Ana SayfaArşivSayı 75Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler

Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler

 
Cohen’in, Karl Marx’ın Tarih Teorisi: Bir Savunma kitabının geniş-
letilmiş 2000 yılı baskısı (Princeton Universtiy Press, Princeton,
New Jersey) için yazdığı giriş.

Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler

Gerald Allan Cohen

Çeviri: Burak Obruk

Bu kitap, diğer bir grup Marksist akademisyenin kendilerini bugün “analitik Marksist” olarak adlandırılan bir çalışmaya adamaya başladıkları zaman ortaya çıkmasıyla, tesadüf eseri, diğer türlü kendisine bahşedilecek olandan daha fazla ilgiye mazhar oldu. Onlar da benim gibi, Marksizme “Yüceltmeksizin Bağlı”lardı [1] ve bugün yirmi yıldan daha uzun bir süredir senelik olarak toplanan bir grup oluşturduk.

Bu Giriş yazısında,  analitik Marksizmin ne olduğundan bahsedeceğim (Bölüm 1) ve onu savunan grubun oluşumunu açıklayacağım (Bölüm 2). Bölüm 3 kişisel bir ara fasıldır. Özel olarak benim nasıl analitik Marksist olduğumu anlatır. 4. bölümde analitik Marksizmin analitikliği daha ayrıntılı resmedilmiştir ve 5. bölüm analitik Marksizmin can düşmanı olan “zırvalığı” [bullshit] tartışmaktadır. Son bölüm, önlenemez soruyu ele alıyor: analitik Marksizm Marksist midir?
(1) Analitik Marksizm
‘Marksizm’i tanımlamaya çalışmayacağım. ‘Analitik’e gelince, mevcut bağlamda geniş ve dar olmak üzere alakalı ancak birbirinden farklı iki anlamı vardır. Tüm analitik Marksizm geniş anlamda analitiktir ve çoğu da dar anlamda analitiktir. ‘Analitik’in her iki anlamında da, analitik olmak, geleneksel olarak Marksizmin ayrılmaz bir parçası olarak düşünülen bir düşünce biçimine karşıttır. Analitiğin geniş anlamında, ‘analitik’ düşünce ‘diyalektik’ olarak adlandırılan düşünceye karşıdır ve dar anlamda ise ‘analitik’ düşünce, ‘bütüncü’ [holistic] olarak adlandırılabilecek düşünceye karşıdır. Analitik Marksizmi yaratan can alıcı işlem, Marksizmin kendine has, değerli düşünsel yöntemlere sahip olduğu iddiasının reddedilmesiydi. Bu iddianın reddedilmesi, Marksizmin kendi zararına uzak durmuş olduğu zengin anaakım metodolojinin edinilmesini sağladı.
Bahsettiğim anaakım metodoloji, Marksist olmayan Batılı (ve temel olarak Anglofon) sosyal bilim ve felsefenin çeşitli akımlarında şekillenen düşünsel teknikleri kullanır. Söz konusu teknikler sıklıkla, geniş bir anlamda, ‘analitik’ olarak şekillenmiştir. Çünkü bunların kullanımı bir yandan ifadenin kesinliğini ve diğer yandan argümanın sıkılığını gerektirir ve kolaylaştırır. Böyle üç grup tekniği ayırt edebiliriz.
İlki, başlangıçta Almanca konuşulan dünyadaki fakat daha sonra (Nazizm nedeniyle) yaygın olarak İngilizce konuşulan dünyadaki yirminci yüzyıl pozitivist ve post-pozitivist felsefesi tarafından geliştirilen linguistik ve mantıksal analiz teknikleridir. Daha sonra, Adam Smith ve David Ricardo ile başlayan ancak takriben Leon Walras ve Alfred Marshall’dan beri süregelen neo-klasik iktisatta matematiksel biçimini almış bulunan iktisadi analiz teknikleri gelir. Ve son olarak da neo-klasik iktisadın dışında ve onunla birlikte gelişen seçim, eylem ve stratejinin temsil teknikleri var. Bu teknikler bugün ‘karar teorisi’, ‘oyun teorisi’ ve daha genel olarak ‘rasyonel seçim teorisi’ olarak adlandırılanların parçasıdır ve çağdaş siyaset biliminde yaygın olarak kullanılmaktadır.
Analitik Marksizm hakkında yazanlar genellikle üç kişiyi kurucular olarak adlandırıyor: G. A. Cohen, Jon Elster ve John Roemer. Bu makul bir yargıdır ve burada da bu yargıyı izleyeceğim. Fazla bir tahrifat olmaksızın, Cohen’in yukarıda belirtilen felsefi tekniklerle, Roemer’in iktisadi tekniklerle ve siyaset bilimci olan Elster’ın da rasyonel seçim teorisi ile ilişkili olduğu söylenebilir. Burada biraz tahrifat mevcuttur, çünkü üçlünün en geniş kapsamlı çalışanı ve en bilgilisi olan Elster, çalışmalarında üç farklı tekniği de kullanır, Roemer iktisatçı olmanın yanında bir oyun kuramcısıdır ve Cohen’in çalışması basit matematik öncesi biçimlerinde oyun-kuramsal araçlardan tamamen yoksun değildir. Fakat önerilen üçlü bölümleme yaklaşık bir gerçekliği temsil etmektedir.
(2) Eylül Grubu
Adı anılan üç akademisyenin her biri, ister istemez, Marksizmi analitik yöntemleri öğrenmelerinden bağımsız olarak öğrendiler; çünkü, okulu kurmalarından önce öğrenebilecekleri analitik bir Marksizm yoktu. [2] Her biri, diğer ikisiyle tanışmadan evvel analiz ve Marksizmi bir araya getirmişti. Üçlü 1979 ile 1981 arasındaki dönemde birbirini tanıdı. Böylece analitik Marksizmin, bu üçlü Eylül 1981’de Londra’da benzer düşüncede olan diğer sekiz ya da dokuz kişiyle buluştuğunda hayata geçtiği söylenebilir. O zamandan beri her Eylül ayında, genellikle Londra’da [3] , dört veya beş ülkeden yaklaşık on analitik Marksistin katıldığı üç günlük bir toplantı yapılmaktadır.
(Bugünkü adıyla) ‘Eylül Grubu’nun tarih öncesi işte böyleydi. Cohen’in yardımlarıyla Elster, 1979 Eylül’ünde Londra’da bir hafta sonu toplantısı düzenledi. Her biri sömürü kavramı üzerine çalışan, çeşitli Avrupa ülkelerinden Marksist ya da yarı-Marksist çizgideki yaklaşık bir düzine akademisyen bu toplantıya katıldı. Fikir alışverişimizi cana yakın ve ufuk açıcı bulduk. Bu yüzden yine sömürü üzerine olan benzer bir toplantı hemen hemen aynı kadroyla Eylül 1980’de Londra’da yapıldı. Toplantının kapanışında her yıl toplanmaya karar verildi, fakat tartışma sömürüyle sınırlandırılmayacaktı. 1981’deki kadro, bir ya da iki yeni davetliyle birlikte 1979 ve / veya 1980’de katılmış olanların en adanmışlarıydı.
1981’den bu yana, grup üyeliği oldukça istikrarlı oldu. Pranab Bardhan (Berkeley), Samuel Bowles (Amherst), Robert Brenner (Los Angeles), G.A. Cohen (Oxford), Joshua Cohen (Cambridge, Massachusetts), Philippe van Parijs (Louvain-la Neuve), John Roemer (Yale), Hillel Steiner (Manchester), Robert Van der Veen (Amsterdam) ve Erik Wright’dan (Madison) oluşuyoruz. 1982’de Bardhan katıldığından beri iki ayrılık ve iki yeni katılım oldu. Jon Elster ve Adam Przeworski, 1993’te grubun evrildiği entelektüel karakterin tatmin edici olmayan yönlerine tepki olarak ayrıldıklarını söylediler. Geriye kalanlarımız ise ayrılıklarının daha çok Avrupa komünizminin çöküşüyle ilgili olduğunu düşündü. Bowles 1987’de ve Joshua Cohen 1996’da katıldı.
(3) Analitik Marksizme Giden Yolum
Bir düşünsel yöntemi, bir kitap ya da makalede kullanımına rastlama ve cazip bulma sonucunda benimsemek ve kullanmak son derece zordur. Bahsettiğim yöntemlerin uygulanması, bir eğitim ve çıraklık dönemi gerektiriyor. Ve şimdi, kendi geçmişimin, dönemimdeki Marksistler öyle değilken, beni neden gerekli eğitimi almaya açık hale getirdiğini açıklayacağım. (Şüphesiz, bunun gibi farklı öyküler Elster ve Roemer hakkında da anlatılabilir, ancak onları anlatmak bana düşmüyor.)
Marksizme ilk maruz kalışım tuhaf bir sosyal çevrede oldu. Ebeveynlerim, vahşi patron ve polis baskısına karşı konfeksiyonda sendikalaşma mücadeleleri esnasında tanışmış olan Montrealli, Yahudi komünist fabrika işçileriydi. Dört yaşındayken, 1945’te, ailem beni komünist bir Yahudi örgütü tarafından yönetilen Morris Winchewsky Aşkenaz Yahudisi Okulu’na kaydettirdi. On bir yaşıma kadar gittiğim tek okul buydu. Quebec Eyalet Polisi’nin ‘Kızıl Tim’i tarafından örgüte ve okulun kendisine düzenlenen baskınlar, okulun devam etmesini imkânsız hale getirdi. (Bu, 1952’de oldu ve o dönemde Kuzey Amerika’da sürmekte olan McCarthy zulmüne yerel katkının bir parçasıydı. McCarthyciliğin Quebec versiyonu, sınırın güneyindeki aslından daha az sinsiydi ama aynı zamanda daha acımasızdı. Özellikle de bir çocuk için çok daha korkutucuydu.)
Yetiştirilme tarzım Marksist fikirlere sevgi ve inanç beslememe yol açtı. McGill Üniversitesinde eğitim görmeye başladığımda Marksist klasiklerin bir kısmını mükemmel olmaktan uzak bir anlayışla okumuş bulunuyordum. On yedi yaşındayken, Friedrich Engels’in Anti-Dühring’inin var olan tüm önemli felsefi hakikatleri içerdiğinden emindim. Lisans öğrencisiyken kitabın sınırlılıklarını görmeye başladım ve felsefi bölümlerinin, toplum ve tarihle ilgili olanların aksine, naif olduğu sonucuna vardım. Ama tarihsel materyalizme olan bağlılığım daha uzun ömürlüydü ve uzun bir süre onu elimden gelen en iyi şekilde açıklama ve savunma eğiliminde oldum. Sonunda, 1978’de bu uzun soluklu eğilimin tamamına erdirilmesi olarak bu kitabın ilk baskısı yayımlandı.
Kitap metodolojik karakterini 1961’de McGill’den Oxford’a geçtiğim koşullara borçludur. Burada Gilbert Ryle’ın sevecen rehberliği altında İngiliz analitik felsefesini öğrendim. Politik bağlılığı olan öğrencilerin neredeyse tümü, o zamanlar ve 1960’larda bu felsefeye düşmandı. Onu burjuva, önemsiz ya da her ikisi olarak gördüler. Ben de burjuva olduğunu ya da her halükarda burjuva karşıtı olmadığını gördüm, ama bir antipati beslemedim. Eğer gençseniz, solcuysanız, üniversiteye bununla ilgili fikirlere susamış olarak gelmişseniz ve de Oxford akademik felsefesi karşılaştığınız ilk düşünce sistemiyse, o zaman hayal kırıklığına uğramış, hatta aldatılmış hissetmemeniz zor olacaktır ve Marksizmi bu felsefeye güçlü bir alternatif ve panzehir olarak düşünmek sizin için doğal olacaktır. Ama, benim yaptığım gibi, işe Marksizmle başlamışsanız o zaman analitik felsefeyi dikkate almak zor olmayacaktır. Oxford’a zaten Marksizme el atmış biri olarak gelmiştim ve bu yüzden, politik bakımdan uyuştuğum çağdaşlarımın çoğunun aksine, beni önemli fikirlerle donatması için üniversite felsefesine bakmadım. Bu felsefenin, gerçek dünyayı çalkalayan sorulara cevap vermesini beklemedim. Bu yüzden Oxford felsefesi beni birçok çağdaşıma yaptığı gibi hayal kırıklığına uğratmadı ve zamanı geldiğinde bu felsefeyi tarihsel materyalizmin temel iddialarını en iyi şekilde açıklamak ve savunmak için şevkle kullandım.
‘Zamanı geldiğinde’ demeliyim, çünkü 1963’te Oxford’dan ayrıldığımda, analitik tekniğin kendinden emin bir uygulayıcısı değildim. Analize dönük bir tercihi tastamam benimsemeye dönüştürmek için daha fazla şey deneyimlemem gerekiyordu. 1960’ların sonunda meydana gelen iki şey bu dönüşümü teşvik etti.
Bu dönemde, Britanya’daki genç Marksist akademisyenler Louis Althusser ve okulunun çalışmalarına çok fazla ilgi duyuyorlardı. Ben de, Pour Marx’ı [Marx İçin] ve Lire Le Capital’’i [Kapital’i Okumak] orijinal iki cilt versiyonundan dikkatlice okudum. [4] Ancak, başlangıçta Althusserciliğin cazibesine kapılsam da nihayetinde kavramsal kesinliğe dönük yinelenen olumlamalarının düşünsel pratiğindeki kavramsal kesinlikle örtüşmediğini görmeye başladığımdan, verdiği sarhoşluğa ayak diredim. Althussercilerin var ettiği, mesela bireyin bir özne olarak çağrılması veya çelişki ve üstbelirleme gibi düşünceler heyecan ve fikir vericidir. Ancak bu fikirlerin içinde şekillendikleri tezlerin doğru olup olmadığını belirlemek sıklıkla imkansız görünür, ve diğer zamanlarda, bu tezler birinde açıkça doğru, diğerinde ise açıkça yanlış oldukları iki farklı yorumlamaya müsait görünür.
Altmışlı yılların sonunda beni analitik doğrultuya iten olan başka bir şey oldu. “Bourgeois and Proletarians” [5] [Burjuva ve Proleterler] başlıklı pek de analitik olmayan bir yazı üzerine çalışıyordum. Bu yazı, Marx’ın Kutsal Aile’deki, proletarya gibi, burjuvazinin de yabancılaştığını, fakat proletaryadan farklı olarak onların yabancılaşmadan zevk aldıklarını ve onda güçlerini bulduklarını söyleyen bir pasajının genişletilmiş yeniden yorumuydu. 1966-7 akademik yılında bir ara Londra Üniversitesi felsefe grubuna yazının bir versiyonunu okudum. Dinleyiciler arasında sıkı bir Amerikan felsefecisi olan Isaac Levi de vardı. Marx’ın 1844 El Yazmaları’nda paranın gücü hakkında söylediği bir şey üzerine yorum yaparken, makalemde şöyle deniyordu: Marx’a göre, zengin kapitalistin metresi onu parası için sevmez, o, paranın kendisini sever. Levi, bunun tam olarak ne anlama geldiğini ve / veya bunun doğru olup olmadığının nasıl söylenebileceğini bilmek istedi. Birini yalnızca parasından dolayı sevmek ile paranın kendisini sevmek arasındaki fark tam olarak neydi? Levi’nin sorgusunu hasmane ve yararsız buldum (şimdi kesinlikle uygun olduğunu düşünsem de). Ancak, tartışmanın ardından odadan çıkarken bana yaklaştı ve şüphesiz rahatsızlığımı fark etmiş olarak, dostane bir şekilde şöyle dedi: “Bak, farklı yollarla bir şeyler yapmanın bence mahzuru yok. Sadece temel kuralların neler olduğunu bilmek istiyorum.”
Sıkı vurdu ve dibi boyladım. Levi’nin nasihatının ardından, kendisine hoş gelen her şeyi alıp kullanan ve satırlarını savunma ihtiyacı duymayan bir şair edasıyla yazmayı (en azından kısmen) bıraktım (okuyucuda karşılığı olsa da olmasa da). Bunun yerine, yazarken kendime şunu sormaya çalıştım: Bu cümle, geliştirilen açıklama ya da argümana tam olarak ne gibi bir katkıda bulunuyor ve doğru mu? Kendinizi bu türden bir (sıklıkla sancılı) öz eleştiriye tabi tuttuğunuzda analitik hale gelirsiniz.
(4) Analitik Marksizmde ‘Analitik’ Olan Ne?
Analitik Marksistlerin Marksizmin ayırt edici ve değerli bir yönteme sahip olduğunu düşünmediklerini söylemiştim (yukarıda, Bölüm 1). Diğerleri, ‘diyalektik’ adını verdikleri böyle bir yöntem olduğuna inanıyor. Ancak biz ‘diyalektik’ kelimesinin her zaman belirsiz bir anlamda kullanılmamış olmasına rağmen, hiçbir zaman analitik yönteme rakip olacak bir yönteme işaret edecek kadar da iyi tanımlanmamış olduğuna inanıyoruz. [6] Analitik muhakemeye rakip olacak bir tür diyalektik muhakeme mevcut değildir. Analize rakip olarak diyalektiğe inanmak ancak belirsiz bir düşünce atmosferinde gelişir.
Analitik Marksizmin geniş anlamda analitik olmasını açıkladım (Bölüm 1) ve şimdi dar anlamda ‘analitik’ olmasına dönüyorum. Daha dar anlamıyla, analitik Marksizmin analitikliği, molar fenomenleri, sırasıyla varlıkları oluşturan ve daha büyük düzeylerde vuku bulan süreçlerin altında yatan mikro-bileşenlere ve mikro-mekanizmalara atıfta bulunarak açıklama eğilimidir. (Atomsal düzeye bu türden bir çözümleme, Cohen’le ilişkili olan daha saf ve daha genel felsefî tekniklere kıyasla, Roemer ve Elster’la ilişkilendirdiğim iktisat ve oyun teorisi teknikleri için daha temeldir.) Analitik Marksistler bu dar anlamda analitik oldukları ölçüde, toplumsal oluşumların ve sınıfların, onları oluşturan bireylerin davranışlarının bir fonksiyonu olmayan davranış yasalarına itaat eder şekilde resmedildikleri bakış açısını reddederler.
Böyle bir ‘bütüncülük’ ilke olarak kabul edildiğinde, tüm analitik Marksistler buna karşı çıkacaktır. Mikro düzeyde bir analiz her zaman arzu edilir, ve belirli bir disiplinin gelişiminin belirli bir aşamasında pratik olarak başarılması mümkün olmasa bile, ilke olarak her zaman mümkündür. Ancak analitik Marksistler, belirli bir disiplinin ya da alt disiplinin, ulaştığı ya da ulaşması beklenen hangi aşamada [mikro düzeyde açıklamalar geliştiremediği için – çev.] bilim-dışı olarak kınanabileceği konusunda anlaşmazlığa düşebilirler. Analitik Marksizm içindeki büyük bir polemik, böyle bir soru etrafında gelişti. Cohen, Elster’in tarihsel materyalizmdeki işlevsel açıklamaları reddetmesinin, fazla ısrarcı bir ─dar anlamda─ “analitik” duruşu yansıttığını iddia etti. [7]
Cohen yine de analitik-öncesi Marksizmin, termodinamiğin istatistiksel mekanik tarafından tamamlanmadan önceki hali gibi, bilimsel olarak gelişmemiş olduğunu ve her iki durumda da bunun molar düzeydeki varlıkları (gaz miktarları veya ekonomik yapılar gibi) daha temel bileşenlerinin düzenlemeleri olarak temsil etmekteki başarısızlıktan kaynaklandığını kabul ederdi. Fenomenolojik termodinamiğin yaptığı gibi, gaz yasalarının doğru olduğunu bilmek bir şeydir, nasıl ve neden yaptıklarını bilmek ise başka bir şeydir ve bu daha ileri bilgi, dar anlamda analizi gerektirir. İstatistiksel mekanik, Newton’un yasalarını gazların moleküler bileşenlerine uygulayarak bunu sağlamıştır. Kısmen benzer şekilde, kapitalizmin yıkılması ve sosyalizme yol açması gerektiği iddiası, bireylerin davranışlarının bu sonuca nasıl yol açtığını henüz göstermemiştir. Ve başka hiçbir şey bu sonuca yol açmaz, çünkü bireylerin davranışları nihaî analizde her zaman eylemin olduğu yerdir.
Şimdi, analitik Marksistlerin analitik Marksizmin kurucu tekniklerine olan bağlılığı mutlaktır. Hem geniş hem de dar anlamlarında analizin gücüne bağlılığımız değişmezdir. Ve Marksist tezlere olan bağlılığımız (sosyalist değerlere olan bağlılığımızın aksine), analitik tekniğe olan bağlılık gibi mutlak değildir. Bu yüzden iddia edebiliriz ki, tekniklere olan bağlılık, aklın kendisine olan bağlılıktan daha azını yansıtmamaktadır. O, açık ifadeler ve sıkı argümanlara dönük talebi gevşetmeye bir reddiyedir. Analitik muhakemeye direnmenin, diyalektik adına geniş anlamda analize ve bireycilik-karşıtı bütüncülük adına dar anlamda analize direnmenin, akıldışı obskürantizm olduğuna inanıyoruz. Elbette, analitik muhakemenin sonuçları olarak sunulan belirli sonuçları reddetmek akıldışı obskürantizm değildir. Sıradan bir hata ve sıradışı ideolojik çarpıtma sık sık bu gibi (varsayılan) sonuçları bozuma uğratır. Ancak, analitik tekniklerde diyalektik dışı ya da bireyci bir şey olduğunu iddia etmenin, akla yatkın olanı kabul etmeye duyulan isteksizliği temsil ettiğine inanıyoruz.
Dolayısıyla tüm çalışmalarımızda tartışma konusu olan, analiz değil daima Marksizmdir ve analiz, Marksizmi sorgulamak için kullanılır. Analitik Marksist hareket, ilk olarak, miras alınan teoriyi revize etmek değil fakat savunmaktır. Ancak teorinin savunusu çoğu kez geniş çaplı yeniden yapılandırma gerektirir. Miras alınan teori, analitik eleştiri standartlarına uygun hale getirildiğinde dönüşüme uğrar. Hareketimiz bugün, geleneksel Marksizmin odak noktalarını, kaygılarını, özlemlerini ve değerlerini korurken, klasik tezlerinin çoğunu reddetmiştir. Ancak, hem teorinin orijinalinden hem de orijinal teorinin gelişiminden hayatta kalanın, analizin aşındırıcı asidinden geçmiş olması dolayısıyla daha güçlü olduğunu ve vazgeçilenlerin, kabul edilebilir birer bedel olmadığını, entelektüel bilinçte tutulabilirliklerinin ancak aklın yönlendiriciliğinin reddi pahasına olduğunu iddia edebiliriz. Bir analitik Marksizm yorumcusu, yakın tarihte, –hakkındaki yorumunu da onayladığım– ve hâlâ kabul ettiğim bir ifademi alıntıladı:
Biz Marksist gelenek içinde çalışanların dikkatini bugün bence üç soru yönlendirmelidir. Bunlar kapitalizme muhalefet etme ve onu alt etme projesiyle ilişki içinde, tasarı, gerekçe ve strateji sorularıdır. İlk soru: ne istiyoruz? Genel olarak, ve hatta pek de genel olmayan terimlerle, aradığımız sosyalist toplum biçimi nedir? İkinci soru: neden istiyoruz? Kapitalizmde yanlış olan tam olarak nedir ve sosyalizmde doğru olan nedir? Ve üçüncü soru: bunu nasıl başarabiliriz? Gelişmiş kapitalist toplumdaki işçi sınıfının artık bir zamanlar olduğu ya da olduğu düşünülen şey olmadığı gerçeğinin pratik imaları nelerdir?” (Cohen, History, Labour, and Freedom, Oxford 1988, s. xii)
Jon Elster’a göre, analitik Marksistler, klasik Marksizmin her ilkesini ‘ısrarlı eleştirilere’ tabi tutuyorlardı. Ancak yukarıdaki alıntı, bu eleştirmenlerin çoğunun neden kendilerini hâlâ Marksist olarak tanımladıklarını açıklığa kavuşturmalı. Analitik Marksistlerce üretilen çalışmaların çoğu Cohen’in ortaya attığı üç sorudan bir veya daha fazlasını ele alır ve kapitalizmi aşmanın olanaklarını araştırır. “Belki bugün Marksizmin en büyük görevi”, der Roemer, “modern bir sosyalizm teorisi inşa etmektir.” Modern sosyal bilimin tüm metodolojik cephanesini kullanmaya yapılan vurgu, kapitalizmin uzun ömürlülüğü ve sosyalizmin yaşayabilirliği hakkındaki sorulara daha iyi cevaplar verme arzusundan kaynaklanmaktadır. [8]
(5) Zırva Üzerine
Başkaları, yaptıklarımızı “analitik Marksizm” olarak adlandırmayı öğretmeden önce ben onu “zırva-olmayan Marksizm” olarak adlandırıyordum. Bu daha agresif bir deyimdir, çünkü yapılanı analitik Marksizm olarak adlandırıp öte yandan diğer Marksizmlerin de geçerli olduğuna inanabilirsiniz, buna karşın yaptığınızın zırva-olmayan Marksizm olduğunu söylediğinizde, diğer Marksizmlerin “zırva” olduğunu ve kendi Marksizminizin biricik meşru Marksizm olduğunu ima eder görünürsünüz. Aslında ne analitik ne de zırva olan bir Marksizm mevcuttur. Ancak analitik-öncesi Marksizm (böyle adlandırabiliriz) analitik Marksizmle karşılaştığında ya analitikleşmeli ya da zırvalaşmalıdır. Kimya elementlerin yapısını açıklamaya başlamadan önce saygıdeğer bir “bütüncü” kimyacı olabilirsiniz (böyle de olmuştur), ancak böyle bir ilerleme bir kez gerçekleşti mi bütüncü yaklaşımda ısrar obskürantist bir tutumdur.
Her halükarda, analitik Marksizmi, olmadığı şeyle, “zırva”lıkla tezat içinde düşünmek, açıklanmasına yardımcı olur. Zırvalığın bir biçimi [9] , eleştiriye dürüst bir biçimde tepki vermeye duyulan isteksizliği içeren, dürüst olmayan bir entelektüel duruşun ürünüdür. Zırvalamak dogmatizmle aynı şey değildir. Emin olmak gerekirse, dogmatik, tüm eleştirilere karşı inancını sürdürür; fakat eleştirilere mümkün olan en iyi şekilde cevap veren ve hatta belirli bir eleştiriye iyi bir yanıt veremediğini kabul eden, ancak yine de bu dogmatik görüşe bağlılığını sürdüren dürüst bir dogmatiğin olması da mümkündür. [10] Öte yandan, zırvalayan kişi konumunu değiştirmeye hazır olabilir ve eleştirel saldırı altında çoğu kez böyle yapar. Ancak bulunduğu konumu kontrollü bir şekilde ve bilimin yol göstericiliğinde değiştirmek için saldırının boyutunun hassas ölçümünü yapmaz. Yenilmemiş olmak adına (zırvalayan için esas olan budur) basitçe, üzerine düşünülmemiş ve/veya muğlak bir diğer konuma geçiş yapar. Zırvalayan her an zemin değiştirmeye hazırken, dogmatik geri adım atmaz. Fakat analitik Marksizme karşı çıkarken, en az iki görüşü bakımından tutarlıdır. Genel biçiminde diyalektik dışı, özel biçiminde bireyci olması nedeniyle her iki anlamında da analizin reddedilmesi gerektiğine ya da Marksizmin ondan uzak durması gerektiğine inanmaktadır. [11]
(6) Analitik Marksizm Marksist mi?
Marx, Engels’in adlandırmasıyla, hiç değilse başka şeylerin yanı sıra sosyalist bir bağlılık çerçevesinde, sosyal bilimin en gelişkin kaynaklarını kullanarak sosyalizmin doğasının ve sosyalizme giden yolun araştırılması olan “bilimsel sosyalizm”i kurdu. Marksizmin, Engels’in akıllıca adlandırması yerine “Marksizm” olarak adlandırılmış olması nedeniyle üzgünüm. “Bilimsel sosyalizm” adlandırması tutmuş olsaydı, insanlar “Analitik Marksizm Marksist mi?” şeklindeki verimsiz soruyu sormaya daha az eğilimli olurdu.
Bir fizikçi, eğer kendisine hâlâ Galileci olup olmadığı sorulsa (makul şekilde, Galileo’nun fiziği kurduğu varsayılarak) ne derdi? Sorunun garipliğinin neden olduğu şaşkınlıktan kurtulduktan sonra, eğer anlayışlıysa, şöyle bir şey söylerdi: “Bak, Galileo fiziği kurdu ve söylediklerinin çoğu doğruluğunu koruyor. Ama biz fizikçiler kendimizi ‘Galileci’ ya da ‘Newtoncu’ olarak adlandırmıyoruz, çünkü fizik ilerleyen bir disiplindir, kimse ondan kurucusunun tezlerini muhafaza etmesini beklemez. Fizik, Galileo ve Newton’un söyledikleriyle (çoğunlukla) çelişmelidir, ancak bu şekilde kurdukları geleneğe sadık kalabilir.”
Dinlerin ilerlemesi beklenmez, bu yüzden ‘Budizm’ ve ‘Zerdüştlük’ gibi isimler almaları uygundur. Onları takip edenler için Zerdüşt, Buda ya da İsa hakkındaki en önemli şey, hakikati ilk ve son kez ortaya çıkarmış olmalarıdır.
Öyleyse, bilimsel sosyalizmin ‘Marksizm’ adını almış olması talihsizliktir. İsmi, onu bilimsel olmaktan çok dinsel bir paradigmaya benzetmektedir. Eğer Marksizme hâlâ Marksizm denmesi bugün yalnızca bir olgu değil aynı zamanda yerinde bir adlandırma olsaydı, o zaman Marx başarısız olurdu. Bir bilim kurmayı başaramazdı. Buda veya Zerdüşt gibi ibadet edilecek bir figür haline gelirdi, tıpkı bazı yerlerde olduğu gibi.
Elbette fizik ve sosyal bilim arasında büyük farklılıklar mevcuttur. Sosyal bilim hiçbir zaman bilimsel açıdan fizik kadar gelişkin olmamıştır ve olmayacaktır da. Ve iyi bir fizikçi olmak için Galileo veya Newton’u okumanıza gerek yokken (onları okumak fizikçilerin değil, fizik tarihçilerinin uğraşıdır), biz Marx’ı okumayı bırakmayı gerektirecek kadar ilerleme kaydetmedik. Marx ve Engels çalışmak, bir bilimsel sosyalistin eğitiminde vazgeçilmez bir unsur olmaya devam etmektedir. 

[1] Bu, “Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler” altbaşlığını taşıyıp, 1997’de Imprints’de yayımlanmış olan ve bu giriş yazısının büyük bir kısmının alındığı makalenin başlığıdır.

[2] Üçlünün her biri, bahsettiğim teknikleri akademik olarak kullanmaya başlamadan önce, Marksizme ya da Marksizme yakın bir şeye karşı politik bir bağlılığa sahipti. Cohen ve Roemer, Kuzey Amerika’da, Sovyet yanlısı, Halk Cumhuriyeti yanlısı hanelerde, politik olarak aktif ebeveynler tarafından yetiştirildi. Elster’in geçmişi komünist değildi, ama bir zamanlar Marksizme dost olan güçlü bir Norveçli sol sosyalist harekette yer almıştı.

[3] 1982’de Paris’te, 1991’de Chicago’da, 1996’da New York’ta, 1998’de Cambridge’de  (Massachusetts) ve 1999’da Oxford’da buluştuk.

[4] Kitapları bitirdiğim tarihleri kaydederim. Pour Marx’ı 2 Ocak 1968’de ve Lire le Capital’in 1. ve 2. ciltlerini sırasıyla aynı yılın 28 Ocağı’nda ve 16 Mayıs’ında bitirdim. Fransız Marksizmiyle eğitilmek için özelikle uygun bir tarih.

[5] 1968’de Journal of the History of Ideas’da aynı başlıkla yayımlandı.

[6] Yakın zamanlı bir örneği ele almak gerekirse, aşağıdaki satırların böyle bir yöntemi tanımladığını düşünmüyorum: “Diyalektik düşünceye verebileceğimiz ilk anlam tam olarak şöyledir: sınıf mücadelesinin tarihin dokusuna yaptığı belirleyici müdahaleye özgül biçimde uyarlanmış bir açıklama biçimi ya da mantığı.” (Etienne Balibar, The Philosophy of Marx, s. 97.) Böyle bir cümleyi hızlıca okursanız kulağınıza oldukça iyi gelebilir. Çare daha yavaş okumaktadır.

[7] Bkz.: 1980’de Political Studies’deki Elster-Cohen tartışması.

[8] Tom Mayer, Analytical Marxism, s. 16.

[9] Zırvalığın farklı biçimleri için için “Deeper Into Bullshit” makaleme bakınız.

[10] Kardinal Newman, “Bin zorluk bir şüphe etmez” derken zırvalamaktan çok dogmatizm örneği sergiliyordu (aynı zamanda zırvalayan biri olsa da olmasa da).

[11] Genel olarak zırvalığın muhteşem bir değerlendirmesi için bkz.: “On Bullshit” [Zırvalık Üzerine], The Importance of What We Care About [Neyi Önemsediğimizin Önemi] içinde. Frankfurt, zırvalığın özünün, onunla meşgul olan konuşmacının gerçeği iletmekle ilgilenmemesi olduğunu öne sürer (s. 125). Bu ölçüte göre dogmatikler kesinlikle zırvalamazlar ve eleştiriyle yukarıda tarif ettiğim şekilde başa çıkanlar zırvalarlar. (“Deeper Into Bullshit” adlı makalem Frankfurt’un açıklamasının eleştirisini içerir).

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar