Ana SayfaArşivSayı 37Laiklik ve Marksizm

Laiklik ve Marksizm

  

Laiklik ve Marksizm

Mustafa Armağan

[Zaman Gazetesi, 24 Nisan 2001]

Bilmem farkında mısınız: Türkiye’de laiklik kavramının algılanış şekli, siyasî tavırlarla ilgili epeyce tuhaf ve ters bir ilişkiyi yansıtıyor. Laiklik gibi çoğulculuk ve hoşgörüyü çözüm olarak sunan bir ilkeyi, tartışılmaz ve “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” diye kutsallaştıran bir anayasanın yürürlükte olduğu bir memlekette bundan başkası da beklenmezdi zaten.

“Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” bir kanunun ne kadar “laik”, dolayısıyla ne kadar “demokratik” olduğu, şüphelidir; zira dozu epeyce yüksek “dinî” bir katılık gizlidir bu sözlerde. Laiklik zaten bu tür dinî katılıkların doğurduğu kutuplaşmaları aşmak için üretilmiş çoğulculuk ve hoşgörü formülüyken, bizde tam da aşmak istediği eski dar çerçevenin içine sıkıştırılmış olması, laiklik tartışmalarındaki eksenin niçin saptığını da yeterince açıklıyor sanıyorum.

Bu noktada “laiklik”i tavizsiz ve mutlak bir tavırla savunmanın sadece terimlerde bir çelişki, bir paradoks olduğunu söylemek zorundayım. Ne yazık ki bu tuhaf tavrın “kökten-laikçiler” ile sınırlı kalmadığına, aslında din kavramına olduğu gibi laiklik kavramına da tarihi boyunca hep eleştirel bir mesafeden yaklaşmış olan Marksistler ve sosyalistlerin de, geleneklerinin hilafına, laikliği “din”in tam karşısına koyarak konuya sakat bir açıdan yaklaştıklarını vurgulamak gerekiyor.

Peki nedir Marksizm ve sosyalizmin din ve laiklik karşısındaki gerçek tutumu?

Bu noktayı bizzat Marksist bir yayından yapacağım alıntılarla dikkatinize sunacağım. Teori ve Politika dergisi geçtiğimiz yıl çıkan Kış 2000 tarihli 17. sayısını “İslam ve Marksizm“e tahsis etmiş ve birbirinden ilginç makalelerle Marksistlerin din ve özelde İslam karşısındaki doğru tutumun ne olması gerektiğini ortaya koymuşlardı. İşte Metin Kayaoğlu’nun “İslam’da bir keşif turu: Marx’tan Gazali’ye” başlıklı önemli yazısından birkaç pasaj:

“Akıllı bir İslam, Marksizm’e, aptal bir ateizmden / akılcılıktan çok daha yakındır.… Ateizm-teizm sorunsalı aşılmalı ve Marksizm, bu ikilinin, onu burjuva dünyasına atan cenderesinden tümden sıyrılmalıdır… Ateizmi Marksizm için önemli bir ideolojik sorun olarak görmek, Marksizm’i “orta-düzey ideoloji” olarak ortaya koymak anlamına gelir.”

Yani? Yanisi şu: Yazarımıza göre ateizm Marksizm’in olmazsa olmaz bir parçası değildir; çünkü Marksizm’in derdi Tanrı’nın var olup olmaması değil, bu dünyadaki haksızlıklara Tanrı’nın alet edilmesidir: Marx’ın “Din afyondur” sözünün asıl anlamı da budur!

Okumaya devam edelim:

Laiklik, bir tarihsel dönemin güçler ilişkisinin tarih-aşırı bir model mertebesine çıkarılmasıdır. Tıpkı demokrasi, hukuk devleti, insan hakları… gibi… Laiklik genel olarak teist bir sorunsaldan çıkmaktadır. Laiklik kendi tezini ortaya koyarken, sanki ‘ilahi iktidar’ gerçekten Allah’ın iktidarı imiş gibi ifade ediyor. [Aslında – M. A.] onun [laikliğin] din gördüğü yerde, somut bir sınıfsal iktidar ilişkileri vardır. Bir kesimin politik iktidar talebine karşı bir başka kesimin politik iktidar talebi..

“Bağlam-bağımlı olmayan ‘din’ teriminin soyut kullanımının reddi zorunlu. Soyut kullanım, ‘din’ terimine toplumsal tarihte kurucu ve gerçek bir işlev vermek demektir. Bu, laikliğin tezini de bir gerçek olarak kabul etmeye eğilimlidir: Aydınlanma, insanı kendi aklıyla düşünür hale getirmiştir; sanki, daha önce (gerçekten) Tanrı’nın aklıyla düşünüyormuş gibi… Eğer ancak Tanrı gerçek bir ontolojik varlıksa, “İktidar Tanrı’nındır” sözü Tanrısal bir içeriğe sahip olur. (s. 27-30)

Biraz teorik de olsa bu açıklamalar bence tutarlı bir Marksistin din ve laiklik karşısındaki tutumunun ‘olması gerekeni’ne önemli ışıklar düşürüyor. Özetleyelim:

Bir: Ateistler, dini ve Tanrı’yı, soyut ve mutlak bir ‘gerçeklik’ olarak belirliyorlar ki, bu büyük bir hatadır Marksizm’e göre. Çünkü din, aslında bir “tez” değildir: Tez olmayınca, Marksizm’in anti-tez olarak kendisini onun tam karşısına koymasının anlamı yoktur.

İkincisi: Laikliğin kendisini meşrulaştırmak için ürettiği paranoyalardan biri olan “teokrasi”, yani ‘Tanrı’nın iktidarı’, düpedüz bir yanılsamadır, hayaldir; çünkü aslında teokratik iktidar, Tanrı’nın gerçek temsilcisi olmayıp, sınıfsal çıkarlarını, zevahiri kurtarmak için maskeleyenlerin iktidarıdır.

Üçüncüsü: Ateistler ve yanlış biçimde kendisini ateist zanneden Marksistler, teokrasiye karşı değil, burjuvaziye karşı çıkmalıdırlar. Çünkü Tanrı’nın varlığını inkâr etmek, aslında yine de Tanrı problemini kendi dünyasında baş mesele haline getirmektir. Aynı şekilde laikliği, dinin tam karşısına yerleştirenler de, bir çifte ontoloji tuzağına düşmektedirler; zira bir kendi laik gerçeklik düzlemine, bir de karşı oldukları dinî gerçeklik düzlemine inanmakta ve aslında bilinçli veya bilinçsiz olarak din ve Tanrı’nın gerçekliğini sürdürmesine yardımcı olmakta, onu beslemektedirler.

 

Bir Marksistin medyadaki laik koroya katılması kadar acınacak pek az şey olsa gerek!

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar