Ana SayfaArşivSayı 68-69Hendekler Kazandı!

Hendekler Kazandı!

  
Hendekler Kazandı!
Devrimci politika ve nazlı “demokratik
siyaset”

Metin Kayaoğlu

Kürdistan Özgürlük Hareketi, bir konjonktürü daha devrimci bir inisiyatifle kazandı. 1 Kasım seçimleri, devrimci özyönetim deneyimlerinin Kürt halkı tarafından onaylanmasıyla sonuçlandı.
HDP daha az milletvekiliyle temsil ediliyor Meclis’te, ama Kürdistan Hareketi girdiği riskli bir yolda büyük bir kazanım elde ettiğini tescilledi. Kazanımın yanında kaybın bir önemi yok! Bir nitelik kazanılmıştır, ama kayıp nicelikseldir.
Demokrasi-merkezciliğin hep haklılığı!
Oysa HDP’yle ilgili kamuoyunda başka bir kanaatin hakim olduğu görülüyor.
Naçiz varlıklarını liberal demokrasiye adamış bir kısım “demokratik siyasetçi”, 1 Kasım’da HDP’nin kaybettiği oyları görüyor, ama savaş ortamında verilen oyları ve kazanılan devrimci özyönetim mevzilerini önemsemiyor.
1 Kasım sonrası, bize, demokratlık ile devrimcilik arasında bir tercih dayatılıyor. Dayatmanın kutuplarını HDP ile PKK oluşturuyor. PKK ve Kandil yazık etmiş HDP’ye!.. Kürdistan Özgürlük Hareketini demokratik ve devrimci bileşenlerine bölmemiz, ve devrimci yanın demokratik yana tabi olmasını savunmamız isteniyor.
AKP’nin “buluğ çağı bebesi” suratlı yetkilisinden mahmur dağınıklığıyla “entellektüel ideal tipi” çizen liberal sosyaliste, itinalı çehresi ve ölçülü sözleriyle Kürtlerin akıllı dostu rolü kesenden adıyla müseccel mertçe durana, varlığını Kürtlerin demokratik siyasetinin yanaşması olmakta bulan sosyalistten parlamenter mücadele yoluna kendini pek kaptırmış Kürde, Kürtlerle birlikte demokrasi mücadelesinden pek hoşnut “HDP seçmeni” sanını pek seven “Avrupa tipi” sosyalist ya da liberale kadar geniş bir kesimin ‘devrim denen nesne’ye ne ölçüde uzak veya düşman olduğu, 1 Kasım seçimleri sonrası bir kez daha görüldü. Oysa devrim uzak bir hayal değil, yanı başlarında gelişen gerçek bir süreçti.
Bunlar ortak bir evrenin ‘dost’ları değildi elbette, ama aynı gemide olduklarını hiç unutmayan centilmen ‘rakip’lerdi. Fırsat bulduklarında Kürdistan Hareketinden “tek yanlı ateşkes” isterler; ama derin akıllarını bu harekete “tek yanlı saldırı” öğütlemekte hiç kullanmamışlardır ve kullanmayacaklardır.
Bugün Yalçın Akdoğan’a kadar uzanan bir zihniyet ve kanaat dünyasının düşmanlaştırma, -pek sevdikleri tabirle- “ötekileştirme” operasyonunun konusunu, Kandil’deki devrimci PKK yöneticileri ve Bakur’daki YDG-H oluşturuyor. Kürdistan Özgürlük Hareketi elbette ne sadece Kandil’den, ne de HDP’den ibaret. Bu hareket, geniş bir bileşen yayıyla ama kuşkusuz devrimci bir eksende tarihsel yürüyüşünü bu zamana kadar sürdüregeldi. Kandil, Kürdistan Özgürlük Hareketinin devrimci çekirdeğini temsil ediyor. Bu çekirdek, özellikle 24 Temmuz’dan bu yana Kürdistan kentlerindeki devrimci özyönetim pratikleriyle yeni bir katman kazandı. Şimdi bu kazanım hedef tahtası yapılıyor.
*
Yalçın Akdoğan hedefi gösteriyor Bizim şu anda konsantrasyonumuz PKK’nın bu hamlelerini boşa çıkartmak. Özerklik ilanı çöktü, devrimci halk savaşı çöktü, kurtarılmış bölgeler çöktü, büyük gruplarla saldırı eylemleri çöktü.”*
Akdoğan’ın sözleriyle, meçhul “bir HDP milletvekili”nin şu sözleri arasında uzun boylu bir mesafe bulacağını sananlar yanılıyor: Sadece savaşa PKK’nin karşılık vermesi değil, bunların kentlere yayılması da 7 Haziran’da bize oy veren bazı seçmenleri ürküttü. Halkın HDP’ye yönelen sevgi ve ilgisinin açık bir nedeni vardı; demokratik siyaset. Bu da çökünce bazı seçmenler bizden vazgeçti.”*
İki gerici kafa! Biri düşman tarafında, öteki aramızda. Biri organik düşünüyor ve davranıyor; devletinin bekasını savunuyor. Öteki, kendini parlamentonun koltuklarına adamış; ideolojisini de politik ufkunu da orası oluşturuyor.
Bizim tarafta yoğun bir ideolojik mücadele yürütmek gerekiyor. Gövdeleri ve eylemleriyle “bu taraf”ta olan geniş kesimlerin kafalarının karşı tarafın ipoteğinde olduğu görülüyor. Karşı tarafın kavramları, öncelikleri ve kültürüyle düşünüyorlar.
*
Kürdistan Hareketinin kitle iletişim organlarında bile 24 Temmuz’dan beri tek yanlı ateşkes çağrısı yapanlar, kendilerinin görüş olarak kazandığını ama HDP’nin PKK’nin vesayetinde kaybettiğini ilan ediyorlar. Devlet saldırabilmeli ama PKK akıllı davranıp bu saldırıya karşılık vermemeliydi! Devlet saldırırken Kürdistan Hareketinin dilinden barış teranesi düşmemeli, eli tokalaşmak için uzatılmalıydı sadece.
HDP baraj oranının altına kadar inseydi; Kürdistan halkı, başta özyönetim alanlarındakiler olmak üzere, oylarıyla bu politikayı kabul etmediğini gösterseydi “demokratik siyasetçiler” taktik –ama sadece taktik- olarak haklı olacaktı. Fakat, 1 Kasım’ın akşamı karşımızda kapı gibi bir gerçek dikildi: Halk, Kürdistan Hareketinin savaş ve özyönetim gibi iki devrimci hamlesine onay vermişti. Devrimci sertlik ortamından hoşlanmayan Kürtler ve nazlı Türkler varsın beğenmesin Hareketin politikasını…
Mevsimin bahar olmasını isteyenler, bu politikaya onay vermeyenler varmış! 7 Haziran’da HDP’ye “bahşedilen” Kürt oylarının bir kısmı devletinin patronajına, Türk oylarının bir kısmı da uygar muhalefetinin bildik sularına çekilmiş. Küçük bir cereyandan ürken Batılı ceylan ve güvercinlerle, Doğulu koyunlar çekilsin elbet rüzgar almayan duldalıklara… Onlar, başarıyı sırtlayan değil, zaferi pekiştiren artık-nüfustur.
Devrimle konformizmin uyuşabildiğini tarih yazmamıştır ve 1 Kasım konjonktürü de yazmadı. Ama bereket versin, konfora yüz vermeyen yaklaşık 5 milyon “seçmen” hâlâ var Kürdistan’da ve Türkiye’de.
*
1 Kasım’ın sonuçlarının en öndeki tartışma konusunu ve bu hususta beliren iki zihniyetin eksenini, devrimci politika ile “demokratik siyaset” oluşturuyor. Devrimin pratik bir gerçek olduğu yer ve zamanda önemin hangi yana verilmesi gerektiği konusunda tereddüt etmemek için kafayı her an ve yerde devrime takmış darkafalılardan olmak gerekmiyor.
Mücadelenin her an’ının biricik olduğunun ve genel felsefi yargılarla adım atılamayacağının ayırdındayız. Her an’ın devrimci taktiğe bağlandığı bir politika anlayışında da değiliz. Tarih, devrimci yolla olduğu gibi, reformlar ve karşı-devrimler yoluyla da “ilerler”. Devrimci yolu yeğlemek, demokratik yolu reddetmek anlamına gelmediği gibi, karşı-devrimci ilerlemeye de gözü kapamak değildir. Ama ne olursa olsun, devrimci yolda tek bir öğe, demokratik yoldaki bin öğeye yeğdir.
*
Sertleşen ortamlarda barış olgusu olarak seçimlerin farklılık arz edeceğini ve sert bir konjonktürde, yapıya gevşekçe ilişivermiş, birazcık sertçe esen rüzgarda uçuşacak unsurların kaybını öngöremeyene saf bile denmez. Devlet saldırdı, Kürdistan Hareketi bir tereddütten sonra karşı-saldırı ve hamleyle yanıtladı saldırıyı…
Devlet, Kürdistan’daki devrimci özyönetim pratiklerine günlük ve ekonomik yaşamı felç edici bir saldırıyla karşılık verdi. Halkın malına mülküne zarar vermeyi öncelikli hedefi yaptı. Bunun sonucu, özyönetim bölgelerindeki hali vakti yerinde olanların göç ettiği haberleri geldi.
Gerçekte Kürdistan Hareketi, özyönetim politikasıyla önemli bir riski göze almıştı. Hareket, bu olayda geniş yığınların tepkisini devlete yöneltmeyi başardı. Elbette bu konuda devletin büyük katkılarını gözardı edemeyiz! Özyönetim alanlarında oy oranları bakımından 7 Haziran’a göre anlamlı bir fark olmaması en önemli etmendir.
Devrimci özyönetim politikası, bizzat etlerinde kanlarında yaşayan kesimlerde tutmuştur. Kürdistan Hareketi, daha önce de birçok politik yönelime risk alarak ve az bir onayla girmişti. Ama bu kez, onayın hiç de az olmadığını görüyoruz.
HDP’nin kaybı ve Hareketin kazanımı
HDP neyi kaybetti? 20 milletvekilinin eksik oluşunu sorun edenler, bu yolla hükümet olmayı planlayanlardır. Bu yolla, demokrasinin geleceğini düşleyenlerdir. Oy kaybetti ama savaş ortamında bile arkasında duran çok önemli bir kitlesi var HDP’nin. Kürdistan Özgürlük Hareketi büyük bir mevzi kazandı ve bu kazanım 1 Kasım’da oylarla tescillendi.
1 Kasım seçimleri konjonktüründe Kürdistan’da tek ve büyük bir kazanım vardır: Devrimci özyönetim pratiklerinin halk tarafından onaylanmasıdır bu.
HDP’nin oyları düşmüştür, ama Kürdistan Hareketinin gücü nitelik olarak yükselmiştir. 1 Kasım seçimlerinde Kürt halkı tarafından onaylanan bu yeni boyuttur. Meseleyi böyle ele alınca, büyük hareketin bir bileşeni olarak HDP’nin de kaybetmediğini görürüz. Hareketin kazandığı HDP’ye de kazanım olarak dönecektir.
Kürdistan ekseni
1 Kasım göstermiştir; Türkiye’yi ve “demokratik siyaset”i esas almayarak Kürdistan üzerinden politika yapması, Kürdistan Özgürlük Hareketine yeni bir mevzi kazandırmıştır. Kürdistan Hareketinin büyük gövdesinde artık bir temel unsur daha vardır ve bu, devrimci özyönetim pratikleridir.
Kürdistan Özgürlük Hareketinin alanı tüm Kürdistan’dır. Geçen onyılda bunu ifade etmek anlamsızdı, ama bu, bugün gerçekliktir. Bu Hareketin özgül iki alanı vardır bugün: Bakur ve Rojava Kürdistan. Hareket, Doğu ve Güney Kürdistan’da da özgüllüklere sahiptir, ancak özgül alan nitelemesine karşılık gelecek bir iddiası yoktur şimdilik. Hareket, Kuzey ve Rojava’da anlık ve acil yaşamsal inisiyatifler geliştirmekle karşı karşıyadır… Oturmuş bir genel politik merkez ve genelkurmaya sahip Hareketin bu iki bölgede kararlı toplumsal tabanı, Rojava’da ordusu YPG, Kuzey’de HPG ve YDG-H’si; Rojava’da politik/hukuki kurumlaşması, Kuzey’de politik/hukuki kurumlaşma pratiği, Kuzey’de Türkiye politik birimine dönük demokratik siyaset oluşumuyla muhatapları için gerçek bir bela olduğu açıktır. Böyle büyük bir gerçekliğin, eksenini HDP gibi bir parlamenter kurumun kaderi üzerine kurması nasıl gerekebilir ve bu nasıl istenebilir? Ancak Türkiyeli kafalar ve ancak kararlı liberal demokratlar isteyebilir bunu. Bu istek sahiplerinin kafalarındaki dünyanın merkezi Ankara’dır.
Kürdistan Özgürlük Hareketinden kendine odak olarak, yersel merkezi Ankara olan demokratik siyaseti esas ve eksen almasını beklemek gerçekte şovenizmin yeni liberal biçimidir. Bu biçimde reformizm, liberalizm ve Türkiyecilik bir yanda, devrimcilik, Kürdistanîlik öte yanda saf tutmaktadır.
Kürdistan Hareketine şu ya da bu dönemde “demokratik siyaset” dayatanların Türkiye’yi eksen alarak hareket ettiği açıktır. Kürdistan Hareketinden, eksenini Ankara lehine değiştirmesini istemenin bugünkü adıdır sosyal şovenizm. Bırakalım, Hareket, kendi gerekleri doğrultusunda politik yönelim tayin etsin. Ama bu, Hareketin Türkiye’nin eksen alınacağı politikayı tayin etmesini gerektirmez.
Türkiye tarafı mı?
Demokratik siyaset ve barışçılık Türkiye’ye, devrimci ve demokratik siyaset Kürdistan’a kaldıkça içinde bulunduğumuz döngüden çıkamayız. Seçimlerdeki oyların artması ya da azalması, barışçı kitle gösterilerinin kalabalığı ya da zayıflığıyla ölçülemez mücadelenin seyri. Demokratik siyaset kültürü ancak kendinden kopuşa zemin hazırlamak bakımından olumludur; demokratik mücadeleden devrimci mücadeleye kopularak geçilebilir. Türkiye’nin makus talihi ancak bağımsız bir devrimci girişimle yenilebilir. Bu ortaya çıkmadıkça sorunlardan çıkış yolu gözükmeyecektir.
5 Kasım 2015 / teorivepolitika.net
 
 

*http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/404327/Yalcin_Akdogan__Ocalan_i_diri_diri_gomduler.html

*http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/403083/HDP_baraja_degil__savasa_ve_barikatlara_takildi.html

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar