Ana SayfaArşivSayı 37Teori ve Politika'nın 10. yılında geleceğe dönük gözlemler

Teori ve Politika’nın 10. yılında geleceğe dönük gözlemler

  

Teori ve Politika’nın 10.
Yılında Geleceğe Dönük
Gözlemler

Ertan Göksu

Teori ve Politika dergisinin 10. yılı ile ilgili bir değerlendirme istendiğinde, ilk akla gelen bizim açımızdan böyle bir değerlendirmenin yapılıp yapılamayacağı oldu. Böyle bir soru işaretinin oluşmasındaki faktörlere kısaca değinmek, doğrudan olmasa da, dolaylı olarak yine de Teori ve Politika dergisine dönük ihtiyatlı bir değerlendirme olarak da anlaşılabilir. Bu faktörleri kısaca ortaya koyarak değerlendirmeye bir giriş oluşturulabilir.
1.    Önce bize dair etkeni ortaya koymalıyız. Teori ve Politika dergisi ilgi alanımızın dışında değilse de, yakın ve bütünlüklü bir incelemeye tabi tuttuğumuz bir dergi olmadı. Bizim ihmalimiz de söz konusu olmakla birlikte, bunda temel etkenin, ilgi alanlarımızın farklılığı, daha doğru ifadeyle teorik üretime bakışta farklılığımız olduğu söylenebilir.  Öte yandan Teori ve Politika dergisindeki yazıların bir iç bütünselliğinden de söz etmek mümkün değildir ve bu, bütünsel değerlendirmede zorluklar yaratmaktadır. Verilen süre içinde tüm sayıları inceleyerek yargılarda bulunmak olanaklı görünmemektedir. Değerlendirmelerimiz, şimdilik sınırlı bir izlemeye dayanan gözlemlerin ötesine geçmemektedir. Bu vesileyle içinden geçtiğimiz sürece ilişkin değerlendirmelerimizin kimi boyutlarını da ortaya koymuş olacağız.
2.    10. yıl değerlendirmesi, aynı zamanda bir muhasebe anlamına geldiğinden, doğrusu bu muhasebeyle ulaşılacak sonuçlar, geçen 10 yıldan daha fazla ilgimizi çekmektedir. Bu, komünist hareketin genel krizinden geçtiğimiz dönemde, Teori ve Politika’yı çıkartan arkadaşların gayretlerinin önemini azaltmamaktadır. Bu anlamda, “Marksizm”in değilse de, Marksist hareketin krizini kendine sorun eden ve çözme çabasında olan her çaba bizim için değerlidir ve bu çerçevede karşılıklı bir etkileşimi önemsemekteyiz.
3.    Teori ve Politika, “Türkiye’de politik Marksizm için bir teorik-politika misyonu oluşturmak gerekmektedir.” (Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Ankara 1995) tespitiyle (bu arada belirtelim ki, Çerçeve Taslağı’nda yapılan tespitler önemli ve hala güncelliğini koruyor) ortaya çıktı. Böyle bir misyonun ne derece yerine getirildiği, yanıtlanması gereken ilk soruyu oluşturmaktadır.
Doğrusu 10 yılın ardından bu soruya Teori ve Politika’yı çıkartan arkadaşların vereceği yanıt daha önemlidir. Bizim değerlendirmemiz ise, bu noktada bir başarısızlığın olduğudur. Bize göre, başarısızlık gösterilen gayrette değil, izlenen yöntemdedir. Çünkü arkadaşlar yola çıkarken önsel olarak şu değerlendirmelerden hareket ettiler: Örgütler, teorik-taktik tıkanma sürecine girmişlerdir. Tıkanıklığı, teori yönünden, örgütlerin içinden yapılacak müdahale ile aşma imkanı kalmamıştır.” “Tarihsel-politik sürece özne-işi bir müdahale yapmak için girişimde bulunmak zorunluydu. Ancak, bu türden bir müdahaleyi yapısal olarak engellemek durumunda olduklarından, örgütsel yapıların dışına çıkmak gerekiyordu.” “Her güç, kendisi için en uygun atmosfere gitmelidir. Kendini örgütte en iyi koruyabilecek olanın örgüt dışına çıkması intihar olacağı gibi, örgüt sınırları nefes almasına yetmeyenlerin oldukları yerde kalmalarını önermek cinayet anlamına gelecektir.”
Bu değerlendirmelerin, mevcut örgüt gerçekliklerini anlatması bakımından önemi ne olursa olsun, bu gerçekliğe karşı savaşım bakımından ciddi bir zaafiyet noktası oluşturduğu kesindir. Hem de “politik Marksizmi”, tüm değerlendirmelerin ana köşe taşı alanlar için, bu duruş daha bir anlaşılmaz olmaktadır.
Bunları aktırırken amacımız, yeniden başa dönerek bu tespitleri tartışmak değil, bu yaklaşımın teoriye yaklaşım yönteminde zaaflar yarattığına işaret etmek ve 10 yıl sonrasında tekrarlanmaması gerektiğini vurgulamaktır.* Tüm bunlara rağmen, gösterilen gayretin teorik ve politik sonucunun ne olduğu sorusuna şu aşamada yanıt vermemiz olanaklı görünmüyor. Ancak soruya bütünsel yanıt oluşturmasa bile, Teori ve Politika’nın, ulaştığı ölçüde devrimci militanların kendi dar dünyasını sorgulamasına hizmet ettiği, kendilerinden öte bir dizi düşünce akımının, bir dizi ideolojik ve teorik tartışma alanının olduğunu bilmesine katkıda bulunduğu söylenebilir. Öte yandan 10 yıldır teorinin öneminden bahsedilmesine ve çabalar tümüyle buna buna yoğunlaştırılmasına rağmen, politika ve örgüt sorunlarında liberalizme savrulmamak da, gelecek için kazanç hanesine yazılmalı ve önemsenmelidir. Eğer bu gayretler, kendi içinde komünist hareketin krizini önemseyen ve bu krize karşı savaşta bir ölçüde de olsa donanım kazanmış bir birikim yarattıysa, komünist hareketin geleceği bakımından kazanç saymak ve geleceğe bakmak gerekiyor.
Değerlendirmelerde başta koyduğumuz çekincelere rağmen, şu noktada net olmak gerekiyor: Komünist hareketin krizini çözecek olan teorik gayretlerin yöntemi de, kapsamı da, Teori ve Politika’nın 10 yıl süresinde yaptığı/yapmaya çalıştığı gibi olamaz/olmamalıdır. Bu, içinden geçtiğimiz dönemde teorik gayretlerin önemsiz olduğu, bunun ikincil, üçüncül önem taşıdığı anlamına gelmez. Temenni etmeyiz, ama içinden geçtiğimiz bunalım süreci, belki de teori sorunlarının temel sorunlardan biri olmaya devam ettiği bir 10 yıl daha geçirmemizi gerektirebilir. Bu durum, geleceğin teorisinin kapsamında, hareket noktalarında, yönteminde son derece net olmayı gerektiriyor. Bir vesileyle Teori ve Politika’dan arkadaşların ifade ettiği şu sözler, tersinden kendileri için de geçerli olamaz mı? “Politik-olandan sosyal-olana ve teorik-olana belirli bir tarihsel dönem sonunda organik bağlantı halkaları uzatılmazsa kireçlenme kaçınılmazdır.” (Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı) İşte bunun içindir ki, geçen 10 yıldan çok, gelecek 10 yıla dönük perspektifler çok daha önemli ve yaşamsaldır.
Teorik faaliyet her durumda, hareketin bunalımının temel alanlarından olan ideolojik-programatik sorunlarda bir netleşmeye, bu anlamda hareketin politik olarak önünün açılmasına hizmet etmelidir. Oysa Teori ve Politika’da yeralan yazılara baktığımızda bu bakımdan tam bir karmaşa vardır.[1]*
Öte yandan, teori mutlaka belli referanslara dayanmak durumundadır. Elbette ki, referanslarla yetinilemez, onun da geliştirilmesi, yaşanan deneyler ışığında yeniden üretilmesi gereklidir. Ne var ki, bunun için bile belli referanslara gereksinim vardır.
Sınıf savaşları gibi, teori de beyaz bir sayfadan başlamaz. Önceki birikimler üzerinde yükselir, onun derinleştirilmesi ve eksikliklerinin aşılmasıyla gelişir, sınıf savaşımının önünün açılmasına hizmet eder. Komünistler için bu birikim, genel olarak Marksizm, Bolşevizm olarak ifade edilse de bu yeterli değildir. Bilim olarak Marksizm ile örgütlü varoluş üzerinden ideolojik ve politik akım olarak Marksizm arasında ayrım yapmak bu açıdan önemlidir ve her iki alanda da referans noktalarında net olmak gerekiyor. İdeolojik ve politik akımlar, belli tarihsel koşullarda somut ifadesini bulur ve evrensel boyut ve sonuçlarıyla kendinden sonrakiler için referans oluşturur. Örneğin komünist hareketin politik ve örgütsel doğuşunu ifade eden Komünistler Birliği ve onun programı olarak Komünist Manifesto; Marksizmin yeniden teorik-politik kuruluşunu ifade eden Bolşevik hareketin, II. Enternasyonal’le hesaplaşması, Ekim Devriminin dersleriyle zenginleşerek Komünist Enternasyonal’in kuruluş döneminde somut ifadesini bulan ideolojik-örgütsel sonuçlar, komünist teorinin de, politik çizgi ve pratiğin de dönüm noktalarını, bu anlamda aşılmadığı sürece sonradan gelenlerin referans noktasını oluşturmaktadır. Komünistler için bu referans noktalarını görmezden gelen, ne ciddi bir teorik üretim, ne politik-örgütsel yürüyüş olanaklıdır. Benzer bir durum, bu topraklarda komünist hareketin doğuşu anlamına gelen 1920 TKP’sinin teori ve pratiği için de söylenebilir.
Referans noktasından, yeniden tekrar değil, benimseyerek ya da aşarak, geliştirerek onunla doğrusal ilişkilenme anlaşılmalıdır. Kendini, karşısında veya yanında, nasıl tanımlarsa tanımlasın, Marksizm, Bolşevizm iddiasıyla bugün kendine teorik ve politik olarak yol açmak isteyen bir akımın, bu tarihsel dönemeç noktalarıyla yüzleşmeden, anlamlı bir teorik ve politik etkinlik gösterme iddiasının ciddiyeti olabilir mi?
Teorik sorunlara yaklaşımda yöntemin hareket noktalarını da, tarihimizde yaşananlardan hareketle tespit edebiliriz. Bu açıdan bakıldığında teori kuruculuğu misyonuyla hareket eden Marx ve Engels’i bir yana bıraktığımızda, “politik Marksizm”in önünü açacak teorik gayretlerin nasıl olması gerektiğini Bolşeviklere bakarak çıkartabiliriz. Bu noktada koşulların farklılığına da sığınmaya hakkımız yok; elbette koşullar aynı değil, bunun getirdiği farklılıklar, güçlükler de var. Ne var ki, bunların hiçbiri, Bolşeviklerin pratikte doğruluğu kanıtlanmış teori sorunlarına bakış yönteminin önemini karartmaz.
İster Bolşevik hareketin politik bir akım olarak kendini ifade ettiği 1903’ten sonrası alınsın, isterse, Lenin’in örgütlü yaşama ayak bastığı Petersburg Mücadele Birliği hareket noktası alınsın, teoriye komünistlerin yaklaşım yöntemini aydınlatan bir pratikle karşı karşıyayız. Lenin imzasını taşıyan “en teorik” eserlere baktığımızda, her teorik gayretin doğrudan politik amaçlarla yapıldığını, hareketin politik gelişmesinin önünü açtığını görüyoruz. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’ne, Ne Yapmalı’ya, Ampiryokritisizm’e, Emperyalizm’e, Sol Komünizm’e… salt bir teorik eser gözüyle bakılabilir mi? Teori ve Politika’dan arkadaşlara, geçmiş 10 yıla bu gözle bakmalarını öneririz.
4.    Teori ve Politika’da yer alan çalışmaların teorik sınırlılıklarında, çok temelli bir etken de, Amerika ve Avrupa merkezli düşünce akımları üzerinden teori yaratma gayretleridir. Teori ve Politika, çıkarken, bu topraklardaki devrimci akımların sınırlılıkları eleştirilirken, haklı olarak, “Evrensel misyon yüklenmiş örgütsel-politik bir yapının dünyayla teorik bir ilişki kurmuş olması gerekir” diyordu. Teori ve Politika’da yer alan yazılara baktığımızda, bu “dünya”nın sınırlarının Avrupa’da başlayıp Amerika’da bittiğini görüyoruz. Bunun dünyasal sınırlılığı bir yana, içinden geçtiğimiz tarihsel süreçte, bu sınırlı dünya ve burada yaşam bulmuş düşünce akımları üzerinden devrimci bir teorinin geliştirilemeyeceği konusunda günümüz Marksistlerinin son derece net olması gerekiyor. Avrupa ve Amerika’yla sınırlı coğrafya politik alanda olduğu gibi, bunun da doğrudan sonucu olarak teorik alanda da çorak bir topraktır, devrimci bir gelişmede temel bir yere sahip değildir. Devrimci teori, devrimci pratiğin, sınıf çatışmalarının gerilimli olduğu zeminlerde ya da kendini bu zeminlerle doğrudan ilişkilendirmiş devrimcilerin gayretleriyle üretilebilir. Devrimci teori ve pratiğe kafa yoranların öncelikli ilgi alanı, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın dışındaki dünya olmak durumundadır.
Burada izlenimler boyutuyla sınırlı tuttuğumuz bu değerlendirmeler, Teori ve Politika’nın bütünsel bir değerlendirmesi değil, sınırlı bilgilere dayanan kimi gözlemler olarak görülmeli. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, asıl değerlendirme, geleceğe dönük çıkartılan sonuçlar üzerinden yapılmalıdır. Çünkü, içinden geçtiğimiz dönem, hem genel politik süreçler bakımından, hem de Marksist hareketin içinde bulunduğu krizi aşma dinamikleri bakımından, çok ciddi fırsat ve olanaklar sunuyor. Bu olanak ve fırsatların değerlendirilmesinde Teori ve Politika’dan arkadaşlara da sorumluluk düşmektedir.
25.4.2005
 

* Bunu söylerken, içinden geçilen dönemin özgünlüğünde, bir tercih olarak kimi bireylerin, bir çevrenin, bir dönem için de olsa, kendini tümüyle teori sorunlarına vermek durumunda kalabileceğini yadsımıyoruz. Ne var ki,  komünistler bunu teorileştirmeyi, “teori ancak böyle yapılır” anlamına gelecek değerlendirmeler yapmayı, bunu manifestolarına konu yapmayı düşünmemelidir. Teori ve Politika’da yanlış gördüğümüz, bu işin teorileştirilmesi niyetlerinin ötesinde, örgütlü duruşu gözden düşürmesidir.

* Sadece karmaşa yok, teorik değerlendirmelerin politik sonuçları konusunda bazen sorumsuzluğa varan gaflar da var. Son sayıdan işte bir örnek: “Marx’ın yukarıda dile getirdiği türden adaletsizliğin olmadığı, dolayısıyla, toplumsal üretim tarzı düzleminde ve –üst yapı öğelerinin varlığı bir an ihmal edilirse- genel olarak toplumsal formasyon düzleminde adaletsizliğin ve haksızlığın, yani ezen-ezilen ilişkisinin olmadığı bir kapitalist toplum olabilir mi? Brenkert, ‘kapitalist toplumun sadece teorik olarak değil, pratik olarak da adil olabilmesi(nin) mümkün’ olduğunu söylüyor. Bu tür toplumlara örnek olarak, göçmen işçi alımından önceki İsviçre ile İskandinav ülkeleri verilebilir mi? Bu, yanıtlanması zor, ama sorulması gerekli olan bir sorudur.” (“Ezilenlerin Marksizmi”, Metin Kayaoğlu, Teori ve Politika, sayı: 35-36) Teori ve Politika, çıkarken, “serbesti bize kaygıdan çok umut veriyor” demişti. Burada sorulan soru, “serbesti”den zaman zaman kaygılanmamız gerektiğini göstermiyor mu?

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar