Ana SayfaArşivSayı 37Tanımı ve kapsamı açısından işçi sınıfı

Tanımı ve kapsamı açısından işçi sınıfı

Tanımı ve kapsamı açısından

İşçi Sınıfı

Hacı Yıldız

[Kurtuluş Sosyalist Dergi, Sayı: 4, Ağustos 2002, s. 73-8]

Ütopik sosyalizmle bilimsel sosyalizm arasındaki farkı ikincinin bilimsel yönteme, birinciye göre daha yakın olması şeklinde algılamak bizi önemli bir sorunla karşı karşıya getirecektir. Çünkü birinci akıma mensup olanlar da en az ikinciler kadar bilimle ilgilidirler. Hatta bilim ve felsefe ile o kadar ilgilidirler ki, maddi güçleri ortaya çıkmadan, özgürlükçü düşüncelerini, eşitlikçi bir toplum hayallerini formüle edebilmişlerdir. Ne zaman ki bu özgürlükçü ve eşitlikçi toplumun taşıyıcısı olabilecek ve bu topluma gerçekten ihtiyaç duyan bir sınıf doğar, işte artık o zaman, Ütopiklerin hayal ettikleri toplumun imkanları, taşıyıcı maddi gücü ile buluşma fırsatı bulur. Ve artık sosyalizm, bilimin ona sunduğu avantajları da kullanarak hayal olmaktan çıkıp maddi bir güç olma yoluna girer.

Egemenlerin, o tarihten bu yana üzerinde en çok kafa yordukları, bu mezar kazıcıları, 1848 devrimlerinden Paris Komünü’ne, Ekim Devrimi’nden bu güne, siyaset sahnesinden hiç eksik olmadılar. Oysa ağırlıklı olarak son yirmi yıldır, ‘sanayi toplumunun ürünü olarak görülen proletaryanın, kapitalizmin ürünü olan bilimsel teknolojik devrimle birlikte öneminin kalmadığı ve işgücünün bir üretici güç olarak artık içine girilen dönemle beraber, sanayi toplumunda oynadığı rolü yitirdiğini’ söyleyen tezler ileri sürülmeye başlandı. Ülkemizde de son yirmi yıla damgasını vuran bu tezler, tesadüf eseri ileri sürülen tezler değildi. Bu tezlerin bir bölümü, bizzat egemenlerin cephesinden manipüle edilen ve işçi sınıfının ve onun mücadelesinin; bu mücadele içinde kendini taraf görenlerin cephesini bulandırmak amaçlı olup, diğer bir bölümü ise, bütün iyi niyetlerine rağmen bu manipülasyonların etkisinde kalmış kafalar ve kalemler tarafından oluşturulmuştur. Buradan kuşkusuz marksist teorinin bu konuda bir tamamlanmışlığa sahip olduğu ve hiçbir sorun taşımadığı gibi bir anlam çıkarmamak gerekir. Kapital’in özel olarak sınıflar konusunda birkaç cümle ile son bulması, her ne kadar bu konuda bir teorinin olmadığı şeklinde yorumlanıyorsa da bu yanlış bir yorumdur. Esas olarak bütün bir Kapital’ler,Artıkdeğer Teorileri, Grundrisse, bir sınıf teorisi esas alınarak, sınıflar mücadelesinin teorisi olmak kaygısı ile kaleme alınmış eserlerdir ve bu gözle okunduğunda, hiç de karışık olmayan bir formüle ulaşmak mümkün olmaktadır.

En uç noktada, işgücünün yerini bir üretim faktörü olarak bilginin aldığını ve bilginin de tüketildikçe artan bir şey olarak, işgücünün tam tersi bir karaktere sahip olduğunu ileri süren bu tezler, mantıki sonucuna vardığında ‘kar oranlarının azalması eğilimi’nin ortadan kalktığını söylemiş oluyor. Bu durumda kapitalizm kriz sorununu ilelebet çözmüş, var olagelmekte olan krizler ise kötü yönetimlerin sonucu olarak görülmektedir. Bu görüşe göre biraz daha akılcılık, ahlak ve paylaşımla, varolan bütün sorunların çözümünün önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Küreselleşmeci ideolojinin etkisi ile, yine bu olguyu, mevsimlerin birbirini takip etmesi kadar doğal karşılamak gerektiğini savunan bu anlayışa göre, sanayi toplumu sona ermiş ve bilgi çağına girilmiştir. Varolan bütün sorunlar bu gerçeğin kabul edilmeyip siyasal sistemin ve temsil mekanizmalarının eskisi gibi devam etmesinden kaynaklanmaktadır. Değiştirilmesi gereken sanayi toplumlarının siyasal sistemi ve kurumlarıdır. Aslında bir sınıf olarak işçi sınıfı da yoktur. Sadece nittelikli işgücü vardır ve bunların da çıkarı üretken sermaye ile ortaktır. Balibar’ın,

“…Bugünkü kriz sınıf mücadelesinin belirlenmiş pratiklerinin ve temsil biçimlerinin krizidir.” (E. Balibar, “Sınıf Mücadelesinden Sınıfsız Mücadeleye mi?”, Irk, Ulus Sınıf – Belirsiz Kimlikler, s. 224) yaklaşımıyla da büyük ölçüde örtüşmektedir. Bu görüşe başka bir çalışmada geliştirilen yanıtı aktarmakta yarar var.

“…Bugün, ‘yeni sol’ teorisyenlerin de eşlik ettiği bütün burjuva teorisyenler,. ‘bilgi’ artık üretim araçlarının kendisidir veya yerine geçmiştir demektedirler. Artık bu söyleme başka bir noktadan baktığımızda haklı olarak şu sonucu çıkarmamız mümkündür; o zaman gerçekte işçinin kendi emeğiyle üretime katılmasının zorunluluğu ortadan kalkmıştır! Peki ama bu söylem içinde olanlar kendi kurdukları sistemin kuyusunu kazmış olmuyorlar mı? 0 halde insanlığa kapitalizmi örnek göstererek hangi yüzle ‘demokrasi ve refah’ önerebiliyorlar. Bu noktada ortak bir yanıtımız var; evet diyoruz, küresel kapitalizm hızla canlı emeğin yerine makineyi aktararak üretime katılma zorunluluğunu giderek azaltıyor. Eğilimi bu yönde. Ama biz teorimizi sonuca ulaştırıyoruz; kapitalizm bu noktaya hızla gidiyor, ama bu noktaya geldiği zaman zaten kapitalizm olmaktan çıkmış olacaktır.” (Hasan Oğuz, İşçi Sınıfının Anatomisi, s. 372)

Bu anlayışın[1] Türkiye’de temsilcileri var. Bu anlayışa sahip olanlar, dünyaya uzaktan, sınıfların dışından bakıp, sorunu tamamen temsil sorununa indirmektedirler. Sorunu siyasal temsil olarak algılayanların en sağ formülasyonunu ifade edebilmiş bu anlayışa karşılık, ‘devrimci’ olmak-kalmak merkezli olgulara yaklaşıp, benzer siyasal sonuçları çıkaranlar da vardır. Bu konuda bir diğer örneği ise, devrimci duruşa önem verdiğini söyleyen ve bunu da sınıfı gereğinden fazla önemseyenlere çatarak yapan Teori ve Politika dergisi temsil etmeye adaydır. Balibar’dan aktarma yaparak katıldıkları,

“O ‘sınıfları’ kaybetmekle aslında hiçbir şey kaybetmedik. Bugünkü ‘kriz’, sınıf mücadelesinin belirlenmiş pratiklerinin ve temsil biçimlerinin krizidir” (Ali Osman Alayoğlu, “Barbarlar ve Asiler”, Teori ve Politika 26, s.58)

tezi, mantıki sonucuna, aynı derginin bir başka kaleminde ulaşmış.

“Bu durumda, pratik-politik devrimcilik bir tutamak noktası olmak bakımından önem kazanmaktadır. Konjonktürel bakımdan, eylemlerin öznelerinin devlet karşısında aldıkları konumları dikkate almadan üretim ilişkileri içindeki yerlerine bakarak onlardan uzak duran dar-Marksistlerdense, işçi sınıfının dışında, fakat devletle çatışan dinamiklerin sahiplenilmesine imkan bulmak açısından post-Marksistler daha uygun bir konumda bulunuyorlar. Ancak bunun, belirli bir andaki devrimci politik eyleyişe cevaz vermesi açısından söz konusu olduğu unutulmamalı.” (Zafer Parmaksız, ‘Emperyalizm ve Küreselleşmecilik’, a.g.e., s.104)

Diğer yanda başka bir teze göre ise işçi sınıfını, doğrudan artıkdeğer üretiminde yeralan işçiler oluşturmaktadır ve bu nedenle de işçi sınıfı azınlıktır. Toplum nüfusunun azınlığını oluşturduğu düşünülen (Poulantzas) sınıfın tek başına iktidarı, olanaklı olmayan bir hedeftir ve yanlıştır. Yapılması gereken sınıfın içinde yer aldığı bir halk ittifakı ile iktidara gelmektir: Üretim ilişkileri içindeki rolü, üretilmiş artıkdeğerin dağılımını sağlamak olan üretken olmayan emek, Poulantzas’a göre, işçi sınıfının dışındadır. İdari emeği, üretim sürecindeki eşgüdüm faaliyeti nedeniyle üretken sayan ama,

“sosyal işbölümü içinde sermayenin işçi üzerindeki egemenliğini temsil etmesinden ve iki sınıf arasındaki siyasal ilişkinin yeniden üretimini üstlenmesinden ötürü (siyasal ölçüt) işçi sınıfının kapsamı dışında” (Tülin Öngen, Prometheus’un Sönmeyen Ateşi, s. 203)

sayan Poulantzas, nesnel sınıf konumu ile, siyasal mücadele üzerinden kurulmasını öngördüğü sınıf bilinci (öznel konum) arasında nasıl bir sınır çizeceğini karıştırmaktadır. Poulantzas’ta anlatılan şey, bir sınıf tanımı üzerinden giderek, sınıfın marksist bakışla tarihsel görevleri karşısında yetersiz kaldığı ve parçalandığı; sanayi proletaryası diyebileceğimiz ve üretken emekle tanımlanan ve giderek daralan bir yapıdan ibaret olduğu ve bunun ise bir devrimci dönüşüm içinde öznelerden sadece biri olabileceğidir. Bu durumda işçi sınıfının içinde yeralacağı bir halk ittifakı ile bir demokratik devrim yapılabilir. Laclau ve Mouffe’un söylediği ise, Poulantzas’ın söylediğini çok daha ileri götürüp, aslında siyasal düzeyde kurulmadıkça bir sınıf çıkarının ve bir sınıfın olamayacağı; söylem yoluyla kurulmadıkça hiç bir toplumsal kimliğin oluşmayacağı, işçi sınıfı ile sosyalizm arasında hiç bir ilişkinin bulunmadığına kadar gitmektedir. Bu sınıf tanımının leninist demokratik devrim anlayışı karşısında sürekli tekrarlanan ve onunla taban tabana zıt ama sözel olarak aynı olan bir ‘demokratik devrim’ saplantısı içinde olacağı hemen çıkarsanabilir. Söylem yoluyla oluşturulacak ve sosyalizmi hedeflemesi düşünülen toplumsal öznelerin ittifakı ile geliştirilmesi gereken demokratik devrimi savunan bu anlayışa göre,

“.. .Bizzat anti-kapitalist mücadelenin derinleşebilmesi demokratik devrimin genişlemesine bağlıdır.” (Aktaran Zafer Parmaksız, Teori ve Politika, a.g.s., s. 104)

Yazının başında verdiğimiz iki uç örnek, sınıf tanımlarını baz alarak iki farklı siyasalIığa çıkmaktadır. Sınıfa yönelik her tanımlama bu türden bir siyasalIığa karşı gelmek zorundadır.

Bu yazıda ise bizim yapacağımız, bir sınıf tanımı yapmak ve bu tanım üzerinden kendi savunduğumuz, siyasalIığı ifade etmektir. Bu noktada ulaşacağımız sınıf tanımı, dünya ve ülke genelinde bir sınıf haritası oluşturmak açısından anahtar görev üstlenecektir. İşçi sınıfını dünya genelinde bir bütün, parçalı bir bütün oIarak aIgılamak, kapitalizmin ve kapitalist işbölümünün belirlediği bir olgu oIarak değerlendirmek, bu konuda yapılacak ampirik çalışmaların yorumunu belirleyecektir. Ama bunun için önce neye ve nasıI baktığımızın netleştirilmesi gerekir. Komünistlerin oluşturulması gereken programlarının temel taşlarından biri sınıf tanımı ekseninde, dünya ve ülkede işçi sınıfının gerçekliğini algılamaktır. Bunun, programın teorik temelleri ile doğrudan bir ilgisi vardır. Sınıf tanımı ile sınıfın siyasallığı arasında doğrudan bir bağ yoktur ve bu bağ, ideolojik, politik, kültürel düzeylerde oluşturulduğunda bir sınıf savaşımından, siyasal bir sınıf savaşımından söz edilebilecektir. Yoksa, sınıflar var olduğundan bu yana sınıf mücadelesi şu ya da bu düzeyde sürmektedir. Sürüp giden sınıf mücadelesini, tarihsel görevler ve yükümlülükler düzeyine çıkarabilmek, ona siyasal karakter kazandırmak ise kendiliğinden olabilecek şeyler değildir.

 



[1] En uç temsili, “Sen Değilsen Kim? Şimdi Değilse Ne Zaman?” adlı yayınlanmamış broşürde ifade edilen bu görüşün altında Ahmet Kardam ve arkadaşlarının imzası var ve çok sayıda eski Kurtuluş’çu bunlar arasında.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar