Ana SayfaArşivSayı 56-57Davet: Kandil’den Ateş Almak

Davet: Kandil’den Ateş Almak

Davet: Kandil’den Ateş Almak

Ferhat Şirin

Küçük ve zayıf olanları hariç, taşıyıcı özneleriyle Türkiye devrimci hareketi (TDH), Kürt Özgürlük Hareketine karşı esas itibarıyla negatif bir tavır ve yaklaşım içerisinde olmuştur. TDH’yi oluşturan parti ve örgütlerin çoğu, “Kürt Özgürlük Hareketi” ifadesine dahi itiraz edip karşı çıkar, yerine “Kürt Milliyetçi Hareketi”, “Kürt Ulusal Hareketi”, “Burjuva / Küçük Burjuva Kürt Ulusal Hareketi” gibi kusur ve olumsuzluk yansıtan tanım ve adlandırmaları kullanmakta ısrar ederler.

TDH’nin taşıyıcı öznelerindeki bu şovenist bakış ve tavır, özellikle 1999’dan itibaren daha da koyulaştı; Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyeci ve teslimiyetçi bir kulvara girdiği –hatta bu niteliğe büründüğü!– tespiti yapıldı. Hareketin birkaç yıl içerisinde devletle uzlaşacağına ve hatta devrimcilikte ısrar eden ve Kürt illerinde faaliyetine devam eden parti ve örgütlere yönelebileceğine dair öngörülerde bulunuldu. Bu değerlendirme ve beklentiler kamuoyuna da deklare edildi. Kürt Özgürlük Hareketinin niteliğine ve akıbetine dair bu türden tespitler yapan, beklentiler oluşturan TDH’nin ilgili öznelerinden bazıları ise genelde Kürt halkına, özelde Kürt Ulusal Hareketi içerisindeki devrimci kadro ve militanlara, kendi saflarına katılma ve savaşı yükseltip yayma daveti yaptı.

TDH’nin Kürt Özgürlük Hareketine yönelik bu tavır ve yaklaşımlarından pek de kopmamış Kaypakkayacı bir devrimci olarak, Kürt Özgürlük Hareketinden bir heval ile 1999 yılının o civcivli aylarında sıkı bir tartışmaya girmiştik. Farklı örgütlere mensup devrimciler de vardı. Öcalan’ın savunmaları, gerillanın sınır dışına çekilme kararı, devletin yönelimi, dönemin siyasi atmosferi ve gelişmeleri üzerine tartışıyorduk. 19 Aralık katliamının küçük bir provası niteliğinde olan Ulucanlar katliamının ertesi günlerdi. Ulucanlar Hapishanesindeki Kürt Özgürlük Hareketine mensup tutsakların, barikat kurup direnişe geçen TDH’ye mensup tutsaklara destek vermemesi bir yana, 10 devrimci tutsağın ölümü, pek çoğunun da yaralanmasıyla sonuçlanan katliam operasyonuna slogan atarak dahi olsun tavır almadıklarını öğrendiğimizde Kürt Özgürlük Hareketinin niteliği ve yönelimine dair öngörülerimizin doğrulandığını düşünüyorduk. Bu düşüncelerimizi saklama gereği duymaksızın, Öcalan’ın mahkeme tavrını, savunmalarını, gerillanın sınır dışına çekilme kararını eleştiriyor, eleştirimize konu olan bütün hususların, Kürt Hareketinin ideolojisinden kaynaklandığını ileri sürüyor, Kürt ulusunun kurtuluşunun ancak ve ancak komünizm ideolojisiyle donanmış bir öncünün önderliğinde yürütülecek mücadeleyle mümkün olabileceğini savunuyorduk. Kulakları çınlasın ve ömrü uzun olsun, heval daha fazla dayanamamış ve biraz sert bir üslupla, “Yoldaş” demişti, “Tut ki, Dersim birliğimiz komutanından savaşçısına tek bir fire vermeden, üstelik tam tekmil teçhizatı ve bir yıllık iaşesiyle size katılmış… En fazla bir yıl heval, en fazla bir yıl tutabilirsiniz saflarınızda. Ya bütün birliği imha ettirir ya da saflarınızdan firar ettirirsiniz. Çünkü heval, siz savaşı kitabi olarak biliyorsunuz. Gerçek savaşa hem uzaksınız, hem de yabancısınız. Çepé Turkiden (Türk solu –bn) yoldaşların maşallahı var; Sovyetler’in, Çin’in, Arnavutluk’un, Vietnam’ın, Küba’nın devrim tarihlerini noktasına virgülüne kadar bilirsiniz; ama burnunuzun dibindeki Kürt Özgürlük Mücadelesinin tarihini ve savaşın gerçekliğini bilmezsiniz. Ulucanlar katliamı mı? Siz Kürdistan’da Ulucanlar katliamına benzer operasyonların onlarcasının yaşandığını, bu hareketin kan ve barut içerisinde piştiğini görmüyor ve bilmiyorsunuz. Ulucanlar katliamı mı dediniz? Şu anda Ortadoğu’nun en güçlü devrimci hareketi olan Kürt Özgürlük Hareketi büyük bir savaşın içerisine çekilip boğulmak, yok edilmek isteniyor… Dedim ya, heval; siz savaşı yaşamıyor ve onu bilmiyorsunuz…”

Heval, bu sözlerle kestirip atmış ve ortamı terk edip gitmişti. Küçük burjuva ideolojisinden kaynaklı kibirli bir tepkisellik demiştik. Halbuki tepeden tırnağa kibirli olan bizlerdik. Heval, o en zor şartlarda, dünya gericiliğinin, Kürt Özgürlük Hareketinin önderini esir alıp devlete teslim ettiği ve hareketi boğmak için işbirliğine gittiği o şartlarda önderliğine, hareketine ve halkına olan bağlılığından milim taviz vermeksizin savaşa ne denli yabancı olduğumuzu, şovenizm zehrinin bilincimizi uyuşturup nasıl dumura uğrattığını bize anlatmaya çalışıyordu…

Aradan 10 yıldan fazla zaman geçti. Devletle uzlaşacağı ve teslim olacağı, hatta kimilerimize göre de biz devrimcilere karşı bir yönelim içerisine dahi girebileceği tahlil ve kestirimlerine konu olan Kürt Özgürlük Hareketi, sadece kendisiyle ilgili tahlil ve beklentileri boşa çıkarmakla kalmadı, gücünü ve etkinliğini daha da artırdı. Buna mukabil, Kürt Özgürlük Hareketine dair malum tahlil ve beklentilerin özneleri dahil, bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketi, aradan geçen süre zarfında giderek zayıfladı ve etkisizleşti. Öyle ki, TDH halihazırda varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıya… Vaktiyle ÖDP, EMEP vb. adlar altındaki legal parti girişim ve yönelimlerine şiddetle karşı çıkan ve tavır alan devrimcilerin kimileri, farklı isimler altında legal parti kurmaya yöneldi. Dahası var, vaktiyle bu türden legalleşme girişim ve yönelimleri devrimci hareket saflarında şiddetle eleştirilip reddedilirken şimdi sessizlikle geçiştirilmekte ya da dil ucuyla eleştirilmekte.

Özetle, ‘99’dan günümüze çok şey değişti. Ama her ne hikmetse aradan geçen sürede varlık-yokluk sorunu yaşayacak kadar küçülen ve etkisizleşen Türkiye devrimci hareketinin Kürt Özgürlük Hareketine yönelik yaklaşımı olumlu yönde değişmedi, değişmiyor…

1971’de kurulan, toplam üç defa devletin topyekûn imha saldırısına maruz kalan, biri hariç son iki (1980 ve 2000) topyekûn imha saldırısından ağır tahribatlar alarak ve büyük zaiyat vererek çıkan ve gelinen aşamada çekilebileceği en geri noktaya kadar çekilmiş olan TDH, 1984’te ortaya çıkan, en az üç defa devletin topyekûn imha saldırısına maruz kalan, en son saldırının ardından bitip tükeneceği öngörülen ama sadece topyekûn saldırıları püskürtmekle kalmayan, bilakis gücünü ve etkinliğini bir önceki aşamadan daha ileri taşıyan ve artıran, halihazırda devlet karşısında yegane devrimci maddi bir güç olan Kürt Özgürlük Hareketine karşı takındığı negatif tavır ve yaklaşımı terk edip değiştirmedi. Geride bırakılan seçim süreci bir bakıma TDH’nin Kürt Özgürlük Hareketine yönelik tavır ve yaklaşımının değişip değişmediğini ölçme işlevi görmüş oldu.

Devrimci hareketin taşıyıcı öznelerinden ikisi, seçimleri boykot etme kararı aldı ve seçim taktiği nedeniyle Kürt Özgürlük Hareketine yönelik bildik eleştiri ve tavırlarını yineledi. Kürt Özgürlük Hareketini, “Kürt milliyetçisi” olarak nitelendirmekte ve çağırmakta ısrarcı olan Parti-Cephe, seçimlerin ve parlamentonun hiçbir soruna çare olamayacağını deklare etti ve kendi literatürüyle, “Anadolu halkları”na, kurtuluşun ve temel sorunların çözümünün mücadelede ve devrimde olduğu çağrısı yaptı. MKP de boykot çağrısı yaptı ve kendi ifadesiyle, “Burjuva karakterli Kürt Ulusal Hareketi’nin seçim tavrını, ‘emperyalizmin ve onların uşakları olan Türkiye komprador burjuvazisi ile toprak ağaları sınıflarının ideolojik tasfiye ve devrimci hareketleri düzen içine çekme saldırılarına hizmet ettiği gerekçesiyle eleştirdi; çözümün ve çarenin seçimlerde ve parlamentoda değil, “Halk savaşını yükseltmek”te ve “Demokratik Halk Devrimini gerçekleştirmek”te olduğunu deklare etti. Kürt Özgürlük Hareketine karşı öteden beri pozitif bir tutum içerisinde olduğu bilinen, bu nedenle de devrimci hareket saflarında sürekli olarak “kuyrukçu olma” ve “ezilen ulus milliyetçiliği yapma” eleştirilerine muhatap olan bir politik çizgiyi sürdüren ESP ise Kürt Özgürlük Hareketinin inisiyatifinde hazırlanan aday listelerinin hazırlanmasında önerileri ve eleştirileri dikkate alınmadığı gerekçesiyle seçimlere kendi adaylarıyla girdi. Söz konusu partinin bu tavrı da bir bakıma, TDH’nin Kürt Özgürlük Hareketine takınmış olduğu tavır ve anlayıştan ne düzeyde ayrıştığının kanıtı olmuş oldu. İstisna hariç, neredeyse tüm seçimlerde boykot kararı alan ve Partizan olarak da bilinen TDH’nin bir diğer öznesinin son seçimlerde Kürt Özgürlük Hareketini desteklemesi hiç kuşkusuz kayda değer bir gelişmeydi. Fakat sırf bu tavrına bakarak Partizan’ın Kürt Özgürlük Hareketi ile ilişkilerinde köklü bir değişikliğe gittiği söylenemez.

TDH’nin taşıyıcı öznelerinin Kürt Özgürlük Hareketine yönelttiği eleştirilerin bir an için isabetli olduğunu varsayalım. Peki, neredeyse her fırsatta ve ortamda Kürt Özgürlük Hareketini “tasfiyeci”, “milliyetçi” olmakla eleştiren, bu konuda hayli sert tavırlar geliştiren, “Kürt sorunu”nun çözümünün savaşı yükseltmek ve devrimle gerçekleşebileceğini, “Kürt Hareketi”nin ise böyle bir amaç ve niyetinin olmadığını savunan, Kürt Özgürlük Hareketinin kurumsal varlığını ve yönelimini haklı ve meşru görmekten, bunun ajitasyon / propagandasına ağırlık vermektense, ekseriyetle ve mümkün mertebe “hata”, “yanlış”, “eksik” ve “zaafları”nı öne çıkartmayı ve bunları sürekli gündemleştirmeyi tercih eden TDH’nin ilgili özneleri, gerçekten de “Savaşı yükselt” çağrısına uygun bir konumlanma içerisindeler mi; bu çağrılarına uygun hazırlıkları ve donanımları var mı?

TDH’nin Kürt Özgürlük Hareketine yönelttiği eleştirilerin ve yaptığı çağrıların hiçbir gerçekliği ve ciddiyeti olmadığı öteden beri biliniyor; ama artık bambaşka bir durum söz konusudur. Kürt Özgürlük Hareketi ne zaman şiddet eylemlerini yaygınlaştırsa ve buna bağlı olarak asker-polis ölümleri gerçekleşse, ırkçı-şoven dalgada –tabii ki devlet güdümlü– muazzam bir patlama oluyor ve Batıda özellikle Kürtlere yönelik linçler baş gösteriyor. Peki, her fırsatta, Kürt Özgürlük Hareketine “tasfiyecilik”, “teslimiyetçilik” eleştirileri yönelten, isyan çağrıları yapıp savaş naraları atan TDH’nin ilgili özneleri böylesi dönemlerde ne yapıyorlar? Taksim vb. yerlerde üç-beş kişiyle basın açıklaması yapmaktan, düşük tirajlı gazete ve dergi sayfalarında linçleri kınayan ve lanetleyen –hatta tarihçesini anlatan!– yazılar yazmaktan başka hiçbir şey yapıyor ya da yapabiliyorlar mı?

Sabah-öğlen-akşam isyan çağrıları yapıp savaş naraları atanların bu çağrı ve sloganlarına dönük ciddi ve kayda değer bir hazırlıkları ve yönelimleri yok! Savaşa dönük hiçbir ciddi hazırlık ve yönelimimiz olmayacak; sabah-öğlen-akşam “tasfiyecilik”, “teslimiyet” eleştirilerine boğduğumuz Kürt Özgürlük Hareketinin şiddeti yoğunlaştırmasına bağlı olarak gerçekleşen asker ve polis ölümlerinin ardından kabaran ırkçı-şoven dalgaya ve linçlere karşı üç-beş kişiyle basın açıklaması yapmaktan öte hiçbir şey yapmayacağız, buna rağmen Kürt Özgürlük Hareketi “Kürt milliyetçisi”, biz “enternasyonalist”; Kürt Özgürlük Hareketi “tasfiyeci”, biz “devrimci”; Kürt Özgürlük Hareketi “teslimiyetçi”, biz “direnişçi” olacağız!

“Savaştan anlamıyorsunuz!” diye serzenişte bulunan heval’in sesi çınlıyor kulaklarımda. Mevcut halimize ne diyordur bilmiyorum, ama artık halihazırdaki devrimci harekete “Savaştan anlamıyorsunuz” demenin devrimci hareketi taltif etmek olacağını düşünüyorum.

Kürt Özgürlük Hareketine yönelik negatif tutumdan esnemeyen, dahası Kürt Özgürlük Hareketine en sert eleştiriler yöneltmeyi ve onunla gerilimli bir ilişki içerisinde olmayı bayağı meziyet belleyen, sabah-öğlen-akşam en radikal sloganlarla özellikle Kürt Halkına savaş çağrıları yapan ve “Kürt sorunu”na çözüm reçeteleri yazan, lakin gerçek savaş alanlarında esamesi okunmayan; ha bugün ha yarın, bilemedin üç vakte kadar Kürt gerillaların silah bırakıp teslim olacağı beklentisine giren ve bunu yayan, “illegal ve radikal mücadele esas, legal ve barışçıl mücadele tali” ilkesini dillerden düşürmeyen, ama fiiliyatta tam tersini yaptığı çok açık ve bariz olan* Türkiye devrimci hareketinin ilgili öznelerinin mevcut durumu “savaşı kavrayıp kavrayamama” durumundan öte anlamlara sahiptir artık. Söz konusu olan, Kürt Özgürlük Hareketine karşı devrimci jargonla perdelenmiş fiili bir tavır alıştır. Bunun anlamı da çok açık ve net olarak siyasi gericiliktir!

Acı ama gerçek! Kürt Özgürlük Hareketinin pratik-politik devrimciliğinin yanına dahi yaklaşamayan, Kürt Özgürlük Hareketi ile kıyaslama yapmaya imkân tanıyacak kadar dahi pratik-politik varlığı ve etkinliği olmayan ama buna rağmen kendini Kürt Özgürlük Hareketinden daha nitelikli ve daha devrimci sayan parti ve örgütler siyaseten gericileşmişlerdir!

Nasıl ki Türk aydını –birkaç istisna dışında– Kürt Özgürlük Hareketini eleştirmeyi ve arasına mesafe koymayı “aydın olma”nın temel şartı bellemiş ve tam da bu nedenle şovenizmden kopamayıp siyasi gerici bir rol oynamışsa, Türkiye devrimci hareketi de –evet, birkaç istisna hariç– Kürt Özgürlük Hareketine en sert eleştiriler yöneltmeyi, arasına hayli geniş bir mesafe koymayı “komünist”, “sosyalist”, “Marksist”, “Marksist-Leninist-Maoist”, devrimci olmanın şartı bellemiştir ve tam da bu nedenle sosyal-şovenizmden kopamamıştır. İşte bu devrimci harekete mensup öznelerin bazıları gelinen aşamada artık siyasi olarak da gericileşmiştir.

Devlet güçlerine terörist saldırılarda bulunduğu, Kürtleri devlete karşı kışkırttığı, Kürt illerinde silah zoruyla devlet otoritesini ve nizamını bozup kendi otoritesini ve nizamını kurmayı hedeflediği ve gelinen aşamada bu konuda hayli önemli mesafe kat ettiği için Kürt Özgürlük Hareketini “Bölücü terör örgütü” olarak nitelendiren ve fiilen ona karşı duran bir siyasi özne ile “Bağımsız Kürdistan” hedefinden vazgeçtiği, devlet ile barış yapmanın şartlarını zorladığı, bunun yol ve yöntemlerini denediği, taleplerinin kabul edilmesi halinde silahlı mücadeleyi bitireceğini ve ilkesel olarak şiddete karşı çıktığını açıkladığı için Kürt Özgürlük Hareketini Kürt ulusunun kurtuluş mücadelesini tasfiye etmeye çalışan teslimiyetçi bir hareket olarak nitelendiren, onu devrim mücadelesinde en yakın ve en güvenilir müttefik olarak görmeyi reddeden ve arasına hayli derin bir mesafe koyan bir siyasi özne arasında, hiç kuşku yok ki, ideolojik ve teorik düzlemde büyük ve ciddi bir “gerekçe” farkı vardır. Ancak ideolojik-teorik düzlemde birbirlerinden hayli farklı olan bu iki siyasi öznenin, siyasi düzlemde birbirlerine epeyce benzediği açıktır.

Türkiye devrimci hareketinin devlet karşısında iyi-kötü maddi bir güç olabildiği 2005’lere kadarki dönemde Kürt Özgürlük Hareketine karşı takınılan negatif tutum, sosyal şoven bir tutum olsa da, pratik-politik düzlemde henüz gericiliğe tekabül etmiyordu. Devrimci hareket, Kürt Özgürlük Hareketine dönük tavır ve yaklaşımı nedeniyle sosyal şovenistti, ama devlet karşısında devrimci bir fiili güçtü. Oysa gelinen aşamada devlet karşısında maddi bir varlık sergileyemeyen, ülkenin herhangi bir alanında devlet otoritesini ve nizamını sarsacak düzey ve nitelikte bir gücü olmayan*, fiilen tasfiye edilmiş, devlet tarafından ezilip geriletilmiş olan parti ve örgütlerin, devlete karşı şiddet uygulayarak maddi bir güç yaratan, devlet otoritesi ve nizamını bozan, Kürt illerinde ve Kürt nüfusun belli bir kesimi üzerinde kendi otorite ve nizamını –belli düzeyde– kuran ve hegemonya oluşturan bir hareketi hangi gerekçeyle ve nedenle olursa olsun, “teslimiyetçi”, “tasfiyeci” olarak nitelendirmeleri, bu hareketle aralarına negatif bir mesafe koymaları yetmezmiş gibi kendilerini daha nitelikli ve devrimci olarak tanımlamaları siyasi gericilikten başka hiçbir şey değildir!

Verili şartlarda, Kürt Özgürlük Hareketinin kayıtsız şartsız yanında yer almak, bu hareketin devletten talep ettiği devletin ise reddedip boşa çıkarmaya çalıştığı her türlü talebini savunmak, kısacası devlet karşısında Kürt Özgürlük Hareketinden taraf olmak devrimciliğin değil demokrat olmanın şartıdır. Zira devrimcilik, demokratlıktan farklı olarak, ezilenlerin talepleri ve muzaffer olmaları uğruna ezenlere karşı şiddet pratiği içerisinde olmaktır. Kürt Özgürlük Hareketi, ezenlerin devletinin tarafında ve safında değil, bilakis karşısındadır; ezilenlerin, tasfiye edilmeye çalışılan devrimci bir kuvvetidir. Devrimcilik, devlet karşısında kayıtsız şartsız Kürt Özgürlük Hareketinin yanında olmak, bu uğurda şiddet pratiğine yönelmektir.

Devlet, gayet doğal olarak Kürt Özgürlük Hareketini etkisizleştirmeye, her yol ve yöntem ile güçten düşürmeye, Kürt illerinde kaptırdığı otoritesini ve hegemonyasını yeniden tesis etmeye çalışmaktadır. Devlet nezdinde maddi bir güç olamayan siyasi parti ve örgütler ise, sözümona devrimci fikir ve eylemlerin kitleler nezdinde kök salması ve maddileşmesi uğruna, “tasfiyeci”, “teslimiyetçi”, “milliyetçi” olduğu gerekçesiyle Kürt Özgürlük Hareketine karşı çıkıp tavır alıyorlar.

Dikkat edilirse değil, çok rahatlıkla anlaşılabileceği üzere, hem devlet, hem de TDH’nin ilgili özneleri birbirlerinin taban tabana zıt gerekçelerle aynı özneyi, Kürt Özgürlük Hareketini kendi amaç ve hedeflerinin gerçekleşmesinin önünde engel olarak görüyor. İşte TDH’nin Kürt Özgürlük Hareketine yönelik negatif tutum ve yaklaşım içerisinde olan ilgili öznelerinin devletle aynı cephede buluşması ve siyaseten gericileşmesi tam böyle gerçekleşiyor. Devletin kendi varlığına ve bekasına tehdit olarak gördüğü, artık sivil faşist hareketi de devreye sokup linçlerle tasfiye etmeye çalıştığı bir güç, nasıl oluyorsa oluyor, TDH’nin ilgili özneleri için “tasfiyeci”, “teslimiyetçi”, “milliyetçi” bir güç oluyor ve hem Kürt hem de Türk halklarının kurtuluşlarının / Türkiye devriminin / demokratik halk devriminin / sosyalist devrimin önünde aşılması, ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak duruyor! Üstelik, devlet nezdinde tehdit olma konusunda artık neredeyse esamesi okunmayanlar, devlet nezdinde en başat tehdit olan bir gücü tehdit olarak görüyor ve bu gücü teşhir edip eleştiriyor! Bu tarz düşünüş ve eyleyişin adı, devrimcilik değil, düpedüz siyasi gericiliktir, ezilene karşı ezenle aynı cephede konumlanmaktır.

Tıpkı TKP’nin yaptığı gibi… Hayır, hayır; sadece günümüz TKP’sinin yaptığı gibi değil. Hiç kuşku yok ki günümüz TKP’si de siyaseten gericidir. Ama siyasi gericilik TKP’nin kaderidir! Kimilerinin “Tarihi TKP” dediği Suphiler sonrasının TKP’si de başta Kürt isyanları olmak üzere, devletle karşı karşıya gelen bütün ezilen hareketleriyle ilişkilenme konusunda gerici bir siyasi parti olmuştur. Üstelik “Tarihi TKP” daha “haklı” ve “meşru” gerekçelere sahipti. Kürt isyanlarının başını ekseriyetle şeriat ve Halifelik yanlısı “dinci gericiler” çekiyordu. TKP’nin üyesi olduğu III. Enternasyonal de çiçeği burnunda Kemalist rejimin desteklenmesi ve savunulmasını salık veriyordu.

Kuruluşundan günümüze, TDH sadece çok kısa bir tarihsel kesitle şovenizmden kopmuştur. O da, 1972-73 aralığındaki Kaypakkaya’nın eseri ve pratiği ile mümkün olmuştur. Lakin bu evrede henüz fiili bir Kürt Hareketi yoktur. Kürt Özgürlük Hareketinin kuruluşu ve devletle güç yetirme mücadelesine tutuşması, şovenizmden ve siyasi gericilikten kimin ne düzeyde koptuğunun turnusolu olmuştur. Ki zaten, TDH’nin ters orantılı dinamiği kesinlikle tesadüfi değildir. Kürt Özgürlük Hareketinin kuruluşu ve rüştünü ispatlama süreci Türk ulusu nezdindeki devrimci dinamikleri ve potansiyeli, verili rejime karşı kin ve nefretin boyutunu ve düzeyini açığa çıkartmıştır. Hiç kuşku yok ki, sonuç, tek kelimeyle tam bir felakettir!

Elbette mevcut durumu değiştirmek, Fırat’ın batısında da ezilenlerin devrimci dinamiklerini harekete geçirmek, Kürtlerdeki kadar olmasa bile ezenlere karşı bu tarafta da kin ve nefreti besleyip büyütmek mümkündür. Bunun yolu da Kürt Özgürlük Hareketi ile kurulan negatif ilişkiyi paramparça etmekten geçmektedir. Kürt Özgürlük Hareketini pratik-politik olarak kayıtsız şartsız sahiplenip savunmak ertelenemez ve savsaklanamaz acil bir görevdir. Kürt ulusunun kan ve barutla asimile edilmesine, baskı altına alınıp ezilmesine, sözle değil, kan ve barutla fiili olarak karşı çıkıp direnen yegâne güç, Kürt Özgürlük Hareketidir. Bir taraftan inkâra ve asimilasyona itiraz edilip ulusların kendi kaderini tayin hakkından bahsedilecek, ama diğer taraftan asimilasyona karşı çıkıp direnen yegâne güç olan Kürt Özgürlük Hareketine çeşitli gerekçelerle karşı çıkılacak, tavır alınacak! Bu anlayış ve eyleyiş paramparça edilmedikçe, TDH’nin gelişip güçlenmesi, ezilenlerin desteğini ve saygınlığını kazanıp, devlet karşısında devrimci bir kuvvet olabilmesi ve bu rejimi devirebilmesi mümkün değildir.

Kürt Özgürlük Hareketi, hiçbir komplekse kapılmaksızın, varlığını ve mevcut durumda oluşunu, TDH’nin kurucu önder kadrolarına, Deniz-Mahir-İbo’ya bağlamakta, onlardan öğrendiğini ortaya koymaktadır. Bugün bize düşen görev de, Türkiye devrimci hareketinden öğrenen, ama onu fersah fersah aşan ezilen ulus devrimciliğinden öğrenmektir. Üstelik bizler bu konuda çok daha avantajlıyız. Zira ezilen ulus devrimcilerinin, kendilerine devrimciliği öğrettiğini söyledikleri devrimci öğretmenler hayatta değillerdi. Oysa Kürt Özgürlük Hareketinin kurucu önder kadroları, Kürt devrimcileri henüz hayattadır ve bütün enginlikleriyle deneyimlerini paylaşmak, Fırat’ın batısında da devrimci isyan ateşinin en az doğusundaki kadar gür ve harlı yanması için bizi davet etmektedirler.

Bu davete icabet etmek, Kürt devrimciliğinden devrimcilik öğrenmek, Kandil’den ateş almak boynumuzun borcudur.

 



* Son 10 yıldır, “Terör örgütlerine yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda…” diye başlayan haberlere konu olan devrimci örgütlere yönelik –şehirlerdeki– operasyonlar incelendiğinde görülecektir ki, “yakalayanlar” ile “yakalananlar” arasında, birkaç istisna dışında, silahlı çatışma yaşanmamıştır. Keza “yakalananların üzerlerinde ya da kullandıkları mekânlarda “ele geçirilen örgütsel malzemeler” arasında silah ya da patlayıcı madde hemen hemen yok gibidir. “Terör örgütüne üye olmak” iddiasıyla tutuklu ya da tutuksuz olarak ACM’lerde yargılananların neredeyse tamamının “hiçbir silahlı eyleme ve organizasyona katılmadım” mealinde savunma yapmalarının sadece hukuki gerekçelerle olduğunu düşünmek ve savunmak, gerçeklere göz yummak olacaktır. TMK kapsamında ilgili ceza maddeleriyle tutuklu ya da tutuksuz olarak yargılanan ya da hükümlü olanların büyük bir çoğunluğunun “silahlı çatışma”, “cezalandırma”, “karakol basma”, “ekip otosu tarama”, “bombalama”, “kamulaştırma”, “silah zoruyla rehin alma / alıkoyma”, “silahlı propaganda ve ajitasyon yapma” türünden eylem ve faaliyetlerle suçlandığını, kitap ve yayınlardan ya da eski kuşak anlatımlardan bilmekteyiz.

* TDH’nin iki taşıyıcı öznesi, Dersim merkezli gerilla mücadelesinde ısrar etmekte ve burada belli bir güç bulundurmaktadır. Lakin bu gücün, Dersim özgülünde dahi devlet otorite ve nizamını sarsacak, siyasi dengeleri etkileyebilecek düzeyde bir güç olmadığı gerçeği, Dersim’deki son seçim sonuçlarıyla teyit edilmiştir. İlgili özneler, seçimlerde farklı tavır takınmış ya da orada var olmamış olsaydı da Dersim’deki seçim sonuçlarında kayda değer bir değişiklik olmayacaktı. Maddi bir güç olmak var olan nizamı kaldırıp yeni bir nizam kurabilmeye güç yetirmek; bu ilişki süreci içerisinde karşı tarafın plan-programlarını bozmak ve boşa çıkarmak ya da gelecek üzerine plan program yapanlarca hesaba katılmayı gerektirmek demektir. Devrimcilik, maddi bir güce karşı maddi bir güç yetirme (yaratma, kurma) pratiği içerisinde olmaktır. Bir öznenin devrimciliğinin ve maddi gücünün düzeyi bu parametreler üzerinden tayin olunur.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar