Ana SayfaArşivSayı 68-69Marx: Dün ve Bugün

Marx: Dün ve Bugün

 

Marx: Dün ve Bugün

Mario Tronti
Çeviri: Eyüp Eser

“Nasıl ki ciddi bir fizikçi Newtoncu olmayı bırakamaz ise, biz de bugün temel Marksist iddiaları reddedemeyiz; birçok farkın yanında bunların arasındaki en temel fark, sosyoloji kampında bir Einstein çıkabilmesi için sayısız jenerasyon gerekmesidir. Bu kişi, Marx’ın eserleri tüm tarihsel meyvelerini vermeden ortaya çıkamaz”. Bu, Rudolf Schlesinger’ın Marx’ın tüm düşünce dünyası ve onun damgasını taşıyan tarihi süreçler üzerine yaptığı çalışmadan sonra varmış olduğu sonuçtur. İçerisinde taşıdığı birer bitmemiş hipotez gibi olan belli başlı noktaları, derinleştirmek ya da onaylamak amacıyla ilerletmek için bu sonucu dikkate almak önemlidir.

Her şeyden önce, bir öncül: Az sayıda kalmış temel Marksist iddiaların modern zamanlarda taşıdıkları değerlere dair söylevin Marx’la yüz yüze getirilmesi fakat bu yüzleşmenin Marx’ın zamanı değil bizim zamanımız esas alınarak yapılmasına ilişkin bir proje. Kapital kitabı bugün içinde yaşadığımız kapitalizm temelinde değerlendirilmelidir. Bu yol ile, Marx’ın eserlerinin küçük-ölçekli meta üretiminin hakim olduğu bir toplumun eşzamanlı olarak hem ürünü hem de açıklaması olduğuna dair gülünç ve basmakalıp küçük burjuva iddialarını da teşhir etmiş oluruz.

Marx’ın en temel tezlerinden birisi şudur: Kapitalizmin sosyal temelinde, onun içkin tarihsel süreci her zaman mantıksal bir soyutlama işlemi gerçekleştirir ve bu, tarihsel olarak belirlenmiş gerçekliğin özgül bir ürünü olarak onu tayin eden ve sonuç olarak kendi toplam varoluşu için onu geçerli kılan kalıcı ve gerekli yanlarını keşfetmek ve değerlendirmek için, nesneyi, kendi muhtemel varlığının doğrudan doğruya varsaydığı tüm gündelik ve tesadüfî öğelerden sıyırır. Kapitalist gelişme süreci, içerisinde kapitalizmin kendi tarihini basitleştirme çabasını da taşır; kendi “doğasını” tekrar tekrar ortaya koyarken onu saflaştırır, hem kendisini ifşa eden hem de suçlarını açığa çıkaran o derin veya temel çelişkiyi ortaya çıkarmak için kendini tüm ikincil çelişkilerden arındırır. Bu durumda kapitalist gelişme kapitalizmin kendisinin gerçeğidir; hatta kapitalizmin sırrını ancak kapitalist gelişme ortaya çıkarabilir. Burjuvazinin perspektifinden bakıldığında bu sır, herkes için ve herkesin ulaşabileceği nihai kapitalizm mistifikasyonuna dönüşür; başka bir ifade ile, nihai gerçek olan sermaye, kendi sonsuz stabilizasyonunu gerçekleştirebilir ve sonuç olarak bu stabilizasyonun ideolojik aracıdır. Aynı sır işçi sınıfı perspektifinden bakıldığında, kendi tarihinin önceki sonuçlarının analizi yoluyla kapitalizmin gerçek doğasının en büyük bilimsel kavranışına dönüşür ve kapitalizmin nihai çelişkisinin keşfiyle dönüşerek kapitalizmin yaklaşan yok oluşunun teorik enstrümanı haline gelir. Eğer işçi sınıfı ile sermaye arasındaki belirleyici karşılaşmanın burada –en gelişmiş kapitalizmin sosyal tabanında– gerçekleştiği doğruysa, işçilerin teorisi ile burjuva ideolojisi arasındaki sınıf mücadelesini vurgulamamız gereken yerin aynı zemin olduğu da doğrudur.

       Marx’ın diğer bir temel tezi ise bir konunun en gelişmiş noktasının en az gelişmiş noktayı açıklaması olup tam tersinin geçerli olmamasıdır, örneğin sermaye toprak rantını açıklayabilirken toprak rantı sermayeyi açıklayamaz. Benzer şekilde, belirli bir düşüncenin sağlaması, onu görünür şekilde üreten sosyal zeminde değil, onu sonradan aşan sosyal zeminde yapılmalıdır; tam da bu zemin, onu gerçekte son üreten zemin olduğu için. Aynı şekilde Marx, Hegel’i yarı feodal Almanya’daki geri kalmış durumla değil, Avrupa’daki en ileri kapitalist gelişmeler ile yüzleştirmiş ve aynı anda Ricardo’yu, kendi zamanının problemlerine derhal yanıt bulmaya zorlamıştır. Sonuç olarak bugünün Marx’ı, kendi eski felsefi vicdanı ile “hesaplaşmaya” ebediyen devam edemez, onun yerine Marx, çağdaş kapitalizmin modern gerçekliğini kavramak ve yok etmek için buna aktif bir karşı koyuşla ‘güçlendirilmelidir’ çünkü sağlaması yapılması gereken an ve işçi sınıfı araştırmalarının ihtiyaç duyduğu veya zorunlu kıldığı şey budur. Bugün burjuva düşüncesinin, 1844 Elyazmaları’ndaki birkaç talihsiz cümle karşısında kendinden geçerek varoluşçuluk temelinde “insan özünün yabancılaşması” hakkında romantizmler icat etmesi tesadüf olmadığı gibi, işçi sınıfı düşüncesinin, ortadan kaldırmak ve aşmak istediği içinde bulunduğu zamanın, devrimci mücadelenin bir fonksiyonu olarak bilimsel bir klasik analiz modeli için yüzünü Kapital’e dönmesi de tesadüf değildir.

           Kitabının yakıcı bir sayfasında Michaud, eğer aklı karışık değilse, oldukça yaygın olduğunu düşündüğüm bir fikri belirtme cesaretinde bulunmuştur: “Çağımızdaki görünüm bazı yönlerden Marksizm öncesi bir ideolojik durum arz etmektedir.” Michaud kendisini bu şekilde ifade etmekte haklı mıydı? Hangi anlamda bunu söyleyebiliriz? Bu sorulara verilecek yanıt bazı karanlık noktaları aydınlatabilecektir.

Otantik olarak devrimci olan herhangi biri gibi Marx’ın düşüncesi de gerçekte var olmayanı inşa edebilmek için gerçekte var olanı yok etmek ister. Böylece bu düşünceyi oluşturan, birbirinden ayrı fakat organik olarak birleşik iki bölüm vardır. Bunlardan biri “var olan her şeyin acımasız eleştirisi”dir ki burada Marx, burjuva düşüncesinin mistifike edilmiş prosedürünün keşfi ve bunun sonucunda kapitalist ideolojilerin teorik anlamda demistifikasyonu ile ortaya çıkar. Diğeri ise “şimdiki zamanın pozitif analizi”dir ki bu, şimdiki zamanın alternatifi olan geleceğin maksimum seviyedeki bir bilimsel kavranışının geçeceği yolu belirtir. Biri burjuva ideolojisinin eleştirisi; diğeri ise kapitalizmin bilimsel analizidir. Marx’ın Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’nden Kapital’e kadar olan çalışmasında bu iki moment, mantıksal olarak ayrılmış ve kronolojik olarak ardışık şekilde ayırt edilebilmektedir. Fakat bu, bu prosedürün yine bu sıralanma ve kesin ayrım ile tekrarlanması gerektiği anlamına gelmemektedir. Marx’ın kendisi klasik ekonomi-politiği hedefe koyduğu ve analiz yolu ile bir dizi genel soyut ilişkiyi keşfetmesini sağlayan aynı yolu takip ettiğinde, bu yolun tekrarlanmaması gerektiğini gayet iyi bilmekte idi; tam tersine, sonrasında “canlı birliğe” (halk, ulus, devlet, dünya piyasası) bir kez daha ulaşmak için bu basit soyutlamalardan –işbölümü, para, değer– başlamak gerekiyordu. Aynı şekilde bugün Marx’ın çalışmasının son noktası olan Kapital’e ulaşılması ile onu bir kalkış noktası olarak kullanmak zorunlu hale gelmiştir: Bir kere kapitalizmin analizine ulaşmış isek bu ulaşılan noktadan tekrar başlamak zorundayız. Bir dizi belirleyici soyutlama –ücretli emek, sermayenin organik bileşimdeki değişiklikler, oligopolistik kapitalizm içinde değer– çerçevesinde yapılan sorgulama, halk, demokrasi, neo-kapitalizmin politik devlet aygıtı ve uluslararası sınıf mücadelesinin oluşturduğu yeni bir “canlı birliğe” ulaşmak için başlangıç noktası olmak durumundadır. Bu yolun Lenin tarafından Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’nden Devlet ve Devrim’e kadar kullanılmış olması tesadüf değildir. Yine işçi sınıfı içerisindeki bütün burjuva ve reformist ideolojilerin bu yolun tam tersini tutmaları da tesadüf sayılamaz.

 Ne olursa olsun tüm bunlar yine de yetersizdir çünkü günümüzde kapitalizm analizinin varsayması gereken spesifik karakteri kavramak yeterli değildir; aynı anda, ideoloji eleştirisinin varsayması gereken spesifik karakteri kavramak da zorunludur. O zaman pratik mücadelede yeni düşünüş ve aktif müdahaleyi teşvik eden, Marx’ın biliminin pozitif karakteristik özelliklerini temsil eden, taşkın/zorlayıcı önyargılardan birine göre işleyen bir kesin varsayımdan başlamalıyız. Şimdi varsayım şudur: Her daim kapitalist arazideki sınıf savaşının mistifike edilmiş refleksi olduğundan dolayı ideoloji her zaman burjuva karakterdedir.

Marksizm işçi hareketinin “ideolojisi” olarak anlaşılmıştır. Bu temel bir hatadır çünkü onun hareket noktası, onun “doğum eylemi”, tam olarak bütün burjuva ideolojilerinin yok edici bir eleştiriye tabi tutulması vasıtası ile bütün ideolojilerin yok edilmesidir. İdeolojik mistifikasyon süreci gerçekten de sadece, modern burjuva toplumu temelinde mümkündür: Bu, burjuva toplumu üzerine ya da ona ait olan burjuva bakış açısı olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Kapital’in başlangıç sayfalarına bir kez bile göz atanlar, sürecin burjuvazinin sömürü gerçeğini örtmek için kasten seçtiği bir saf düşünce şeklindeki bir süreç olmadığını, bunun yerine gerçek ve objektif olarak sömürü sürecinin kendisinin sonucu olduğunu görürler. Başka bir ifade ile bu, sürecin bizzat kendisinin ortaya çıkardığı bir sonuç olmanın yanında tüm aşamalarında kapitalizmin gelişme mekanizmasının sonucudur.

İşte bu nedenle işçi sınıfının herhangi bir “ideolojiye” ihtiyacı yoktur. Bir sınıf olarak var olduğundan beri, yani global kapitalist sisteme karşıt bir gerçeklik olarak ortaya çıktığından, devrimci bir sınıf olarak örgütlendiğinden beri, onu bu gelişim mekanizmasına bağlayamaz ve bunun yerine bu gelişimden bağımsız olmasını ve ona karşı durmasını sağlar. Daha da iyisi, kapitalist gelişme ne kadar ilerlerse işçi sınıfı kapitalizmle ilişkide o kadar daha otonom hale gelebilir; sistem kendisini ne kadar “mükemmel” hale getirirse işçi sınıfının bu sistem içinde o kadar maksimum çelişki haline gelmesi gerekir; bu gereklilik kapitalist sistemin hayatta kalmasını imkansızlaştıracak bir noktaya gelecek ve bunun sonucu olarak, kapitalist sistemi yok ederek aşacak olan devrimci kopuşun ortaya çıkmasını mümkün ve gerekli hale getirecektir.

Marksizm işçi hareketinin ideolojisi değildir; o işçi sınıfının devrimci teorisidir. Burjuva ideolojilerinin eleştirisinden doğup her gün bu eleştirilerden beslenen bir teori olarak “var olan her şeyin acımasız eleştirisi” olmaya devam etmesi gerekmektedir. Kendisini kapitalizmin bilimsel analizi olarak konumlayan, bu analizin her bir momentinden beslenmesi gereken ve belirli zamanlarda, araştırma ve onun araçları/yollarının ertelenmesi ve kanıtlanması ile şeylerin gelişimi arasında açılmış olan mesafeyi, boşluğu kapatmak ve gevşek zemini iyileştirmek gerektiğinde kendisini bu analizle tanımlaması gereken bir teoridir. Yalnızca işçi sınıfının devrimci pratiğinin bir fonksiyonu olarak hayat bulan, ona mücadelesi için gerekli silahları sağlayan, bilgi birikimi için araçlar geliştiren ve eyleminin hedeflerini izole edip büyüten bir teoridir. Marksizm işçinin burjuva toplumu üzerindeki bakış açısıdır ve böyle olmaya devam etmektedir.

        Eğer Marx’ın teorisi işçi sınıfının devrimci teorisi ise, eğer Marksizm proletaryanın bilimi ise, Marksizmin en azından bir ayağı, popülist bir ideolojiye, sınıf mücadelesi sürecindeki tüm olası uzlaşmaları haklı gören banal bir bayağılık cephanesine hangi temelde ve nasıl dönüştü? İşte burada tarihçinin görevi çok büyük. Bu arada bu basit gerçek ispatını yine kendisinde bulur; eğer ideoloji, bir işçi sınıfı ideolojisi oluşturmak için bu “ideolojik” boyutu kabul edecek şekilde kapitalizmin gelişmesine uygun mekanizmanın tarihsel olarak belirlenmiş bir parçası, spesifik bir ifadesiyse, bu tek bir anlam ifade edebilir: İşçi sınıfı hareketinin kendisi, belli bir anlamda, kapitalist gelişmenin pasif bir ifadesine dönüşmüştür. Bu hareket, bir sisteme entegrasyon sürecinin acısını çekmiştir; birçok safha ve düzeyi olan bu süreç, yine de, tam da işçi sınıfı kavramında örtük olarak, sonunda bugün görünürde ortaya çıkan reformist pratiğin farklı aşamaları ve farklı düzeylerine –yani farklı formlarına– sebep olmanın aynı sonuçlarına sahiptir. Eğer genel olarak ideoloji her zaman burjuva karakterdeyse, işçi sınıfının bir ideolojisi de her zaman reformisttir: Bu, işçi sınıfının devrimci fonksiyonunun aynı anda hem ifade edildiği hem de tersine çevrildiği [rovesciata] mistifike edilmiş yöntemdir.

   Eğer bu doğru ise, buradan hareketle demistifikasyon süreci bugün mutlaka Marksizmin kendisinden geçmelidir, kendisini Marksizmin ideolojileşmeden arınma süreci olarak görmelidir. Burada atıf yaptığım şey Marksizmdir, Marx’ın kendi çalışması değil; kaldı ki Marx’ın kendi çalışmaları üzerine yapılması gereken çalışma oldukça çeşitli olmak durumundadır. Bu doğal olarak Marx’ın kendi çalışmalarının baz alındığı bir iç eleştiridir; Marx’ın çalışmalarında bulunan bazı önemli yönlerin ayrıştırılması ve seçilmesine ilişkin bir çalışmadır. Odaklanılması ve değer verilmesi gereken yönler, bilimsel genellemelerin en yüksek seviyede gerçekleştirildiği ve bu nedenle kapitalizm analizinin, kapitalizmi sürekli olarak modifiye eden ve onu içten içe devrimci bir şekilde değiştiren asli eğilimleri tek tek ele almak ve değerlendirmek suretiyle sistemin dinamik bir kavranışının güçlü bir şekilde ortaya konduğu kısımlardır. Başka bir bakış açısından ise, tecrit edilmesi ve bir kenara bırakılması gereken kısımlar, bilimsel düzeyde bahsedilen tipte genelleştirmeye ulaşılmadığı görülen ve bunun sonucunda kapitalist gelişmenin belirli bir durumunun göreli ayrıntılarının anlık olarak genelleştirilmesinin bir bütün olarak kapitalizmin karakterini gizlemesiyle sonuçlanan kısımlardır. Bu iç eleştiri –belli bir şekilde Marx’ın yaptığı öz-eleştirileri temsil eder–Marksist teori için birkaç demistifikasyon çalışmasından farklı bir şeydir. Bu son belirtilen nokta Marx’ın çalışmaları ile ilgili olarak söylenmemiştir, Marksizmin belirli bir bölümüne tekabül eder.

          Bugün bizler vulgar Marksizm hakkında belirli bir seviyede ironi ve küçümseme ile konuşmaya alışmış bulunmaktayız; kaldı ki biz bu konuşma tarzını dahi Marx’ın kendisinden öğrenmiş bulunmaktayız. Marx’ın, vulgar ekonomi olarak adlandırdığı klasik ekonomi-politiğe karşı olan çok çeşitli yargıları ve tavırları bilinmektedir. Klasik ekonomi-politiğin meziyeti, servetin değişik formlarını analiz yoluyla kendilerine özgü birliğe indirgemeye çalışması, birbirlerinden bağımsız olarak aynı anda mevcut olduklarında onları rakamlardan yoksun bırakmasıdır: Klasik ekonomistler olguların içsel bağlantısını anlamaya çalışır, onları birçok fenomenal formun çokluğundan bağımsız kılarlar. Bunu yaparken, hatta spesifik bir mistifikasyon sürecine göre faaliyet gösterirken bile, klasik ekonomistler, sosyal antagonizmlerin gerçek gelişimiyle ve bu nedenle kapitalist üretimin içinde bulunan sınıf mücadelesinin objektif durumuyla el ele yürüyebilme kabiliyetine de sahiptirler. Ama ekonomi-politik içerisinde, kendi basit sunumu olarak “fenomenin basit yeniden-üretimini” temsil eden bir öğe mevcuttur ve gelişiminin belirli bir aşamasında ortaya çıkar ve bu, belirli bir noktada genel ekonominin kısmi sunumu olarak kalan kısımdan ayrılan ve izole edilen, ekonomi politiğin vulgar öğesidir. Gerçek çelişkiler ne kadar ilerlerse düşünsel düzlemde onların yeniden-üretimleri de o kadar zor ve kompleks bir hal alır, bilimsel seviyedeki analiz o kadar zor ve yavaş olur ve vulgar öğe, “kendi en iyi ifadesini bir karakteri olmayan akademik olarak sinkretik ve klasik bir derlemede bulana dek”, kendisini otonom ve alternatif bir öğe halinde bu çalışmanın karşısına her zamankinden daha fazla koyar; vulgar ekonomi giderek kendisini daha fazla savunmak zorunda kalır ve gerçek çelişkileri ortaya koyan bütün çelişkili düşünceleri “laf kalabalığı ile elimine etmeye çalışır”. Marx’tan bu sayfaları okuduğumuz ve vulgar Marksizm hakkında düşündüğümüz zaman bu durum hakkında söylenmesi gereken her şeyin söylenmiş olduğunu düşünmek isteriz.

  Ancak bu arada eklenmesi gereken temel bir nokta bulunmaktadır. Eğer bugün mistifikasyonun Marksizmin köklerine kadar sızdığı doğru ise ve bu vulgarizasyon sürecine yol açan ve yol açmaya devam eden objektif nedenlerin bulunduğu da doğru ise; bu durumda en acil görev bu objektif nedenleri tanımlamak ve onları tanımanın ötesinde onlarla mücadele etmektir. Bu konuda net olmamız gerekiyor. Bu basitçe teorik düzeyde verilecek bir mücadele değildir. Bu, vulgar Marksistlerin eski okullarının karşısına saf Marksistlerin neo-skolastisizmini çıkarmakla ilgili değildir. Bu mücadeleyi doğru boyutu ile ele almalıyız; teorik görevin kendisini sınıf mücadelesinin bir momenti olarak görmeliyiz. Bunun, Marksizmin Marksist bir şekilde arındırılması gerekliliğinin bir kez farkına varıldığında; tüm uluslararası fenomenin kompleks yapısına uygulanmak üzere kapitalizmin bilimsel düzeydeki analizi geri kazanıldığında; Marx’ın düşüncesinin bilimsel birliği geri kazanıldığında ve ekonomi ve sosyolojinin, politik teorinin ve gerçek, pratik mücadelenin organik bir birliğinde ifadesini bulan birlik buradan doğrulandığında, bu noktadan itibaren yeniden başlamamız gerekir ya da daha doğrusu bu noktadan itibaren, bu süreci yönlendirmesi gereken gerçek güçleri, bunları zorunlu olarak üreten objektif koşulları, teorinin kendisini bir kez daha maddi bir güce dönüştürecek olan maddi nedenleri bir kez daha bularak sıçrama yapmak zorundayız.

   Bugün belki de her zamankinden daha fazla Leninist tezin gerçekliği tüm gücü ile açığa çıkmış vaziyettedir; devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz. Günübirlik taktiksel kararların ötesinde, devrimin stratejik perspektifinin görülmesi ve anlaşılmasıyla ilgili tüm zorunluluklara vurgu yapılması gerektiği hissedildiği takdirde, biz bugün, kapitalist sistemin antagonistik güçlerinin oluşturduğu geniş yayı kavrayıp onu belirleyici bir noktada kıran ve böylece birleştirip homojenleştirebildiği oranda bu bölünmüş güçlerin korunmasına katkı yapan bir teorinin gerekliliğinin ne kadar yakıcı olduğunu anlayabiliriz. Ve bu arada bu önermenin karşıtı da hiç bugün için olduğu kadar doğru olmamıştır; devrimci bir hareket olmadan devrimci teori olmaz. Bu nedenle bugün teorisyenin kendisi, enerjisini kapitalizm içinde yaşayan yalnızca gerçekten yıkıcı olan güçlerin tekrar keşfi ve yeniden örgütlenmesi amacıyla ortaya konulan pratik işlere yardım için ayırmalıdır; bir kez daha kendi varlığının farkına varmalı ve devrimci duruma kendi varlığının objektif bir ifadesi de olacak maddi bir form kazandırma sürecine katkı sunmalıdır. Son kertede, Marksizmin demistifikasyon süreci işçilerin gücü olmadan imkansızdır. Bu nedenle, işçilerin gücü –işçi sınıfının otonom örgütlülüğü– devrimin maddi temelini teşkil etmesinden dolayı demistifikasyonun gerçek sürecidir.

       Bu bakış açısı ile bugünün Marx’ının temel polemiksel hedefi şu anda vulgar Marksizmin taşıdığı form göz önüne alındığında dahi, artık Vulgarokonomie, vulgar ekonomi olamaz. Vulgar ekonomi, işçi sınıfının Vulgarpolitik, vulgar politikası ile eşzamanlı olarak benzer bir varsayım ve sonuca sahip olduğu oranda; mücadele edilmesi gereken bu vulgar politikaya karşıdır. Fakat bugünkü Marksistlerin, mücadele yürütecekleri ve görevlerini tüketmeyecekleri yolları iyi seçmeleri gerekmektedir. Her ne kadar birçok kez yanlış yorumlanmış olsa da temel prensip, işçi hareketinin iç eleştirisinin, kendisini her zaman sınıf düşmanına karşı dış mücadele olarak ortaya koyması zorunluluğudur. Bu nedenle Marksizmin iç eleştirisi her şeyden önce burjuva düşüncesine karşı bir mücadele formunda ortaya konulmalıdır. Böylece, işçi hareketinin bütün reformist ideolojileri de dahil olmak üzere tüm ideolojilerin eleştirisine bir kez daha ulaşmak amacıyla, bugün neo-kapitalist ideolojilerin tümü için yıkıcı bir eleştiri bizim çıkış noktamız olmalıdır. Fakat şu anda kapitalizm analizinin, temelini oluşturması zorunluluğundan dolayı ideoloji eleştirisinin belli şekillerde önüne geçmesi gerektiğini görmekteyiz. Böylece bugün, günün pozitif analizinin (yani pratik mücadeleden gelen önemli içgörülerin formülasyonu ve onu ileriye taşıması gereken maddi güçlerin tekrar keşfi ve yeniden örgütlenmesi), tüm ideolojik ve politik mistifikasyonların negatif yıkımını öncelemek ve bunların temelini oluşturmak zorunda olduğunu söyleyebiliriz.

    Sonucu şu şekilde belirtebiliriz: Belki de bugünün ideolojik durumu, teorik durumun belki Leninizm öncesi olması farkıyla, Marksizm öncesi bir durumu yansıtmaktadır. Bu da demektir ki, bugün başlanması gereken yol, Marx’tan önceki ya da Lenin’den sonraki yolu tekrar yürümek değildir. Bugünün yolu –ki bunu provokatif bir tutum ile söylüyorum– belki de Marx’tan Lenin’e doğru yapılmış olan sıçramayı bir kez daha başarmaktır: Güncel kapitalizmin analizinden modern kapitalizm temelinde oluşacak proleter devriminin teorisinin örülmesine yapılacak bir sıçrama. İşçilerin devrimi –tüm araçlarının emrinde olduğu bir devrim–, bir kez daha ve somut olarak, işçi hareketinin asgari programı olmalıdır. İşçi sınıfı bir kez Marx’ı Lenin’den geçerek yeniden keşfetmişti ve sonuç Ekim Devrimi olmuştu; bu süreç kendisini tekrar ettiğinde –Marx’ın söylediği gibi– dünya genelinde kapitalizm için ölüm çanları çalacaktır.

Operarios e Capitale‘deki orijinalinden (Ocak 1962) Guio Jacinto tarafından 2011’de İngilizceye çevrilmiştir.

https://operaismoinenglish.wordpress.com/2011/04/29/marx-yesterday-and-today/

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar