Ana SayfaArşivSayı 2“Marksizmin Bunalımı” ya da “Teorik Kriz” Öğesi

“Marksizmin Bunalımı” ya da “Teorik Kriz” Öğesi

Serhat Gültekin

          Dünyayı anlama-çözümleme ve değiştirme çabalarının hemen hepsi çatışkılı bir süreci bütün yönleriyle baştan kabul eden bir eşikten girerler bu dünyaya. Değiştirmenin ön-koşulu bunalımı kabul etmekle başlar.

Bu aşamada bunalım olgusaldır. Bu noktada temel olan ‘rahatsız olmak’, bu dünyayı bu dünyadanlığıyla kabul etmemektir. Ama, değiştirme, “düzlemsel farklılaşma” bu kadarıyla yetinmez. Yani, “reddiye” “tarihin tekerleğini ileriye döndürecek” verileri, gelişkinliği bize sunmaz.

O halde, anlama-çözümleme ve anlamlandırma gereklidir. Eylemsel-soyutlama diyebileceğimiz teorik soyutlama “gerçek gerçek nesneden” doğrudan doğruya elde edilemez. Ya da gerçekliğin ortak yanlarının soyutlanmasıyla “teorik gerçek” oluşturulamaz.

Teori, gerçek nesneyi ele alırken aslında ona başka bir anlam yükler, gerçekliği yeniden kurgular. Kurgu, eylemsel-soyutlama yoluyla gerçekliği teorik gerçek haline getirirken onu (gerçek gerçeği) yeniden tasarımlar. Yani ele aldığı nesneyi değiştirmek üzere yeniden kurar. Marks’ın ünlü 11. Tezinde belirttiği gibi; “filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, sorun onu değiştirmektir.” Bu, Marksist teorinin temel olan özgünlüğünü ortaya çıkarıyor.

“Marksizm bunalımdadır!..” Ürkünç gelen ve hatta bu sözü sarfedene hemen karşı-saldırıda bulunma isteği doğuran bir söylem. Hele hele bu kavram işçi hareketinin düşmanları tarafından sık sık kullanılıyorsa, o zaman durum biraz daha kritik demektir. “Bu göz korkutmanın, meydan okuyuşun karşısına, ‘Marksizmin bunalımı’ kavramını alarak ama ona çöküş ve ölümden tamamıyla farklı bir anlam vererek çıkmalıyız. Terimden korkmamız için bir neden yok. Marksizm başka bunalımlar da yaşadı: Örneğin, İkinci Enternasyonal’in ‘İflası’ ve sınıf işbirlikçiliğine teslim oluşu. Ama ayakta kaldı Marksizm.”[1]
Althusser, yazısının bütününde “Marksizmin bunalımını” pratiği önceline alan, durumsal bir şey olarak değerlendiriyorsa da, “bunalımın” bir öcü olarak değil bir oluş olarak kabul edilmesi gerektiğini de açıkça vurguluyor.

Bunalımı bir zaafiyet olarak algılasak bile, Lenin’in deyişiyle, “Biz zaaf ve eksikliklerimizi düşmanlarımızdan saklamayız…”

Marksizmin genel alanı içerisinde yeralan hareketlerde, “Marksizmin Bunalımına” üç tür tepkinin var olduğunu görüyoruz:

1. Birinci tür yaklaşım içersinde bulunanlar “Formel Marksistler” diyebileceğim, Marksizmin bütünlüklü kavranışından” uzak, ideolojistik bir tutum sergileyen, verili Marksizmle yetinen ve bunu bir “eylem kılavuzu” olarak algılayan örgütsel kesimleri kapsıyor. Bu kesimler “bunalımı” reddederken, sorunun, “bizim Marksizmi uygulayamamızdan, sürece uyarlayamamızdan” kaynaklandığını söyler ve bunalımı resmi olarak kabul etmezken onu düşmanların bir icadı saymaktadırlar.

2. Marksizmin bunalımına ikinci tepki türü; “aslolan yaşamdır!” deyip, teorik bütünün tamamını günlük politik aktiviteye bağlayan, kitlelerin gücüne güvenmek için, “maymun iştahlı çocuk” aceleciliğiyle nerde ne bulursa ona sarılan, kitle-güç istemiyle en marjinal kesimleri bile politikasının özeğine oturtan tanrıdan-medet bir tutum sergiliyor. Marksizmin bunalımının ancak “popüler-demokratik mücadele ve istemlerle” gelişebilecek politik güçle çözümlenebileceği yollu görüşleriyle karakterize edilebilecek post-marksistler, “Marksizmin miadını doldurduğunu” söylerken aslında “bunalımı” ve Marksizmi de peşinen reddediyorlar.

3. Üçüncü tepki türü ise, “Sonunda Marksizmin bunalımı patlama noktasına ulaştı! Sonunda, bütünüyle görünür oldu!”[2] diyen, kriz öğesinin sürekli varlığına işaret eden bir yaklaşımı içeriyor. Marksizmin yaşamla olan bağlaşık yapısı onun organik gelişimini, teorik devingenliğini ve dolayısıyla ‘teorik krizini de’ beraber taşır. Bu bağlamda ‘teorik kriz’ öğesine durumsal değil süreçsel bir yaklaşım söz konusu olmak zorundadır.

Diğer yandan, durumsal-ansal öğe pratik-politik faaliyetin alanı içerisinde kalırken ve yapısızlığı, belirsizliği nedeniyle bir bütünlük, genellik ve hatta evrensellik taşıyan genel teorinin dışında kalmaktadır.

Tarihsel anın kendisinden bağımsız olan teori tarihten bağımsız değildir. O halde an’ın yani politik durumun açmazlarına ne diyeceğiz; durumsal politik krizlerin varlığını yadsımamız mümkün değilse, şunu hemen belirtelim ki; pratik-politika ile teori arasında dolayımlı bir bağ kuran teorik-politika ancak, teorinin krizi genel alanında bu sorunla ilgilenebilir.

Diğer yandan genel teori alanında yer alan, tarih biliminin nesnesi olan tarihsel dönemlere ilişkin bir yığın tozlu dosyanın hesabının henüz verilemeyişinden kaynaklı bir “kriz” bütün ağırlığıyla kendini hissettiriyor. Öyle ya “Okullu Marksistlerimiz” kendilerince ve yalnızca kendilerine olmak üzere bunun hesabını vermişlerdi. Onlar, zaten,”bu sonucu yıllar öncesinden görmüş” ve “yapılması gerekeni yapmışlardı.” Tarih kendilerini doğrulamış, “Marksizm adına yapılan tarihte” “kendilerinin Marksizmi haklı çıkmıştı” ya, gerisi önemli değildi. Nasılsa kitlelerin ampirik sağduyusu bunu da unuturdu, önemli olan “ezilenlerin yanında olmak” değil miydi.

Anlaşılacağı gibi sorun, “Marksizm adına yapılan tarih” yani bugüne kadar yaşanmış sosyalizm deneyimleri.

“Bunalım nihayet patlak verdi.” Artık, bunalımı, bilimin nesnesi olması anlamında “teorik gerçek” olarak inceleyebiliriz.

Althusser’in aktardığı üzere “Marks’ın da usanmadan belirttiği gibi, bir teori olan Marksizm’i, kendi adına yapılan tarihten sorumlu tutmak çok idealistçe olurdu; tarihi yapan, Marksist bile olsalar, ‘fikirler değildir; bir kişiyi ya da bir örgütü tanımlayan öz-bilinç de (Marksist adını alması) değildir.”[3] Tarihsel materyalizme olan bu vurguda da görebileceğimiz üzere “tarihçinin görevi” geçmişi sevmek ya da kendisini geçmişten kurtarmak değil, tarihin yönelimlerini anlamaya çalışmak, tarih oluşturucu güç veya güçlerin analizini yapmak, ve gelecek hakkında kestirimlerde bulunmaktır.

Evet, nihayet “Marksizmin bunalımı açğıa çıktı.” Artık, kaçmak, kendini tarihten münezzeh saymak, bilim adına olanaksız. Ve işin doğrusu, biz, “bunalımı” “mataramıza tuz katmak” pahasına, bu uzun ve yorucu yol boyunca taşımaya gönüllüyüz.

Artık teori olarak teorinin krizinden bahsedebiliriz:

M. Kara, İ. Mert, S. Sahra, krizi şu düşüncelerle betimliyorlar; “Bilim, felsefe ve politikanın Marksizm’de yerinin ne olduğu ve bugüne kadar nasıl anlaşıldığı ve uygulandığı üzerinde durulmalıdır.

“…Krizin, bu üç sektörün birbirinden koparılmasından, aralarındaki diyalektik bağlantının uygun bir biçimde kurulamamasından kaynaklandığı, bir başka bağlamda ifade edilebilir.”[4]

Marksizmin tanımını ve krizini aynı üçlü öğeye bağlayan bu görüş, oyuncağını dünyasının özeğine yerleştiren çocukları anımsatıyor. “Bilim-felsefe-politika” arasındaki bağıntının uygun bir biçimde kurulamamasında bu öğelerin doğal-eşitsiz gelişimleri söz konusu olabilmektedir. Yaşam teori alanında da her zaman rasyonel gelişemeyebilmektedir. “Felsefenin bilimi yardıma çağırması” örneğinde de görüldüğü üzere teorik gelişimin eşitsizliği her zaman söz konusu olabilmektedir.

Gelinen noktada; ister bir cüretkârlık örneği sayın, isterseniz, “teorinin krizinin” bütün bir kavramsal sürece yayılarak anlamsızlaştırılması gibi bir risk deyin, ama bütün bunları göze alarak şu düşünceleri tartışmaya açarak bu yazıya son veriyorum:

Bir bütün olarak teorinin krizi kendisine içseldir. Bu, teorik kurgunun kendi iç-yaşamsal gelişimine ve problematik alanına ilişkindir.

Teorinin bir bütün olarak gelişimi bunalımların teorisidir. Ya da teorik gelişim teorik bunalımlarla ortaya çıkabilir.

Bu bağlamda teorinin krizi her zaman mevcuttur.

Marksizm “tarihin krizini” üstlenen en cesaretli teorik akım ve teorik bütünselliktir.



[1] Louis Althusser, “Marksizmin Bunalımı”; Devrim-Sonrası Toplumlarda İktidar ve Muhalefet, Çev.: Ayhan Özkan, Metis Yay., İstanbul 1984 içinde, s. 244.

[2] Althusser, agy, s. 248

[3] Althusser, agy, s. 246

[4] M. Kara, İ.Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995, s. 71.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar