik alana ilişkin devrimci tarz ile politik alanda oluşturulan, ezilenlerin “bir sıfat olmaktan çıkarılarak ad olarak kategorize edilmesinde”[22] Lenin’in önemli bir payı ve yeri bulunmaktadır. Bu pay, Metin Kayaoğlu’nun “Ezilenlerin Marksizmi” adlı yazısında belirttiği üzere “Leninizm, Marksizmi ezilenlere operasyonel bir tarzda açmıştır”[23] önermesinde kendisini bulacak kadar güçlü ve kategoriktir. Kayaoğlu bu yazısında, Lenin’i sadece işçicilik temelinde anlayanların (ki Lenin’in bir tür işçicilik olarak adlandırabileceğimiz damarının da olduğu Kayaoğlu tarafından belirtiliyor[24]) karşısına ezilenleri bir bütün olarak anlayan Lenin’i çıkartır. Aynı zamanda buradaki Lenin, bilim politika ayrımını gören ve bunun üzerinden eyleyen Lenin’dir. “Lenin’e göre Marksist politik özne, işçiler ve diğer tüm ezilenleri bütün olarak görebilen bir pozisyonda olmalıdır.(…) Lenin, günümüz post-modernlerini kıskandıracak enginlikte bir ezilenler tablosu sunar.(…) Lenin, bu alanda işçilere yönelik baskılar ile öteki ezilenlere yönelik baskılar arasında bir öncelik ilişkisi kurulmasına kesin bir tutumla karşı çıkıyor. Ancak bundan önce epistemolojik nitelikte bir işlem gerçekleştiriyor.(…) Lenin, işçilerle ‘salt işçi’ kimlikleriyle bağ kurmanın Marksizm açısından uygun olmadığını, uygun politik ilişkilenme tarzının, işçileri, bütün olarak ezenlerle ezilenlerin karşılaştığı, bütün olarak ezilenlerin devletle karşı karşıya kaldığı alana çekmek olduğunu vurguluyor.”[25] Ezilenler vurgusunun gerek işçicilik akımının karşısına konulması anlamında gerekse oluşan teorik-politik misyon içerisindeki yeri oldukça önemlidir. Bu anlamda işçiciliğin ve diğer “dar” akımların karşısında ezilenler kategorisinin oluşmasında Lenin’den alınan mirasın, misyonun geleneğe bağlanması açısından da özel bir önemi bulunmaktadır. Yine bu anlamda Taslak’ın ortaya koyduğu Lenin değerlendirmesi Teori ve Politika’nın genel algılayışı açısından önemlidir. “Marx’ın kişisel eseri Lenin’in varlığıyla daha büyük önem, anlam ve gelişkinlik kazanmıştır; ne yazık, dünya Marksizmi Lenin’e onun Marx-Engels’e yaptığı türden bir armağan sunamamıştır.”[26] Ve Lenin’in “tüm pratiğinde sınıfçılığın uzağında, politikanın kalbinde duran”[27] konumlanışı Teori ve Politika’nın politik alana ilişkin olarak ortaya koyduğu belirlemelerde, kesin bir yere sahiptir.

Lenin, üretim ilişkileri ve güçleri bağlamının dışında, ontolojik bir boyutta ele alınan işçilerin özel bir özerkliğinin reddiyesi ve sorunun “işçileri de içerisine alan ezilenlerin sorunu”[28] şeklinde ortaya konulan Marksizm anlayışının belirleyici bir kaynağı olarak kaydedilmelidir.

***

İzmir toplantısında Bedreddini Hareket’i temsilen Cem Özatalay’ın, yaptığı olumlu vurgulara karşın, “Teori ve Politika’nın yaptığı politikaya dair her açılımı doğru bulmuyorum”[29] şeklindeki ifade, konuşmanın genelinde somutlanmaz. Buna karşın, Özatalay, Teori ve Politika’nın politikanın anlaşılmasına ilişkin ortaya koyduğu genel çerçevenin, kendi hareketlerine de bir tür alt yapı sunduğunu ifade eder. “(P)olitikayı bilimci ve teorisist olmayan bir yaklaşım çerçevesinde, somut gerçeği dönüştürme faaliyeti olarak tanımlayan çerçeve, aslında Bedreddini Hareket olarak önümüze koyduğumuz; teorik yenilenme, ideolojik yerelleşme, örgütsel harmanlanma ve pratik devrimcileşme diye formüle ettiğimiz çerçeveye çok uygun bir altyapı sunmaktadır.”[30] İlker T. Şahinoğlu, Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu Marksizm anlayışı ve bütünlüğüne ilişkin olarak, gözden kaçırdıkları özel noktaları ise farklı alanlara kanalize ederek kimi unsurlar saptamaktadır. Örneğin, Teori ve Politika’nın yerele ilişkin bilgi üretimi konusunda Birikim’in bile gerisinde kaldığı yolundaki tespit,[31] Teori ve Politika’nın ortaya çıkışını gözden kaçıran, konumlanışını ise görmeyen bir noktada gerçekleşmektedir. Teori ve Politika’nın politik alana ilişkin “müdahalesi” ise yine konumlanışı gözden kaçırılarak Lenin’le kıyaslanıyor ve bu anlamda “Lenin’inkiyle yakından uzaktan benzeşmez”[32] olduğu sonucuna varılıyor. Pratik-politik alan içerisinde konumlanmayan Teori ve Politika’nın, politik alana müdahale etmesini hem de bu müdahalenin Lenin tarzı bir yöntemle gerçekleşmesini beklemek, Teori ve Politika’nın nasıl anlaşılmış ve dolayısıyla benimsenmiş veya reddedilmiş olduğuna ilişkin ilginç bir belirtidir.

Yine İlker T. Şahinoğlu’nun Teori ve Politika’yı, Althusser’in tümüyle izleyicisi olarak konumlandırması, genel olarak yaygın ancak doğruyu tam ifade etmeyen bir kanaattir. Bu anlamda, Althusser’in yaptığı[33] ancak Teori ve Politika’nın yapmadığı unsurları kategorize ederek Teori ve Politika’da Althusser’in konumlanışına yakın bir tarz yakalama çabası, kapsayıcı olmaktan uzak, parçadan bütünü göremeyen bir yaklaşım gibi görünmektedir. Kimi zamanlarda “bazı rüzgarlardan etkilenip bazı yerlere savrulduğumuz zamanlarda tekrar kendimizi toparlayabilmemiz için iyi bir tutamak noktası olan”[34] Taslak’ın, Althusser konusunda daha ilk elden ortaya koyduğu belirleme özellikle kaydedilmelidir. “Bize göre, Batı Marksizmi içindeki ayrımlardan bahsolunduğunda Althusser’in teorik binasının zemini, bütünsel Marksist oluşum uğraşında ‘teorik bir en uygunluk’ taşıyor. Althusser’in bazı çıkış noktaları (ama varış noktaları değil), ve vargıları (ama bu vargıların öncülleri değil) bulunduğumuz tarihsel-teorik konum bakımından doğru soru sorma ve uygun sorunlara yöneltme olarak belirleyebileceğimiz etkin bir işlev kazanıyor.”[35] Yine bu konuda Metin Kayaoğlu’nun, Althusser’in özeleştiri dönemine dair[36] “son kertede belirleme” ile “üst belirleme” unsurları üzerinden girdiği tartışma önemlidir.[37] Bilgi nesnesi ile gerçek nesne arasındaki kategorik ayrımın Teori ve Politika’nın Marksizmi anlayışında başat bir yere sahip olduğunu ise gerek ortaya çıkan teorik binadan gerekse tartışmalarda ortaya çıkan çizgilerden anlayabilmek mümkündür.[38]

Ancak yine belirtmekte fayda var ki, Bedreddini Hareket’in Teori ve Politika’yı olumlu ve anlamlı bir tarzda edinime tabi tuttuğunun da altını çizmek gerekiyor. Bu anlamda 1993 yılında kaleme alınan Taslak’taki bir ara başlık olan “Kriz karşısında Marksizm”in[39] yine İlker T. Şahinoğlu tarafından kalame alınan yazıda bir ara başlık olarak kullanılan “Marksizmin krizi karşısında Teori ve Politika’nın pozisyonu”[40] bir karşılaştırma açısından da ilgi çekicidir.

***

Bedreddini Hareket’in Türkiye özgülünde Marksizmin oluşumuna yapılan katkı bakımından “tek anlamlı çabanın Hikmet Kıvılcımlı tarafından”[41] oluşturulmaya çalışıldığı, 1971 devrimci kopuşunun ise her ne kadar devrimci politik-pratikerliğini merkezine koysa da, Kaypakkaya da dahil edilerek, Kemalizm’den kopuşunun iktidarın egemen ideolojisine karşı Marksist bir politik pratik oluşturmakta “zafiyet” içerdiği görüşünün üzerinde durulmalıdır.[42] 1971 devrimcilerinden THKO ve THKP-C’nin[43] Kemalizm konusunda anlamlı ve politik olarak geçerli bir kopuşu gerçekleştiremediği saptanabilir, ancak TİİKP’den ayrılan Kaypakkaya’nın Kemalizm’den kategorik olarak koptuğu konusunda Taslak’ın ifadesi önemlidir. “Kaypakkaya’da somutlanan komünist haraket, Kemalizmi bütünsel redde, Marksizmin zeminini yaratmaya olanak tanıyan bu ideo-politik eyleme ancak ve sadece ‘gereğinden çok ileri’ giderek varabilmiştir. Bu da tarihsel bir saptamadır. Aynı işi yapan ve gereğince davranan herhangi bir Marksist, tarih tarafından kaydedilmiştir.”[44] Aynı zamanda Taslak’ta, İstanbul toplantısında Özatalay tarafından ifade edilmeye çalışılan Kaypakkaya analizinin çarpıcı bir eleştirisinin ‘önceden’ yapılmış olduğu özellikle kaydedilmelidir. Bu anlamda Özatalay tarafından yapılan Kaypakkaya analizinin tam da “küçük burjuva devrimci akımların içerinde Marksizme en yakın olan akım”[45] şeklinde yapılan değerlendirmeye içsel bir yakınlık bulunduğunu ifade edebilmek mümkün. Yine Taslak’ta Kaypakkaya’yı bu tarz bir edinime tabi tutma, “teorik kategorileri kovalama ısrarından yoksun”luk[46] şeklinde eleştirilmiştir. Türkiye Marksist tarih yazımı için bir dönemi ifade eden Kaypakkaya’nın özgünlüğü altı çizilerek vurgulanmalıdır.

***

Kaypakkaya’nın Türkiye devrimci hareketi tarihi içerisindeki özel yeri üzerine, Melik Kara’nın kaleme aldığı, ilk olarak yayın hayatına son vermiş olan Emeğin Bayrağı’nda yayımlanan ve daha sonra “yazarın bugünkü teorik ve politik yaklaşımlarıyla temel ayrımlar içermediği” kaydedilerek Teori ve Politika sayfalarında yer bulan “Kaypakkaya: Marksist Tarihyazımı İçin Bir Başlangıç Noktası”[47] adlı yazıda, Kaypakkaya’nın TİİKP çizgisini devrimci görmeyerek kopuşu, ancak daha sonra “eleştiri silahını” özel bir şekilde kullanarak Türkiye sol geleneğinden de Kemalizme yönelttiği eleştiriler merkezinde bir kopuş sağlamasını[48] görmek, yerel Marksizm anlayışı arayanlar için bir başlangıç uğrağına işaret eder. Ve Kaypakkaya, Kemalizme yönelttiği komünist eleştiriler özelinde “Kürt sorununda ilk defa hakim ulus şovenizmini kırarak, Marksist-Leninist bir konum”[49] alır. Kaypakkaya’nın Türkiye devrimci tarihi içerisinde anlaşıl(a)mamasına neden olan en önemli etkenlerden biri, Kaypakkaya’nın Maoizm ile olan “birlikteliği” temelinde açığa çıkmaktadır. Maocu ideolojinin Kaypakkaya’da somutlanan devrimci duruşta güçlü etkileri olduğu da saptanabilir[50] fakat; “bu unsur geniş bir tarihsel çerçeveden bakıldığında, onun Marksizmi esas olarak uyguladığı pratik-politik düzeyde kısmi etkiler olarak kalacaktır. Maoculuk, deyim yerindeyse, Kaypakkaya’nın iğreti bilincidir. Kaypakkaya, Maoculuğu kapıdan buyur edip (lafzı ve bilinci budur) pencereden kovmuştur (politik varoluşu ve eylemi de budur).”[51] Yine “Kaypakkaya’nın kapitalizmi kavrayışının Maocu değil Leninist olması” onu anlamamızda kategorik olarak önemli bir işlev sağlamaktadır.[52]

***

Marksizmin krizi tespiti ve krize yaklaşımlar konusunda Taslak’ta ortaya konan görüşün hala geçerli olduğu, yapılan tartışmalarda ve ortaya konan yazılardan da anlaşılacağı üzere, görülmektedir. Krize yaklaşımlar arasında kategorik bir farklılığın olmasındaki en önemli etken, Marksizmin kendisinin anlaşılmasında ortaya çıkan farklılıkta belirmektedir. Anlayışın somutluğunda ortaya çıkan kriz ve bu krizin çeşitli düzlemlerde gerçekleşen boyutları, dar-Marksistlerin ortaya koyduğu belirlemeleri gerilerde bırakan ciddiyette hissedilmektedir. İlk olarak, Marksizmin krizini sadece pratik alanda arayan, “bereketi harekette arama”[53] yaklaşımı, Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu kriz tespiti karşısında teorik olarak zayıf, politik-pratik olarak ise geçersizdir. “Krizde olan Marksist hareket (yani sadece ‘politik kriz’!) vs. değil, Marksizmdir.”[54] Bu anlamda, Marksizmin kendisinin yapısal olarak krizi ile Marksist politik öznelerin kitleselliği ile ilişkilendiren kriz tespiti, anlamlı bir farklılığı ortaya koyması açısından önemlidir. Çulhaoğlu’nun, Taslak’ın ortaya koyduğu kriz tespiti karşısında oluşturmaya çalıştığı eleştiride [55] de Marksizmin sadece ontolojik boyutuna ilişkin bir tespit yapılarak, epistemolojik düzlem pratik kanalın önüne konulur, ve kriz, indirgemeci ve ayrımlardan yoksun bir yaklaşımın özelinde algılanır.

Bu anlayış tarzının Marksizmin “bitmiş” bir bütünlük olarak algılanmasıyla içsel bir ilişkisi olduğu, ortaya konan Marksizm algılayışında görülmektedir. Genel olarak Marksizmi, “Marx’ın belli başlı ilk yazılarından başlayıp, bugün yayımlanan Marksist dergi ve gazetelere ve hatta bir ajitasyon bildirisine kadar; (…) Karl Marx adlı Almanya Yahudisinden bugün sağda solda koşuşturan komünist militana kadar uzanan bir teorik-pratik bütünsel yapı”[56] olarak algılayan görüş ile, Marksizmin, Marx-Engels’in ve Lenin’in ortaya koyduğu ve “tamamladığı” bir bütünlük olarak algılanması, kategorik bir farka da işaret etmektedir. “Kapitalist toplumlardaki sınıf mücadelesinin koşul ve biçimleri hakkında bir teorinin başlangıçlarını sağlamış olsalar bile, bu teorinin ‘saf’ ve tamamlanmış bir şey olarak doğduğunu düşünmek anlamsızdır. Ayrıca bir materyalist için, saf ve tamamlanmış bir teori fikri, ne anlama gelebilir?”[57]

“Teoriyi, yaşamı anlama ve kavrama gücü” olarak tanımlayan[58] bir eğilim ile, pratik alandan farklı ve farklı argümanlarla kurulan ve ilerleyen bir alan olarak kaydetmek, önemli bir algılayış farklılığını ortaya koyması açısından gereklidir. Köpek kavramının havlamadığı, havlayanın asıl olarak köpeğin kendisi olduğu veya “yüzme bilgisi ile yüzmenin bir ve aynı şey olmadığı”[59] ortaya konan ayrımların kaba bir ifadelendiriş biçimi olarak kaydedilmelidir. “Doğrudan politik alanla teorik alanı karşı karşıya getirmekten, elmayla armutu toplamaya kalkışmaktan kaçınmalıyız”[60] şeklinde ifade edilen görüş, ana bir eksen oluşturmaktadır. “Marksizmin fikri anlamda, maddi güce dönüşmeye ilişkin muazzam kapasitesine yeniden kavuşturulmasında”[61] kriz ve temalarının uygun ve farklı argümanlarla karşılanıp tartışılması özel önemdedir.

***

Marksizmin değil Marksist hareketin krizi[62] olduğu üzerinde duran Ertan Göksu, yazısının genelinde, anlaşılabilir bir tarzda, Bolşevik parti tarzı bir örgütlenme modelinin olmamasından kaynaklı olarak pratik alanda ortaya çıkan sorunları gündemine alır. Marksizmin, Lenin döneminde bütünselliğinin yakalandığının ifade edilmesi[63] kaydedilmelidir.[64] Ancak günümüz problemlerinin ve Marksizmin krizinin Bolşevik parti ve özelde ise Lenin merkeze alınarak aşılamayacağı çok açıktır. Bu anlamda yakalanmış bütünselliğe işaret etmek, sadece o dönem bütünselliği içerisinde kalmak anlamına gelir. Marksizmin o dönemde yakalanmış olan bütünselliğini genel-geçer ve tarih-üstü bir tamamlanmışlık olarak kaydederek günümüz Marksizminin çıkış noktası olarak ele almak, teorik olarak yapay bir denklemin ürünüdür.

Göksu, yazısında Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu kriz tespitini reddeder (“Marksizmin değilse de Marksist hareketin krizi” kurgusu bunu gösterir), yine Teori ve Politika’nın krize yaklaşımının da problemli olduğu üzerinde durarak, teorik ve politik bir sonucun da ortaya çıkmadığı üzerinde durur.[65]

Maya’yı temsilen toplantılara katılan İbrahim Horoz, bilim ile politikanın ayrı kategoriler olmadığı üzerinde durur ve taktik ilkelerin, “bilimsel bir tarzda”, her konjonktürde geçerli olduğunu ifade eder.[66] “(D)evrimcilik pratik devrimcilik ise, ancak ilkelerle değil, pratik birtakım gereçlerle çarpışanlar devrimci olur.”[67] Bunun dışında, Marksizmin politik alanına ilişkin olarak ortaya koyduğu verili taktiksel alanlardan bahsedebilmek mümkün değildir.[68] Bilim ile politika arasında var olan kategorik fark ile politika alanının da ilkelerle donatılmış bir alan olarak görülmesi Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu Marksizm anlayışının dışında kalan ve kaldığı oranda da dar-Marksist bir anlayış olarak kaydedilmelidir. Burada Horoz’da ifadesi bulan eğilimin, Marksizmin genel olarak bütünlüğünde gerçekleşen bir krize doğası gereği kapalı olduğu anlayışı özellikle vurgulanmalıdır. “Teorinin izinde ilerleyen pratik” Marksizmin genel dar bir ifadesi olarak belirir ancak bu eğilimin ana hatları, Gramsci’nin “Kapital’e Karşı Devrim”i ile hesaplaşmaz. Bu anlayış, “Bu devrim, Karl Marx’ın Kapital’ine karşı bir devrimdir”[69] ifadesinde açığa çıkan yaklaşımla çok boyutlu olarak hesaplaşmalıdır.[70] Mao’nun devrimini “işçi sınıfına dayanmayan” ezen-ezilen olarak adlandırılabilecek halk stratejisini[71] karşısına almakla yükümlü olan bu eğilim, işçiciliğin bu anlamda dışına çıktığı oranda darlığın kulvarından sıyrılabilecektir.

***

Krizin siyasal müdahale sonucu çözüleceğini ifade eden Köz’e göre Teori ve Politika’nın anladığı tarzda bir kriz yoktur ve yine Köz’e göre “sorunsuz bir Marksizm” vardır.[72] Burada Köz’ün ileriye sürdüğü tarzda sorunsuz Marksizm anlayışı, yukarıda ifade edilmeye çalışılan tarzda Marksizmi tamamlanmış bir bütün olarak görmekten kaynaklanmaktadır. Marksizmin teorik olarak tamamlanmışlığını ifade etmek “artık büyümeyen 10 yaşındaki çocuğun ciddi bir bünyesel sorun yaşamadığını”[73] iddia etmekle bir ve aynı şeydir. Bu anlamda Laclau’nun “Marksizm ya olduğu gibi kabul edilir ya da olduğu gibi reddedilir”[74] şeklinde ortaya koyduğu anlayış da, Marksizmi genel bir tamamlanmışlık olarak anlamaktan kaynaklanmaktadır. Kapital’i yazmasını Marx’ın “kendisini burjuva sosyalistlerinden ayırmasına”[75] dayandıran, üretim ilişkilerini bilim alanından kopararak politika alanının müdahalesine bırakan[76] Köz, doğal olarak Marksizmi sadece siyasal pratiğe dayanan ideolojik bir eğilim olarak konumlandırmaktadır.[77] Bu anlamda Kayaoğlu’nun, “Sen bir tanrı değilsin ve sosyalizmin ya da barbarlığın gelişini tayin edecek olan senin ağırlığını nereye koyacağın değildir.(…) Ama unutma! Sen tarihin yapıcısı değilsin, efendisi değilsin. Sen içinde bulunduğun andaki eyleminin efendisisin”[78] sözlerinde ifadesini bulan anlayışının teorik edinimi, Marksizmin tarihsel idealist ve özneci eğilimlere bırakılmaması için tayin edicidir.

Emekçi Hareket Partisi (EHP) sözcülerinin, Teori ve Politika’nın kriz tespitine, bir yanıyla özel olarak karşı çıkmadığı görülmektedir. Hakan Öztürk’ün İstanbul toplantısında ifade ettiği şekliyle, bir krizden bahsedebilmek mümkündür, ancak bu kriz Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu tarzda “büyük ve dramatik bir kriz”[79] değildir. Yine Esra Sarıoğlu’nun Ankara toplantısında ortaya koyduğu şekliyle, Teori ve Politika’nın kriz tespitleri ve kategorileri krizi “mistik” bir tarza[80] döndürecek denli karmaşıktır. Tarihsel materyalizmin son altmış yılda toplumsal yapıların değişim, dönüşüm ve gelişimine yeterli ürünler verememiş olması, burjuva dünyasının ideologlarının ve akademisyenlerinin tezlerinin karşı yankısını bulmaması, Marksizmin, kapitalizmin gelişmesini ve olası yeni biçimlerini ve dinamiklerini değerlendirememesi, değerlendirmeye dönük tutumların tepkilerden ileri geçmemesi, Lenin’in teorik ve politik mirasının ardından oluşan bütünlüğün bir daha yakalanamaması[81] gibi hususlar, krizin derinliğini ve büyüklüğünü ilk elden gösterir niteliktedir.

***

Marksizmin krizi, Marksizmin ne olduğu sorusu ile yakından ilişkilidir. Ve bu bağlamda dar-Marksistlerin krizi algılama biçimlerinin de “dar” ve çözüm alanından uzak olması “doğal” karşılanmalıdır. Dünya ve Türkiye devrimci politik öznelerinin içerisinde bulunduğu gerileyiş[82] krizin pratik alandaki durumunu gösterirken, teorik olarak Marksizmin savunulması, yine dünya ölçeğinde her ne kadar “Marksizme ilişkin inancı ve onu ağır zamanlarda savunmaya ayrılmış her türlü saygıyı hak etse de (…) esasen yetersiz ve görüşleri karşısında muhataplarının (post-Marksistlerin) önemli birtakım uğraklarda haklı olduğu bir nitelik arzeden”[83], sınıfçılığın nüfuzundaki bir dar-Marksizm anlayışı tarafından yerine getirilmektedir. Batı Marksizmin şu sıralarda herhalde en önemli teorik süreli yayınlarından biri niteliğinde olan Monthly Review’in, P. Anderson’un “Yenilenmeler”i karşısında aldığı tutum,[84] ifade edilen “dar”lığın bir ürünü olarak kaydedilmelidir. “Solda genişlemekte olan boşluğa bir karşı duruşla yanıt vermenin gerekli” olduğu üzerinde duran[85] Monthly Review dergisi, buradaki boşluğu kısmi derecede politik alanda var olan veriler üzerinden doldurmakta, ancak Kayaoğlu’nun belirttiği üzere, “Sosyalizmin kaçınılmazlığı tezinin, politik bir vaat olmadığını”[86] özneci Marksizm anlayışından dolayı, savunamamaktadır. Bu dergi, Anderson’un geri çekilişi karşısında ise, konjonktürel ayrımları görmeyerek, 1848 devrimlerinin yenilgisinin ve 1871 Paris Komününün düşüşünün ardından Marx’ın devrimci mücadeleden kopmadığını[87] altını çizerek belirtmektedir. Monthly Review editörlerinin işaret ettikleri politik sahnedeki haraketliliklere ilişkin olarak Balibar’ın yaptığı genel değerlendirme önemlidir. “Yine son yılların tipik işçi mücadelelerinin en sert ve en yoğun olanları (İngiliz madencileri, Fransız demir-çelik ve demiryolu işçileri) sektörel (hatta ‘korporatif’) ve savunmaya dönük, kollektif gelecek için anlam taşımayan gövde gösterileri gibi görünmektedir.”[88] Monthly Review’i besleyen ana anlayış, konjonktürel ayrımları ve politik haraketlilikleri önüne almadığı için anlamlı ve yeterli olarak nitelenemez. 19. yüzyılın ikinci yarısında politik rol oynayan toplumsal kesimlerin işçiler oluşuyla, günümüzde bu rolün işçiler dışındaki kesimlere kayıyor olduğu görüşlerinin işaret ettiği açık farklılık önemli sonuçlara davetiyedir. O döneme ilişkin olarak, Alayoğlu tarafından, “Marksizmin ilk dönemlerinde, emperyalizm öncesinde, işçi sınıfını merkeze alan bir politik söylemin kriz yaratmadığı, hatta o dönemde politik bir argüman olarak bunun kullanılabileceğinin tespit edilmesi”[89] konjonktürel farklılığa yapılan vurgu olması açısından kaydedilmelidir. Ancak Alayoğlu, Teori ve Politika’nın temel nitelikteki tezlerinden birini, “O dönemde (Marx-Engels döneminde) işçi sınıfı söyleminin dönemin pratiğine uygun olması, teorik sınıfçılığın o dönem için ‘doğru’ olduğunun ispatı olamaz. Yine yanlıştı”[90] kaydıyla koruma altına alır.

Tarihsel olarak yaşanan gerilimler, oldukça geniş boyutlu ve derindi. Bu anlamda, gerek Marksizm içerisinde gerçekleşen teorik-politik tartışmalar (özellikle SSCB ve Çin özelinde sınıf-halk gerilimi[91]) gerekse post-Marksistlerin, dar-Markistler karşısında “birçok hususta ‘haklı’ çıkan”[92] yaklaşımları, krizin Marksizmin tümleyenlerinde farklı ve özgül boyutlarda gerçekleşmesinden kaynaklanmaktaydı. Bu veri dahilinde Althusser’in “bazen, siyasal olarak, biraz geriye çekilmek ve her şeyin bağlı bulunduğu araştırmalara yönelmek, acil bir nitelik kazanır”[93] ifadesinde bulunan aciliyet, Teori ve Politika’nın özel olarak hissettiği durumu, üstelik hala etkileri artarak süren bir krize yönelimini, özetler niteliktedir. Teori ve Politika’nın kriz saptaması; politika-bilim, özne-determinizm, yıkıcılık-kuruculuk, dar ve post Marksizm ile ezilenler-işçiler tartışmaları dahilinde çok daha belirleyici bir tarzda ortaya çıkmaktadır.

***

Teori ve Politika’nın Marksizm anlayışı ve bu anlayış tarzında beliren ayrımlar iki önemli unsur üzerinden edinime tabi tutulabilir. İlki Teori ve Politika’nın Marksizmin politik alanı içerisinde yer alan öznelerle arasındaki farkı vurgulamaksa; ikinci unsur, Teori ve Politika’nın Marksizmin krizine ilişkin açılımlarını ısrarla reddetmektir. İlk elden Teori ve Politika’nın Marksizm içi açılımları ve bütünlüğü kurma çabasının karşısında, yine Marksizmin bütünlüğünü “tekrar” kurmak için oluşmuş teorik-politik bir çaba ortada görünmüyor. Bu anlamda Teori ve Politika’nın açılım çabaları, ya Lukacsyan bir tarzda edinime tabi tutularak “özne”nin yaratılmasında ısrarla sonuçlanıyor ya da ayrımların göz ardı edilmesi sonucunda, Marksizmin her koşul ve konjonktürde bir tür işçi sınıfı ideoloji olarak tanımlanmasına neden oluyor.

Bugün “Marksizmin kuram konusundaki zaferinin, düşmanlarını bile Marksist kılığına girmeye mecbur edecek”[94] bir dönemde olmadığımız kesin, ve bu kesinliğe ek olarak Marksizmin politik alandaki öznelerinin de “hiçbir şeyden etkilenmeden ama hiçbir şeyi de etkileyemeden varolmaya devam ettikleri”[95] yapısal olarak saptanmalıdır. Marksizmin kendi alanı içerisinde bilim ile politika arasında yaşanan gerilimler geçici olmaktan uzaktır. Ayrımlar kalın çizgilerle belirginleşmediği sürece, bu, yapısal olarak sürgit gerilimlere neden olabilecek niteliktedir. Bu anlamda bilim ve politika ayrımı, Teori ve Politika’da gerek krizin anlaşılmasına ilişkin olarak gerekse de bütünselliğin kurulmasına yönelik bir çaba olarak, özellikle vurgulanmaktadır. Politik alanın içerisinde bilimsel belirlemelerin ikamesini tarihsel olarak Marksizm “ağır bedeller” ödeyerek yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir.

Kürt hareketini proleter bir devrime yol açabileceğini düşünerek ve ‘önderlik’ edilmesi gereken bir dinamik olduğu için önemsemek ve tarih biliminin kilit kavramlarından biri olan “Proletarya diktatörlüğü”nü Paris Komününün politik sonucu olarak anlamak;[96] gerek politik alanın kendi iç verilerini gündemine almadığı için gerekse de var olan politik hareketlilikleri bir tür işçicilik üzerinden değerlendirmeye tabi tuttuğu için Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu Marksizm anlayışının uzağında bir eğilimin ürünü olarak belirmektedir. Kürt hareketi konusunda Teoride Doğrultu’da yayımlanan “Devrimci Hareketimizin Kürt Sorunundaki Politikasızlığının Temelleri”[97] başlıklı yazı, gerek ulusalcı-devrimci gerekse işçici-sosyalizmci yaklaşımları karşısına alarak Kürt ulusuna ve Kürt ulusal devrimci dinamiğine yaklaşımda ortaya çıkan kısırlığı, direkt olarak gerçekle ilgilenen tarzıyla aşan ve aştığı oranda da Marksist politikanın içerisinde pratikerliğin nasıl olması gerektiğinin dersini veren bir yazı olması açısından özellikle kaydedilmelidir. Yazının, genel bir ilke şeklinde Türkiye devrimci hareketinin kimi politik öznelerinin içerisine hapsolduğu sınıfçılığı karşısına alarak “Ulusal baskı ile sınıfsal baskı karıştırılmaktadır. Bir Kürt zengini, burjuvası, eğer Türkleşmeyi kabul etmiyorsa, ulusal kimliğini savunuyorsa, düpedüz ve açıkça baskı görür ezilir”[98] şeklinde yaptığı ayrım, politikanın gerçek’ine yaptığı vurgu anlamında ne kadar kuvvetliyse “İşgal, ilhak, sömürgecilik vb. biçimlerde ulusal baskı altında olan bir ulusun bütün sınıfları baskı altındadır. Ulusal baskı, Kürt olmaktan kaynaklanan baskıdır”[99] vurgusu ise ekonomizmin önüne çekilen bir set işlevi görmektedir. Lenin’in “Sosyalistler ezilenlerin yanındadır” sözünün pratikteki karşılığını ortaya koyan ve Teoride Doğrultu’da temsilini bulan Marksizmin önde gelen politik öznesince, “Kürt ulusumuzun siyasi temsilcileriyle [PKK] dost olmaktan, zalimlerin onlara yönelik her ateşine siper olmaktan gurur duyuyoruz” ifadeleriyle yapılan bir açıklama ezilen devrimcilerin politik alandaki omuzdaşlığından başka nasıl anlaşılabilir ki?

***

“Marksizm, komünizm temelinde her durumda proletarya temel bir yere sahiptir” anlayışı, tarihsel olarak kısmen saptanabilir bir “gerçek”liğe yaslansa da kesinlikle ilke düzeyine yükseltilemez. Zira, “ezilenler arasında önsel bir ayrım yapılamaz.(…) Marksizm, işçi sınıfının ya da işçilerin temsilcisi bir ideo-politika değildir.”[100]

Teori ve Politika’nın yine bilim içi bir kategori olan “zorunluluk”a yaptığı vurgular “bilim alanının özerk bir alan olarak konumlandırılmasından” dolayı problemli görülmüş ve bu anlamda bilim ile politika alanının birleştirilmesi gerekliliği üzerine bir çaba belirmiştir.[101] Öte yandan, Teori ve Politika’nın özne tartışmasının, daha önce işçi sınıfının yeteri derecede kapsayıcı olmasından dolayı yeni oluşuna[102] dikkat çekilmiştir.

Marksizmin politik alanının işçi sınıfına “emanet” edildiği günden bu yana, politik alan devamlı olarak “tıkanmış”, yapılan devrimler ise “Marx’ın bilimine” aykırı olduğu gerekçe gösterilerek, kimileri tarafından reddedilmiş (Kautsky’nin Ekim devrimi anlayışı), kimileri tarafından ise “Marksizmin ‘normal’ olmayan devrimleri” anlamına gelebilecek tarzda ifade edilmiştir (Wood’un[103], Ekim ve Çin devrimi üzerine yorumları).

Teori ve Politika’nın politik alana ve devrimlere ilişkin bakış tarzının işçici-sosyalizmcilerin oldukça uzağında konumlandığını söylemek gerekiyor. Bu anlamda işçi sınıfına yaklaşım da, işçici-sosyalizmci akımlardan kategorik olarak farklıdır. Ne “Komünist hareketin onurlu uğrakları olan devrimlerin hiçbirinin ‘saf’ işçi sınıfı devrimi olmaması”[104], ne “Sovyet devrimini yapanların büyük bir kısmının işçilere nazaran köylülerden meydana”[105] gelmiş olması, ne de hiçbir devrimin “sınıf devrimi” olmamış olması, Teori ve Politika’nın Marksizm anlayışının politik alanına aykırı değildir. “Devrimin öznesi ne daha önce sabitti, ne de bugün sabittir. Devrimin toplumsal öznesi mücadele veren, yürüten kesimlerdir.(…) Devrimin öznesi konusu, kesinlikle ve kategorik olarak politik bir meseledir.”[106] Ve konjonktür içerisinde yapılacak olan her değerlendirme politik alanın “hakkını” vermekle yükümlüdür, İkinci Enternasyonalin sadece “bilim” olarak anladığı Marksizm ile politik devrimlerden dolayı sadece konjonktürle sınırlı kalan Marksizm anlayışı, bütünlüğü görmediği oranda aynı problemli alanda birlikte yer almaktadır. Maocu devrimin “sosyalist üretim tarzının maddi ön koşulları olmadığı”[107] gerekçesiyle eleştirilmesi ya da “üretim ilişkilerinin ve sınıfın maddi koşullarının”[108] devrim için tek belirgin veri kabul edilmesi aynı problemli alanın unsurlarıdır. “Devrimin yapılmadığı, olduğu şeklindeki bilimsel önerme hiçbir devrimci özne için politik edinimin konusu” olamayacağı[109]  gibi, politik devrimlere Marksist bakış tarzının da “konjonktürde herhangi bir sınıfa ontolojik ayrıcalık tanımamaktan”[110] geçtiği özellikle vurgulanmalıdır. Wood’un Çin Devrimi karşısında aldığı tutumun “ayrıcalıklı sınıf” kurgusundan beslendiği açıktır, ve “ekonominin belirleyiciliğini konjonktürde ele almanın politik karşılığı reformizmdir.”[111] Wood ısrarla “sınıfın içerisinde” yer alarak dar-Marksizmin önemli bir eğilimini sürdürürken, işçi sınıfının alandan çekildiğini görerek “sınıfın dışına çıkanlar” ise “post-” kılıflara bürünerek Marksizmin Hegelci kavranışını ortaya koyuyorlar.[112]

***

Teori ve Politika’nın özel önem atfettiği “ezilenler”in[113] “yeni şiar” olarak “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilenleri; birleşin” şeklinde kullanılmasının, kurulmaya çalışılan bütünsel Marksizm için oldukça özel bir yeri bulunmaktadır. Bu anlamda ezilenler kavramının “ezilen işçi/köylü/kadın/siyahi/Kürt vd.” şeklindeki sıfat olarak kullanımından farklı olarak sadece ad olarak kullanılmasının teorik-politik bir boyutu bulunmaktadır. (1) Ontolojik düzlemde hiçbir sınıfın kategorik olarak, ayrıcalıklı bir yere sahip olmadığını ifade eden bir bütünlüklü Marksizmin ezilenleri. (2) Bilimden devşirilmiş argümanların politik alan içerisine dahil edilemeyeceğini ortaya koyan bir bütünlüklü Marksizmin ezilenleri. (3) Ezilenlerin, taşıyıcısı oldukları ideolojileri üzerinden değil, devletin ve baskı aygıtlarının karşısındaki konumlanmalarıyla beliren “özne”likleri içerisine dahil eden bir bütünlüklü Marksizmin ezilenleri. (4) Hiçbir teorik referansa ihtiyaç duymaksızın, “her türden canlıya yapılan” zulmün karşısında, mazlumun yanında olmak zorunda olduğumuzu işaret eden bütünlüklü Marksizmin ezilenleri.

Ezilenlerin ezenler karşısında aldıkları ideo-politik pozisyonların Marksizmle içsel bir ilişki içerisinde olmaması, Marksistlerin “yeni dönem”de “diğer ezilenlere” burun kıvırmalarına neden olamaz. Küreselleşme karşıtı hareketlerin veya özel olarak, Chiapas’ta mücadele yürüten EZLN’nin lideri Marcos’un devlet iktidarının yerini artık şirketlere devrettiği[114] ve savaş stratejisinin değiştiğini ifade etmeleri elbette Marksizmin bütünlüğü içerisinde reddedilecek ana unsurlardır, ancak bu, an’da devrimci işlevlere sahip ezilenlerin politik alandaki varlıklarını reddiyeye tabi tutmamızın gerekçesi olamaz. Devrimci olmadan Marksist olunamayacağı ne kadar açıksa, Marksizmin artık geçerliliğinin kalmadığını “müjdeleyen”, ancak buna karşın mücadelenin yeni döneminde pratik devrimciliğe açık kapı bırakan ezilenlerin yanında saf tutmak da o ölçüde Marksist olmanın “bedeli”dir veya “bedeli” olmak zorundadır.

Teori ve Politika’nın, Marksizmi bütünsel olarak görerek ayrımlara tabi tutması, ontolojik bir süreçte oluşan iktidar deneyimlerinin teorik alana yedirilmesinin önünde bir engel teşkil eder[115] ve bu veri dahilinde politik devrimlerin “kitaba uydurulmasının” da karşısında saf tutulur. Bilgi nesnesi ile gerçek nesne arasında kurulması zorunlu olan ayrımların kurulmaması iki kanattan çatışma ortasında kalan bir Marksizm anlayışının belirmesine neden olacaktır. Teori ve Politika’nın ilk sayısından itibaren ortaya koymaya çalıştığı Marksizm anlayışı o günden bugüne bu ikili çatışmanın ortasında belirmektedir.

***

Teori ve Politika’nın Marksizm üzerinden yürüttüğü tartışmalarda post-Marksizmin bu tartışmalara dahil edilmesinin yol ve yöntemi özel önemdedir.[116] Buradaki özel önem, post-Marksizm ile dar-Marksizmin Marksizmi tanımlamalarındaki paralelliklerde yatmaktadır. Bu anlamda “aynı anda iki cephede de savaşmak zorunludur.”[117] Dar-Marksizm ile post-Marksizmin Marksizme ilişkin paralellikleri Kayaoğlu tarafından ifade edilmiştir: (1) Marksizmi bilim-felsefe-politika bileşenlerinden oluşan bütünsel bir yapı olarak görmemeleri, (2) Marksizmi modernleşmenin bir ideolojisi olarak algılamaları, (3) “tarihsel zorunluluk” belirlemesinin post-Marksistler tarafından “bilinçli”, dar-Marksistler tarafından ise “farkında olmadan”[118] reddedilmesi, (4) politik alanın, “özgüllüğünün” yitimine neden olan verilerin ortaya konması, (5) proletaryanın tanımının genişletilerek, mekansal olarak yayılımının sağlanması.[119] “Leninist politikanın, konjonktürel bir pratik ayarlama olarak belirlenmesi, ve bunun post-Marksist tezlerle birtakım benzerlikler taşımasının önemi var mı?”[120] sorusuna, “Post-Marksizmden Marksizmin politik ayağına devşirilecek önemli veriler olduğu kabul edilmelidir”[121] ifadesi bir cevap niteliğindedir. Post-modern “dönem”de Jameson’ın Marksizmi “genişletme” girişimine gerek Alayoğlu[122] gerekse Kayaoğlu[123] dikkat çeker. Ancak Jameson, dönemler üstü bir niteliğe sahip olan Marksizmin epistemolojik alanını da bu dönüşüm alanına dahil etmesinden dolayı[124] geri tutulur. Ve Kayaoğlu sorusunu sorar: Jameson’ın tutumunu “Althusseryan bir Marksist konumdan izlemek nasıl bir sonuç verir?”[125]

 

 



[1] Teori ve Politika’nın gerek dışarıdan gelen yazılarla oluşturulan 37. sayısında (Teori ve Politika, “Marksist Bir Teorik-Politik Misyon”, Bahar 2005) gerekse de toplantılarda yapılan konuşmaların deşifre edildiği 38. sayıdaki (Teori ve Politika, “Marksizm İçin Tartışmalar”, Yaz 2005) metinlerde, burada ortaya koyduğumuz verilerin aynı oranda bir reddiyeye tabi tutulduğunu söyleyebilmek mümkün değil elbette.

[2] Bu anlamda Ali Osman Alayoğlu’nun “Marksizmin krizini post-Marksist Laclau’nun analizleri takip edilerek göstermek mümkün görünüyor. Böyle bir takibi olanaklı kılacak benzer bir bütünlüğü diğer çağdaş düşünürlerde göremiyoruz” şeklindeki kaydı önemlidir. (Ali Osman Alayoğlu, “Bitmeyen Kavga, ‘Bitmeyen’ Kriz”, Teori ve Politika 24-25, Güz 2001-Kış 2002, s.68.)

[3] E. M. Wood, Sınıftan Kaçış, Çev.. Şükrü Alpagut, Akış Yayınları, İstanbul 1992.

[4] Erhan Demircioğlu, “Sınıf İndirgemiciliği Üzerine” Teori ve Politika 19-20, Yaz-Güz 2000, s.161

[5] Ali Osman Alayoğlu, “Modernizm ve Post-Modernizm: Çatışmanın Ortasındaki Marksizm”, Teori ve Politika 34, Bahar 2004, s.6.

[6] Erhan Demircioğlu, “Sınıf İndirgemeciliği Üzerine”, a.g.e., s.146.

[7] Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, Teori ve Politika 24-25, Güz 2001-Kış 2002, s.19.

[8] Ali Osman Alayoğlu, “Ankara Toplantısı”, Teori ve Politika 38, Yaz 2005, s.143.

[9] “Başlarken”, Teori ve Politika 1, Kış 1996, s.3.

[10] “Geçmiş Misyon Gelecek”, Teori ve Politika 37, Bahar 2005, s.7.

[11] Metin Kayaoğlu’nun “önerilen bir yeni-Marksizm değil. Önerilen yeni bir dönemde Marksizm” (“Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, a.g.e., s.19) ifadesi, bu anlamda önemli görünmektedir.

[12] Metin Kayaoğlu, “İzmir Toplantısı”, Teori ve Politika, a.g.e., s.203.

[13] “Ötekilere beri, berikilere öte tarafta görülme eğiliminde olduk. Bu konuda, somut olarak iki genişçe alan bizi ‘öte/beri’ ikililiği dışında algıladı: İslamcılar ve anarşistler.(…) Devrimcilerin gözünde pratikten kopuk nafile bir çabanın sırtlayıcıları olarak, reformcuların bakış açısından iflah olmaz ‘devrimci demokratlar’ olarak ayrık tutuldu.” (“Geçmiş Misyon Gelecek”, Teori ve Politika 37, s.12.) 

[14] Ali Osman Alayoğlu, “Ankara Toplantısı”, a.g.e., s.113-117.

[15] Metin Kayaoğlu, “İstanbul Toplantısı”, Teori ve Politika, a.g.e., s.65-68, “İzmir Toplantısı”, s.200, 203-204, 234-238.

[16] Burada Marksizmin alanı dışında olan Siyahi Dergisinden Kürşad Kızıltuğ’un ve Özgür-Der çevresinden Kenan Alpay’ın konuşmaları kayıt dışında tutulmaktadır.

[17] Immanuel Wallerstein, “Marx ve Tarih”, Irk, Ulus ve Sınıf (Çev.:Nazlı Ökten, Metis Yayınları, İstanbul 2000) içinde, s.157.

[18] Ali Osman Alayoğlu, “Ankara Toplantısı”, a.g.e., s.149.

[19] A.g.e., s.147.

[20] Metin Kayaoğlu, “Politika ve Şiddet”, Teori ve Politika 21, Kış 2001, s.17.

[21] İlker T. Şahinoğlu, “Katı Olan Her Şey Buharlaşırken Teoride ve Politikada Teori ve Politika”, Teori ve Politika 37, Bahar 2005, s.110.

[22] “Geçmiş Misyon Gelecek”, a.g.e., s.9.

[23] Metin Kayaoğlu, “Ezilenlerin Marksizmi”, Teori ve Politika 35-36, Yaz-Güz 2004, s.15.

[24] “Leninizmin Lenin’de beliren, ve muhakkak geliştirilmesi, kategorilendirilmesi gereken terminolojisi –çağdaşlarından nitelikçe epeyi zayıf olmakla birlikte– oldukça yüklü ‘işçici’ temalara sahiptir.” Metin Kayaoğlu, “Ezilenlerin Marksizmi”, a.g.e., s.12.

[25] Metin Kayaoğlu, “Ezilenlerin Marksizmi”, a.g.e., s.13-14.

[26] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995, s.57-58.

[27] Ali Osman Alayoğlu, “Bitmeyen Kavga ‘Bitmeyen’ Kriz”, a.g.e., s.74.

[28] Bu cümle, Metin Kayaoğlu’nun “Sorun, sınıf olarak işçi sınıfının değil, ezilenlerin bir bölüğü olarak işçilerindi” ifadesinden aktarılmıştır. “Ezilenlerin Marksizmi”, a.g.e., s.15. 

[29] Cem Özatalay, “İzmir Toplantısı”, a.g.e., s.164.

[30] A.g.e., s.169.

[31] İlker T. Şahinoğlu, a.g.e., s.113.

[32] A.g.e., s.113.

[33] “Althusser’in teorik üretimi, pratik politikada ayrı ve bağımsız bir çizginin hareketini inşa etmeye dönük olmamıştır.” İlker T. Şahinoğlu, a.g.e., s.111.

[34] Ali Osman Alayoğlu, “Ankara Toplantısı”, a.g.e., s.109

[35] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.80 (Vurgular bana ait)

[36] Metin Kayaoğlu, “‘Eleştiri Silahı’ ve ‘Silahların Eleştirisi’: Marksizmde Ayrımlar”, Teori ve Politika 8, Güz 1997, s.17. “Kapital’i Okumak’ın ve Marx İçin’in Althusser’inde anlaşılan ve ortaya konulan tek materyalizm, epistemolojik nitelikli, oysa özeleştiri döneminde Althusser epistemolojiyi tanımadığını ifade etmişti.”

[37] Metin Kayaoğlu, “Marksizmde Belirleme Anlayışı Korunmalı mı?”, Teori ve Politika 9, Kış 1998, s.21-28. Kayaoğlu, “Althusser’in bilim eşiğinde tökezlemesi” alt başlığını taşıyan bölümde Althusser’in “üst belirleme” unsurunu şiddetli bir tarzda Marx’ın yanında yer alarak tartışır. “En baştan ifade etmeli: Bu iki terim, Marx’ın görüşünün, üretimin toplumsal gerçeği belirlediği tezinin geri alınmasının yeni bir örneği anlamına gelmektedir; reddedilmelidir.(…) Althusser, üst-belirlemenin konjonktüre ilişkin olduğunu dile getirdi. Hatta, tarihin art arda gelen konjonktürlerden oluştuğu anlayışına meydan verir bir manzara sergiledi. Böylece karşı çıktığı noktaya geri dönmüş oluyor ve bilgi nesnesi-gerçek nesne, bilim-politika ayrımını kendi elleriyle yıkmış oluyordu.(…) Althusser’de son kertede belirleme ve üst belirleme, bilgi nesnesiyle gerçek nesne arasında bir bağlantı kurma çabasının işaretidir. Bağlantı kurma çabası, ilk eserlerindeki (Marx İçin ve Kapital’i Okumak) bu iki terimle kendini gösterirken ‘özeleştiri süreci’nde bu çaba sahibinin özgül katkısını yok edecek ve onu, genel olarak Lukacsyan denilebilecek bir yörüngeye sokacaktır.” Ancak ifade edilmeli ki, Teori ve Politika’nın Althusser edinimi, Marksizmi kavrayışı ve konumlandırışı açısından önemli bir yere sahiptir, fakat bu konumlandırış “tümüyle” bir alımlama anlamında düşünülmemelidir.

[38] “Bilgi nesnesi ile gerçek nesne arasında, bilgilenme süreci ile gerçek süreçler arasında doğrudan bir ilişki yoktur.” Vedat Aytaç, “Tarih Bilimi ve Bilgi Nesnesi-Gerçek Nesne Ayrımı”, Teori ve Politika 7, Yaz 1997, s.40

[39] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.65.

[40] İlker T. Şahinoğlu, a.g.e., s.106.

[41] Cem Özatalay, “İstanbul Toplantısı”, a.g.e., s.15.

[42] “(H)er ne kadar devletten ve devletlu politikadan devrimci bir kopuşu temsil ediyor olsa da, öte yandan suçlama olarak ya da bir eleştiri olarak görülmesin, ama belki yine konjonktürün bir zorunlu sonucu olarak, pratik politika düzeyindeki net devrimci kopuş, Marksist hareketi devletlu ideolojilere alternatif bir ideoloji oluşturmaya götürmüyor. En fazla ileri gitmeyi başaranlardan olan İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm konusunda kopuşunun da aynı zafiyeti içerdiğini düşünüyorum. Çünkü bu politik kopuş teorik düzeyde bir karşılığını bulmuyor.” (Cem Özatalay, “İstanbul Toplantısı”, a.g.e., s.15.)

[43] Mahir Çayan’ın Kemalizm konusunda kopuş bir yana, organik bir “ittifak” arayışında olduğu söylenebilir. Bu anlamda Çayan, Lenin’in sosyalizm mücadelesi için “yabancı boyunduruğundan kurtulmak” kurgusunu (V.İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Çev.: N. Solukçu, Sol Yayınları, Ankara 1992, s.12) ele alır ve Kemalizmi bağımsızlık üzerinden bir edinime tabi tutarak sahiplenir. “Kemalist devrimci çizgi” tanımlaması (Mahir Çayan, Bütün Yazılar, Atılım Yayınları, İstanbul 1992, s.120-121) ve “Öncü savaşı aşamasında olan THKP-C’nin küçük burjuva aydın çevrelerdeki müttefiki, ancak Kemalistler olabilir” (Mahir Çayan, a.g.e., s.326, 3 no’lu dipnot) vurgusu bu anlamda açıktır. Kemalizm konusunda, Çayan’ın THKP-C’sini, THKO’dan kategorik olarak ayırabilmek mümkün değildir. Ancak, Çayan’ın Marksizminin de THKO’dan kategorik olarak farklı olduğunun belirtilmesi özel önemdedir.

[44] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.44. (Vurgu bana ait.)

[45] A.g.e., s.44. Taslak’ın yayımlanmasından önce bu yaklaşım, “Kaypakkaya’nın politik çizgisini, ‘küçük burjuva devrimci demokrasisi içerisinde Marksist proleter sosyalizmine en yakın olan’ gibi ne idüğü belirsiz, ayrımları kategorik kılma kudretinden yoksun ve pısırık bir ifade” olarak belirtilmektedir. Melik Kara, “Kaypakkaya: Marksist Tarihyazımı İçin Bir Başlangıç Noktası”, Teori ve Politika 23, Yaz 2001, s.185.

[46] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.44. 

[47] Melik Kara, “Kaypakkaya: Marksist Tarihyazımı İçin Bir Başlangıç Noktası”, a.g.e., s.185.

[48] A.g.e., s.179.

[49] A.g.e., s.180.

[50] A.g.e., s.182.

[51] A.g.e., s.182.

[52] A.g.e., s.180.

[53] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.64.

[54] A.g.e., s.65.

[55] Metin Kayaoğlu, “Sunuş: Marksizmin Ayıraçlarına Doğru”; Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e. içinde, s.28.

[56] A.g.e., s.66.

[57] Louis Althusser, “Marksizmin Bunalımı”, Çev.: Ayhan Özkan, Teori ve Politika 37, Güz 2001-Kış 2002, s.190.

[58] İbrahim Horoz, “İstanbul Toplantısı”, a.g.e., s.22.

[59] Metin Kayaoğlu, “‘Eleştiri Silahı’ ve ‘Silahların Eleştirisi’: Marksizmde Ayrımlar”, a.g.e., s.12.

[60] Metin Kayaoğlu, “Sunuş: Marksizmin Ayıraçlarına Doğru”; Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e. içinde, s.31.

[61] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.71.

[62] Ertan Göksu, “Teori ve Politika’nın 10. Yılında Geleceğe Dönük Gözlemler”, Teori ve Politika 37, Bahar 2005, s.92. İbrahim Horoz, “İzmir Toplantısı”, a.g.e., s.170. “Marksizmin krizi olarak tanımlamanın çok doğru olduğunu da düşünmüyorum, o tarz bir tanımlamanın çok ilerletici, devrimci sonuçlar yaratacağını da düşünmüyorum.”

[63] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.57-58; ve Ali Osman Alayoğlu, “Marksist Çağrı ve Ezilenler”, a.g.e., s.58, 74.

[64] Lenin’e ilişkin olarak post-Marksizmin en önemli temsilcilerinden biri niteliğinde olan Laclau’nun, reddiyeye tabi tutmayarak “birçok noktada Lenin’in ve Bolşevik devrimin gücünü teslim etmesi” (Ali Osman Alayoğlu, “Marksist Çağrı ve Ezilenler”, a.g.e., s.73) dar-Marksistlerin, post-Marksistler ile hesaplaşmalarında özel bir öneme sahiptir.

[65] Ertan Göksu, a.g.e., s.93.

[66] İbrahim Horoz,  “Ankara Toplantısı”, a.g.e., s.124.

[67] Metin Kayaoğlu, “Politika ve Şiddet”, a.g.e.,s.7-8.

[68] Var olan iktidar perspektifine göre ve konjonktürel olarak “uygunluk” baz alınarak devletin baskı aygıtlarının karşısında yer almak, politik Marksist öznelerin varoluş koşuludur. Bu varoluşa ön gelen ise devrimci pratiktir.

[69] Antonio Gramsci, “Kapital’e Karşı Devrim”, Çev.: Ekin Taciser, Teori ve Politika 35-36, Yaz-Güz 2004, s.125.

[70] Ali Osman Alayoğlu, “Ankara Toplantısı”, a.g.e., s.146. “Biz, Sovyet devrimi olduğu zaman, ne Gramsci gibi ‘Kapital’e karşı devrim’ diyoruz, yani Kapital’i reddedip devrimi savunuyoruz, ne de Kautsky gibi Kapital’e uymadığı için devrimi reddedip Kapital’i savunuyoruz.” Teori ve Politika, bilim-politika ayrımı özelinde politikanın ve bilim alanının kendi argümanları dahilinde konumlanacağının güçlü bir savunusunu yapıyor ve gerek Kapital’i gerekse Ekim devrimini, kendi alanlarında var olan argümanlarla karşılıyor ve tartışıyor. “Bilgi nesnesi gerçek nesne ayrımını yapmayan sorulara dayanan her tartışma, Marksizmin ideolojik ve felsefi sorunsal alanında kalmasına yol açacak: ve bu, Marx’ı Marx’la, Marksizmi Marksizmle, Devrimi Kapital’le karşı karşıya getirmek anlamına gelecektir.” Vedat Aytaç, “Tarih Bilimi ve Bilgi Nesnesi Gerçek Nesne Ayrımı”, a.g.e., s.43.

[71] “Çin devrimini niye önemsiyoruz, Mao’nun eserini…? Sınıfçılığın dışına nihayet, anlayış bazında kategorik bir şekilde geçmenin pratiğini sergiliyor da ondan.” Metin Kayaoğlu, “İzmir Toplantısı”, a.g.e., s.204.

[72] Ercan Coşkun, “İzmir Toplantısı”, a.g.e., s.189.

[73] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.66.

[74] Ernesto Laclau, “Politika ve Modernitenin Sınırları”, Çev.:Yavuz Alogan, Post Modernist Burjuva Liberalizmi, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1995 içinde, s.97.

[75] Ercan Coşkun, a.g.e., s.190.

[76] A.g.e., s.191.

[77] Marksizmin bir ideoloji olarak algılanması veya ideolojik olarak tanımlanması ve kavranması yaygın bir eğilimi temsil etmektedir. Böyle dahi olsa, “bir ideolojinin, başka bir ideolojiye önsel bir üstünlüğü olamaz; bir ideolojik algı konusu olarak Marksizmin de, bir ideoloji olarak, işçi sınıfı içerisindeki başka ideolojilerle yarışmada ideoloji olmak bakımından bir peşin üstünlüğü yoktur.” Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar Marksizmin Ötesinde” ,a.g.e., s.7.

[78] Metin Kayaoğlu, “Zaman ve Devrimci Politika”, Teori ve Politika 15, Yaz 1999, s.20.

[79] Ercan Coşkun, “İstanbul Toplantısı”, a.g.e., s.33.

[80] Esra Sarıoğlu, “Ankara Toplantısı”, a.g.e., s.97.

[81] Melik Kara, İ.Mert, S.Sahra, a.g.e., s.68-70.

[82] Dünya ve Türkiye devrimci hareketlerinin genel tablosu için bkz.: Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar Marksizmin Ötesinde”, a.g.e., s.21-22.

[83] A.g.e., s.5.

[84] Monthly Review Editörleri, “Sosyalizm: Kaçma Zamanı mı?”, Çev.: Vertov, Teori ve Politika 24-25, Güz 2001-Kış 2002, s.205-211.

[85] A.g.e., s.206.

[86] Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, a.g.e., s.13. Ancak sosyalizmin kaçınılmazlığını tezini vurgulamak, tarihselcilik karşısında tek başına yeterli görünmüyor.

[87] Monthly Review Editörleri, a.g.e., s.207.

[88] Etienne Balibar, “Sınıf Mücadelesinden Sınıfsız Mücadeleye mi?”, Irk, Ulus, Sınıf, a.g.e. içinde, s.199.

[89] Ali Osman Alayoğlu, “Bitmeyen Kavga ‘Bitmeyen’ Kriz ” a.g.e., s.70.

[90] A.g.e., s.70.

[91] Geniş çaplı bir değerlendirme için bkz.: Ali Osman Alayoğlu, “Bitmeyen Kavga ‘Bitmeyen’ Kriz”, a.g.e., s.78-101.

[92] Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, a.g.e., s.14.

[93] Etienne Balibar, Athusser İçin Yazılar, Çev.: Hülya Tufan, İletişim Yayınları, İstanbul 1991, s.139.

[94] Aktaran.:Etienne Balibar, “Sınıf Mücadelesinden Sınıfsız Mücadeleye mi?” a.g.e., s.193.

[95] Mustafa Serdar, “Post-Marksizmin Postulaları”, Teori ve Politika 11, Yaz 1998, s.6.

[96] Ercan Coşkun, “İzmir Toplantısı”, a.g.e., s.191.

[97] “Devrimci Hareketimizin Kürt Sorunundaki Politikasızlığının Temelleri”, Teoride Doğrultu 22, Eylül-Ekim 2005 s.23-36.

[98] A.g.e., s.29.

[99] A.g.e., s.29.

[100] Metin Kayaoğlu, “Ezilenlerin Marksizmi”, a.g.e., s.6.

[101] Esra Sarıoğlu, “Ankara Toplantısı”, a.g.e., s.94.

[102] Muzaffer Kaya, “İstanbul Toplantısı”, a.g.e., s.47.

[103] “Wood, Rus ve Çin devrimlerini burjuva ilerlemecilerinin faşizmi tarihinin kesintiye uğraması olarak değerlendirmelerine benzer bir perspektifle tarihin izlemesi gerekli olan seyrinden hayırlı sapmalar olarak kabul eder.” Erhan Demircioğlu, a.g.e., s.158-159.

[104] Erhan Demircioğlu, a.g.e., s.141.

[105] A.g.e., s.141.

[106] Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, a.g.e., s.24.

[107] A. Rumyantsev ve A. Sterbalova, “Mao Grubunun Sosyo-Ekonomik Politikası ve Çin İşçi Sınıfı”, Marksizm ve Maoizm, Çev.:Erol Yahyalı, Bilim Yayınları, İstanbul 1975 içinde, s.142-143.

[108] E.M. Wood, “Sınıftan Kaçış”, a.g.e., s.30.

[109] Metin Kayaoğlu, “Politika ve Şiddet”, a.g.e., s.19

[110] Ali Osman Alayoğlu, “Bitmeyen Kavga ‘Bitmeyen’ Kriz”, a.g.e., s.70.

[111] Metin Kayaoğlu, “Politika ve Şiddet”, a.g.e., s.14

[112] Ali Osman Alayoğlu, “Modernizm ve Post-Modernizm: Çatışmanın Ortasındaki Marksizm”, a.g.e., s.27. “Epistemolojik kopuş”u ve dolayısıyla bilim alanını görmeyen post-Marksistlerin “Marksizm öncesi Marx”ı görmeleri anlamında “Hegelci”.

[113] Muzaffer Kaya, ezilenler kavramının muğlak ve belirsiz olduğunu ifade ederek “yeni bir şiar”ın gerekli olmadığı üzerinde durmuştur (Muzaffer Kaya, “İstanbul Toplantısı” a.g.e., s.48); Ercan Coşkun, ezilenler kavramını tüm ezilenleri aynı kategoride değerlendirdiği için olumlamadığını, ezilenler arasında ayrım yapmak gerektiğini vurgulamıştır (Ercan Coşkun, “İstanbul Toplantısı” a.g.e., s.28); İbrahim Horoz, ezilenler kavramının Bolşeviklerin ezilenleri kapsayıcılığından farkı olmadığını, dolayısıyla gerekli bir şiar olmadığını ifade etmiştir (İbrahim Horoz, “Ankara Toplantısı” a.g.e., s.87-88.); Esra Sarıoğlu, ezilenler kavramının net bir belirlenim sağlamadığı üzerinde durmuştur (Esra Sarıoğlu, “Ankara Toplanrısı” a.g.e., s.95).

[114] Aktaran: Metin Kayaoğlu, “Bitimsiz Mücadele, Kesintisiz Devrimcilik”, Teori ve Politika 26, Bahar 2002, s.26.

[115] Mustafa Serdar, “Sınıf ve İktidar”, Teori ve Politika 19-20 Yaz-Güz 2000, s.65.

[116] Her ne kadar, “bu tartışmaları Marksizm içerisinde kalarak sürdürmek istiyorsak, klasiklerin ve Bolşevik geleneğinin dışına çıkılmaması” gerektiği ifade edilmiş olsa da (İbrahim Horoz, “İstanbul Toplantısı”, a.g.e., s.23) Teori ve Politika, gerek kriz ve unsurlarının, gerekse bütünlüğü kurmaya yönelik çabaların klasiklere dönülerek çözülemeyeceğini altını çizerek belirtmiştir. “Post-Marksizmle tartışabilmenin yolu ise, tarih felsefesi ile göbekbağı hiç kesilmemiş olan Batı Marksizminden geçiyor.” (Mustafa Serdar, “Post Marksizmin Postulaları”, a.g.e., s.10)

[117] Ali Osman Alayoğlu, “Modernizm ve Post-Modernizm: Çatışmanın Ortasındaki Marksizm”, a.g.e., s.33.

[118] Bu konuda özellikle bkz.: Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, a.g.e., s.31-32, (4. madde)

[119] Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, a.g.e., s.9-11.

[120] Metin Kayaoğlu, “‘Eleştiri Silahı’ ve ‘Silahların Eleştirisi’: Marksizmde Ayrımlar”, a.g.e., s.33.

[121] Ali Osman Alayoğlu, “Bitmeyen Kavga ‘Bitmeyen’ Kriz”, a.g.e., s.71.

[122] Ali Osman Alayoğlu, “Modernizm ve Post-Modernizm: Çatışmanın Ortasındaki Marksizm”, a.g.e., s.20-25.

[123] Metin Kayaoğlu, “Post-Modernizm ve Marksizmin Genişleyen Alanı”, a.g.e., s.67-70.

[124]  A.g.e., s.68.

[125] A.g.e., s.70.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar