Ana SayfaArşivSayı 4Felsefe ve Bilimsel Realizm

Felsefe ve Bilimsel Realizm

Roy Bhaskar

Çeviri: Aysel Kara

Bilgi’nin İki Yönü

Yeterli herhangi bir bilim felsefesi, bilimin şu merkezî paradoksu ile mücadele etmenin bir yolunu bulmalıdır: Diğer herhangi bir ürün kadar sosyal olan, motorlu arabalar, koltuklar ya da kitaplarla karşılaştırıldığında kendi üretiminden ve kendini üreten insandan daha fazla bağımsız olmayan, kendi esnafı, teknisyeni, yayıncısı, standartları ve becerileri olan ve değişmeye diğer herhangi bir maldan daha az konu olmayan, insanın sosyal faaliyetinde ürettiği bilgi. Bu, ‘bilgi‘nin bir yönüdür. Diğeri, hiçbir şekilde insan tarafından üretilmeyen şeyler’in‘ bilgisidir: Civanın özgül ağırlığı, elektroliz işlemi, ışığın kırılma mekanizması. Bu ‘bilgi nesneleri‘nin hiçbiri insan faaliyetine bağımlı değildir. Eğer insan yok olsaydı, ses yol almaya devam edecekti ve ağır cisimler dünyaya tamamıyla aynı şekilde düşecekti, hipotez dışı olmasına (gerçekleşme olasılığı olmamasına) karşın bunu bilecek kimse olmayacaktı. Kaçınılmaz bir teknik neolojizmle, bunlara bilginin geçişsiz nesneleri diyelim. Bilginin geçişli nesneleri Aristoteliyen maddi nedenlerdir.[1] Bunlar bilimin ham materyalleridir -günümüz bilimi tarafından bilginin unsurları içinde biçim verilen yapay nesneler.[2] Bunlar, belirli bir bilimsel okul ya da çalışan için öncel olarak varolan yerleşik olgu ve teorileri, paradigma ve modelleri, yöntem ve soruşturma tekniklerini içerir. Bu anlamda, Darwin’in doğal ayıklanma teorisinin maddi nedeni, teorisine biçim verdiği bileşenlerden oluşmuştur. Doğal varyasyon olguları, evcil ayıklanma teorisi ve Malthus’un nüfus teorisi bunlar arasındadır.[3] Darwin, bunları, çok yavaş ve algılanması çok karmaşık olan, kendisinden milyonlarca yıl önceye giden bir sürecin bilgisi haline getirdi. Ancak, en azından teorisi doğruysa, betimlediği süreci(-n kendisini) üretemezdi; ürettiği bilginin geçişsiz nesnesi doğal ayıklanma mekanizmasıdır.

            Aynı geçişsiz bilimsel bilgi nesnelerini içeren, bizimkine benzer bir dünyayı kolaylıkla hayal edebiliriz, ancak bu, onların bilgisini üreten herhangi bir bilim olmadan mümkün değildir. Olan ve gene olabilecek olan böyle bir dünyada, gerçeklik hakkında konuşulmamış olacak ve yine, şeyler eylem ve etkileşimlerini her şekilde sürdüreceklerdi. İşin aslı, böyle bir dünyada, varsayımsal olarak, şimdi bilimin keşfettiği nedensel yasalar hâlâ hüküm sürecek ve bilimin kimliklendirdiği şey türleri varolmaya devam edecekti. Bir Newton ya da Drude onlar hakkındaki bilgimizi üretmeksizin, gelgitler hâlâ devam edecek ve metaller her zamanki gibi elektrik ileteceklerdi. Formüle edecek, deneysel olarak kanıtlayacak ya da çıkarsama yapacak kimse olmamasına rağmen, Wiedemann-Franz yasası gerçekleşmeye devam edecekti. İki hidrojen atomu bir oksijen atomu ile birleşmeye ve uygun koşullarda ozmozis olmaya devam edecekti. Kısacası, bilginin geçişsiz nesneleri , genelde, onlar hakkındaki bilgimize göre değişmezler; onlar gerçek şeyler ve yapılar, mekanizma ve süreçler, dünyanın olayları ve olasılıklarıdır; ve mutlak olarak bizden oldukça bağımsızdırlar. Bilinemez değildirler, çünkü işin doğrusu , onlar bir derece bilinebilirdir. (Bilimsel bilginin nesneleri olarak tanıtıldığını hatırlayınız.) Ancak, hiçbir şekilde, bilgimize, sadece algımıza diyelim, bağımlı değillerdir. Geçişsizdirler, bilim-bağımsızdırlar, bilimsel keşfin ve araştırmanın nesneleridirler.

            Bilim olmaksızın   geçişsiz bir nesneler dünyasını hayal edebiliyorsak, geçişli nesneler olmaksızın, yani, bilimsel ya da ön-bilimsel önceller olmaksızın bir bilimi hayal edemeyiz. Yani, bilginin üretimini, bilgi-benzeri materyallerden bağımsız ve bunların aracılığı olmadan hayal edemeyiz. Bilgi, bilgi-benzeri öncellere bağımlıdır. Harvey, kan dolaşımını hidrolik bir model tarzında düşünmüştü. Spencer, belki daha az başarılı biçimde, toplum fikrini ifade etmek için organik bir metafor kullanmıştı. W. Thomson (Lord Kelvin) 1884’te, ona, ‘”fizikte belirli bir konuyu [ör:ısı, manyetizm ] anladık mı?“nın testinin, “bunun mekanik bir modelini yapabilir miyiz?” gibi göründüğünü deklare etmiştir.[4] Ve, çok iyi bilindiği gibi, bu, içinde bulunduğumuz yüzyılın ilk onyılında Newtoniyen dünya-görüşünün giderek çözülüşüne kadar, fizik araştırmalarını yönlendiren kuraldı. Benzer olarak, ekonomistler, marjinalizmin 1930’larda saygınlığını yitirmesine kadar, verili kaynaklarla nesnel bir işlevi maksimize edecek bir karar-verme paradigmasını doğrulayacak fenomenlerin açıklamalarını arıyorlardı. Paradigmanın hegemonyasını sürdürdüğü dönemde, şüphesiz, ekonomistlerin düşüncelerinin ardında, bir bütçe sınırlamasına bağlı olarak haftalık alışverişini yapan bir evkadının rahat bir resmi vardı; tıpkı, paradigmanın eskimesinden çok sonra, Rotherford’un 1934’te şüpheye yer bırakmayacak şekilde, temel parça ve atomların ‘küçük sert bilardo topları, tercihen kırmızı ya da siyah’ şeklindeki çekirdeksel modeli yeğlediğini itiraf etmesi gibi.[5] Von Helmont’un arche kavramı, virüs kavramı için bir model geliştirilmesine yol açan bakteri kavramının entelektüel atasıydı. Başlangıçta, edinilmiş özelliklerin taşıyıcıları olarak tanıtılan genlerin biyokimyasal yapısı, linguistik bir kod metaforu altında keşfedilmiştir. Bu şekilde, öncel olarak kanıtlanmış bilgilerin yeni bilgilerin geçişli nesneleri olarak işlev görme yeteneğinde olan sosyal ürünler, dünyanın bilinmeyen (ama bilinebilir) geçişsiz yapısını keşfetmede kullanılmıştır. B’nin bilgisi, A’nın bilgisi aracılığıyla üretilir, ancak bilginin her iki unsuru (item) sadece düşüncede vardır.

            Geçişli nesneler olmaksızın hayal edemediğimiz bir bilimi, geçişsizler olmadan hayal edebilir miyiz? Bu soruya verilecek cevap ‘hayır’ ise, bilimin geçişsiz nesnelerinin felsefi bir çalışmasını yapmak mümkün hale gelir. ‘Bilimi mümkün kılan bir dünya nasıl olmalıdır?’ aşkın sorusuna verilen cevap ontoloji adını almayı hakeder. Ve bilimin nesnelerinin (bu anlamda) geçişsiz ve belirli bir türde, diğer bir deyişle olaylar değil yapılar, olduğunu göstermede amacım, bir ontoloji ile birlikte yeni bir bilim felsefesi geliştirmektir. ‘(Bu türde) geçişsiz nesnelerin bilgisini bize verecek bilim nasıl olmalıdır?’ paralel sorusu, ontolojik sorunun hiçbir delile dayanmadan doğru (bir soru) olduğunun iddia edilmesi değildir, çünkü algı ve deneylemenin bilimsel faaliyetlerinin anlaşılırlığı, zaten, bu aktiviteler sırasında, giriş yolunu elde etmek üzere nesnelerin geçişsizliğini gerektirir. Başka bir deyişle, bu çalışmada geliştirilen felsefi görüş bilimin rastgele bir tanımına bağlı değildir, fakat daha çok, eğer yetersiz biçimde analiz edilmişse, evrensel olarak tanınmış bazı bilimsel faaliyetlerin anlaşılırlığına bağlıdır. Bu bakımdan, felsefenin işlevini, ‘zaten verili’ ama ‘karışık olarak’ verili kavramları analiz etmek olarak ele alıyorum.[6]

            Yeterli herhangi bir bilim felsefesi, bilimin her iki yönünü de savunabilmeli ve uzlaştırabilmelidir; yani, öncel bilgiye ve insanın etkin faaliyetine bağlı olarak, geçişli bir süreç olan bilimin, bu ikisine de bağlı olmayan geçişsiz nesnelere sahip olduğunu gösterebilmelidir. Yani, (1) bilimin sosyal karakterini ve (2) bilimin bilimsel düşüncenin nesnelerinden bağımsızlığını savunabilmelidir. Daha özgül olarak, şu iki kriteri de karşılamalıdır:

(1)’ (geçişli boyutta) bilginin üretiminin kendiliğinden-olmama kriteri, diğer bir deyişle, bilginin üretiminin bilgiden ve bilgi aracılığıyla olması ve,

(2)’ (geçişsiz boyutta) yapısal ve temel realizm kriteri, diğer bir deyişle nedensel yapıların ve şeylerin bağımsız varlığı ve faaliyeti.

            Bilimin, amacı, bağımsız bir şekilde varolan ve aktif olan şeylerin türleri ve eylem yollarına ilişkin bilginin üretilmesi olan sosyal bir faaliyet olduğunu iddia ediyorum.

Bilim Felsefesinde Üç Gelenek

Tarihsel olarak bakıldığında, bilim felsefesinde üç büyük görüş ayırdedilebilir. Birincisine, Hume ve varisleri tarafından temsil edilen klasik ampirisizme, göre, bilginin nihai nesneleri atomistik olaylardır. Bu tür olaylar, doğal gereklilik düşüncemizin içeriğini boşaltan verili olgular ve onların birleşiklerinden (conjunction) oluşur. Bilgi ve dünya, noktaları izomorfik bir karşılıklılık içinde olan ya da, fenomenalizm durumunda, gerçekte birbirine geçen yüzeyler olarak görülebilir. Bu kavramlaştırmada, bilim, verili olguların ve birleşiklerinin uyaranına verilen bir tür otomatik ya da davranışsal tepki olarak düşünülür. Mantıksal ampirisizmde olduğu gibi, böyle bir davranışçılık, bilimsel bilginin yaradılışı görüşünden dolayı reddedilse bile, geçerli içeriği hâlâ ilkesel olarak bu tür olgulara ve birleşiklerine indirgenebilir. Böylece, bilim, doğanın bir tür epifenomeni haline gelir.

            İkinci görüş, klasik ama statik formülasyonunu Kant’ın aşkın idealizminden alır, ancak güncelleştirilmiş ve dinamize edilmiş varyasyonlara duyarlıdır. Buna göre, bilimsel bilginin nesneleri doğal düzenin modelleri, idealleri vb.’dir. Bu tür nesneler yapay nesnelerdir ve bazı insanlardan bağımsız olabilmelerine rağmen, insandan ve genelde insan faaliyetinden bağımsız değildir. Bu kavramlaştırmada, olayların değişmez bir birleşiklikte olması, doğal gereklilik atfı için hâlâ bir gereklilik olmasına karşın yeterli değildir. Bilgi bir yüzeyden çok yapı olarak görülür. Ancak, doğal dünya insanın kafasının, ya da modern versiyonlarıyla, bilimsel topluluğun bir inşası haline gelir.

            Burada ileri sürülen üçüncü görüş, aşkın realizm olarak karakterize edilebilir. Bilgi nesnelerini, olguyu üreten yapılar ve mekanizmalar olarak; ve bilgiyi, bilimin sosyal faaliyetinde üretilen bir şey olarak görür. Bu nesneler ne olgulardır (ampirisizm), ne de olgulara dayatılan insan inşalarıdır (idealizm), ancak onlara ulaşmamıza izin veren koşullar, deneyimimiz ve bilgimizden bağımsız şekilde iş gören ve devam eden gerçek yapılardır. Ampirisizme karşı, bilginin nesneleri yapılardır, olaylar değil; idealizme karşı, onlar (tanımlandığı anlamda) geçişsizdirler. Bu kavramlaştırmada, olayların sabit bir birleşikliği, nedensel bir yasanın iş görme sayıltısı için yeterli bir koşul olmaktan daha gerekli değildir. Bu görüşe göre, bilgi ve dünya yapılanmıştır, her ikisi de farklılaşmıştır ve değişmektedir; sonuncusu baştakinden bağımsız olarak (bu gerçeğe ait bilgimiz olmamasına karşın) vardır; ve ona ulaşmamızı sağlayan deneyimler ve şeyler ve nedensel yasalar, normal olarak aynı zamanda aynı durumda olmazlar. Bu görüşte, bilim doğanın bir epifenomeni olmadığı gibi, doğa da insanın bir ürünü değildir.

            Burada bir uyarı yapmak gereklidir. Anahatlarını çıkarırken, bu görüşleri tam bir tipoloji olarak değil, fakat sadece bilim felsefesinde halihazırdaki sorunları aydınlatmada önemi olacak görüşler olarak ileri sürüyorum. Dolayısıyla, kelimenin tam anlamıyla rasyonalizmle ya da mutlak idealizmle uğraşmıyorum. Üstelik, hiç değilse, modern bilim felsefecilerinin çok azı net bir biçimde bu bayrakların biri altına yerleştirilebilir. Örneğin, Nagel, Humean ampirisizm ile neo-Kantianizm arasında bir yerde durmaktadır; Sellars aşkın realist olarak, burada karakterize edilen görüşe daha yakındır; ve benzeri. Çalışmalarında, bizim üstlendiğimiz bu felsefi sınırların yönlerini birleştiren ve özgün bir tarzda sentezlemede başarılı olan filozoflardan sözedilebilir. Buradaki amacım, tam ve tutarlı bir realizmin doğurgularını ortaya koyarak, Hume’un yaptığından farklı olarak böyle bir sınırı betimlemektir. Entelektüel bir egzersiz olarak yalnızca bu ödüllendirici olabilirdi; ancak inanıyor ve göstermeyi ümit ediyorum ki, bu, bilim için makul olan tek görüştür de.

            Aşkın realizm, ampirik realizmden ayırdedilmelidir ve onun tersidir. O, hem klasik ampirisizmi hem de aşkın idealizmi kabul eden bir doktrindir. Ampirik realizmi reddetme nedenlerim ayrıntısıyla ele alınacaktır. ‘Realizm’, genellikle, algı teorisi ya da tümeller teorisiyle görüş oluşturan felsefecilerle ilişkilidir. Birinci durumda, gerçek varlık (entity) belirli birtakım algı nesneleri ile ilgilidir; sonuncu durumda, dünyanın oldukça genel bir özelliği ya da niteliği ile ilgilidir. Aşkın realistin ilgilendiği ‘gerçek varlıklar’, nedensel yasalar gibi bilimsel keşif ve araştırmanın nesneleridir. Bu varlıklar hakkındaki realizmin, algı ve tümeller teorisindeki belirli realist görüşleri gerektirdiği, ama onlara indirgenemeyeceği görülecektir.

            Sadece aşkın realizmin, insandan bağımsız yasayla yönetilen bir dünya fikrini savunabileceğini iddia ediyorum; ve bilimi anlamada gerekli olanın bu kavram olduğunu iddia ediyorum.

            Klasik ampirisizm, ne geçişli ne de geçişsiz boyutu savunabilir; bu yüzden, daha önce sözü edilen (1)’. ve (2)’. yeterlik kriterlerini karşılamaz. Üstelik, en tutarlı biçimlerinde solipsizmi ve fenomenalizmi içerir; dolayısıyla ne (1) ne de (2) savunulabilir. Bilhassa, olayın, onu temellendiren deneyimden bağımsız olması, yani olayların geçişsizliği fikri bile savunulamaz; ve son kertede, olaylar, duyumlar ya da epistemolojik olarak eşit olanlar, diğer bir deyişle insan operasyonları olarak analiz edilmelidir.  

            Aşkın idealizm, olguların nesnelliğini (özneler arasıcılık) savunmaya çalışır, yani (1)’i. Ve, eğer dinamik bir görüntü verilmişse, geçişli boyutlara izin verebilir ve (1)’. kriteri de karşılayabilir; dolayısıyla, bu bakımdan, bu, ampirisizmde bir gelişmedir. Bu tür, dinamize edilmiş aşkın idealizme göre, bilgiye yapısını veren, sabit bir önsel kurallar dizisinden ziyade, bir modeller serisidir (ardıllığıdır). Ancak, bu idealizm, geçişsiz boyutu ne statik ne de dinamik formlarında savunabilir. Her iki durumda da, bilginin elde edildiği nesneler genelde insan faaliyetinden bağımsız biçimde varolmazlar. Ve eğer, şeyler bağımsızsa (kendilerinde şeyler), onların bilgisi elde edilemez.

            Hem aşkın realizm hem de aşkın idealizm, ampirisist bilim görüşünü, meşru (geçerli) içeriği, atomistik olgular ve onların birleşikleri tarafından boşaltıldığı için reddeder. Her ikisi de, bilimin sosyal faaliyeti olmadan bilgi olamayacağını kabul ederler. Bu durumda, doğanın da olup olamayacağı konusunda anlaşamazlar. Aşkın realizm, bilimin anlaşılırlığını farzetmek için doğada keşfedilen düzenin, insandan, yani genelde insan faaliyetinden bağımsız olması gerektiğini iddia eder. Aşkın idealizm, bu düzenin, gerçekte insanın bilişsel faaliyeti tarafından yüklendiğini iddia eder. Bu yüzden, farklılıkları netleştirilmelidir. Aşkın realizme göre, bilim olmasa da doğa var olacaktır, ve bilim tarafından araştırılan doğa budur. Doğada keşfedilen ne olursa olsun düşüncede ifade edilmelidir, ancak doğada keşfedilen yapılar ve oluşumlar ve nedensel yasalar düşünceye bağımlı değildir. Üstelik, aşkın realist bunun yalnızca dogmatik bir metafizik inanç olmadığını; fakat, aksine, bilimin sosyal faaliyetinin anahtar yönlerinin, ki bunların anlaşılırlığını aşkın idealist ampiristten daha fazla savunamaz, gerektirdiği bir felsefi görüş olduğunu iddia eder.    

            Bilim tarafından keşfedilen ve araştırılan nedensel yapı ve şeylerin eylemini ve bağımsız varlığı fikrini, ne klasik ampirisizm ne de aşkın idealizm savunabilir. Bu ortak kapasitesizliklerinin kaynağı, paylaştıkları ontolojide yatar. Aşkın idealizm, ampirisist bilim görüşünü reddetmesine rağmen, örtük biçimde ampirisist oluş (being) görüşünün sorumluluğunu üzerine alır. Bu ontolojik miras, en özlü biçimde onun ampirik realizme ve dolayısıyla ‘ampirik dünya’ kavramına bağlanmasında ifade edilir. Aşkın realist için bu kavram, birbiriyle ilişkili bir felsefi hatalar dizisini içerir. Birincisi, dünyayı tanımlamada, deneyim kategorisinin kullanımını kapsar. Bu, aslında, belirli bir epistemolojik kavramın genel ontolojik işlevinin ne olduğunu içerir. İkincisi, deneyimlenmiş ya da deneyimlenebilir olanın dünyanın temel niteliği olduğu görüşünü kapsar; oysa, daha doğru biçimde, (bu), özel koşullarda bilim için büyük önemi olabilmesine karşın, bazı şeylerin tesadüfi bir özelliği olarak anlaşılır. Nitekim, üçüncüsü, gerçekte bilim için epistemik bakımdan deneyimin önemli olduğu (sosyal olarak üretilen) koşulların gözardı edilmesini kapsar.

            Eğer gerçek ve ampiriğin sınırları birlikte genişliyor ise (co-extensive), o zaman, şüphesiz, aşkın idealistin yasa-benzeri ifadelerin analizinde bulacağı herhangi bir ‘artık-element’, olayların gerekli ve tesadüfi ardışıklığı arasındaki gerçek bir farkı yansıtamaz. Sadece, insanın onlara yönelik tutumlarında bir farklılığı yansıtır. Düz bir hatta ilerleyen ışık durur demek, dünya hakkında bir önermeyi ifade etmektir; (o) bunun yerine, insanın onu anlama tarzı konusunda bir önermeyi ifade eder. Yapılar insan ihtiyaçlarının bir işlevi haline gelir; şeylerin dünyasında bir yer olduğu yalanlanır. Ancak tam da bu yüzden, aşkın idealistin, kendisine göre teorilerimizi kurduğumuz ve ampirik olarak test ettiğimiz ilkeleri, yeterince betimleyemeyeceğini ileri sürüyorum; bu yüzden, içinde, dünyaya ilişkin bilgimizin sürekli olarak genişlediği ve doğrulandığı, bilimin geçişli sürecinin rasyonalitesi savunulamaz..

            Hem ampirisist hem de idealist geleneğin zayıflığının, ampirik realizme bağlanmalarından kaynaklandığını söylemek, şüphesiz, bir bilim görüşünde ontolojik tarafsızlığın; ve böylece bilim felsefesinde ontolojik sorulardan kaçınmanın olanaksızlığına bağlanmaktır. Her bilim görüşü bir ontoloji gerektirir demek, bilimi mümkün kılan bir dünya nasıl olmalıdır sorusuna şematik bir cevap vermek gerekir demektir. Nitekim, öyle bir filozof varsayalım ki, o, hem ampirisist hem de aşkın idealistin yapacağı gibi, nedensel bir yasa yüklemesi (atfı) için, en azından gerekli bir koşulun, olayların sabit bir birleşikliğinin duyu-deneyimiyle anlaşılması, ve bunları keşfetmenin, bilimin işinin temel bir parçası olduğunu savunsun. Böyle bir filozof, daha sonra, bilimin gerçekleştiği veri olduğundan, bu tür birleşik(lik)lerin olduğu inancına bağlanır. Mill’in ortaya koyduğu gibi ‘doğada paralel durumlar halinde öyle şeyler vardır ki; bunlar, bir kere olan ve koşullar yeterli derecede benzer olduğunda tekrar olacak olan şeylerdir’.[7]

            Bu tür ontolojik inanç ve bağlanmalar hakkında kaydedilecek iki önemli nokta vardır. Birincisi, onlar sadece hipotetik olarak, diğer bir deyişle, bilimi mümkün kılan durum ne olmalıdır’ın gerektiricisi olarak yorumlanmalıdır; ki, o yorumda, dünyanın bilimin gerçekleşebileceği türde bir dünya olması olumsal bir olgudur. Bir bilim görüşünün bir ontolojiyi gerektirmesi, sadece bu göreli ya da koşullu anlamdadır. Bu nedenle, ontolojide, önermelerin statüsü şu formül ile betimlenebilir:Bilimin gerçekleşmesi (vuku bulması) gerekli değildir. Ancak, bir kez gerçekleştikten sonra, dünyanın belirli bir tarzda olması gerekir. Bu, dünyanın, bilimin mümkün olduğu türde bir dünya olması şartına bağlıdır. Ve bu, mümkün olduğu veri olduğunda, hakikaten bilimin gerçekleştiği belirli sosyal koşulların karşılanması şartına bağlıdır. Ancak, bilimin gerçekleştiği ya da gerçekleşebileceği veri olduğunda, dünya belirli bir tarzda olmalıdır. Böylece, aşkın realist, kapsadığı belirli yapıların ve farklılaşma şekillerinin, gerçek (mevcudiyet ifade eden) bilimsel araştırmanın konuları olmasına rağmen, dünyanın yapılanmış ve farklılaşmış olduğunun felsefi argümanla kanıtlanabileceğini iddia eder. Yapılar ve olaylar, ve açık ve kapalı sistemler arasındaki kategorik ayrımların gerekliliği, dünyanın tabakalaşma ve farklılaşmasının, yani aşkın realistin felsefi ontolojisinin kanıtlarıdır. Bu ayrımlar, deneysel faaliyetin anlaşılırlığının gerektirdiği gösterilecektir. Ne zaman, felsefi bir bilim görüşünün gerektirdiği dünya türü anlamındaki bir ‘ontoloji’ ile, gerçek bilimsel teori tarafından postüle edilen belirli varlık ve süreçler anlamındaki ontoloji arasında bir karışıklık çıkma tehlikesi olursa, felsefi ve bilimsel ontoloji arasında açıkça bir ayrım yapacağım.

            Vurgulanması gereken ikinci nokta, ontolojideki önermelerin, bir bilim görüşünden bağımsız bir biçimde kurulamayacağıdır. Tersine, sadece böyle bir görüşe ya da en azından, belirli bir bilimsel faaliyetler görüşüne gönderme yapılarak kurulabilir. Bununla birlikte, analizin bu temel düzeninin, bağımlılığın gerçek doğasını tersine çevirdiği (ya da, olumsallığın gerçek bir külfeti diyebiliriz) ileri sürülecektir. Çünkü, bilimin gerçekleşmesinin, dünyaya insan tarafından bilinebilecek türden bir yapı verdiği hakikat (fact) değildir. Aksine, dünyanın, bilimi, gerçekte olsun ya da olmasın, mümkün kılan bir yapısı olduğu hakikattir (facttir). Diğer bir deyişle, dünyaya belirli (determinate) bir örüntü ya da düzen empoze etmek, bilimin özelliği değildir;fakat, dünyanın düzeni, kesin belirli (determinate) koşullar altında, ‘bilim’ adı verdiğimiz faaliyet kümesini mümkün kılar. Dünyanın doğasının sadece bilimle(bilim faaliyetiyle) bilinebileceği olgusunu, dünyanın doğasının bilim(-in yapısı) tarafından belirlendiği olgusu izlemez. Ontolojideki, yani oluş hakkındaki önermeler sadece bilime gönderme yapılarak kurulabilir. Fakat, bu, onların, bilim konusunda sahte, maskelenmiş ya da başka türlü çarpıtılmış önermeler olduğu anlamına gelmez. İleride, ‘epistemik hata’ olarak karakterize edeceğim şey, onları böyle farzetmeyi, ya da öyleymiş gibi ileri sürmeyi kapsamaktadır.

 

Roy Bhaskar, A Realist Theory of Science, Leeds Books Ltd., Londra 1975.      

      



[1] Bak.: Aristotle, Metaphysics, 1.3.

[2] Bak.: J.R. Ravetz, Scientific Knowledge and its Social Problems, ss.116-19.

[3] R.Harre, Philosophies of Science, ss.176-7.

[4] W. Thomson, Notes of Lectures on Molecular Dynamics, s.132.

[5] Bak.: A.S. Eve, Rutherford.

[6] I. Kant, On the Distinctiveness of the Principles of Natural Theology and Morals.

[7] J.S. Mill, A System of Logic, Bk.III, Chap.3, Sect.1.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar