Ana SayfaArşivSayı 37Bir düello çağrısı olarak postmodernizmi selamlamak

Bir düello çağrısı olarak postmodernizmi selamlamak

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Düello Çağrısı Olarak Postmodernizmi Selamlamak*

Kürşad Kızıltuğ

[Siyahi, Ocak-Şubat 2005, Sayı 2.]

Her sayısında farklı bir Dosya konusuna yer veren Üç Aylık Ortak Kitap Teori ve Politika 34. Sayısında “Postmodernizm ve Marksizmin Güncelliği” başlıklı bir dosya hazırlamış. Bugüne kadar sayısız marksist dergide son derece yüzeysel, kaba bir yaklaşıma konu edildi postmodernizm. Aslında postyapısalcı düşünce ve postmodern durum, sanattaki geçişler gibi meselelerin her biri ayrı başlıklar altında incelenebilecek genişlikte konular olsa da marksist dergiler genellikle bunların tümünü aynı kefeye koyarak yaklaştılar meseleye. Bir çok sol dergi ağız birliği etmişcesine postmodernizmin daha doğrusu o etiketi yapıştırdıkları herşeyin sosyalizmin ağır yenilgisi karşısında marksizmi yıpratmak için burjuvazinin bir oyunu ya da en iyi durumda nihilizme düşmüş solcu akademisyenlerin bir kafa bulanıklığı olduğunu iddia ederler. Bu standart sol yorumun, meselenin barındırdığı imkanlar üzerine yeterince düşünülmeden verilmiş ezbere bir tepki olduğunu belirtmek gerek.

Batıda kimi “sol” marksist yaklaşımlar postyapısalcı ve postmodern düşüncedeki yıkıcı/devrimci içeriği, kapitalizmin sınırlarını aşmakta olumlu bir potansiyel görmüş ve bunları tartışmayı çok ciddiye almışlardı. Lakin bu rüzgar Türkiye’ye oldukça geç geldi. Marksistlerin nezdinde şimdiye kadar genellikle az önce sözünü ettiğimiz kaba yaklaşıma konu edilen postmodernizm veya postyapısalcılığın sol açısından ne anlama geldiğinin ciddiyetle tartışılmasına pek alışkın değiliz. Teori ve Politika basit retoriklerle vakit kaybetmeden ciddiyetle konuyu tartışmış. Tabii sözünü ettiğimiz marksist bir ciddiyet. Yani marksizmin herhangi bir değerini elden bırakmamak pahasına, ama yine de postmodern düşüncenin açtığı meydan okumaya göğüs gerecek, onun güçlü eleştirileri karşısında ezik kalmayacak, daha gönenmiş bir marksizmi yeniden formüle etmeye davetiye, bir düello çağrısı olarak postmodernizmi selamlayan bir yaklaşım söz konusu, böylece marksizmin bilindik ezberlerinden görece bir sıyrılma gayreti göze çarpıyor.

Bir yandan postmodernlik tartışmalarında en çok yer verilen Lyotard ve Baudrillard temsil edici figürler olarak seçiliyor. Diğer yandan ve postmodernliği özellikle sosyolojik bir evre olarak okuyan marksistlere özellikle de Frederic Jameson ve David Harvey ile Perry Anderson’a, ve yanısıra postmodern teorinin yazarı Douglas Kellner’a, ve postmodernizm eleştirilerinde bir el kitabı haline gelmiş Terry Eagleton’un Postmodernizmin Yanılsamaları ile son kitabı Kuramdan Sonra’ya sık sık ziyaretler var. Bunun yanında bu sayıda yer verilen bir başka marksist düşünür de Slavoj Zizek. Politika ve siyasi özne tartışmalarıyla ilgili olarak da Laclau ve Mouffe’un düşünceleri irdeleniyor. Bu seçimin sorunlu tarafı ise postmodern bir sol siyasetin örneği olarak bu ikisinin seçilmesi.

Ancak burada belirtmemiz gereken nokta, bu postmodernizm tartışmasının ancak 90’larda Türkçe’ye aktarılan, ve 80’lere ait metinler üzerinden yürümesi. Haliyle böyle bir çalışma postmodern teori ya da postyapısalcı teorinin ya da diğer post teorilerin, süren tartışmaların bugünkü durumunu temsil etmiyor. İkincisi, tartışmanın marksistler tarafından yazılmış kitaplar üzerinden şekillenip birinci el postyapısalcılık okumalarına yönelerek kendi özgün eleştirisini kuramaması. Dolayısıyla yazılar marksist açıdan bilinen tezlerin tekrarı ile sınırlı kalıyor. Bunların yanında postmodernlik ya da postmodernizm yalnızca teorik, kitabi bir tartışma olarak ele alınırken bunun gündelik hayat, kültür, güncel sanat gibi aktüel yönleri ihmal edilmiş.

Aynı ihmaller yüzünden postyapısalcılık veya postmodernizmle ilişkilendirilen Derrida, Foucault, Deleuze, Guattari’nin, Kristeva, Irigaray, Butler, Homi Bhabba, Gayatri Spivak gibi teorisyenlerin açtığı tartışmaların getirileri ve götürüleri de kendi açılarından tartışılmadan bırakılmış oluyor. Edebiyat teorisinden sinema incelemelerine, sosyoloji ve siyaset bilimden, etnisite araştırmalarına günümüz radikal siyasal hareketlerine geniş bir sahaya yıkıcı/yaratıcı kavramlar ve yaklaşımlar temin eden tüm bu tartışmalar göz ardı edilmiş görünüyor. Sorun sadece bir dünya yorumu olarak marksizmin güncelliğini korumak için karşısındaki teorik hamleyle nasıl başa çıkabileceğine indirgenmiş. Her ne kadar bu tip zaafları varsa da bu çalışmayı, marksizmin içinde bulunduğu teorik ve siyasal tıkanıklığı aşmaya vesile olarak görmek ve kaba polemik değil de düzeyli bir inceleme ortaya koyma gayretinden dolayı takdir etmeli. Hatta yazarlarından birinin ifadesiyle “hayırla yad edilmeli.” Ancak, muhafazakar endişeleri bir yana bırakarak postyapısalcılık /postmodernizm’in eğrisiyle doğrusuyla “devrimci” ya da “özgürlükçü” bir siyaset için nasıl okunacağını araştıracak alternatif girişimleri daha çok hayra alamet göreceğiz.

[…]



* Başlığı biz koyduk.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar