Ana SayfaArşivSayı 66Fundamentalizm ve Oryantalizm

Fundamentalizm ve Oryantalizm

Fundamentalizm ve Oryantalizm
Ülker Sarı
IŞİD katliamlarının, hangi ideolojinin tesiri altında kalınırsa kalınsın toplumun neredeyse tüm kesimleri nezdinde öfke birikimine ve din karşıtlığına yol açtığı aşikârdır. IŞİD’in tüm sansasyonel eğilimlerine dayanak olarak Kur’an-ı Kerim’i referans gösteriyor olması, Müslümanlığı neo-muhafazakârlık bakış açısıyla algılamış kitlelerde ciddi kırılmalara yol açmaktadır. Neticede neo-muhafazakârlıkla amaçlanan ‘Ilımlı Müslüman’ yaratmaktı. IŞİD ise bu zamana kadar yaratılan Müslüman tipolojisine aykırı bir noktada durmakta ve doğal olarak her saldırısında bugünün ‘Müslüman’ aklı tarafından aşırı olduğu yönünde yorumlanmakta. Hâlbuki İslam’ın kutsal metni sayılan Kur’an-ı Kerim’de ifade edilenlerin pratik karşılığı, tam da IŞİD’in yaptıklarına tekabül etmektedir.
Muhammed Suresi 4. ayet: “Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onlara üstün geldiğiniz zaman bağı sıkı bağlayıp esir alın. Sonra harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile salıverin. Allah’ın emri budur. Eğer Allah dileseydi onlardan başka türlü de intikam alırdı. Fakat böyle olması sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz.”
Enfal Suresi 12. ayet: “İşte o anda Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinle beraberim, müminlere sebat verin. Kâfirlerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunlarının üstüne vurun, parmaklarına, parmaklarına vurun.”
Dindar kesimin büyük bir çoğunluğu İslamiyet’in genel çerçevelerini, çıkarları ekseninde değerlendirmektedir. Dini kendi ekonomik, sosyal durumuna göre ele alan kesimler, dine “açık büfe”* muamelesi yapmaktadırlar. Tek tek kişiler ve genel anlamda kitlelerin dinin canlarının istediği, beğendikleri taraflarını alıp uygulamaları; işlerine gelmeyen taraflarını hasıraltı etmelerinin, hatta hoşlarına gitmeyen tarafları çoğu zaman yok saymalarının adı “açık büfe” İslamiyet’tir. Sekülerleşme ve laiklik gibi argümanlar ise açık büfe İslamiyet’in daha etkin vaziyete gelmesinde büyük rol sahibidir. Hâlbuki dinin en önemli özelliği mutlaklardan ve kaskatı çerçevelerden oluşmasıdır. Din, bir açık büfe değildir. En baştan itibaren açık büfeciliğe karşı durmaktadır. 
Kur’an-ı Kerim’den aktarılan ayetlerden de anlaşılacağı üzere, IŞİD ve benzeri fundamentalist örgütler soyut bir aklın ürünü olmayıp, doğrudan dinin metodolojisi, psikolojisi ve sosyolojisinin dışa vurumudur. Dinî fundamentalizm (köktendincilik, radikal dincilik) dinî esaslı düşünmek, dinin ilk haline dönmeyi ve onun temel kıstaslarını kaskatı şekilde savunup, tüm toplumun buna biat etmesini sağlamayı istemektir. Fundamentalizme yaslanan tüm oluşumlar bu çerçevede hareket etmektedirler. Dinî fundamentalizm sekülerizm ve laiklik karşıtlığı ile güçlenmektedir. Sekülerizm ve laiklik ne derece güçlenir ve yaygınlaşır ise fundamentalizm de o derece kaskatı hale dönüşmekte ve alanı daralmaktadır.
IŞİD’in, Taliban’ın, El-Kaide’nin de içerisinde yer aldığı İslami fundamentalist örgütler, kaskatı bir din savunuculuğunu geliştirerek sekülarizmin etkisinin baskın olduğu coğrafyalardaki İslam karşıtlığını derinleştirmektedir. Ortadoğu ve Orta Asya nezdinde bunlar, Batı nezdinde ise dinî fundamentalizmle imal edilmiş Hıristiyan Ortodoks yapılanmalar Karl Marx’ın dinin halkların afyonu olduğu tespitini daha da anlaşılır kılmaktadır. Kapitalizm, sekülerleşme ve laiklik gibi manipülatif argümanlarla dini kendi ekonomi politiğinin gerekliklerini örgütleme aracı haline getirir ve böylece dinin nasıl bir aklın ürünü olduğunu da gizlemiş olur. Roma Katolik Kilisesi’nin lideri Papa XVI. Benediktus, bilim insanları ile yaptığı toplantıda “evren ve insanın kökenine ilişkin çeşitli bilimsel teorilerin yaradılış teorisiyle çelişmediğini” söyledi. Devamında ise “Evren ve evrim, Tanrı’nın yazdığı bir kitaptır” dedi. Kilisenin evrime dair söyledikleri salt XVI. Benediktus’a ait değildir, daha öncesinde Kilise içinde Evrim Teorisi’ne dair benzer açıklamalar yapılmıştı. Sekülerleşmenin ve laikliğin din üzerinde çeşitli esnemelere yol açması kaçınılmaz bir sondur. Diyalektik düşünceye karşı durmanın, değişim ve dönüşümü inkâr etmenin tezahürüdür fundamentalizm.
Din, kapitalist dönemde tüketim toplumu olmayı, yönetici sınıfa, özel mülkiyete, neo-liberal politikalara sessiz kalmayı öğütleyen etkin bir ideolojik unsur olarak işlev görmeye devam etmektedir. Emperyalizm tarafından dine dair geliştirilen detaylı operasyonların belki de en kapsamlısı niteliğinde olan yeni muhafazakârlık (neo-conservatism) bugün ivedilikle örgütlenmektedir. Yeni muhafazakârlık argümanı sonucunda; nasıl dindar olunacağı, ibadetin nasıl yapılacağı, neye inanılacağı, sol siyasetin sınırlarının ne olacağı, sendikaların fonksiyonlarının ne olacağı, kadının toplumdaki yerinin ne olacağı önceden belirlenerek toplumun en geniş kesimlerine kanıksatılmaktadır. Yeni muhafazakârlık, “entelektüel ve pratik-politik sırt çevirme biçimini ifade eder”.
Yeni muhafazakârlık, dinin köklerinden koparılarak ayrı bir retoriğin ardından örgütlenmesini amaçlamaktadır. Aksi durumda, köklerinden izole edilmeyen hiçbir ideolojinin yahut inancın revize edilmeden toplum tarafından kabul edilme imkânı yoktur. Köklerinin manipüle edilmesi, dejenerasyonun önünü olabildiğince açacağı gibi, ayakları yerden kesilmiş bir ideolojinin de istenilen tarafa devrilme imkânı vardır. Dinin köklerine dair manipülasyon, dindar kesim cephesinden dine yönelik bir saldırı olarak kabul edileceği için, doğal bir savunma geliştirilerek dine yönelmiş saldırı, köklerine kaskatı bağlılığı tırmandıracaktır. Fundamentalist örgütlerin böylesi bir iklimde dinin sosyolojik tesiri altında bulunan toplumlar nezdinde daha anlaşılır hale gelmeleri kaçınılmaz bir sondur. Neticede yeni muhafazakârlık politikaları sekülerleşmenin ve laikliğin önünü açmaktadır.
Ahmed Raşid, yaklaşık 21 yıl boyunca Pakistanlı bir gazeteci olarak Afganistan’da çalışmalar yapmış, bu süre boyunca birçok örgütle temasta bulunmuş ve sonuçta “Taliban: İslamiyet, Petrol ve Orta Asya’da Yeni Büyük Oyun”[1] adlı bir kitap yazmıştır. Kitapta Taliban’ın ortaya çıkışına, hâkim olduğu bölgelerde uyguladığı politikalara ve fundamentalizm tartışmasına yer verilmektedir. Taliban’ın yaptığı katliamları nasıl seyirlik bir hale dönüştürdüğü, hegemonya kurarken korku kültürünü nasıl tırmandırdığı ve dinin tüm yorumlardan arındırılmış halinin uygulanması için girişilen mücadelenin yöntemlerine kitapta uzunca yer verilmektedir. Kitapta anlatılanlar IŞİD’i hatırlatmakta ve çözümlemeler onu daha anlaşılır kılmaktadır.
IŞİD ile fundamentalizme dair yeni bir şeyin ortaya çıkmadığı, Ortadoğu coğrafyası incelendiğinde bariz bir biçimde görülebilir. Taliban ve El Kaide gibi yapılanmalar radikalizmi, fundamentalizmi daha öncelerde sansasyonel eylemlerle örgütlemişken, küresel düzeyde emperyalizm tarafından IŞİD tek başına şeytanlaştırılmaktadır. IŞİD’i şeytanlaştıran kesimler, Özgür Suriye Ordusu’nu ‘Ilımlı İslam’ temsilcisi olarak yansıtmaktadır. Bu paradoks bir manipülasyona işaret etmektedir. Çünkü ÖSO Ortadoğu’da Şiilerin kafalarını kesmesi, yüreklerini çıkarıp yemesiyle defalarca basında yer buldu. İşin özü, ÖSO’nun Müslüman Kardeşler ile ilişkisi ve emperyalist neo-liberal politikalara dair tavrıdır. Geçmişte Müslüman Kardeşler’in emperyalizmle ilişkisi, bugün ÖSO’ya dair emperyalizmin aldığı tutumu daha anlaşılır hale getirmektedir. Müslüman Kardeşler “1936’da Alman Nazi gençlik örgütünün Nürnberg toplantısına ‘kardeş örgüt’ olarak katıldı. Ayrıca Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el-Benna, Hitler’e ve Goebbels’e hayranlık duyuyordu. Müslüman Kardeşler’in önemli dinî liderlerinden Amin el-Hüseyin, Nazilerin maaşlı görevlisiydi.”[2] Emperyalizm açısından, dünyanın herhangi bir noktasında sansasyonel eylemlerin geliştirilmiş olmasının bir önemi yoktur. Sorun, yapılan eylemlerin emperyalizmin genel çıkarlarıyla bağdaşıp bağdaşmadığıdır. Tıpkı ÖSO ve IŞİD pratiklerinde görüldüğü gibi. Bugün IŞİD karşıtlığı, aynı zamanda şarkiyatçılığın (oryantalizmin) tırmandırılmasının da bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Ortadoğu’da binlerce insanın başı, kolları, elleri, ayakları IŞİD tarafından kesildi ve kesilmeye devam etmekte. Bu durum tümüyle IŞİD’in Ortadoğu coğrafyasında yaptığı saldırıları sansasyonel hale getirmek istemesiyle açıklanamaz. Bu eylemin ardında bir Ortadoğu realitesi olduğu aşikârdır. Kafa kesmek, kadınların ve erkeklerin sünnet edilişi, Ortadoğu coğrafyasının kadim alışkanlıklarından birkaçıdır. Herhangi bir iç savaşın sonucunda binlerce insanın kafasının kesilmesi olağan dışı bir durumun ürünü olarak algılanmamakta, bizatihi olası bir durum olarak kabul görmektedir. “İbn Suud 1926’da krallığını ilan etti. Yeni krallığın maliyeti, 400 bin ölü ve yaralı, 40 bin kesik baş, 350 bin kesik kol olmuştu.”[3]
Söz konusu kafa kesme olunca, oryantalizmin en nadide örneklerinden birinin nasıl ifşa olduğuna dikkat çekmekte fayda görüyorum. Malum, sadece yakın tarihte on binlerce insanın başının kesildiğine, kesilen başlarla top oynandığına, binlerce kadının sünnet edildiğine, binlerce insanın ellerinin, kollarının kesildiğine, binlercesinin toplu infazlara maruz kaldığına hep birlikte şahit olduk. Batı’nın Ortadoğu’da yaşanılan bu tür eylemlere ve seyirlik hale getirilen katliamlara karşı verdiği tepkinin tırmanmasını ve Ortadoğu coğrafyasına yapılacak askeri müdahalelere razı olmasını sağlayan olay ABD vatandaşı gazeteci James Foley’in ve yine gazeteci olan Joel Scotloff’un IŞİD tarafından kafalarının kesildiği tehdit videolarının kamuoyuyla paylaşılmasıdır. Batı, kendisinden olduğunu düşündüğü kişi ve kesimlere yönelik saldırı olduğunu düşündüğünde yaklaşımındaki ciddiyetini arttırmıştır. ‘Modern’ Batı, Ortadoğu’da binlerce insanın kurşuna dizilişini, başlarının kesilişini, asılışlarını, kadınların sünnet edilişini seyretmeyi tercih etmişken, tek bir vatandaşına yönelik saldırı gerçekleşince güvenlik uygulamaları ivme kazanmıştır. Bu durumun ardında yatan en temel neden şüphesiz şarkiyatçılığın yediden yetmişe Batı üzerindeki tesiridir. Aksi takdirde ölen üç ya da beş Batılıya gösterilen tepkilerin öldürülen milyonlara gösterilmemesi anlaşılır değildir. 
IŞİD ile yeni bir şey bulunmadığını yukarıda ifade ettik. Tarihsel materyalizmin ve geçmiş insanlık tarihinin muhasebesini yapmış kesimler açısından durum son derece yalın bir biçimde ortadadır. Halefler ve selefler, ezenler ve ezilenler bellidir. Fundamentalizm örneklerinden olan IŞİD’in, Batı basını ve enformasyon ağlarında sürekli bir şekilde öne çıkarılmasının ardında, Şark-Garp (Doğu-Batı) soyutlamasını ete kemiğe büründürerek Garp’ın ilerici, Şark’ın ise geri ve her zaman dışarıdan desteğe muhtaç olduğunu Garplı ve Şarklı halklara ispatlama gayreti yatmaktadır. Malûm, bunun adı da ‘Oryantalizm’dir. Oryantalizm ile Garp’ın Şark üzerindeki tahakkümü daha da etkinleştirilerek, Garp nüfusuna Şark’a yönetilmeye muhtaç insan popülasyonu olarak bakması öğretilmektedir. Çünkü Garp’a göre Şark; kendi başına üretim yapamaz, bilim yaratamaz, eğitimi geliştiremez, kültür yaratamaz ve Şark’ın var olan kültürleri de gericidir.
Oryantalizmde Doğu motifi güneşin doğuşundan gelmemektedir. Keza Batı’dan da kasıt güneşin battığı mecra değildir. Öyle olsaydı Doğu dendiğinde Çin ve Japonya’nın, Batı dendiğinde Libya ve Brezilya’nın da dâhil edilmesi gerekirdi. Hâlbuki Batı’dan kasıt AB-ABD bloğudur. Edward W. Said, ‘Şarkiyatçılık’ adlı kitabında; “Neredeyse binyıl boyunca, Şark dendiğinde anlaşılan şey Araplar ile İslam’dı. Böylece, Şark’ın büyük kısmı -Hindistan, Japonya, Çin, Uzakdoğu’nun diğer bölgeleri- dolaysızca elenmiş oldu”[4] der. Oryantalizmin nasıl bir kurmaca olduğu, Batı ve Doğu sıralaması içerisinde yer alan ülkelere bakıldığında daha bariz biçimde anlaşılır hale gelmektedir. Bugün şarkiyatçıların ellerinde şarkiyatçılığı anlaşılır kılmak için hiç olmadığı kadar malzeme bulunmaktadır ve fundamentalizm Batı’nın otoritesini, yenilmezliğini, gücünü, epistemolojisini her gün daha da ‘güvenilir ve güçlü’ hale getirmektedir. Daha yalın deyimle, IŞİD, kestiği her başla beraber Batı’yı daha güçlü olarak yeniden üretmektedir.
Hıristiyanlık içerisinde sekülerleşme ve laikleşme hamleleri nasıl ki Ortodoks bir kesimin tepkisiyle karşılık bulduysa, İslamiyet’in içerisinde ve periferinde 6. ve 7. yüzyıldaki dinin genel söylemlerinin terk edilerek kapitalizmin çağı algılayış ve yorumlayışı ekseninde yeniden uyarlanması arayışları sansasyonel eğilimlerin daha da güçlenmesine yol açtı. 
Emperyalizm, politikalarını kamufle edebilmek ve sosyalizm gibi bir muhalefetin yeniden hayat bulmasınının tüm olanaklarını ortadan kaldırabilmek için dini kendi amaçları doğrultusunda yorumlama arayışlarını 21. yüzyılda daha sistematik bir hale getirmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de dinin köklerinden kopartılması gerekmektedir. Dinî kurumların, söylemlerin, kıyafetlerin, eğitimin, sanatın, hukukun, cinsiyetlerin pozisyonlarının değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da değişimi reddetmiş kesimlerin şiddetli tepkilerine yol açacaktır. Bu tarz tepkiler emperyalist politikaların uygulanmasına bir süreliğine engel olabiliyorken, uzun vadeli emperyalist politikaların daha cazip olmasına yol açmaktadır. Bu da fundamentalist örgütlerin hevesinin kursağında kalmasına neden olmaktadır. Salt IŞİD’den bakıldığında dahi emperyalist emellerin dünya halkları üzerine nasıl tesir ettiği bariz bir biçimde görülecektir. IŞİD dünya kamuoyunda öyle şeytanlaştırıldı ki, dünyanın farklı noktalarında bulunan ilerici kurumlar, entelektüeller emperyalist işgalin üzerinden atlayarak IŞİD’i dünya halklarının baş düşmanı ilan ederek, avuçları patlarcasına emperyalist işgali alkışlar vaziyete geldiler. Bu halin en güçlü hayat bulduğu ülkelerden biri de Türkiye’dir. Malum, Kobanê’de devrimci-demokrat-ilerici kesimler ‘bir süreliğine’ ilerici olmamayı tercih ettiler. ABD ile yapılan ittifaklara ‘bir süreliğine’ kulaklarını tıkayarak seyirci kalmayı tercih ettiler. Kobanê’de IŞİD havadan bombalanıyorken aynı emperyalist yapılanmaların uzantıları Gazze’de insanların başlarına bombalar yağdırmaktaydılar. Kobanê’ye düşen bomba ile Gazze’ye düşen bomba arasında elbette derin bir farkın olduğu aşikârdır. Emperyalizm tarafından Gazze topraklarına atılan her bir bomba ile amaçlanan Gazze halkının yıldırılarak Gazze topraklarını terk etmesini sağlamaktır. Bu durumun da temel nedeni Gazze toprakları altında bulunan petrol yataklarına en kapsamlı şekilde hâkim olmaktır. ABD ve beraberinde bulunan koalisyon güçlerinin bir tarafta mazlum halkları ‘özgürleştirme’ ve ‘kurtarma’ nidaları atıyorken, başka bir noktada mazlum halkları katlediyor olması önemli bir paradoks değil midir? Daha önemlisi ise tüm Batı’nın alkış tuttuğu koalisyon saldırıları Ortadoğu’nun daha fazla nasıl yaşanılamaz hale getirilişinin en önemli nedeni değil midir?
Fundamentalizm nelere kâdir!
Ortadoğu coğrafyasında emperyalist saldırıların kabul edilebilir olmasını sağlamak adına İslami fundamentalist örgütler olabildiğince görünür kılınarak, neo-liberal politikalar çekici hale getirilmektedir. Ortalama bir aklın, 21. yüzyılda neo- liberal ekonomi politiğin gereği olarak yaratılan sekülerleşme ve laikleşmeyi tercih etmeyerek, fundamentalist toplumun kaskatı halet-i ruhiyesini savunma imkânı kalmamıştır. Fundamentalizmin yol açtığı birçok sorun olmakla beraber yarattığı en önemli sorun İslami kesimlere yönelik ‘terörist’ algısıdır. Böylece Müslümanlığa yönelik yapılacak her türlü müdahalenin toplumsal algı nezdinde olanakları sağlanmıştır. Tıpkı salt Afganistan, Irak ve Pakistan’da milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine neden olan ABD ve emperyalizmin, şeytanlaştırılan İŞİD ile beraber aklanarak bölgede bir ihtiyaç olarak yeniden nüfuz etmesinin sağlanması gibi…
Sonuç olarak
Kafa – kol kesmek, kadınların cariye yapılması… Garp nezdinde anormal olan bu durumlar, Şark nezdinde gayet anlaşılır bir noktada durmaktadır. Bu tarz infaz ve saldırı biçimlerine salt gaddarlık, canilik vb. bakış açısıyla bakılamaz. Şu haliyle Ortadoğu coğrafyasına dair yapılan birçok analiz, bölgede hâkim olan realiteyi görmezlikten gelen soyut fikirlerden oluşmaktadır.
Realitenin soyut belirlemeleri yadsıyacağını defalarca kez gördük. Ortadoğu coğrafyasının kurgusal algısı, soyut Müslüman tipolojilerinin yaratılmasına neden olmaktadır. Oysa, bölgede hâkim olan iklime paralel olarak Müslüman tipoloji gayet açık ve anlaşılır şekilde ortada durmaktadır. Halet-i ruhiyeye dair bilgi sahibi olunmak isteniyorsa oryantalizmin perdelerinden kurtulmak gerekmektedir.
Batının tepkilerindeki farklılığın ana nedeni toplumsal maddi koşullar ve bunun bir sonucu olarak sosyolojik farklılıklardır. Buna karşın Batı kendi durumundan yola çıkarak tüm dünyayı kendi içerisinde yer aldığı maddi realite ekseninde okuyup yorumlama hastalığını İşte oryantalizmin boy verdiği koşullar da tam olarak bu şekilde yaratılmaktadır. Ortadoğu coğrafyasında fundamentalist örgütlerin sansasyonel saldırıları neticesinde Şark, anlaşılırlığını her gün daha fazla yitirmekte, Garp ise otoritesini her gün daha da tırmandırmaktadır. Bu durumun bir diğer tarafında modernite hayranı sol-sosyalist, demokrat yapılanmalar bulunmaktadır. Malûm, en iyi solcu, en Batılı görünüme sahip olanıdır! Üstelik bombanın kimin üzerine atıldığı önemlidir. Eğer bombalar Müslümanların üzerine atılıyorsa ve atan da Garp ise, yıkılmaz epistemolojisi ile Garp’ın hikmetinden sual olunmaz. Nasıl ibadet edileceğini, hangi kültürel dokunun sürdürücüsü olunacağını, modanın “nimetlerinden” ne derece faydalanılacağını Garp, Şark adına düşünmüş ve Şark için karar vermiştir. Şark’ın yapması gereken, anaçlığa soyunmuş Garp’ın deneyimlerini kendi doğrularıymış gibi inşa etmektir. Garp ancak o zaman bir canavar olmaktan çıkacaktır! Daha özlü biçimiyle Şark, Garp’ın kendisi için düşündüğü şeyleri uyguladığı takdirde özgürdür!
 

* Açık büfe İslamiyet soyutlamasının esası “Açık büfe Hıristiyanlık”tır. Kavram Bob Avakian’a aittir. Avakian, “açık büfe” kavramını, Tüm Tanrılardan Kurtulun (El Yayınevi) adlı kitabının Hıristiyan köktendincileri izah ettiği bölümünde, Hıristiyanlığı çıkarları ekseninde yorumlayan dindar kesimlerin, dinin kutsal kitaplarında yer alan bölümlerin işlerine gelenini uygulayıp, işlerine gelmeyen noktalarını hasıraltı etmelerini anlatmak için kullanır.

[1] Ahmed Raşid, Taliban: İslamiyet, Petrol ve Orta Asya’da Yeni Büyük Oyun, Çev.: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı Yayınevi, İstanbul 2007, s.149.

[2] Vahap Erdoğdu, “Sömürgeciliğin Öteki Adı Cihat”, Bilim ve Ütopya, Sayı: 244, Ekim 2014, s.22.

[3] A.g.e., s.19.

[4] Edward W. Said, Şarkiyatçılık, Çev.: Berna Ünler, Metis Yayınları, İstanbul 2005, s.26.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar